02 Şubat '02
Sayı: 05 (45)


  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal enkaza dönüşen ÖDP
  Demokratik hak ve özgürlüklerin kapsamı...
  Düzenin yaydığı sahte umutlar ve devrimci çözüm
  Kürt halkı üzerindeki faşist ablukaya son!
  İşçi kıyımlarına karşı mücadele yolu seçilmeli
  Direniş hergün kendisini yenileyen ve güçlendiren bir tarzda sürüyor"
  KESK kurullarına doğru...
  Kültür-sanat sorunları ve sınıf mücadelesi
  "Paralı eğitime hayır!" kampanyası sürüyor...
  Özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi...
  İsviçre'de inşaat işçileri: "Mezarda emekliliğe hayır!"
  Emperyalizmin kanlı yüzü gizlenemiyor
  Devletin "muhtırası"na PKK yanıtı
  Kürt aydınlanmasının sorunları
  Ayşe Nur Zarakolu yaşamını yitirdi
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
KESK kurullarına doğru...

Değerlendirme ve hesaplaşma ihtiyacı

KESK seçim sürecine girmiş bulunuyor. Şubat ayı içinde gerçekleşecek olan şube seçimleri sendika genel merkez kurullarına, sonrasında da KESK Genel Kurulu’na kadar uzanacak. Bu süreç yasakçı yasanın geçmesinden sonra yapılacak olan ilk olağan kurulları kapsıyor. Her seçim sürecinde olduğu gibi bu seçim sürecinde de hemen hemen tüm çevreler “ilkesiz ittifaklar” olmasın, “kafa sayısı üzerinden hesaplar yapılmasın”, “yönetimlere grupların değil kamu emekçilerinin çıkarını savunan anlayışlar gelsin” vb. söylemleri dillendiriyorlar.

Yasanın geçmesinden sonra KESK MYK’sını tutan anlayışların tabanı da dahil olmak üzere her kesimden KESK’e yönelik eleştiriler var. Bunlar KESK’in sağa kaydığı, bürokratikleştiği yönlü eleştiriler. Bu haklı eleştirilerde ne kadar samimi olunduğu, sonuçlar üzerinden değil süreç üzerinden yapılacak bir değerlendirme ile inandırıcı olabilir. Ancak böylesi bir değerlendirme ile seçim süreçleri ilkesiz ittifaklardan, delege sayısı üzerinden yapılan pazarlıklardan kurtulmuş, geniş kamu emekçisi kitlelerinin çıkarlarını savunan platformlar haline gelmiş olur.

Yasakçı yasanın yasalaşması sürecini tek başına değerlendirmek ve değerlendirmeyi bu sürecin eleştirisiyle sınırlı tutmak reformist ve uzlaşmacı zeminden köklü bir kopuşu getirmeyeceği gibi geçmiş sürecin olumsuzluklarını da meşrulaştıracaktır.

KESK’in politikalarına ve mücadele yöntemine yön veren anlayışları “bunlar reformist-uzlaşmacı anlayışlar” diyerek mahkum etmek de tek başına bir anlam ifade etmiyor. Bu anlayışların uyguladığı mücadele yöntemleri KESK’i giderek pasifize etmiş ve bunun da işyerlerine olumsuz bir yansıması olmuştur. Bugün KESK’e yönelik eleştirilerin en başında işyerleri ile bağlarının kopuk olduğu, eylemlere ve şube çalışmalarına sendika aktivistlerinden başka katılan olmadığı ve kitleselleşilemediği gelmektedir. Bu somut durum toplam sürecin bir sonucudur.

Reformist-icazetçi çizginin tahribatı

TKİP Kuruluş Kongresi’nin “Kamu emekçileri çalışması”na ilişkin değerlendirmelerinden aktarıyoruz: “Kamu emekçi hareketi içinde başından beri iki eğilim vardı. Bunlardan icazetçi-reformist dediğimiz anlayışın sendika yönetimlerinde egemen hale gelmesi, yaşanan tıkanmada çok temel bir rol oynadı, hala da oynuyor. Herşeyden önce, hareketin mevcut eylem kapasitesiyle, biriktirdiği güç ile dayatılan mücadele pratiği arasında bir gerilim var. Önüne konulan mücadele tarzı bu eylem potansiyelini kucaklayamadığı gibi geriletiyor, onun önünde engel oluşturuyor. Bu, esas gerilim noktalarından, bizim yüklenmemiz gereken noktalardan biridir. Halihazırdaki egemen mücadele programı, kamu emekçi kitlesinin acil ve yakıcı mücadele gündemiyle bütünleşemiyor. Talepler reformizm tarafından daraltılmış, güdükleştirilmiş durumda.

Kamu emekçileri hareketi sendikal örgütlenme talebi üzerinden ortaya çıksa da, sendikal bir hareket kimliğini çoktan aştı. Ortaya çıktığı andan itibaren sendikalarını kurdu, bunlara işlerlik kazandırmaya başladı. Fiili olarak sendikal hak kazanılmış oldu. Ama mevcut egemen anlayışın kendini dayatmasıyla, önce sendikal harekete, sendikal hareket de giderek ücret sendikacılığına doğru daralmış bulunuyor. Bunun yarattığı sorunlar ve engeller var.” (Sınıf Çalışmasının Sorunları, Eksen Yayıncılık, s.153)

Değerlendirmedeki reformist-uzlaşmacı anlayışlar ifadesi, sendika yönetimlerindeki ağırlıkları nedeniyle başta ÖDP olmak üzere EMEP ve HADEP’e yöneliktir. ÖDP’nin sendikaları siyasete bulaştırmama adına izlediği uzlaşmacı-pasif mücadele çizgisi reformist bakışından kaynaklanmaktadır. Bu reformist bakış ve bu bakışın pratiği bugün KESK’i savunma çizgisinden daha geri bir konuma getirmiştir. Bu anlayış sendikaları siyasetten bağımsız, kamu emekçilerinin özlük, sosyal, ekonomik ve demokratik hakları için mücadele eden örgütler olarak tanımlamakta, demokratik haklar kısmını ise cila olarak kullanmaktadır. Bırakalım demokratik hak ve özgürlük mücadelesi vermeyi, bugün artık KESK ne özlük, ne ekonomik, ne de sosyal haklara yönelik saldırılara karşı savunma çizgisini dahi koruyamamaktadır. Mezarda emeklilik, sahte sendika yasası, sıfı altında ücret zamları, norm kadro yönetmeliği, KHK, vs., KESK’i ücret sendikacılığına indirgeyen reformistlerin tüm iddia ve söylemlerine rağmen kolaylıkla hayata geçirilmiştir.

KESK reformistleri, dar bakış ve taleplerini ve grupsal çıkarlarını geniş kamu emekçileri kitlesinin çıkarları gibi sunmakta, uzlaşmacı-icazetçi mücadele çizgisini ise meşru-fiili, yasal ve hukuksal boyutlarıyla bütünsellik içinde yürütülecek bir mücadele olarak tanımlamaktadır. Somut durum ve yaşanan pratik üzerinden bakacak olursak meşru-fiili mücadele onlar için basın açıklamaları, en ilerisinden Ankara’da gerçekleştirilen merkezi mitingler; yasal mücadele cumhurbaşkanına çekilen fakslar; hukuksal mücadele ise meclis görüşmelerinden ibarettir. Bu mücadele çizgisini eleştirenleri ise mücadeleyi sadece sokakla sınırlı gören, eylemi amaç, eylem yerini fetiş haline getiren bu tarzlarıyla da geniş kamu emekçi kitlesini sendikalardan uzaklaştıran marjinal kesimler olarak tanımlamaktadır. Doğal olarak kitleselleşmek ve güç olabilmek için de bu tarz eylem biçimlerinden korkmakta ve kaçmaktadırlar. Onlar için sendikal örgütlenme ve mücadele geniş kamu emekçisi kitlesini etkileyebilecek bir esneklikte ve genişlikte olmalıdır. Bu esneklik değil mi onların Türk Kamu-Sen’le aynı platformlarda yer almasını sağlayan?

Bürokratlar sorumluluktan kaçıyor

Kitleleri sendikalardan kaçırmamak adına uygulanan pasif ve uzlaşmacı eylem biçimleri kamu emekçileri hareketini yormuş, kamu emekçilerinin mücadeleye ve sendikalara olan güvenlerini zedelemiştir. Bu somutluk KESK’e yön veren reformist anlayışların iflası anlamına gelirken, işyerleri ile sendikalar arasındaki bağın kopmasının temel nedenlerinden biri olmuştur.

KESK’in başındaki reformistlerin her eylem ve platformda sıklıkla değindiği bir nokta var: Örgüt disiplini ve hukuku. Örgüt disiplini ve hukukundan kasıt, üstten alta doğru dayattıkları mücadele tarzını sessiz sedasız kabul eden ve uygulayan yığınlar bütünü. Tüzüğünde yer alan talepleri mücadelesine konu etmeyen, bu talepler için planlı ve programlı bir mücadele yürütmeyen bir örgütün ortak bir kültürü, disiplini ve hukuku olabilir mi?

Örneğin Eğitim-Sen’in tüzüğünde, “Toplumun bütün bireylerinin demokratik, laik, bilimsel ve parasız bir eğitimden kendi anadilinde; eşitlik içinde ve özgürce yararlanabilmesini savunur ve demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmesini ve bir yaşam biçimi haline getirilmesini amaçlar.” hükümleri yer almaktadır. Peki bugüne kadar anadilde, eşit, bilimsel ve parasız eğitim talebini pratik mücadelesine konu etmemiş bir sendikanın üyeleri nasıl ortak bir tavır ve kültür geliştirebilir? Bu nedenle bugün okullarda Eğitim-Sen’e üye birçok eğitim emekçisi katkı payı toplamakta, toplamayanlar ise kişisel tavır sergilemiş olmaktadır.

İş bırakma eylemlerinden sonra sendikanın kararına uyarak iş bırakan emekçilerin uğradığı idari ve adli soruşturmaları göğüsleyemeyen, sürgünleri engelleyemeyen bir sendikanın herhangi bir güvenirliliği olabilir mi? Bu güvensizlik kamu emekçilerini sendikalardan uzaklaştırmakta ve bir sonraki işbırakma eylemlerine katılımı düşürmektedir. Somut durumu sonucu üzerinden değerlendiren KESK bürokratları, sonrasında ise nedeni oldukları bu zayıflamayı veri olarak kullanabilmekte ve “biz ileri eylem kararı alıyoruz fakat kitleler buna uymuyor, henüz kitleler buna hazır değil” diyerek geri politikalarını harekete dayatmaktadırlar.

Benzer bir değerlendirme sahte sendika yasası geçtikten sonra da yapılmıştı. 26 Mayıs’ta onbinlerle Ankara’ya akan kamu emekçilerini geri gönderdikten, defalarca git-gel taktikleriyle yorduktan sonra yasa çatışmalı bir biçimde geçmişti. Sürecin sonunda ise KESK bürokratları “sokak eylemiyse sokak eylemi, çatışmaysa çatışma biz herşeyi yaptık fakat alanda kitleler yoktu” diyebilmişti.

***

Tüm bunlar, detaylarıyla kongre süreçlerinde tartışılmalı ve kurullar politik birer platform haline getirilmelidir. KESK’in süreci tartışılmadan ve sürecin eleştirisi, özeleştirisiyle birlikte yapılmadan yöneltilecek her türlü eleştiri ve birliktelik çağrısı samimiyetsiz ve ciddiyetsiz olmaktan öteye gidemez. Reformist anlayışları, KESK’in geldiği bu teslimiyetçi süreçten sorumlu tutan ve mahkum eden ve buna karşı mücadelede ortak hareket etmek noktasında samimi olan herkes politik kimliğinden bağımsız olarak birlikte hareket etmelidir. Aksi durumda hareket eden herkes bu sürecin doğrudan sorumlusu ve suçlusu olacaktır.