Filistinde İsrail vahşeti sürüyor...
Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim! Kurban Bayramı arifesinde başlayan İsrail bombardımanı Filistin kentlerini yıkmaya, halkı katletmeye devam ediyor. Batı Şeria ve Gazze Şeridinde bulunan Ramallah, Nablus, Cenin, Refah, Halkiye kentleri ve diğer yerleşim merkezlerine savaş uçağı, helikopter, tanklar ve savaş gemileriyle havadan, karadan ve denizden yapılan saldırıların ilk üç gününde onlarca Filistinli can verdi, yüzlercesi de yaralandı. Filistin halkına karşı fiili savaş başlatan İsrail siyonizmi, bu vahşi saldırılarını terörizme karşı kendini savunma olarak açıklama küstahlığında da bulunuyor. 2000 yılının Eylül ayında başlayan İkinci İntifada, katil Şaron ve onun siyonist hükümetini acz içinde bırakmıştır. Katliamlar, gözaltı-işkence-tutuklamalar, yerleşim yerlerinin abluka altına alınması, ev ve işyerlerinin yıkımı, kuyu ve bahçelerin tahrip edilmesi ve ekonomik kıskaca rağmen Filistin halkının direnişi devam ediyor. Siyonistlerin başı katliamcı Şaron, İsrail halkından yükselen barış talepleri ile de sıkışmaya başladı. İsrail halkı tarafından barış talebini gitgide daha güçlü bir biçimde dile getiren ve onbinlerce kişinin katıldığı gösteriler; içlerinde subayların da bulunduğu yüzlerce asker gencin İsrail işgali altında bulunan Filistin topraklarında askerlik yapmayı reddetmesi, giderek bunun örgütlü bir kampanya haline getirilmesi, son günlerde İsrailde yaşanan önemli gelişmelerdir. Siyonist İsrail yönetimi, bu sıkışıklıktan kurtulmak ve Filistin direnişini ezmek amacıyla savaş açma cüretinde bulunmayı, tam da emperyalist saldırganlığın yarattığı özel ortama borçludur. Zira konjonktür uygun hale gelmeseydi Şaron gibi bir katil bile Filistin halkına karşı bu çapta bir savaş açma cüretini gösteremezdi. Savaş uçakları, tanklar ve helikopterlerle süren saldırılara rağmen Siyonistler, halen savaşa girmeyeceklerini iddia edebiliyorlar! Siyonist İsrailinin yanı sıra, Amerikan emperyalizminin de Ortadoğudaki hedeflerinden biri olan Filistin direnişini ezme planı son saldırılarla yeni bir boyut kazanmış oldu. Bu kirli planı uygulamak için uygun zemin bir süreden beri döşeniyordu. Emperyalist basın tekellerinin Filistine karşı başlattığı düşmanca kampanya; emperyalist çıbanın başı Bushun Arafatı, somutta Filistin halkını hedef alan açıklamaları; İstanbulda toplanan İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) ve AB ülkeleri forumunda, AB ülkeleri ve Türkiyenin girişimleri ile İsrail saldırılarının kınanmasının engellenmesi; uluslararası medya tekellerinin İsrail katliamlarını görmezden gelmesi vb. gelişmeler, bu hazırlıkların bir kısmını oluşturuyor. İsrail saldırıları olanca hızıyla devam ederken, Türk sermaye devleti güya arabuluculuğa soyunuyor. Oysa ABD, İsrail, Türkiye üçlü saldırgan ittifakı, Filistin halkına karşı uygulanan zulmün gerçek sorumlularını da tüm dünyaya gösteriyor. Mazlum bir halkın haklı ve meşru direnişi bu üçlü ittifak tarafından terör olarak yorumlanırken, siyonizmin vahşeti, güvenlik kaygıları ile gerekçelendirilmeye devam ediyor. Zorbalıkla Filistin direnişini kıramayacağını çok iyi bilen katil Şaron, Filistini güvenlik bölgelerine ayırarak açık bir toplama kampına çevirmeye hazırlanıyor. Filistin halkını birbirinden yalıtılmış gettolar içine hapsederek denetim altına almayı planlayanlar, Nazilerin Yahudileri gettolara kapatmasından esinleniyorlar. Böylece Şaron da, Hitlerci kumaştan olduğunu bir kez daha kanıtlamış oluyor. Teröre karşı olduklarını iddia eden, kendilerine demokrasi bekçiliği payeleri biçen güçlerin böylesi bir haydutluğa herhangi bir itirazları yoktur. Zira onlar da Siyonistler kadar Filistin halkının direnişinden rahatsızdırlar. Bu rahatsızlık, Ortadoğu gibi hassas bir bölgede bu direnişin diğer halklara da örnek teşkil etmesinden duyulan korkunun dışa vurumudur. Arafat ve onun çizgisinde olanlar, hala emperyalistlerden medet umarak içinde bulundukları aymazlığı devam ettiriyorlar. Nitekim daha önce Şaron tarafından dile getirilen FHKC militanlarının tutuklanması talebi, Filistin yoğun bombardıman altındayken yerine getirilerek üç militan hapse atılmıştır. Yüzlerce FHKC militanı bu kararı protesto ederek Arafatın konutunu taşladı. İşgale karşı direnenleri koruyacağı yerde katil Şaronun isteklerini yerine getiren Arafat, içinde bulunduğu çözümsüzlük çıkmazını aşma yeteneğinden yoksun olduğunu yeniden sergilemiştir. Ne emperyalistlerin dayatacağı sözde barıştan, ne de gerici Arap yönetimlerinden Filistin halkına zerre kadar bir fayda gelmeyeceği görülmüştür. Emperyalist barış iflas etmiş, gerici Arap yöneticilerinin bir kısmı ABD çizgisinin kuyruğuna takılmış, bir kısmı ise sorunun çözümü için Busha yalvarmaya başlamışlardır. Filistin halkı ve toprakları füze saldırısı altında inlerken bu ülkelerden kayda değer herhangi bir tepki de henüz gündeme gelmemiştir. Amerikan işbirlikçisi bu gerici rejimler, kendi egemenliklerini devam ettirebilmek için her türlü onursuz duruma katlanmaya hazır durumdalar. Emperyalist güçlerin Filistin halkına dayattığı ikilem, ya direnişten vazgeçip köleliği kabul etmek ya da katliamlarla ezilmek. Filistin halkına dayatılan bu ikilem, emperyalist haydutların Ortadoğu halklarına karşı hazırladıkları kirli planları hakkında da bir fikir vermektedir. Emperyalist savaşı bu bölgeye taşıyabilirlerse eğer, Filistinde yaşananlardan çok daha ağır yıkımların yaşanacağından kuşku duyulamaz. Bu koşullarda, saldırının ilk hedefinde bulunan Filistin halkıyla eylemli dayanışma hayati ve acil bir önem taşıyor. Filistin halkıyla bölge halkları arasındaki dayanışmada halen devam eden zayıflık, doğrudan Siyonistlerin işine yaramaktadır. Bu aşamada, asıl sorumluluğun bölgenin ilerici-devrimci güçlerinin omuzlarında olduğunu da eklemek gerek.
Filistinli gençlere yaşamak için Lemis Andoni Son haftalarda Filistin intihar saldırılarındaki keskin yükseliş, çatışmada vahim bir dönüm noktasını ifade ediyor. Bunların sorumluluğunu artan ölçülerde laik grupların üstlenmesiyle, artık Batılı gözlemcilerin dinci aşırılığı kınamaları mümkün olmayacak. Amansız askeri kuşatma karşısında ve kendi hayatları için hiçbir gelecek umudu görmedikçe, giderek daha fazla genç insan ölmeyi ve beraberlerinde İsraillileri sürüklemeyi arzulayacaklar. Birçokları için, seçenek kesindir: ya ölüm, ya işgale son. Her İsrail bastırma eylemi, her füze saldırısı, her vahşi misilleme, sadece daha fazla insanı canlı bombaya dönüştürmeye yarıyor. İntihar saldırıları ne barışı ne de adaleti getirmeyen dehşet eylemleridir. Ama İdrisin trajik eyleminin gösterdiği gibi, bunlar, İsrail, sürekli olarak kuşatma altındaki bir halkın hayatını boğazlar ve ülkelerini tecrit edilmiş gettolara çevirirken sessizce seyreden bir dünyaya karşı umutsuzluk ve hıncın yol açtığı eylemlerdir. İsrailin askeri gücünün hiçbir ölçüsü -Filistin şehirlerini topa tutmak, nüfusun altına sokulduğu kuşatmayı şiddetlendirmek, eylemcileri suikastlerle öldürmek- Filistinlilerin akan yarasının diğer tarafa yayılmasını durduramayacaktır. Hayatlarını düşmanlarının canını acıtacak şekilde sona erdirmeye hazır, İdris gibi Filistinliler oldukça, intihar eylemleri son bulmayacaktır. İntihar saldırıları son bulmalıdır. Ve bunun yolu, genç Filistinlilere, ölmek için değil yaşamak için bir neden göstermektir. Fakat bu, ABDnin Filistin önderliğini tecridi, ya da artan İsrail askeri baskılarıyla sağlanamaz. Filistin saldırılarını kınarken, işgali sona erdirmek için hiçbirşey yapmamakla, Batı sinik bir iki yüzlülük ortaya koyuyor. Bu eylemlerin kökenindeki ızdırabı kabullenmek yerine, Batı, bunları irrasyonel şiddet eylemleri olarak açıklama yoluna gidiyor. Sözde uzmanlar ve bazı haber kuruluşları, Filistinli kuşaklar üzerinde yıllarca süren İsrail askeri işgalinin yüksek maliyetini gözardı ederken, ölüm ve cinayeti yücelten garip ve yabancı bir kültüre dair hikayeler anlatıyorlar. Ve, Washingtonun Filistinlilerin acısını kabullendiği nadir durumlarda, Amerikan yetkilileri, Filistinli şiddetini kınayarak, esas olarak İsrailin bütün bir halka boyun eğdirmesini desteklemiş olurken, sahte bir ahlaki üstünlük iddia etmekte hiç vakit kaybetmiyorlar. Dışişleri Bakanı Colin Powella göre Filistinliler, istekleri ne kadar meşru olursa olsun, şiddet yoluyla seslerinin işitilmeyeceğini anlamalıdırlar. Peki, bu sözler, Uluslararası Af Örgütünün tanımlamasıyla insan hayatına sorumsuz bir umursamazlık gösteren İsrail politikasına Amerikan desteğini nasıl açıklayabilir? Powell, İdris gibi birisine, ABDnin sadece İsrailli değil, Filistinli hayatına saygı gösterdiğini ortaya koymalıydı. Tersine, İdrisin hayat dolu yüzü, canlı bombalar yoluyla özgürlük arayan bir kuşağın simgesi olarak, Batı Şeria ve Gazzede duvarlara yapıştırılan posterlerde. Onun trajik sonu -işgale son verilmesi ve Filistin halkının çalınmış umut, vakar ve insanlığının iade edilmesi çağrısı- uluslararası ve Arap iktidarsızlığının mahkemeye verilmesidir. (International Herald Tribune, 23 Şubat 02) (Bu metnin çevirisi 26 Şubat tarihli Yeni Şafaktan alınmıştır... Yazar Lemis Andoni, Ürdünde yaşayan Hristiyan kökenli bir Filistinli bayan gazetecidir...) |
|||||