17 Kasım '01
Sayı: 35


  Kızıl Bayrak'tan
  Son eylemler ışığında sınıf ve kitle hareketinin durumu
  Ankara yürüyüşü ve mitingi: Karşılamalarda coşku, Ankara'da kitlesel gösteri
  Kamuda tasfiye saldırısı
  DİSK, KESK Ankara yürüyüşü ve Emek Platformu'nun eylemleri...
  Armutlu'ya ve Alibeyköy'e operasyon!
  Yoldaşlarının kaleminden Armutlu şehitleri...
  Ekim Gençliği'nden...
  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve zor dönem devrimciliği
  "Uygar" batı, "barbar" doğu!...
  Uluslararası hareket
  Emperyalist barbarlık ve çevre tahribatı
  Noam Chomsky ile röportaj...
  Güney Kürdistan, olası gelişmeler ve devrimci yurtsever tutum
  Size verilecek bir gülüm vardı...
   Parti bilinciyle sınıfa, kitlelere!
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
6 Kasım’ın ışığında gençlik hareketi

6 Kasım, YÖK’e, YÖK düzenine, savaşa ve hücrelere karşı öfkenin alanlarda haykırıldığı bir gün oldu. 6 Kasım’ın genel tablosunu kitlesel, coşkulu, militan ve yaygın protestolar olarak özetleyebiliriz.

Başta Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Adana’da gerçekleştirilen eylemlere katılım 10 bini aşmıştır. Ankara’da binlerce öğrenci, yoğun polis terörüne rağmen alanlara çıkmış, İstanbul’daki gösterilerde de yine polis terörüne karşın kararlı ve direngen bir tutum sergilenmiştir. Ayrıca birçok üniversitede 6 Kasım eylemlilikleri birkaç güne yayılmış, YÖK kitlesel bir biçimde protesto edilmiştir.

Direngen ve kararlı...

6 Kasım eylemliliklerinde iki olgu öne çıktı. Birincisi azgın bir devlet terörüydü. İkincisi ise gençliğin direngen militan duruşu oldu. Birçok yerde eylemler yapılabildiyse, bu ciddi bir kararlılık sayesinde olabilmiştir.

Her 6 Kasım öncesi olduğu gibi bu 6 Kasım’da da devlet fütursuz tehditler savurmuştur. Gençliğin her eyleminin arkasında “terör örgütleri var” demagojisiyle günler öncesinden eylemleri yasadışı ilan ederek, katılanlar hakkında işlem yapılacağını söylemişlerdir. Bu işte de Amerikancı medya etkin bir biçimde kullanılmıştır. Eylem öncesi birçok öğrencinin evi basılmış, eylem alanları ablukaya alınmış, öğrenciye benzetilen herkes gözaltına alınmıştır.

Örneğin sadece Ankara’da eylem sabahı devrimci dergi büroları basılmış, buradakiler gözaltına alınmış ve 5 kişi tutuklanmıştır. Eylemden saatler öncesinde eylem alanlarında yoğun kimlik kontrolleri ve gözaltılar yaşanmıştır. Ankara’da öğlen saatlerinde gözaltı sayısı 300’ü aşmıştır. Fakat tüm bunlar sonucu değiştirmemiş, eylem kitlesel ve coşkulu bir biçimde gerçekleştirilmiştir.

Herşeye rağmen büyüyen
mücadele dinamikleri

Bu yıl gerçekleştirilen eylemler kitlesellik, yaygınlık ve coşku bakımından son birkaç senenin eylemlerini geride bırakmıştır. Öğrenci gençlik hareketinde özellikle birkaç senedir mücadele dinamiklerinde güçlenme eğilimi gözle görünür biçimde yaşanmaktadır. Gençlik hareketinin sadece son bir yılı dikkate alındığında bu gerçek açık biçimde görünmektedir.

Devletin her türlü baskı ve terörüne, hareketin yaşadığı iç zayıflıklara karşın bu gelişimin önü alınamamıştır. Örneğin sadece Ankara’da 19 Aralık sonrası yüzlerce öğrenci ÖO eylemliliklerine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınmış, onlarcası tutuklanmıştır. Beraberinde okullardaki baskılar yoğunlaştırılarak süreklileştirilmiştir. Ama buna karşın binlerce öğrence 6 Kasım’da konulan yasak kararını delerek alanlara çıkmıştır.

Elbette bu hareketin doğrusal bir gelişim çizgisi izlediği anlamına gelmemektedir. Örneğin, 19 Aralık’ta gerçekleşen katliam sonrasında öğrenci gençlik hareketinde, özellikle en ileri güçleri şahsında belirgin bir kırılma süreci yaşanmıştır. Ancak bu kırılma gençlik hareketinin özellikle kriz sonrasında artan mücadele dinamikleriyle birlikte yeni taze güçlerle aşılmıştır.

Toplumsal planda yaşanan tüm bu sorunlara çok sınırlı güçlerle de olsa en anlamlı tepkiyi yine öğrenciler vermiştir. 19 Aralık sonrası gerçekleştirilen eylemlerin hemen tümünü gençlik örgütlemiş ya da temel bir bileşeni olmuştur. Krizin faturasına karşı, politize olmuş kesimleriyle sınırlı kalsa da eylemli bir tepki vermiştir.

Emperyalist savaş gençliğin kendine has mücadele dinamiklerini ayrıca uyarıcı bir işlev görmüştür. Yarı aydın kimlik, daha önemlisi sosyal planda yüzyüze kalınan ağır yıkım emperyalist savaşla beraber gençliğin mücadeleci bölüklerini genişletmiş, gençliğin yüzünü mücadeleye çevirmiştir.

Önceki senelerden çok daha ağır siyasal koşullarda gerçekleştirilen bu yılın 6 Kasım eylemleri bu gelişim sürecinin yeni bir halkası olmuş, gençliğin sahip olduğu mücadele potansiyeli somut olarak alanlarda ifadesini bulmuştur.

Toplumsal sorunlara ilgi ve
açık politik tutum

Eylemlerde öne çıkan sloganlara baktığımızda, gençliğin duyarlılık alanlarını ve yaklaşımını da görebiliriz. “YÖK’e hayır!”, “Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim!” sloganı gençliğin kendi sorunlarına ilgisini ifade ediyor. Emperyalist savaşa ve Amerikancı iktidara karşı duyulan öfke ise kendisini “Emperyalist savaşa hayır!”, “ABD askeri olmayacağız!” sloganlarıyla açık bir politik tutum biçiminde ifade ediyor. “İçerde dışarda hücreleri parçala!”, “Yaşasın ÖO direnişimiz!” sloganı ise, bir gün önce Küçükarmutlu’da yaşanan katliama karşı duyulan büyük kinle daha bir coşkuyla atılıyor.

Bu şiarlarla ifade edilen duyarlılık, gençliğin ülkenin ve emekçilerin sorunlarına olan ilgisini gösteriyor. Dahası, bu sorunlara bakıştaki politik açıklık bu ilgiye farklı bir anlam kazandırıyor.

İşçi-emekçi hareketiyle yakınlaşma

Gençlik hareketi üzerine yaptığımız değerlendirmelerde, gençliğin toplumsal hareketliliğin etkilerine açık bir yapıya sahip olduğunu, bunun onun mücadele dinamiklerini ayrıca etkilediğini belirtmiştik. Uzun dönemdir toplumsal planda yaşanan durgunluk gençliği bundan dolayı olumsuz yönde etkilemiştir. Ama buna rağmen gençlik eylemliliklerinde işçi-emekçilerin sorunları da sahiplenilmiştir. Bugün ise, 6 Kasım’ın hemen öncesinde işçi-emekçi hareketinde yaşanan hareketlilik gençliği dolaysız olarak etkilemiştir. Eylemliliklerde coşkuyu ve direngenliği arttıran bir rol oynamıştır. Özellikle İstanbul’da 6 Kasım gösterilerinden sonra gençliğin kitlesel olarak işçi eylemine katılması ve bu eylemde uzun yıllardan sonra ilk kez oluşan yakınlaşma gençliğe ayrı bir moral güç vermiştir.

Bu yakınlaşmanın yaşanmasında işçilerin tutumu belirleyici olmuştur. Çünkü gençlik, işçi kitlelerinin kendisine karşı aldığı mesafeli tutuma karşın, eylemlerde hep emekçilerin yanında saf tutmuştur. Geçmişteki eylemlerde gençliğe “provokatör” gözüyle bakılırken, şimdi emekçiler tarafından belli bir ilgi ve sempati ile karşılanmaktadırlar. Kuşkusuz bu tutum öğrencilerin bu eylemler şahsında yakaladıkları meşruluktan kaynaklanmaktadır. 6 Kasım eylemleriyle emperyalist savaşa karşı alınan net tutum, emekçilerin bakışını değiştiren bir başka olumluluktur. Halkın %80’inin karşı olduğu bir savaşa karşı öğrencilerin eylemli tepkisinin sempatiyle karşılanması olağandır. Bunlara bir de genelde yaşanan suskunluğa rağmen kararlı ve kitlesel eylemlerin örgütlenmesinin bıraktığı etki eklenirse, işçi ve emekçilerin gen&edil;liğe değişen bakışı daha iyi anlaşılır.

Bu durum gençlik hareketini sınıf hareketiyle buluşturmada genç komünistlere önemli bir olanak sağlamaktadır.

Hareketin birbirine tezat iki gerçeği

Gençlik hareketi, 6 Kasım dolayısıyla bir kez daha kendisini gösteren mücadele dinamiklerine karşın, halihazırda hareketin geleceği açısından temel önemde sorunlarla yüzyüzedir. Birincisi gençliğin merkezi ve yerel olarak örgütlülüğe sahip olamamasıdır. İkincisi ise, birincisine de sıkı sıkıya bağlı olarak, devrimci bir önderlikten yoksunluktur. Bu iki sorun birbirlerini karşılıklı olarak etkilemekte, yine her iki sorunun çözümünü de birbirine sıkı sıkıya bağlanmaktadır.

Örgütsüzlük ve politik mücadeleye yatkın mücadele dinamikleri, hareketin birbiriyle tezatlık oluşturan iki temel gerçeği durumundadır. Bu iki temel gerçek, bir yanıyla hareketin taşıdığı zengin olanakları ifade eederken, diğer yanıyla genç komünistlerin görevlerinin ağırlığına işaret etmektedir.



Eğitimin özelleştirilmesi süreci hızla ilerliyor...

Paralı eğitime hayır!
Her düzeyde parasız eğitim!

12 Eylül faşist askeri darbesi, esasta ülkeyi sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde yeniden yapılandırmayı hedefliyordu. Ekonomik kriz içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmi 24 Ocak Kararları ile düzlüğe çıkarılmaya çalışılıyordu. Bu, krizin faturasının işçi ve emekçi kitlelere çıkarılması anlamına geldiği içindir ki, toplumsal muhalefetin kapsamlı bir faşist zor harekatıyla ezilmesi gerekiyordu. 12 Eylül, ekonomik ve sosyal saldırı programının uygulanması için gerekli zemini hazırladı. Toplumsal muhalefet asker postalları altında ezilerek tüm ülke bir hapishaneye çevrildi. Tüm demokratik hak ve özgürlükler askıya alındı. Yılları bulan mücadelelerle kazanılan iktisadi ve sosyal haklar bir çırpıda gaspedildi.

Bu sürecin üniversiteler boyutunda da benzer bir tablo vardır. Gençlik hareketi azgın bir faşist zor ile ezilmiş, üniversitelerde faşist darbenin uzantısı olarak YÖK kurumsallaştırılmıştır. YÖK’ün kurumsallaştırılması faşist baskı ve terörün kurumsallaştırılması demektir. Ama bu saldırının yalnızca bir yanıdır. YÖK’ün asıl işlevi, gençlik hareketinin ezilmesiyle üniversiteleri sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırmaktır. Öyle ki YÖK’ün tarihi eğitimin ticarileştirilmesi tarihi olmuştur.

12 Eylül sonrasında bu süreç liselerde de benzer biçimde yaşanmıştır. Ezilen liseli gençlik hareketi apolitikleştirme ve dejenarasyon saldırısına maruz kalmıştır. Yine okulların ticarileştirilmesi süreci adım adım ilerletilmiştir.

Okulların paralı hale getirilmesi
süreci nasıl işledi?

Türkiye’de genç nüfusun fazla olması eğitime olan talebi arttırırken, bu alana yeterli kaynak ayrılmaması sorunu büyütmüş ve özel okulların önü açılmıştır. Bunun yanında devlet de kendi okullarını çeşitlendirerek burjuvazi için kaliteli eğitim verecek ve nitelikli işgücü yetiştirecek okullar açmıştır. Bu ise eğitim gören gençliğin kaliteli bir okula girmek için yarışını artırmış ve dershanecilik sektörüne alan açmıştır. Başta tek tek kurulan özel okulların sayısı 1979-1991 yılları arası yüzde 280 oranında artmıştır.

Yanısıra kapitalist tekeller tarafından, ihtiyaçlarını bizzat karşılamak ve eğitimden tatlı kârlar elde etmek için vakıf üniversiteleri açılmaya başlanmıştır. Sermaye devleti bu üniversiteleri ayrıca desteklemiş, devlet okullarından kısılan kaynaklar vakıf üniversitelerine aktarılmıştır. Bu, eğitimin ticarileştirilmesi saldırısının nasıl sistematik bir biçimde yürütüldüğünü göstermektedir.

Okulların ticarileştirilmesi süreci üniversitelerde harçların yürürlüğe sokulmasıyla başlamıştır. ‘80 darbesiyle yaratılan sessizlik ortamında küçük oranlarla alınmaya başlayan harçlar zamanla astronomik miktarlarda arttırılmış, böylece okulların kapıları işçi-emekçi çocuklarına kapatılmıştır. Artık parası olanın okuduğu, olmayanın kapı dışında kaldığı bir sistemdir sözkonusu olan.

Paralı eğitim saldırısı başından beri ideolojik saldırılarla içiçe yürütülmüştür. Küreselleşme adı altında işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış tüm haklarının gaspedilmesi süreci, “tarihin sonu” propagandasıyla, önüne geçilmez bir süreç olarak yığınların beyinlerine kazınmaya çalışılmıştır.

Eğitimin paralı hale getirilmesi süreci de aynı ideolojik saldırıyla içiçe yürümüştür. Bu saldırıda kullanılan temel argüman “öğrencilerin öğrencilik maliyetlerine katılımı”dır. Sembolik düzeyde başlayan bu “katılım oranı” artık yüzde onları bulmaktadır.

Çıkarılacak yeni yasada ise rektörlere harçları belirleme yetkisi tanınmakta, dahası har(a)ç oranlarının “öğrenci maliyetleri”nin tamamına ulaşabileceği söylenmektedir. Krizle beraber ezilen yığınların yaşadıkları kapsamlı yıkım düşünüldüğünde, bu, okul kapılarının işçi-emekçi çocuklarına tamamen kapatılması demektir. Kaldı ki, üniversiteyi kazanan birçok işçi-emekçi çocuğu şimdiden parasızlık yüzünden üniversitelerin dışında kalmaktadır. Birçok öğrenci giderlerini karşılayamadığı için eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmaktadır.

Paralı eğitim lise ve ilköğretimde
de yaygınlaştırılıyor!

Eğitimde özelleştirme süreci bugün liseleri ve ilköğretim okullarını da kapsayacak biçimde yaygınlaşmıştır.

Liselerde zorunlu katkı payı adı altında sürekli para toplanmaktadır. İşçi-emekçi çocuklarının gidebildikleri liseler adım adım paralı hale getirilmektedir. Eğitim-Sen’in yaptığı araştırmalar, okula yeni başlayan bir çocuğun maliyetinin asgari ücretin iki katı olduğunu ortaya koymaktadır.

İlk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu bağış olarak alınan katkı payları 1997’de çıkarılan bir yasayla meşrulaştırılmıştır. Her yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nca aksi yönde yapılan açıklamalara karşın, veliler okul derneklerine bağış yapmaya zorlanmakta, aksi takdirde kayıt yapılmayacağı tehditi savrulmaktadır. Böylece eğitim emekçileri “tahsildar”, eğitim kurumları bir çeşit ticarethane, öğrenciler de müşteri haline gelmiştir.

8 yıllık eğitim için birkaç yıllığına konulan ek vergiler artık süreklileştirilmiştir. Cep telefonu faturlarından gelir vergisine kadar bu ek vergiler toplanmaktadır. Deprem için toplanan paraların batık bankaları kurtarmakta kullanıldığı gerçeği ortaya çıkmışken, eğitim için toplanan vergilerin de nereye gideceği sır değildir.

Kitap ve kırtasiye masrafları ise ayrı bir rant kapısıdır. Yapılan son %50’lik zamdan sonra ortalama kitap ücreti 3 milyona çıkmıştır. Yaklaşık 250 trilyonun döndüğü bir piyasadır bu.

Bir başka rant kapısı ise okul servisleridir. Burada da kitap piyasasındakini aratmayacak paralar dönmektedir. Fatura tabii ki yine işçi ve emekçilere kesilmektedir.

Eğitim kurumlarına döktüğümüz o kadar paraya rağmen verilen eğitimin kalitesi de giderek düşüyor. Derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul gibi bir metropolde 70 ila 80 arası. Türkiye ortalaması ise 56’dır. 70 bin kadar dersliğe, 120 binin üzerinde eğitimciye ihtiyaç var. Buna rağmen YÖK formasyon hakkını gaspederek binlerce öğretmen adayını işsiz bıraktı. Birçok okulda çok sayıda ders boş geçiyor. İkibin okul bu yıl hiç açılmayacak.

Metropoller de dahil olmak üzere birçok okul bu yıl ısınma problemiyle karşı karşıya. Bilgisayarlı eğitim konusunda verilen onca vaade rağmen hiçbir gelişme sözkonusu değil. Dahası, fizik, kimya, biyoloji labarotuvarı olan okul sayısı son derece sınırlı.

Bu koşullar altında eğitim gören gençlerin üniversite sınavlarında başarı kazanmaları zaten mümkün değil. Olsa olsa tabela üniversitelerden birine girerek, geldikleri okuldan farksız bir eğitim alarak “nitelikli” birer işsiz olabilirler.

(...)

“Her düzeyde parasız eğitim!”
talebi ekseninde mücadeleyi yükseltelim!

Gençlik hücreler, savaş, işsizlik ve paralı eğitim saldırılarıyla geleceksizliğe mahkum ediliyor. Geleceğimize sahip çıkmak için mücadele etmek dışında alternatifimiz yok.

Paralı eğitim saldırısına karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. “Her düzeyde parasız eğitim!” şiarı etrafında üniversiteli, liseli ve ilköğretim öğrencileri olarak birleşmeli, eğitim hakkımızın gaspedilmesine izin vermemeliyiz.

Paralı eğitim saldırısına hep faşist baskı ve terör eşlik etmiş ve okullarda kurumsallaştırılmıştır. Dolayısıyla, paralı eğitime karşı örgütlenecek mücadele okullardaki her türlü faşist kurum ve uygulamaları da hedef almak durumundadır.

Diğer yandan emperyalist savaş gençliğin kanı üzerinden kirli pazarlıkları gündeme getirirken, faturası da emekçiler ve gençlikten çıkarılacaktır. Dolayısıyla mücadelemiz emperyalist savaşa ve krizin faturasına karşı mücadeleyle de birleşmelidir.

Mücadele alanlarına çıkalım, taleplerimizi yükseltelim! Gelecek ve özgürlük için mücadele barikatlarını örelim!