Afgan savaş tutsaklarına uygulanan vahşet...
Emperyalizmin kanlı yüzü gizlenemiyor Emperyalist kampın Afganistana saldırısının ardından sivil halkın bombalanarak katledildiğine dair haberler, tüm sansüre rağmen, medyada sık sık gündeme geldi. Teslim olmak isteyenler dahil binlerce Taliban ve El Kaide mensubu ise, işgalci güçler ve yerli işbirlikçileri tarafından kural tanımaz yöntemlerle yok edildiler. Esir alınan savaşçılara karşı yapılan barbarca uygulamalar ise, ABD şahsında emperyalist sistemin kanlı yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya serdi. Öyle ki, aralarında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ve AB Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten gibi isimlerin de bulunduğu çevreler, kendi kamuoylarında teşhir olmalarından duydukları kaygıyla, Afgan tutsaklara Cenevre Sözleşmesine göre muamele edilmesini istemeye başladılar. Bu talebin nedeni elbette tutsakların işkence görmesi ya da insanlık dışı zulme maruz kalmaları değil. Asıl kaygıları yaptıkları açıklamalardan rahatlıkla anlaşılıyor. Powell talebini dile getirirken; tutukluların savaş esiri olduklarını düşünmediğini, ancak Cenevre Sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesi durumunda uluslararası destek kazanılacağına inandığını belirtiyor. Avrupa Birliği komiserinin gerekçesi de benzer kaygılara dayanıyor. Patten, Afganistandaki askeri operasyonu kazanmışken uluslararası koalisyonun barışı kaybetmesi büyük bir hata olur diyor ve uluslararası koalisyonun değerlerinin yasalar, uluslararası hukuk, adillik, ılımlılık ve adalet olduğunu iddia ediyor. Açıklamasının devamı ise şöyle: Çok tehlikeli adamlarla uğraşırken bu ilkelerin uygulanması zor olabilir. Ama denenebilir. Denemezsek ahlaki temelimizi ve kamuoyunun desteğini yitirebiliriz. Afganistanı bomba ve füzelerle yerle bir edip işgal etmenin hangi ahlaka uygun olduğu konusuna açıklık getirmeyen bu uygar Avrupalının asıl derdinin ne olduğu bu açıklama ile net bir şekilde anlaşılıyor: Vahşet devam etsin, ama emperyalistler imajlarını kurtarsınlar! Afganistana yapılan saldırı öncesinde ABD kaynaklı açıklamalar, yaşanan ve süren sürek avının planlı olduğuna tanıklık etmektedir. Savaşın başında ABD askeri yetkilileri Esir istemiyoruz diye ilan etmişlerdi. Yani her Taliban ve El Kaide mensubu ölü ele geçirilmelidir. Hem işgalci güçler hem de işbirlikçileri, mecbur kalmadıkları sürece kimseyi esir almadılar. Teslim olduğu halde yüzlerce kişinin katledildiği dünya basınında yer aldı. Bush ve güvenlik ekibi, savaş esiri statüsünü, sorgulamalardaki esnekliği ortadan kaldıracağı gerekçesiyle tanımayı reddediyor. Savunma Bakanı Rumsfeld de, terörist saldırıların önlenmesi için bilgi almak zorunda oldukları konusunda ısrarlı. Birbirini tamamlayan bu açıklamalar, işkence gördüğü her halinden belli olan Afgan esirlerinin televizyonlara yansıyan görüntüleri ile bütünleşiyor. Başta ABD olmak üzere emperyalistler, tıpkı 20. yüzyılda olduğu gibi, tüm dünyayı savaş, yıkım ve toplu insan kıyımlarıyla kan gölüne çeviriyorlar. Afganistandan sonra sırada hangi ülkelerin olduğu tartışılıyor. Bu, Afganistanda tanık olduğumuz vahşi görüntülerinin başka halklara da uygulanacağına işaret ediyor. Emperyalist-kapitalist sistem ayakta kaldığı sürece, dünya halklarının özlemini duyduğu gerçek barışa ulaşmak bir yana, kanlı hesaplaşmaların şiddetlenerek devam edeceği, bu sistemin tüm tarihi boyunca defalarca kanıtlanmıştır. Artık dünyada hiçbir halk kendisinin emperyalist saldırılardan muaf olacağını düşünerek gelişmelere seyirci kalamaz. Böyle bir tutum, ya emperyalizme sınırsız köleliği kabul etmek ya da sıranın kendisine gelmesini beklemek anlamına gelecektir. Dolayısıyla anti-emperyalist mücadele ve halklar arası dayanışma her dönemkinden daha büyük bir önem taşımaktadır.
Kapitalizmin dehası Ergin Yıldızoğlu Geri kalmış ülkeleri biliyorsunuz. Buralarda, çağdaş, serbest piyasa ekonomisi yerine, yolsuzluk, hırsızlık, nüfuz ticareti, kısacası eş-dost kapitalizmi egemen. IMFnin reformlarını, ABD ekonomik modelini benimsemek işte bu yüzden, piyasa ekonomisinin kurallarını egemen kılarak eş-dost kapitalizminin kökünü kazımak için gerekli. Bu açıdan, ABD adeta ulaşılması gereken bir model azgelişmiş ülkeler için. Bu ülkelerin halkı, aydınları, medyanın da yardımıyla bu modeli arzulamaya, kimliklerini bunun tuttuğu aynaya bakarak kurmaya başlıyorlar. Böylece de ABD modeli, insanların iç dünyasında, kimlik sorununa ilişkin psikolojik bir düzeyde yeniden üretilen bir egemenlik kuruyor. Topraktan önce beyinler sömürgeleşiyor. Ancak, ABDde Enron şirketinin batmasıyla ortaya çıkmaya başlayan gerçekler, eş-dost kapitalizminin geri kalmış ülkelere özgün olmadığını gösterdi. Kapitalizmin dehasının bir kanıtı Bir zamanlar, ABD Hazine Bakanı Paul ONeill, Enron, kapitalizmin ne kadar dahiyane bir sistem olduğunun kanıtıdır diyordu (San Fransisco Chronicle, 27/1/02). Niye demesin, 1985te, Texasta doğan Enron, faaliyetine, yerel bir enerji üreticisi olarak başlamış, enerji piyasalarının serbestleşmesiyle birlikte enerji malları ticareti alanına geçmiş, burada da durmamış hemen uluslararasılaşmış, giderek enerji mallarının yanı sıra, fiberoptik, içme suyu, yüksek teknoloji malları, sermaye piyasalarında türevler gibi çok çeşitli malın ticaretini yaparak hızla büyümüş. Enron Yönetim Kurulu Başkanı (ve Bushun yakın dostu) Kenneth Layin önderliğinde, yaklaşık 10 yıl içinde, dünyanın en büyük enerji ticaret şirketi, ABDnin de yedinci büyük şirketi haline dönüşmüş. Enron sadece kapitalizmin değil, sonsuz olasılıklar sloganıya Yeni Ekonominin de onuru, hatta simgesi olmuş. Enronun kapitalizmin dehasının ürünü olduğu günlerde yönetim kurulu başkan yardımcılığı yapan John Clifon Baxter, geçen hafta sonu utancından intihar etti. Nasıl etmesin, Enron, hisse sahiplerinin servetinden 70 milyar dolar silerek, piyasalara 10larca milyar dolar da borç takarak battı. Olur böyle şeyler, fazla açılan, iyi yönetilmeyen şirketler batarlar. Bu da kapitalizmin dehasını, çürük elmaları nasıl ayıkladığını gösterir denebilir. Ancak, Enron, yalnızca batmakla kalmadı, batmış olduğunu, türev piyasalarında öğrendiği tekniklerle ve dünyanın beş büyük denetim şirketinden biri olan Arthur Andersenin da yardımıyla uzun süre yatırımcılardan saklamayı becerdikten, bu arada 128 şirket müdürüne ellerindeki Enron hisselerini, şirket batmadan satma fırsatı sağladıktan sonra battı. Enron, kendisine güvenerek meklilik fonlarını hisselerine yatıran 20 bin çalışanın, hem işlerini hem de tüm tasarruflarını kaybetmelerine neden olarak, böylece de alt ve orta gelir tabakasından en üst tabakaya milyarlarca dolar para hortumladıktan sonra battı. Kısacası Enron, piyasanın öz denetim mekanizması olduğu varsayılan bir şirketi de içeren bir yolsuzluk, hırsızlık zinciri içinde battı. Buyrun eş-dost kapitalizmine Şimdi yasama ve yargı sistemi, Enronu soruşturmak, bu skandalın gerçek boyutlarını ortaya çıkarmak istiyor. İstiyor ama, Enrona bulaşmamış birini bulup bu soruşturmanın başına koyamıyor. Senato Soruşturma Komisyonunun başındaki Demokrat Partiden, Liberman bile Enronun seçimlerde dağıttığı bağışlardan pay alan 71 senatörden biri. Ama kim pay almamış ki Enrondan? Bushun kampanyasına en büyük bağışı Enron yapmış. Bush hükümetinin, yeni gaz ve petrol sondajlarını, nükleer santral programlarını canlandırmayı amaçlayan enerji programını hazırlarken, Enron genel müdürüyle birçok kez görüşen, ama şimdi bu görüşmelerin tutanaklarını açıklamayı reddeden Başkan Yardımcısı Cheney de Enronun bağış listesinde. The Timesın aktardığına göre, bu yeni enerji politikasının 17 uygulaması doğrudan Enronun işine yaramış. Bush, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin başına, bunları bir şirket disipliniyle yönetmesi için üç işadamı atamıştı. Washington Postun aktardığına göre bunlardan, Thomas White, Enronun sabit fiyatlı, uzun süreli kontratlarla elektrik ve gaz satan, enerji hizmetleri şirketinin müdürüymüş. Eski bir general olan Whiteı Enro, orduyu da bu müşterilerinin listesine katmak için bünyesine almış. Bu şirketin yöneticileri, gelecekteki enerji fiyatına ilişkin bir projeksiyon yapıyor, kontrat fiyatıyla bu fiyat arasındaki fark üzerinden, daha kâr gerçekleşmeden, prim alıyormuş. Enron, Whitea milyonlarca dolar prim ödemiş. Ama enerji fiyatları çok iyimserce(!) tahmin edilmiş olduğundan bu şirket de batmış. İşte ordudan Enrona 25 milyon dolar kontrat sağlayan u adam, Bush döneminde orduya geri dönmüş. Döndükten sonra da orduya enerji gereksinimini piyasadan sağlaması için baskı yapmış. ABDnin Dünya Ticaret Örgütündeki temsilcisi Zoellick de Enronun bağış listesinde. Belli ki Enron, ABDnin enerjiden dış ticarete kadar birçok politikasının oluşmasında büyük rol oynamış. Serbest piyasanın bu kadar eksiksiz uygulandığı, kurumlarının bu kadar gelişmiş olduğu bir ülkede bile eş-dost kapitalizmi, yolsuzluk, nüfuz ticareti bu kadar yaygınken bugün Türkiyeye dayatılan IMF reformlarının Kemal Dervişin birçok yazar tarafından, eş-dost kapitalizmine son vererek ekonomiyi modernleştirecek gerekçesiyle desteklenmesi ne anlamla geliyor? Bu fantazi acaba neyi gizlemeye hizmet ediyor? (30 Ocak 02/Cumhuriyet) |
|||||