17 Temmuz'01
Sayı: 17


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklıkta ve onursuzlukta sınır tanımıyorlar!
  Telekom krizi ya da İMF'ye uşaklığın son perdesi!
  Cumhurbaşkanı'nın vetosu ve reformizm.
  Sendikal ihanet barikatı ve devrimci taban inisiyatifi
  Sınıf hareketi
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Ölüm Orucu 268. günüde sürüyor
  Direniş, direnişçi ve parti..
  PKK-DÇS: "Savaşırız ha..." demagojisi, iç huzursuzlukları bastırmaya dönüktür!...
  Direnişçi Sümerbank işçilerine mektup...
  Gücün örgütlülüğündür!
  Uluslararası hareket
  Ulucanlar katliamı davası
  Katilam ve düzen medyası
  Direnişçilerin kaleminden
   Açıklamalardan
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DHKC'nin açıklamasından...


Mahmut Gökhan Özocak Ölüm Orucu direnişinin 201. gününde ölümsüzleşti!

Mahmut Gökhan ÖZOCAK yoldaşımız, 29 Mayıs I960'da İzmir'de doğdu. Ortaokulu Bornova Suphi Koyuncuoğlu ortaokulunda, liseyi Çınarlı Endüstri Meslek Lisesi'nde okudu. Lisenin ikinci sınıfındayken okulla ilişiği kesildi. Aynı yıllarda Bornova Yetiştirme Yurdu'nda kalıyordu. Devrimci mücadeleye ilk adımlarını da bir Dev-Genç'li olarak lise ve yurt ortamında attı. Mahir Çayan'ın, THKP-C'nin sempatizanıydı. Bir süre sonra "Devrimci Yol" adı kullanılmaya başlanmış, o da kendini THKP-C savunucusu olduğunu söyleyen Devrimci Yol içinde bulmuştu. Devrimci Yol'un THKP-C çizgisini inkarının, tasfiyeciliğinin açığa çıkarıldığı ve tasfiyeciliğe karşı devrimci bir çizginin geliştirildiği ayrışma sürecinde, Devrimci Sol'dan yana tavır aldı. İzmir'in ilk yedi Devrimci Solcu'sundan biridir. "İlk"lerden biri olarak, devrimci hareketin örgütlenme sürecinde çeşitli sorumluluklar üstlendi. Bornova onun büyüdüğü yerdi. Devrimci Sol'un Bornova sorumlusu oldu.

Sayıları azdı, ama Ege'nin pek çok yerindeTHKP-C inkarcılığına karşı tepkiler sözkonusuydu. Ödemiş sorumluluğunu da üstlendi. Batı Anadolu Dev-Genç'in yönetiminde ve Liseli Dev-Genç örgütlenmesinde yer aldı. Bir süre işçi alanı sorumluluğu yaptı. Çalışkan, koşturan, verilen hiçbir göreve hayır demeyen bir yoldaşımızdı. (...)

1979'da tutsak düştü. Ödemiş ve Mamak hapishanelerinde bir süre tutsak kaldı. Öncesinden bir tecrübesi olmamasına karşın, Mamak'ta devrimci tavır alanlardan biriydi. Çıktıktan sonra hiç tereddütsüz mücadeleye devam etti. Gençlik alanında görevlendirildi. İbrahim Yalçın Arkan yoldaşımızın sorumluluğunda, gençlik alanındaki Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekibi'nin üyesi ve yöneticisi oldu. İzmir'deki Tuslog'da, Amerikan Kültür Merkezi'nde patlayan bombalardan, emperyalist şirketlere yönelik baskınlara, Bornova'nın faşistlerden temizlenmesine kadar, pek çok silahlı askeri eylem içinde yeraldı. 1980'de bir süre Buca, Şirinyer, Yeşilyurt'ta mahalli alanda çalışmalar yaptı.

1980'de, 12 Eylül cuntasının ardından tutsak düştü. Altı yıl süren bu tutsaklık döneminde İzmir Şirinyer Askeri Cezaevi, Buca ve Bursa hapishanelerinde kaldı. Hapishanelerdeki tüm direnişlerin içinde yeraldı. Hapishane döneminin bir aşamasında, çeşitli nedenlerle hareketle ilişkisi kesildi. Ama hareket, gönlünden hiç çıkmadı.

Tahliye olduktan sonra, hareketle yeniden ilişki kurmak için girişimde bulundu. Polisin devrimci basın üzerindeki baskılarını yoğunlaştırdığı bir dönemde, Yeni Çözüm bürosunu sahiplendi. Kendisiyle örgütsel ilişki kurulduktan sonra Devrimci İşçi Hareketi içinde istihdam edildi. Bu yıllarda İzmir, Konak belediyelerinde işçi olarak çalışırken, belediye işçilerinin çeşitli direnişlerinin örgütlenmesinde rol oynadı. Düzenle bir bağı yoktu ve kurmayı da düşünmüyordu.

1993'te tutsak düştü. Düşmanın devrimci tutsakları teslim almak için ardarda işkence, katliam operasyonları yaptığı bir dönemde, yeniden hapishanelerdeki direniş saflarındaydı. F Tipi hapishanelere karşı direniş gündeme geldiğinde, o da ölüm orucu gönüllülerinden biriydi. Buca'da üçüncü ölüm orucu ekibi direnişçisi olarak kızıl bantını kuşandı. 25 yıllık bir devrimciydi, ama "bu direnişle yeniden doğdum, bu üçüncü doğuşum" diyordu. Alnındaki kızıl bant, onun devrimci yaşamının en büyük onuru, gururuydu.

25 yıllık devrimci yaşamının son nefesini alnındaki kızıl bantıyla vererek ölümsüzleşti. Ömer Aydoğmuş'ların, Ayhan Pektaş'ların, Ümit Doğan Gönül'lerin, Müjdat Yanat'ların yoldaşıydı o. Birlikte büyütmüşlerdi Ege'de kavgayı. Ege'de kavgamız onlarla büyümeye devam ediyor.

Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi
5 Temmuz 2001

 


 

Ölüm Orucu direnişçisi Ali Koç'un ardından...

"Devrim şehitleri ölümsüzdür!"

Seni hiç tanımadım, oysa hukukçu imişsin. Hukuk okumuş bir insan şunu bilir zannediyorum: Sınıflı toplumlarda hukuk sisteminin uygulayıcıları, hakim olan sınıfın çıkarlarını gözetir ve onlar için çıkarılan yasaların koruyucusudurlar. Bu kural "en demokratik" ülkeler için de aynıdır, değişmez.

Bu hukuk kuralları çerçevesinde dahi insani talepleri için harekete geçenlere reva görülen yaşam biçimini buraya yeniden yazmaya gerek yok, biliniyor ve yaşanıyor. Oysa sen ve sizin geçtiğiniz yoldan geçenler ve geçecek olanlar, inanıyorum ki; yaşadığımız ülkede yaşamayı o kadar çok seviyorsunuz ki, yaşamak için bedenlerinizi feda etmekten bir an olsun geri durmadınız, şimdiden sonra da geri durmayacaksınız. Kara çalmak için sizleri "tükenmişlikle" itham edenlere, İspanya iç savaşındaki faşistlerle sizi "aynı kefeye" koyanlara inat, zaferinizi -bedeninizi- Türkiye işçi sınıfına armağan etmek için girdiniz bu mücadeleye. Ama ne yazık ki, Türkiye'deki devrimcilerin yeterince sahiplenildiğini ve faşist devletin sizleri bilerek ölüme göndermesine karşı bir direniş hattının örülebildiğini söyleyemeyeceğim.

Yaşamını devrim, sosyalizm ve insanca yaşama mücadelesin için ortaya koyanlara dört bir yandan saldıranlar bilsinler ki; "tükenen" de, İspanyol faşistleri gibi "yaşasın ölüm!" vs. diyenler de kendileridir, kaybeden kendileridir. "İşçi sınıfının kaybedecek hiçbir şeyi yoktur, oysa kazanacağı koca bir dünya vardır!" bu böyledir, böyle biline.

Seni hiç tanımadım dostum, fakat hiç unutmayacağım, proletaryanın bir neferi olarak.

Devrim şehitleri ölümsüzdür!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!

G. Güneşi


M. Gökhan Özocak ölümsüzlüğe uğurlandı

Cezaevinde başladığı ölüm orucunu, devletin ölüm oruçlarını bitirmek için devreye soktuğu tahliyeler sonucu dışarı çıkan, fakat ölüm orucu direnişini Onur Mahallesi'ndeki Direniş evinde devam ettiren M. Gökhan Özocak, direnişinin 201. gününde ölümsüzleşti.

3 Temmuz gecesi şehit düşen Gökhan Özocak önce Adliye binasındaki Adli Tıp morguna kaldırıldı. 6 Temmuz günü ise Buca Kaynaklar Mezarlığı'na güneşe uğurlanmak üzere yola çıkıldı.
Devrimci mücadeleye '70'li yıllarda daha lise öğrencisiyken katılan ve birçok kez tutuklanan, uzun yıllar zindanda kalan Özocak bir belediye işçisiydi. '90'ların başında İzmir'den Ankara'ya belediye işçilerinin başlattığı ölüm yürüyüşünde de en önde olan Özocak'ın cenazesine Belediye-İş ve Genel-İş sendikasının yetkilileriyle birlikte belediye işçileri de katıldılar.

Marşlar ve sloganlarla toprağa verilen Gökhan Özocak, vasiyeti üzerine partisinin bayrağıyla son yolculuğuna çıktı. Yaklaşık 300 kişinin katıldığı cenaze töreninde Belediye-İş ve Genel-İş'in hazırladığı çelenkler dışında, İzmir Hücre Karşıtı Platform tarafından hazırlanan çelenkler de taşındı. Mezarlık girişinde jandarma, TAYAD pankartının ve Gökhan Özocak dışında şehit düşen ölüm orucu direnişçilerinin resimlerinin taşınmasına izin vermedi.

Mezarı başında, yoldaşları Gökhan Özocak'ın hayatını anlattılar. Yapılan konuşmaların ardından cenaze töreni bitirildi.

SY Kızıl Bayrak/İzmir


 

TUYAB'ın açıklaması:

"Devlet direnişi bitirmek için
yeni manevralar peşinde"

Çocuklarımız F Tipi hücrelere karşı 260 günü aşkındır ölüm orucunu sürdürüyorlar. Şu ana kadar içeride ve dışarıda 56 evladımız şehit düştü. Devlet, çocuklarımızın haklı ve meşru taleplerini karşılamak yerine direnişlerini kırmak için kullandığı sayısız yol ve yöntemin dışında, zorla müdahale işkencesinde bulundu. Onlarca evladımız da sakat kaldı. Sakat kalan çocuklarımızın büyük çoğunluğu geçmişlerini hatırlamıyor, nerede olduklarını bilmiyor, anne babasını bile tanımıyor. Düzelmeleri ise yılları bulan tedavilerle "belki" mümkün olabilecek.
Devlet son olarak TCK'nın 399. maddesi uyarınca sakat kalan evlatlarımızı 6 aylığına tahliye etti. 96 ÖO'nda sakat kalanlar, yıllardır yapılan başvurulara rağmen tahliye edilmezken, şu an sakat kalanlarımız, arka arkaya tahliye ediliyorlar.

Elbette, bu durumda olan çocuklarımızın tahliye edilmelerini, sağlıklı tedavilerinin dışarıda yapılabilmesini olanaklı kıldığı için biz de istiyorduk. Üstelik çocuklarımızın direnişlerinin taleplerinden biri de sakat ve hasta olanların tahliye edilmesi idi. Ancak tahliyelerin şu an yapılması kamuoyuna şirin gözükme amacını taşıyor. Devlet F Tiplerinde, hastanelerde yapılan zulmün üstünü örtmeye çalışarak, koruması altındaki tutsakları "düşündüğünü" göstermeye çalışıyor. İkinci sebep de, çocuklarımızın bakımı için gerekli maddi yükü biz ailelerinin üzerine yıkmak.
Fakat devlet son tahliyelerle yalnızca sakat kalan evlatlarımızı değil, durumu kritikleşmiş, direnişi sürdüren, ÖO'nda olan evlatlarımızı da tahliye etti. Devlet bu yolla, içerideki direnişçilerin sayısını azaltarak direnişi kırmayı hedefliyor anlaşılan.

Ancak ceza ertelemesi-şartlı tahliyeler asla çözüm değil. Cezaevlerinde tecrit ve izolasyon sürüyor, işkence-insanlık dışı uygulamalar hala devam ediyorken, çocuklarımız yeni ekiplerle direnişlerini büyütüyorken, devlet hala direnişi bitirmek için yeni manevralar peşinde. Çocuklarımızda bu irade, kararlılık varken, talepleri sonuna kadar haklı ve meşru iken, devletin sorunu çözmek amacıyla yapabileceği tek şey var. Gidip çocuklarımızın temsilcileri ile görüşmek.

Bizler aileleri olarak, başından beri çocuklarımızın yanında, onların dışarıdaki sesleri olduk. 19 Aralık operasyonunun devletin sistemli, planlı ve vahşi katliamı olduğunu çocuklarımızla birlikte kamuoyuna duyurduk ve sorumluların cezalandırılmalarını istedik. Bu doğrultuda bizlere de davalar açıldı. Ancak son olarak açıklanan Adli Tıp raporları, katliamı belgelemekle, bizleri de yeniden doğrulamış oldu.

Bizler bir kez daha buradan kendime insanım diyen herkesi, çocuklarımızın onurlu mücadelesine omuz vermeye, tahliye olan çocuklarımıza da her türlü desteği sunarak onları sahiplenmeye çağırıyoruz.

TUYAB
(Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği)


Tahliye edilen tutsaklardan basın açıklaması:

"Ne olursa olsun zaferi kazanacağız"

TUYAB, devletin sürmekte olan direnişe karşı tahliye manevrası ile ilgili olarak, 9 Temmuz'da İstanbul İHD'de bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasına, tahliye olan Nabi Kirman ve Hasan Demir, ceza ertelemesi ile tahliye olan Hamit Vahitçi, Servet Paksoy, Suzan Baran, Hüseyin Çakıroğlu, Ayfer Açıl ve bazı tutsak yakınları katıldı.

TUYAB'dan Berna Yıldırım'ın basın metnini okumasının ardından tahliye olanlar sözalarak kısa konuşmalar yaptılar.

Hasan Demir, konuşmasında, gerek direnişin süresi ve gerekse direnişin bitirilmesi için yapılan katliam biçiminin bir ilk olduğunu vurguladıktan sonra; Ölüm Oruçları'nın daha ağır sonuçlara yolaçmadan bitirilmesi yönünde adım atılması gerektiğini, sonuçların tutsaklar açısından göğüslenebileceğini, ancak daha ağır sonuçların insanlığın vicdanında derin yaralar açacağını belirtti. ÖO'nu sahiplenmenin demokrasi mücadelesinin sahiplenilmesi demek olduğunu vurguladı.

Hamit Vahitçi, tecrit ve izolasyonun insanla bağdaşmadığını ve bunun son vuruşlarla kırılması gerektiğini söyledi.

Suzan Baran, direnişin hala sürdüğünü ve devletin direşi kırmak için son olarak tahliye manevrasını gündeme getirdiğini, bunun bir devlet politikası olduğunu söyledi.

Servet Paksoy ise konuşmasında; "20 Ekim'de başlattığımız direnişimizi her yerde sürdüreceğiz. 19 Aralık'tan sonra biz zafer kazandık. Çünkü direnişimizi kıramadılar. Bakmaya kıyamadığımız yoldaşlarımız şehit düştü, ben de onlarla birlikte şehit düşmek isterdim", dedi. Türkiye'nin bir devrim toprağı olduğunu, bunun için faşizmin hiçbir şekilde devrimcilere tahammül edemediğini vurgulayan Paksoy, aynı şekilde emperyalist Avrupa'nın da sosyalizme düşman olduğunu ve hücre saldırısının da emperyalizm destekli bir politika olduğunun altını çizerek, Avrupa'dan destek beklenmemesi gerektiğini belirtti.

Nabi Kirman, F tipi politikasını çok az sayıda insanın haklı bulduğunu, ancak bunun karşısında olan milyonlarca insanın rejim üzerinde baskı oluşturamadığını söyledi. Ayrıca haklı olanların güç olmanın da yollarını araması ve bulması gerektiğini vurguladı.

Son olarak Hüseyin Çakıroğlu, F tipi protestosunda tutuklandığını belirterek, "Ne olursa olsun zaferi kazanacağız. Bütün bedelleri ödemeyi göze aldık" dedi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul



Devletin sinsi öldürme politikasının bir sonucu olarak bir yıl önce yaşamını yitirmişti...

Murat Dil için anma

Murat Dil, cezaevlerinde hasta olan ancak tedavisi bilinçli olarak yapılmayan devrimci tutsaklardan biriydi. Durumu iyice ağırlaştıktan sonra hastaneye kaldırılmış, hastanede de tedavisi yapılmamıştı. Ailesinin TCK'nun 399. maddesi gereği tahliye edilmesi için yaptığı tüm başvurulara uzun süre yanıt verilmemiş, öleceğine nihayet kanaat getirildiği bir aşamada ailesine teslim edilmiş ve birkaç gün sonra da yaşamını yitirmişti.

Murat'ın ölümünden bu yana tam 1 yıl geçti. Devletin zindanlarda sakat bırakarak öldürme politikasına karşı yürütülen kampanyada simgeleşen Murat için ölümünün 1. yıldönümünde dostları, yoldaşları ve ailesi mezarı başında buluştu.

Devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler adına yapılan saygı duruşunun ardından ÖMP tarafından bir konuşma yapıldı. Yapılan konuşmada, Murat Dil'in örgütlü mücadeledeki yaşantısı, Murat'a ilişkin yürütülen kampanya, hücre saldırısı ve Ölüm Orucu Direnişi anlatıldı.

TUYAB adına konuşan Fatma Aslan ise, Murat Dil'in aylar boyunca tahliye edilmediğini, oysa şu an 100'e yakın tutsağın tahliye edildiğini, bundan da anlaşılacağı gibi bunun bir oyun olduğunu, Ölüm Orucu'nu bitirmek için yapıldığını, direnişi hiçbir koşulda bitiremeyeceklerini, devletin temsilcilerle görüşüp taleplerini karşıladığı koşulda ancak direnişin bitebileceğini söyledi.

Murat Dil'in kardeşi ise katılımcılara, Murat'ı unutmadıkları ve sahip çıktıkları için teşekkür etti. Anma "Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz" marşı ve sloganlarla sona erdi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul

 


 

İHD İstanbul Şubesi'nin "Siyah sessiz tepki" eylemi

İHD İstanbul Şubesi 9 Haziran'da "Siyah sessiz tepki" eylemi gerçekleştirdi. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı eylemde, Ölüm Oruçları'nda bugüne kadar 28 insanın yaşamını yitirmesine karşın Adalet Bakanlığı'nın sessiz kalması alkış ve sloganlarla protesto edildi.