devrimci yurtsever tutum Iraka askeri müdahale ve Irakı sürmekte olan hegemonya savaşı çerçevesinde yeniden biçimlendirme tartışmaları, yeniden gündemin üst sıralarına fırlamış bulunuyor. Bir Türk gazetecisinin ABDnin eski Ankara Büyükelçisi Abramowitze Irakın sürmekte olan hegemonya savaşının hedefleri bağlamında gündemde olup olmadığını sorması üzerine aldığı yanıt çok kısa ve net: Irak gündemde bile. Irakın yeniden savaşın hedefleri arasında sayılması, TC yöneticilerini de harekete geçirdi ve her birisi basına bir çok demeç verdi. Bu demeçlerin özeti ise şu: Iraka müdahale her açıdan Türkiyenin zararınadır. Böyle bir gelişmeyi tasvip etmeyiz. Ama bir askeri müdahale olasılığına karşı da her türlü tedbiri almış bulunmaktayız. Şu anda Afganistan üzerinde sürmekte olan emperyalist hegemonya savaşının stratejisine ve politik mantığına bakıldığında, ABD ve Türkiyede yapılmakta olan Irak tartışmalarının anlamı kendiliğinden anlaşılıyor. Belli ki, ABD, Irakı da bu hegemonya savaşının kapsamı içine almış, planlamalarını buna göre yapmıştır. Bunun zamanlaması ve biçimi ise Afganistandaki gelişmeler tarafından koşullanacaktır. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi, başta Güney Kürdistan olmak üzere bütün Kürdistanı ve Ortadoğuyu büyük ölçüde etkileyecektir. Dolayısıyla bu noktada devrimci yurtseverlerin duruşlarını netleştirmeleri ve bunun gerektirdiği bir hazırlık içinde olmaları kaçınılmazdır. Devrimci yurtsever tutumu daha net olarak ortaya koyabilmek için Güney Kürdistanın durumuna kısaca bakmakta yarar var. Güney Kürdistanda kendi içinde parçalı, bağımsız bir iradeden yoksun Kürt egemen sınıflarının iktidarı olsa da, Kürt halkının kendi kaderini tayın hakkı doğrultusunda kazandığı bazı mevziler, geliştirdiği bazı ulusal kurumlaşmalar ve gelişmeler var. Fiili olarak Güneyde devletleşme yönünde belli bir gelişme düzeyi yakalanmıştır. Elbette bunlar, Kürt halkı açısından korunması gereken kazanımlardır. Bu durum tespitini yapmak yetmiyor, aynı zamanda niteliğini, bölgesel ve uluslararası politik dengeler açısından ilişki ve çelişik boyutlarını da ortaya koymamız gerekir. Güneyde Kürtler lehine oluşan devletleşmeye benzer olguyu, salt KDP ve YNK ile özdeşleştirmek doğru değildir. Kuşkusuz bu iki parti, Güneyi kendi aralarında paylaşmış ve her biri kendi parçasında egemen-yöneten güçtür. Bu anlamda Güneydeki gelişmelere damgasını vurmaktadırlar. Bu nasıl bir gerçeklikse, aynı zamanda, Kürt halkının onlarca yılı bulan direnişleri ve bunun sonucunda yakaladıkları bir ulusal bilinç düzeyi ve yarattığı değerler ile reddedilemez ulusal istemleri ve hakları vardır, bunları da göz ardı etmemek gerekir. Yine Güneyde fiili olarak oluşan durumu bire bir emperyalist politikalarla açıklamak da kendi içinde eksik ve yanlış politik sonuçlar doğurabilecek bir değerlendirmedir. 1991 baharına dönüp kısaca bakmakta, bazı olguları hatırlatmakta yarar var. Bilindiği gibi Körfez Savaşında Saddam yenilgiye uğratılmış, ama iktidarına dokunulmamıştı. Çünkü Saddamın yerine koyabilecekleri bir iktidar alternatifleri yoktu. Irakta meydana gelebilecek bir iktidar boşluğunun çok önemli ve denetlenemez siyasal gelişmelere yol açabileceği, bunun da Ortadoğu dengelerini sarsabileceği biliniyordu. Zaten kısa sürede Kürtler ayaklanmış ve Güney Kürdistanı ele geçirmişlerdi. Yine Güney Irakta Şiiler ayaklanmış ve önemli başarılar kazanmışlardı. ABD önderliğindeki emperyalist koalisyon güçleri, bu gelişmeler karşısında şaşkınlıklarını ve korkularını gizlememişlerdir. Bunu, Saddama ayaklanmaları bastırma onayını vererek göstermişlerdir. Saddamaa karşı savaşan emperyalist devletler bu kez halk ayaklanmaları karşısında Saddam rejimini desteklemişlerdir. ABDnin ve müttefiklerinin onayını ve desteğini arkasına alan Saddam, ağır silahlarla donanımlı ordularını ayaklanmacılar üzerine sürmüş ve ayaklanmaları kısa sürede bastırmıştır. Halepçe Katliamını yaşayan Kürtler, tepelerinde Saddam uçaklarını ve helikopterlerini, karşılarında tankları görünce büyük bir panik biçimde sömürge sınırlarına doğru kaçmaya başladı. Bir anda bir milyona yakın Kürdün, sömürge sınırlarında birikmesi olayı Türkiye, İran ve giderek tüm bölge dengelerini tehdit eder bir noktaya gelmiş ve dünya gündemine oturmuştur. Sınırları zorlayan bu göç dalgasına bir çözüm getirilmesi gerekirdi. TCnin önerisi ve desteğiyle bulunan çözüm, Güvenlik Bölgesi oluşturmaktı. Buna göre Güney Kürdistanın önemli bir bölümü (36. Paralelin Kuzeyi) Irak ordularından boşaltıldı ve emperyalist koalisyon güçlerinin denetimine verildi. Böylece sınırlara yığılan yüz binler tekrar Güneye çektirildi. Bundan sonraki gelişmeler ise ana çizgileriyle biliniyor... Burada vurgulamamız gereken en önemli nokta şu: Güneyin mevcut durumu, emperyalistlerin bir tercihi değil, zorunlulukların bir sonucudur. Bu zorunluluğun gereğini bir kez yerine getirdikten sonra ABD, Güneyi Kürt, Irak, İran ve belli ölçülerde Türkiye politikalarında kullanmak istediği bir alan olarak değerlendirmiştir. Ortadoğu ve Avrasya politikasında bir sıçrama tahtası olarak kullanma düşüncesi ise istenilen düzeyde uygulama ve başarı şansını bulmamıştır. Güneyi bir sıçrama tahtası olarak kullanma istemi ve düşüncesi ayrı bir şeydir, ama bunu somut ve kararlı bir politikaya dönüştürüp uygulamak ayrı bir şeydir. Bu noktada ABDnin ve genelde emperyalist sistemin önünde engeller, boğuşmak durumunda olduğu çelişkiler var. Bu çelişkiler, genelde devletler arası sömürge Kürdistan statüuml; ve Kürt sorunun kendi içinde taşıdığı devrimci dinamiklerden dolayı, Güneydeki oluşum herhangi bir siyasal ve hukuki statüye kavuşturulmadı. Bu, emperyalist sistem ve bölgesel sömürgeci güçler açısından uzlaşılan bir ortak payda durumundadır. ABDnin Irak ve genel Ortadoğu politikası, bununla birlikte Güney üzerinde birden çok gücün çatışması Güneyin fiili durumunu sürdürmesini koşullamış, Güneyli güçlere belli ölçüde manevra olanağı kazandırmıştır. Ancak bunun geçici ve görece bir durum olduğu, hiçbir güvencesinin olmadığı da bir olgudur. Ayrıca Güneyin bu fiili durumunun sürmesinde belli bir döneme kadar Kuzeydeki ulusal kurtuluş mücadelesi çok önemli bir etken olmuştur. Eğer Kuzey ve Güneydeki gelişmeler doğru yönetilseydi, komşu ve bölge halklarıyla ortak mücadele perspektifini de içeren bağımsız bir çizgi izlenseydi gelişmelerin yönü çok farklı olabilirdi, Kuzeyde ve Güneyde yakalanacak mevzilerin düzeyi farklı olabilirdi. Genel olarak Kuzey devrimi ve gerilla, Güneyin soluklanmasında önemli bir etkenken, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinden sonra Güneyde toplama kamplarına hapsedilen gerilla güçleri TCnin politikalarına yedeklenmeye çalışılmaktadır. Kürdistan için herhangi bir politik ve askeri stratejisi olmayan, tamamen Öcalanın varlığına ve onun üzerinden tasfiyeci çizgiye bağlanan gerillanın bu niteliği ve konumuyla Güneyde olumlu bir rol oynaması mümkün değildir, tersine Misak-ı Millinin sınır bekçiliğine soyundurulmaya çalışılıyor. Ancak TC, bu utanç verici rolü bile çok görmekte ve kendilerine mutlak teslimiyet, tasfiye ve imhayı dayatmaktadır. Öten yandan Kürdistan açısından siyasal ve askeri bir anlamı bırakılmayan gerilla güçlerinin Güneydeki varlığı, TCnin iradesinden bağımsız değildir. Öcalanın İmralıdan dayattığı politikalar bu bağlamdadır. Yine Güneye sürekli saldırmanın, Güneyi işgal etmenin bir bahanesi olarak oradaki gerilla güçlerini kullanmak istediği de bir olgudur. Bütün bunlarla birlikte olası bir Güney işgalinde TCnin ilk işlerinden biri, toplama kamplarında rehin tutulan gerillayı tamamen temizlemek olacaktır... Bundan kuşku duymamak gerekir... Bu noktada gerillaların, gerçekten yüreği Kürdistan için çarpan yurtsever savaşçıların içinde tutuldukları tehlikeli konum üzerinde düşünmeleri, bu konumun baş sorumlusu olan İmralı çizgisi ve onun memurları olan BKnin duruşu üzerinde durmaları kaçınılmazdır. Biraz soğukkanlıca bakıldığında dayatılan durumun, Kürdistan davasını nasıl bir tehdit ve tehlike altına soktuğu açıkça görülecektir. Dolayısıyla gerçek PKKliler ve gerillalar, İmralı çizgisini reddetmeli, aynı zamanda kendi ülkeleri ve onun bir parçası olan ve şu anda bulundukları Güney parçasında kalarak oranın savunmasına, imarına katılmalı, bunu da bağımsız devrimci yurtsever ve emekçi çizgi temelinde yapmalıdırlar. İmralı çizgisini reddeden çok sayıda arkadaşın olduğunu biliyoruz. Yine alternatifsizlik düşüncesiyle açık tavır almak yerine beklemede olan arkadaşların da az olmadığını biliyoruz. Aslında çaresiz değildirler. Bu arkadaşlar yüzlerini başka alanlara çevirmek yerine, kendi ülkelerinde kalarak, var olan mevzilerde bağımsız bir duruş temelinde yer alarak mücadelelerini sürdürmelidirler. Üzerinde düşünülmesi ve geliştirilmesi gereken devrimci yurtsever yaklaşım budur. Rehin tutulan gerillanın önünde duran gerçek yurtsevek görevi budur... Burada yeri gelmişken KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi)nin Konferans önerisi üzerinde de birkaç söz söylememiz gerekiyor. KNK öncülüğünde düzenlenmesi istenen Konferansın gerçekten Kürtlerin birliğine ve Güneyin kazanımlarına hizmet etmekten uzak olduğu; aksine, ulusal birlik ve güneydeki gelişmeler kapsamında ortaya çıkması muhtemel olumlu gelişmelerin önünü kesmeye yönelik olduğu açıktır. Yıllardır bu tür şarlatanlıklar yapılıyor ve bu çağrıların arka planının boş olduğu, Öcalan çizgisinin soyut birlik laflarını pekiştirdiği, ama pratik işlere hizmet etmekten uzak olduğu kaydedilmesi gereken diğer bir olgudur. KNK eliyle yapılmak istenen çağrılar bayat ve soyut olmanın ötesinde, kesinlikle Kürtlerin geleceğine ilişkin uğursuz roller içeriyor. Ka ki, İmralı çizgisinin basit bir figüranı haline geldikten sonra KNKnin hiçbir ulusal ve toplumsal meşruiyeti kalmamış, değerlerimiz üzerinde palazlanan bir rant odağı olmaktan öte bir anlamı kalmamıştır... Devam ediyoruz. Emperyalizm ve Güney ilişkisini biraz daha değerlendirmekte yarar var. Geçen bu son on yılda yaşanan gelişmeler göstermiştir ki, ABDnin ve diğer emperyalist devletlerin Kürt politikası, esasta Lozan statüsüne dokunmamak, bu bağlamda Güneyi bir baskı unsuru ve kullanım alanı olarak kullanmaktır. Irakı yeniden biçimlendirme, başka bir deyişle Yeni Dünya Düzeni çizgisine uyumlu bir yönetimi başa getirme politikası bağlamında Güneye biçilen rol, yine Lozan sınırlarını zorlamama çerçevesinde olacaktır... Belirtmeye gerek yok ki, bunun da Kürdistan halkının kendi kaderini tayın hakkı, özgürlük ve bağımsızlık istemleriyle tam bir karşıtlık oluşturduğu açık bir geçekliktir. Sömürgeci devletler, TC, İran ve Suriyenin Kürdistan politikaları biliniyor. Güneyde ortaya çıkan ve fiili olarak Lozanı aşan durumu hiçbir zaman sindirmemiş ve bunu ortadan kaldırmak, bunu yapamıyorlarsa daha ileri bir noktaya sıçramasını önlemek için her türlü oyunu tezgahlamaktan geri durmamış, Güney üzerinde kendilerine bağlı dayanaklar oluşturmaya çalışmışlardır. TCnin Güney politikası, bütün Kürdistanı esas alan daha bütünlüklü ve geleneksel inkar ve imha stratejisi temelindedir. Güneydeki fiili durumu ortadan kaldırmanın çabası içinde olmuştur. Ancak bu noktada ABDnin bilinen Irak politikası ile belli bir çelişkiyi yaşayan TC, Güney üzerinde denetimini bir çok koldan geliştirmek ve derinleştirmek için sayısız girişimi olmuştur. KDP ve YNKyi yanına çekme ve denetimde tutma, Tml;rkmenleri bir truva atı olarak örgütleme, Güneydeki olası iktidar ilişkilerinde etkin bir güç haline getirme, Güneyde kontrgerilla ve ajan faaliyetleri geliştirme, periyodik askeri işgal hareketleri ile bu alanı arka bahçe olarak görme ve bunu tüm güçlere kabul ettirme vb. yaklaşımlar, anılan çabaların başlıcalarıdır. Irakın sürmekte olan hegemonya savaşının kapsamına alınması durumunda TCnin G&ul;neyi işgali gündeme getireceği çok büyük bir olasılıktır. Hiç kuşkusuz olası bir işgal hareketiyle ilk planda bugüne dek kazanılan mevzi ve kazanımların yok edileceği açıktır... Bu noktada Iraka giydirilecek yeni elbisenin niteliği ve biçimi, Güneydeki Kürtlerin kaderini de önemli ölçüde koşullayacaktır. Bütün bunların yanında, Güney Kürdistan üzerinde bir çok güç ve çıkarın çatışması durumu, Kürtlerin lehine kimi boşluklar ve taktik olanaklar da ortaya çıkarabilecektir. Kuşkusuz özgücü ve bağımsız bir stratejik duruşu esas alan bir çizgi temelinde bunlardan yararlanmak gerekir. Ancak bunlara bel bağlanarak bir siyaset yürütmek felaket ve trajediden başka bir şey getirmeyecektir. Daha önce sayısız örneğine rastlandığı gibi... Kısaca özetlemeye çalıştığımız gibi, Güney Kürdistandaki durum ve gelişmeler, tek boyutlu değil, çelişkili, karmaşık boyutlara sahiptir. Örtüşen, çatışan, birbirini kesen yerel, bölgesel ve uluslararası güçlerin hegemonya kavgasını yürüttüğü bu alanı dar ve tek boyutlu bakış açısıyla kavramak mümkün değildir. Bu durum ve gelişmelerin özeti devrimci yurtsever tutumun ana çizgilerini de ortaya koymaktadır. Şöyle: Bir: Güney Kürdistanda Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkını, bu bağlamda ortaya çıkan olanak, değer ve mevzileri geliştirmek, savunmak, korumak ve desteklemek, en başta gelen devrimci yurtsever görevlerden biri olmaktadır. Bu görevi dışardan bir destek ve dayanışma olarak değil, somut olarak yerine getirilmesi gereken asgari bir yurtseverlik görevi olarak algılamak gerekir. Güney de ülkemizin bir parçasıdır ve oradaki gelişmelerin içinde ve doğrudan yer almak, genel olarak Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine duyulan sorumluluk ve yapılması gereken yurtseverlik görevlerinin etkin bir parçasıdır. Elbette sorun salt Güneyi dış saldırılardan korumak değil, bir yandan bağımsız çizgi temelinde emekçi seçeneği geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Güneyin ekonomik inşası, toplumsal, eğitsel, kültürel kurumlaşması açısından çaba göstermek, bu doğrultudaki çabaları güçlendirmek gerekir. Güneyin ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel gelişimi, aynı zamanda daha sağlıklı sınıf mücadelesinin koşullarını da oluşturacaktır. Bu, devrimci emekçi çizginin temellerinin güçlendirilmesi anlamına gelecektir. Elbette yenilgi, Kürtler için bir kader değildir. Artık yenilgi çizgilerini aşmamız ve zaferi olanaklı kılan bir yaklaşım ve tutum içinde olmamız gerekir. Hemen eklemek gerekiyor ki, Güneydeki olumlu gelişmeler bütün Kürdistan parçalarını etkilediği gibi, olumsuz gelişmeler de bütün Kürdistan parçalarını ve ulusal kurtuluş mücadelesini etkiler. Bu nedenle her yurtsever parti ve çevrenin Güneydeki yurtseverlik görevlerine sahip çıkması ve gereklerini yerine getirmesi bir zorunluluk olmaktadır... İki: Bunun için ulusal birlik ve bağımsız bir politika doğrultusunda çaba göstermek, bu çabaları diğer parçaların devrimci ulusal kurtuluş mücadeleleriyle ve bölge halklarının devrimci mücadeleleriyle birleştirmek bir zorunluluk olmaktadır. Üç: Emperyalistlerin ve başta TC olmak üzere sömürgeci devletlerin politikalarına alet olmamak, yedeğine düşmemek, ama ortaya çıkan fırsatları ve olanakları da devrimci bir perspektifle değerlendirmek, göz önünde tutulması gereken diğer bir noktadır... 12 Kasım 2001 PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
Büyük Ekim Devrimi öğretmeye devam ediyor... Yaşlı dünyamız, bundan tam 84 yıl önce bugün, insanlığa yeni ufuklar açan, yeni bir çağ, proleter devrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri çağını açan büyük bir olaya tanık oldu: Büyük Ekim Devrimi!.. Ekim Devrimi öğretmeye devam ediyor!.. Sovyet sisteminin çöküşünü, Tarihin sonu ilan edenler, çok geçmeden yanıldılar. Yanılgıları yine kendi cephelerinde alay konusu oldu. Gerçekleşen sosyalizmin ölümünü, Ekim Devriminin ve sosyalizm ideolojisinin ölümü olarak ilan edenler, kısa sürede yanıldıklarını gördüler... Kapitalizmin ölüm, emperyalizmin barbarizm demek olduğunu bir kez daha yaşayarak gören emekçiler ve halklar, Başka bir dünya mümkün! şiarını haykırmaya başladılar... Globalizmin sonsuz eşitlik, demokrasi, barış olduğunu haykıran safdiller çok geçmeden yanıldıklarını, gerçekleşen her olayın bunu çarpıcı bir biçimde kanıtladığını anladılar... Sömürü, baskı, sömürgecilik daha pervasız boyutlar kazandı; sınıfsal ve ülkeler arası uçurum gün geçtikçe daha da büyüdü. Savaş, çelişkilerin başlıca çözüm yöntemi olmayı sürdürdü. Globalleşen, sömürü ve baskı sistemiydi, bundan başkası değil. Buna karşılık direniş de küreselleşti, yeni bir enternasyonal mücadelenin işaretleri daha güçlü uç vermeye başladı... Yeni bir savaşın devam ettiği günümüzde doğrulanan kim, doğrulanan ne? I. Paylaşım Savaşını kendi ülkesinde iç savaşa dönüştüren Bolşevikler mi; yoksa kendi emperyalist hükümetlerini Anavatan savunması adına destekleyen sosyal-şovenler mi, sosyal-pasifistler mi? Dünya ezilen sınıfları ve halklarının ihtiyacı nedir? Sosyalizm mi, emperyalist haydutluk ve barbarizm mi? İşte emekçilerin ve ezilen halklarımızın gündemindeki temel sorular bunlardır! Dünyamızın tam da bugün, yeni bir emperyalist paylaşım ve hegemonya savaşının sürdüğü bugünkü dünyamızda yeni bir Ekim Devrimine ihtiyacı var. Ancak geçmiş derslerini çok iyi bir biçimde özümsemiş, kendini aşarak yenileyen ve dünyamızın koşullarına ve ihtiyaçlarına yanıt verebilecek düzeyde kendini yeniden üreten bir sosyalizme ihtiyaç var... Ekim Devriminin üzerinden 84, Onun üzerinde kurulan, ama daha sonra onun ilkelerinden sapan Sovyet sisteminin yıkılışının üzerinden yaklaşık 11-12 yıl geçti. 20. yüzyıla damgasını vuran Büyük Ekim Devriminden sonra dünyamızı altüst eden sayısız olay yaşandı, büyük savaşlar, devrimler, karşı-devrimler... Bütün bu olaylarda Ekim Devriminin etkilerini görmemek mümkün değildir. Ekim Devrimi, emperyalist-kapitalist sistemi, onun çeşitli politikalarını da etkiledi... Bu, çağı belirleyen temel özelliklere ve dinamiklere sahip olmasından kaynaklanıyordu... 20. yüzyılda gerçekleşen tarihsel olaylar, Ekim Devrimini ve dayandığı temel tezleri doğruladı. Reel sosyalizmin çökmesinden sonra Sosyalizm düşüncesi büyük bir yara aldı; burjuva ideolojisi görece siyasal ve moral üstünlük sağladı. Sosyalist ideoloji belli bir kriz sürecine girdi. Bu ideolojik kriz ortamında sağa savrulmalar, burjuva liberalizmine kaymalar, genel bir eğilim olarak sol ve sosyalizm saflarını etkilemeye başladı. Bu eğilim henüz aşılabilmiş değil... Sosyalizm de henüz ideolojik krizini aşabilmiş değildir. Elbette sosyalizmin ve sosyalizm tarihinin çok yönlü bir tarzda yeniden tartışılması bir ihtiyaçtır. Ancak çözüm tek başına bu tartışmalardan çıkmayacaktır. Tarihe bakıldığında her büyük ideolojik çıkış, sınıf mücadelelerinin yükseliş dönemine denk gelmiştir. Belli bir toplumsal mücadele yükselişine denk gelmeyen ve ona dayanmayan ideolojik arayış ve çabaların maddi bir gerçeklik haline gelmeleri, hatta toplumun gündemine girmeleri ve gerekli ilgiyle karşılaşmaları mümkün değildir. Bu anlamda reel sosyalizmin çöküşünü izleyen bu son on yıl içinde, sosyalizmin kendini yenileyerek bir çıkış yapmaması anlaşılırdır; bunun en temel nedeni, onu koşullayan enternasyonal düzeyde güçlü bir toplumsal hareketliliğin olmamasıdır. Ancak son birkaç yıldır dünya çapında Seattlede başlayan ve en son Cenovada ciddi boyutlar kazanan anti-kapitalist, anti-globalist hareket, sosyalizm düşüncesinde yeni bir atılım yapmada çok önemli bir toplumsal ve psikolojik zemin sunmaktadır. Elbette bu kendiliğinden olmaz, yine salt ulusal ölçeklerde verilen mücadelelerle de olmaz. Sosyalizm çabalarının ve tartışmalarının ortak bir platformda birleştirilmesi, gerekli bilgi, değerlendirme ve görüş alış verişlerin yapılması gerekmektedir. Sınıfsal ve ulusal çelişkilerin derinleştiği, bunun daha da büyüme eğiliminde olduğu günümüz dünyasının yeni bir Ekim Devrimine ihtiyacı var... Bu nedenle Büyük Ekim Devriminin tarihi derslerini özümsemek her zamankinden daha büyük bir zorunluluk olmaktadır... Yaşasın Büyük Ekim Devrimi! Yaşasın Devrim ve Sosyalizm! Yaşasın Partimizin Devrim Çizgisinde Israr Direnişimiz! 7 Kasım 2001 PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları |
|||||