17 Temmuz'01
Sayı: 17


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklıkta ve onursuzlukta sınır tanımıyorlar!
  Telekom krizi ya da İMF'ye uşaklığın son perdesi!
  Cumhurbaşkanı'nın vetosu ve reformizm.
  Sendikal ihanet barikatı ve devrimci taban inisiyatifi
  Sınıf hareketi
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Ölüm Orucu 268. günüde sürüyor
  Direniş, direnişçi ve parti..
  PKK-DÇS: "Savaşırız ha..." demagojisi, iç huzursuzlukları bastırmaya dönüktür!...
  Direnişçi Sümerbank işçilerine mektup...
  Gücün örgütlülüğündür!
  Uluslararası hareket
  Ulucanlar katliamı davası
  Katilam ve düzen medyası
  Direnişçilerin kaleminden
   Açıklamalardan
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları:

"Savaşırız ha..." demagojisi,
iç huzursuzlukları bastırmaya dönüktür!..

Zaman zaman İmralı Partisi yönetenleri, "Devlet adım atmazsa, yeniden savaşırız" demagojisini dillendiriyorlar. Son günlerde ise bunu daha iddialı bir tarzda kullanmaya başladılar. Özet olarak dile getirdikleri şu: "Yeniden savaşı tartışıyoruz, önümüzdeki birkaç ayda önemli gelişmelerin işaretleri gelmezse biz de yeniden savaş stratejisine dönebiliriz."

Peki, bu iddialı görünen sözlerin zerre kadar bir değeri var mı? Bu sözlerin devlet açısından herhangi bir blöf değeri var mı?

Bu soruların dışında daha can alıcı sorular sormak durumundayız: İmralı tasfiyeciliği ile birlikte Kürtlerin sorunu savaş ve barış sorunu mu? İmralı, Kürtler açısından silahlı mücadele stratejisinden "yasal demokratik mücadele" stratejisine dönüş çizgisi midir? Yoksa topyekûn bir teslimiyet, topyekûn silahsızlanma ve tasfiye hareketi midir? İmralı, hangi iradenin ürünüdür, neyi hedeflemektedir? İmralı Partisini yönetenlerin kendileriyle ilgili zerre kadar bir iradeleri var mı? Peki, İmralı çizgisini, onun dillendiricisi olan Öcalan'ı, dayattığı topyekûn ideolojik, politik, örgütsel, askeri ve moral tasfiyeciliği reddetmeden, iki yılı aşkın bir süredir geliştirip derinleştirdikleri bilinç, bellek ve ruh katliamını bütün sonuçlarıyla reddetmeden "yeniden savaşırız" sözlerinin pratik-politik bir anlamı ve değeri olabilir mi? Soruları uzatmak mümkün, ama bu kadarı bile İmralı Partisi yönetenlerinin içinde bulunduğu gerçekliği kavramaya yeterlidir.
Bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde bizim bazı iyi niyetli yurtseverlerimiz, "bakın bunlar olumluya dönüşün işaretleridir" demekte ve kendi kendilerini avutmaktadırlar. Oysa yukarıdaki sorularla birlikte bir tartışma yürütseler, dillendirilen sözlerin boş ve demagojik olduğunu anlamakta zorluk çekmezler...

İmralı Partisinin elindeki en temel silah, birikmiş değerlerimizi ve kazanımlarımızı yine bu değerlerin tasfiyesi için demagojik bir tarzda kullanmalarıdır. Onlar, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini, savaşı sona erdirme, barış süreci, silahlı mücadele yerine demokratik yasal mücadele yöntemine dönüş çizgisi olarak sunmaya, sorunu salt mücadele yöntemleri sorununa indirgemeye, böylece sürecin ideolojik, politik ve stratejik boyutlarını gizlemeye, dolayısıyla kendileri için yeni manevra alanları yaratmaya özen göstermektedirler. İdeolojik ve moral teslimiyeti, topyekûn politik ve askeri tasfiyeyi gözlerden saklayarak, sorunu barış ve savaş, silahlı mücadele ile yasal demokratik mücadele ikilemine indirgemeleri ve bunu halka yutturmaları gerçekten de kendilerine yalan ve demagojide önemli bir manevra alanı yaratmaktadır.

Oysa çok iyi biliniyor ki, İmralı çizgisi, bütün değerlerimizin TC'ye sunulması, uluslararası karşı-devrimci iradenin bir sonucu olarak devrimimize, partimiz ve halkımıza dayatılan topyekûn teslimiyet ve tasfiyeciliğin adından başka bir şey değildir. Sorun savaş mı, barış mı sorunu değildir. Sorun, dayatılan topyekûn teslimiyet ve tasfiyeciliği reddetme, ona karşı onurlu direniş sorunudur. Dolayısıyla İmralı çizgisini reddetmeden, topyekûn teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı kesin, net ve açık tavır almadan savaş mı, barış mı ikilemini tartışmak sahtedir; bu, tasfiyeciliği derinleştirmekten başka bir anlama gelmez.

İmralı çizgisinden az çok haberdar olan herkesin de çok iyi bildiği gibi, "Barış süreci" adına atılan adımlar, bu bağlamda silahlara veda edilmesi, gerillanın tasfiyesi, bunun yerine konulduğu iddia edilen, ama hiçbir pratik ve politik anlamı olmayan "demokratik yasal mücadeleye" yöneliş, devletin atacağı herhangi bir adıma, yaklaşıma ve koşula bağlanmamıştır. Devrim, devrimci savaş, gerilla, silahlı mücadele teorik olarak mahkum edildi. Bu, tam anlamıyla bir tersine dönüş, PKK ve devrimci çizgisini red ve mahkum ediştir; uluslararası karşı-devrimci iradeye oturan bir ideolojik duruştur. Bunu kanıtlayacak sayısız belge sunmak mümkün, ama bunu daha kapsamlı çalışmalarımızda yaptığımızdan dolayı burada tekrarlama gereğini duymuyoruz. 7. Kongre'de benimsenen programa bakmak yeterlidir. Silahlı mücadeleye son verildiği, gerillanın Güney'e çektirileceği kararının açıklandığı 2 Ağustos 1999 tarihli açıklamaya bakmak, her şeyi daha iyi kavramak açısından yeterlidir.

Dolayısıyla sanki içine girdikleri tasfiyeci süreci devletin atacağı adımlara bağlamış gibi bir hava içinde olmaları ve bunu zaman zaman kimi blöflerle hatırlatmalarının hiçbir anlamı yoktur. Faşist TC, kendilerini çok iyi biliyor, bu blöflerin arkasının boş olduğunu ve herhangi bir iradeye dayanmadığını onlardan daha iyi biliyor. Bu anlamda "yeniden savaşırız ha..." biçiminde efelenmelerinin bir blöf değeri bile taşımadığı çok açıktır.

Bütün bunlar bir olgu ve gerçek olmasına rağmen İmralı Partisi yönetenleri neden zaman zaman yeniden savaşma olasılığını dillerine dolamak durumunda kalıyorlar? Bu sorunun yanıtı da son derece basit ve o ölçüde de açıktır. "Yasal demokratik mücadele yöntemini" esas aldıklarını ve bu yöntemle sonuç alacaklarını söylemişlerdi ve bunu programatik bir ifadeye kavuşturmuşlardı. Tasfiyeci sürecini de "Barış süreci" olarak tanımlamışlardı. İki yılı aşkın bir süredir, pratikte belirledikleri "demokratik yasal mücadele" yöntemine geçemediler, güçlerinin ana gövdesi dağa mahkum olarak çözülme ve çürüme sürecine alınmıştır. Madem ki teorik olarak silahlı mücadeleyi mahkum ettiler, devrimci savaşı demokrasi ve barış önünde engel gördüler, yasal mücadelenin temel yöntem olduğunu planladılar, bunların bir gereği olarak güçlerini bir bütün olarak bu alana kaydırmaları ve yöntem olarak pratikte bunu gerçekleştirmeleri gerekmiyor muydu?

Mantıki olarak "evet" denilecek. Ama pratikte bunu gerçekleştirmeleri mümkün değildi, "yasal demokratik" mücadelenin yasal, politik ve psikolojik ortamı yoktu. Nitekim özel savaş sürdü, operasyonlar aralıksız devam etti. Bu süreçte yüzlerce gerilla katledildi, cinayetler ve kayıplar durmadı. Teslim edilen iki grup ağır cezalara çarptırıldı. Yasal alan çalışmaları sürekli baskı altına alındı, tutuklamalar ve işkence hızından bir şey kaybetmedi. Yani teslimiyet ve tasfiyecilik ödüllendirilmedi. Her teslimiyetçi adım Kürtleri daha fazla aşağılamanın ve bastırmanın, imha politikasının basamağı yapıldı. TC, tarihini ve çizgisini oynamaya devam etti, bunda bir sapma yoktu, olamazdı. Bu özel savaş uygulamaları "Yasal demokratik mücadele yönteminin", "barış sürecinin" iflasını belgeliyordu, tasfiyeci özünü pratikte belgeliyordu. "Yasal demokratik mücadele" lafı sadece bir laftan ve aldatmacadan ibaretti, teslimiyet ve tasfiyeci süreci gizlemenin demagojik adıydı...

Başka bir ifadeyle İmralı süreciyle birlikte içine girilen çizginin herhangi bir reformist, yasalcı, pasifist yönelim olmadığı, 7. Kongre'de resmileştirilen çizginin PKK'nın herhangi bir sağ ve reformist yorumu olmadığı, tersine dönüşün, karşı-devrimci güçlerin iradeleri doğrultusunda topyekûn teslimiyet, tasfiye ve silahsızlanma süreci olduğu defalarca kanıtlanmıştır.
Dağa mahkum edilen gerillanın herhangi bir siyasal ve askeri stratejiye bağlı olmadığı, Öcalan'ın varlığı için bir "tehdit unsuru" olarak elde bir koz olarak tutmanın ötesinde politik ve askeri bir anlamının bırakılmadığı çok açıktır.

Elbette her gelişme İmralı Partisi yönetenlerini yalanlıyor ve zorluyor. Gerillada ve diğer alanlarda huzursuzluk yoğunlaşıyor. Eli kolu bağlı dağa mahkum edilen gerillanın gruplar halinde katledilmesi, vücutlarına akıl almaz, en sıradan vicdanları isyan ettiren işkencelerin yapılması, cesetlerinin tanınmayacak bir biçimde parçalanması kuşkusuz halkta tepkilere neden oluyor, bazı şeylerin sorgulanması gerektiği düşüncesini geliştiriyor. "Ne oluyor?", "Bunun neresi barış, barış, aşağılanmak, katliama uğramak, her gün adım adım kendini yitirmek mi?", "Ya bu katliamların gerçekleşmemsinde İmralı çizgisinin payı ne?".

Sorular, sorular... Bu sorular İmralı Partisi yönetenlerini korkutuyor. Çünkü gerçekleştirilen bu katliamlardan, vücutları paramparça edilen gerillaların bu trajik durumundan kendilerinin, içinde bulundukları tasfiyeci sürecin sorumlu olduğunu çok iyi biliyor ve o nedenle korkuyorlar. Ama verecekleri bir yanıt yok...

Kuşkusuz bu sorular içten içe tartışmaların ve giderek huzursuzlukların gelişmesine ve derinleşmesine yol açıyor. Bu sorgulamalara ve iç rahatsızlıklara verdikleri karşılık, demagoji ile aldatma ve bastırma oluyor. Güney Kürdistan kampları, Kürdistan halkının özgür geleceğinin hazırlıklarının yapıldığı özgürlük alanları değil, tasfiyeciliğin mantıki sonuca götürüldüğü, özgür düşünce ve tartışmaların bastırıldığı, değerlerine ve emeğine sahip çıkan devrimci ve yurtsever kafaların ezildiği, tutsak edildiği tutsaklık kamplarıdır; başka bir deyişle Güney kampları, özgür gerilla kampları değil, İmralı'nın uzantısıdır. Zaten iki yıldır yapılmak istenen, bütün Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu'nun İmralı'ya dönüştürülmesidir! Güney'de bu tarzda duruşun, elbette başka nedenleri de var, ama onları tartışmak şu anda konumuz değildir.

Kısacası, geçen her gün İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini biraz daha açığa çıkarıyor, netleştiriyor; yaşanan her gelişme İmralı'nın iflasını belgeliyor.

"Yeniden savaşırız ha..." demagojisi bile bu iflasın açık itirafı değil mi?

Kahrolsun teslimiyet ve tasfiyecilik!
Yaşasın partimizin devrimci çizgisinde ısrar direnişimiz!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
  6 Temmuz 2001