02 Martt '02
Sayı: 08 (48)


  Kızıl Bayrak'tan
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Emperyalist saldırganlığa karşı safları sıklaştıralım!
  Emperyalist savaşa ve sömürüye karşı 8 Mart’ta mücadele alanlarına!
  Sermaye iktidarı Türkiye’yi ABD emperyalizminin savaş arabasına koşuyor
  Dışarda saldırganlık ve savaş, içerde baskı ve terör
  TİS’lerde bir kez daha “hedeflenen enflasyon” aldatmacası
  Özelleştirme saldırısı tüm hızıyla sürüyor
  Karen Fogg olayı ve emperyalizmle ilişkilerin içyüzü
  Emekçi kadın ve savaş
  Bir anket deneyimi ışığında kadın...
  Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi
  Ek mesailer ve sınıfa etkileri
  İzmir İHD’nin ÖO Direnişi etkinliği...
  YÖK yasası meclisten geri çekilsin talebiyle direnişe!
  Güney Kore’de görkemli işçi eylemi
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Emperyalist saldırganlık örgütü NATO tahkim ediliyor
  Partili yoldaşlarımıza, devrimci yurtseverlere ve halkımıza açık çağrı!..
  Tasfiye ve karşıtına dönüşmede yeni bir boyut...
  İşçi sınıfının devrimci programı altında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Her türlü fazla mesai yasaklansın!
Ek mesailer ve sınıfa etkileri

Yedek sanayi ordusunun her geçen gün büyüdüğü bir dönemden geçiyoruz. İMF-TÜSİAD programlarının çöküşünden sonra bu ordunun saflarına iki milyondan fazla insan katıldı. Sınıf hareketindeki durgunluk ve sendika bürokrasisinin sermayeye sunduğu hizmeti de bu tabloya eklersek, Türkiye’nin neden ucuz işgücü cenneti olduğunu kavramakta güçlük çekmeyiz. Bu cendere içinde sıkışan işçiler, yaşamlarını bir nebze çekilir hale getirebilmek için gece-gündüz çalışmayı göze alabiliyorlar.

İşçi sınıfı işgününü 8 saate düşürebilmek için on yıllara yayılan mücadeleler vermiş, bu uğurda yüzlerce işçi şehit düşmüştür. Dünya proletaryasının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs da bu mücadeleden bize kalan bir gelenektir. Ancak, yüz yılı aşan bir süreden sonra milyonlarca işçi yasal çalışma süresi olan 8 saatten daha fazla çalışmakta, ek mesai adı altında bu kazanım fiilen gasp edilmiş bulunmaktadır. Sendikalı olan ve görece olarak belli kazanımları halen koruyabilen işyerleri dışında kalanlar, sefalet ücretine mahkum edildikleri ölçüde, kölelik zincirini daha da kalınlaştıran ek mesaileri arar duruma gelmişlerdir.

Kapitalistler zorlu mücadelelerle elde edilen bu tarihsel kazanımı verili koşullarda kolayından işlevsizleştirmişlerdir. İşçi sınıfının önemli bir kesimi bu gerçeğin farkında olmadığı için “gönüllü” olarak ek mesai yapmakta, hatta bunu bir avantaj sayabilmektedir. Patronlar da bu yönde propaganda yapmakta, ek mesaileri bir lütufmuş gibi yutturmaya çalışmaktadırlar. Örneğin iş başvurusunda “bizim işyerinde çok mesai olur” denebilmekte, bu bir avantaj olarak sunulmaktadır.

Fazla mesailerin beden ve ruh sağlığına etkileri

Bir işçi fazla mesai yaptığı zaman, aldığı ücretin az da olsa artacağını, yaşamının bir nebze rahatlayacağını düşünmektedir. Kaybettiğinin hesabını ise yapamamaktadır. Oysa 12-14 saat çalışan bir işçi hem bedensel, hem de ruhsal açıdan yıpranmaktadır. Hele sabahlara kadar çalışıldığı dönemlerde işçilerin fiziksel bitkinliği ve aşırı sinirlilik bariz hale gelmektedir. Uyku düzeninin bozulması, iştahsızlık ve buna bağlı olarak yetersiz-düzensiz beslenme sonucu sağlığın bozulması sık yaşanan bir durumdur.

Kapitalistin kârına kâr katmak için çalışıp yıpranan işçiler, işlerde en ufak bir azalma olduğunda ya kendilerini kapı önünde bulmakta ya da en iyi ihtimalle ücretsiz izin yapmak zorunda bırakılmaktadırlar. Özellikle krizi fırsat bilen kapitalistler her fırsatta bu yola başvurmaktadırlar. Böylece fazla çalışarak yaşamını çekilir hale getirdiğini sanan işçi daha ileri düzeyde sorunlarla yüz yüze kalıyor. “İş yok, zor durumdayız” gibi söylemlerle kendini aklamaya çalışan asalaklar, işçilerin emeğini sömürerek servet biriktirirken hiç de işler iyi gidiyor, ek prim verelim demiyorlar. Ama işçilerden fedakarlık isteme arsızlığını gösteriyorlar.

Sosyal ilişkilerin asgari düzeye inmesi

Uzun süreli çalışmanın işçilere çıkardığı bir diğer fatura sosyal yaşamla ilgili olanıdır. Zamanının çoğunu çalışarak geçiren bir işçinin sosyal yaşamı neredeyse sıfıra inmektedir. Kendi ailesi, arkadaşları, hatta işyerinde beraber çalıştığı arkadaşlarıyla bile doğru dürüst bir sosyal ilişki kuramamaktadır. Gezmek, eğlenmek, okumak vb. ihtiyaçlarını ise hiçbir şekilde karşılayamamaktadır. Kimi zaman, insanın yaşamında önemli bir yer tutması gereken bu tür etkinliklerin bir ihtiyaç olduğu bile unutulmaktadır. İşçiler “eve gidip de yatsak” türünden dinlenme ihtiyacını dile getiren özlemlerini sık sık dile getirmektedirler.

Bu duruma gelen işçiler çalışmaktan, yemekten, konuşmaktan, kısacası yaşamdan tat alamaz hale geliyorlar. Bu sorunlarla yoğun olarak karşı karşıya kalan işçilerin ailesi ve arkadaşlarıyla ilişkileri zedeleniyor, bunun sonucunda ise manevi yozlaşma yaygınlaşıyor. Yaşamı çekilir hale getirmek uğruna yapılan ek mesailer böylece yarardan çok zarar veriyor.

Mücadeleyi sınırlayan etkisi

Düşük ücrete mahkum edilen işçiler ek mesailer üzerinden çözüm yolları aramaya başladığı yerde mücadele bilinci de körelmektedir. Kapitalist asıl kazancını bu körelme sayesinde elde etmektedir. Örgütlenerek hakkını söke söke alan işçi sınıfı patronların korkulu rüyasıdır. Oysa işin içinde boğulan işçiler bunun uzağında kalmaktadırlar. Bu koşullarda sefalet ücretine, sosyal haklardan yoksunluğa mahkum olmak gittikçe kanıksanmakta, kadermiş gibi kabul edilmektedir.

Örgütlü olmayan işçilerin herhangi bir kazanım elde etmeleri mümkün olmadığına göre, sınıf dayanışmasının yerine bireyciliğin geçmesi işçi sınıfı açısından olabilecek en olumsuz şeylerden biridir. İnsanca bir yaşam uğruna mücadele edilmediği ölçüde, sorunların ortak olduğu ve çözümün de ancak ortak olabileceği bilinci körelmekte, işçiler ek mesailere sarılmaktadır. Ayrıca ek mesai işsizler ordusunun kalabalıklaşmasına da katkıda bulunmaktadır. İşsizlik arttığı ölçüde kapitalistlerin daha da azgınlaştığı gerçeği görülememekte ya da görülse bile üzerinde durulacak zaman değil denip bir kenara bırakılmaktadır.

İnsanca yaşam için örgütlü mücadele!

Kapitalistlerin gözü doymaz oburluklarının bir sonucu olarak dayattıkları ek mesai saldırısını işçi sınıfı, ancak örgütlü hareket ettiği zaman püskürtebilir. Bu saldırı sermayenin genel saldırılarının sadece bir ayağıdır. Esnek üretimden özelleştirmeye, zamlardan emperyalizmin savaş arabasına bağlanmaya kadar geniş yelpazede devam eden saldırıların tümüne karşı mücadeleyi örmek sınıf bilinçli işçilerin, sınıf devrimcilerinin önünde duran acil bir görevdir. Zira bu alanda mesafe alınmadan sermaye düzeninin hiçbir kirli planı bozulamaz.

Bu aşamada işçilere ek mesai yapmayın diyebilecek durumda değiliz elbette. Ücretlerin düşüklüğü onları bu yola yöneltmektedir. Ama bu tuzağı teşhir etmeli ve bir çözüm olmadığını, tam tersine işçi sınıfını vuran bir silah olduğunu en geniş işçi kitlelerine anlatmalıyız. Kaderci bakış açısını yıkmak, vahşi kapitalizmin dayatmalarına karşı devrimci sınıf mücadelesi ile direnmekten başka bir çıkış yolu yoktur. Bunun dışındaki “çözüm” yolları aldatmacadan başka bir anlam taşımamaktadır. Ek mesailerde aranan çözüm de sınıfın sorunlarına yeni boyutlar katmaktadır. Bu bilinçle hareket ederek vahşi kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz.

7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!
Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!
İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret!



Maaş kuyruğunda ölen emekliler
kapitalizmin vahşi yüzünü gösteriyor

Yaşadığımız ülkede emeğe ve insana verilen önemin ölçüsünü öğrenmek hiç de zor değildir. Dönüp de toplumsal yaşamın herhangi bir alanına baktığımızda insanların yaşadığı sorunların temelinde kapitalistlerin sınıf egemenliğinin ve daha fazla kâr uğruna harcadıkları çabaların yattığını fazla açıklamaya gerek duymayacak şekilde görürüz. Bunlar hergün yaşadığımız ve artık kanıksadığımız ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel vb. sorunlardır.

Yıllarca çalışan, alınteri döken ve nihayet emekli olan emeklilerin maaşlarını almak için banka önlerinde oluşturdukları uzun kuyruklar zaman zaman televizyon kameralarına takılır. Gene öyle oldu. Bayramdan hemen önceki günlerde kimi yerlerde yüzlerce metreyi bulan maaş kuyruklarında biri kadın iki kişi daha yaşamını yitirdi.

Bu kuyrukların stresine dayanamayıp ölen insanların yüzü aştığı biliniyor. Ama buna rağmen bu zulmün yaşanmaması, emeklilerin paralarını rahatça alabilmeleri için sermaye devleti ve ona bağlı kurumlar en ufak bir çaba göstermiyorlar. Dahası geçmiştekini aratacak tarzda yeni düzenlemelere gidiyorlar. Maaş dağıtan banka ve gişe sayısının arttırılması gerekirken, banka şubelerinin sayısı daha da azaltılıyor ya da iki olan gişe sayısı teke düşürülüyor. Örneğin son ölümlerin yaşandığı İstanbul Pendik’teki banka şubelerinden biri kapatıldığı için tek banka şubesinin önünde aşırı yığılma oluşmuştu.

Suçlu kapitalizmin kâr mantığıdır

Ülkemizde emeklilerin maaş kuyruklarında ölmesinin engellenmesi ve benzeri diğer hizmetlerin sunulması, gösterilmeye çalışıldığının aksine kolay bir iştir. Ama sorun bu işin kolay ya da zor olması değil, kapitalistlerin bu işte bir çıkarlarının olup olmamasıdır. Ülkemizde çıkarılan yasa ve uygulamalara baktığımızda, her alanda kapitalistlerin çıkarlarının gözetildiğini görürüz. Özelleştirme, taşeronlaştırma, işten atmalar, ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların gaspı, sendikal örgütlenmelerin tasfiyesi... Kasım ve Şubat krizinden sonra burjuvazi yeni İMF kredilerine ihtiyaç duyuyordu. Bunun için on günde on yasa çıkarttılar.

Tüm bu yasa ve uygulamalardan emekçilerin payına düşen işsizlik, yokluk, açlık, sefalet oldu. Burjuvazi ise daha çok sömürü daha çok talan, yıkım ve baskı uygulama olanakları kazandı.

Dolayısıyla ülkemizde emeklilerin maaş kuyruklarında ölmesi kapitalistlerin ve onun hizmetinde olan devletin umurunda değildir. Diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi bugün emeklilerin karşılaştığı sorunların çözülmesi için yapılacak çalışma ve düzenlemelerden kapitalist sınıfın hiçbir çıkarı yoktur. Onlar için emekliler hiçbir işe yaramayan canlılardır.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanlara ve emeğe gereken önemin verilmesi ancak ve ancak kâr uğruna varolan kapitalist düzenin yıkılması, insan emeğine değer veren ve insanların mutluluğu için çaba sarfeden sosyalizmin kurulması ile mümkündür. Çünkü ancak o zaman yöneten, üreten ve paylaştıran biz işçi ve emekçiler olacağız.