17 Temmuz'01
Sayı: 17


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklıkta ve onursuzlukta sınır tanımıyorlar!
  Telekom krizi ya da İMF'ye uşaklığın son perdesi!
  Cumhurbaşkanı'nın vetosu ve reformizm.
  Sendikal ihanet barikatı ve devrimci taban inisiyatifi
  Sınıf hareketi
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Ölüm Orucu 268. günüde sürüyor
  Direniş, direnişçi ve parti..
  PKK-DÇS: "Savaşırız ha..." demagojisi, iç huzursuzlukları bastırmaya dönüktür!...
  Direnişçi Sümerbank işçilerine mektup...
  Gücün örgütlülüğündür!
  Uluslararası hareket
  Ulucanlar katliamı davası
  Katilam ve düzen medyası
  Direnişçilerin kaleminden
   Açıklamalardan
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Uşaklıkta ve onursuzlukta
sınır tanımıyorlar!

İşbirlikçi burjuvazi adına ülkeyi yönetenler, Türkiye'nin yalnızca kaynaklarını ve birikmiş zenginliklerini değil, onurunu da satışa çıkarmış bulunmaktadırlar. İMF'nin yeni borç dilimini serbest bırakması için Telekom Yönetim Kurulu'nu olağanüstü toplantıya çağırarak istenilenleri harfiyen yerine getirmek ile batılı emperyalistlerin vereceği bir miktar borç için kendi eski liderini NATO güdümündeki sözde mahkemelere teslim etmek arasında özünde bir fark yoktur.

Milliyetçilik adı altında Kürt halkına karşı rezil bir şovenizmi bayrak edinerek sağladıkları oy desteği ile hükümet olanların, olmayan onurları artık İMF'nin ayakları altındadır ve dilediğince çiğnenmektedir. Türkiye'nin emekçileri bu utanç tablosunu ibretle izlemektedirler


İMF'yi kendine kalkan edinerek gerçekte emperyalistler, adım adım Türkiye'yi fiiliyattan öteye resmen yönetir konuma geçiyorlar. Hükümet, demek oluyor ki yürütme; meclis, demek oluyor ki yasama, emperyalizmin dolaysız dayatmalarına çoktan teslim olmuş durumdadır. Hükümetin bir İMF memuruna ekonomiyi tümden teslim etmesi ve onun İMF adına hazırladığı ülkenin satışı ve emekçilerin yıkımı programını olduğu gibi benimsemesi; meclisin "15 günde 15 yasa" formülüyle emperyalizmin dayattığı gündem ve tempoyla çalışması ve istenilen yasaları harfiyen bir bir çıkarması, bunu kriz sonrasında tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

Ama bu kadarı bile yetmiyor. Emperyalistler artık idari tasarruflara da, şirket yönetimlerine memur atamalarına da fiilen karışır duruma gelmişlerdir. Artık emperyalizmin dayattığı yasaları emperyalizmin dayattığı tempoda çıkarmak yetmiyor. Çıkarılan yasaların uygulanma şekli de İMF'nin istekleri doğrultusunda olmak zorunda. Son Telekom krizinin açık seçik mesajı, özü ve özeti budur. Basında karı-koca Ecevitler'in yankısı olarak bilinen bir Aydın Doğan memuru son günlerde yaşanan rezaleti veciz bir biçimde özetliyor. İMF'nin yeni dayatmalarının, çıkan yasaların "bu kanunu İMF yürütür" hükmünü içermesiyle aynı anlama geldiğini açık açık yazıyor. İş gerçekten buraya kadar varmıştır. Kaba müdahalenin en kaba biçimler içerisinde artık "devletin temsilcisi" konumundaki Cumhurbaşkan'ını da hedefler hale geldiği biliniyor. Göstermelik incelemelerle bazı yasaları imzalamayı bir parça geciktiren ve bununla kişisel onurunu bir parça korumayı uman Cumhurbaşkanı, ortaya çıkan son durumun sorumlularından biri olarak gösteriliyor ve kendisinden İMF'ce tayin edilen tempoya uyması artık açıkça isteniyor.

Ama gözlerden gizlenen en temel gerçeğin bir kez daha altını çizelim. Onursuz olan ve emperyalizme tam itaati davranış kuralı haline getiren, hükümet değil işbirlikçi burjuvazinin kendisidir. Tüm bu onursuzluklar ve rezilliklerin gerisinde işbirlikçi Türk burjuvazisinin kendisi var. Hükümet partileri, meclis ve giderek Cumhurbaşkanı, bütün bu onursuzca davranış ve icraatları Türk burjuvazisinin çıkarları ve tercihleri bunu gerektirdiği için böyle gerçekleştiriyorlar. İşbirlikçi burjuvazinin yazılı ve görsel medyadaki dolaysız temsilcileri, Telekom krizi vesilesiyle, bir kez daha ve en net bir biçimde, İMF ne istiyorsa onu aynen, harfiyen yapmak zorundayız diyorlar. Daha da ileri giderek İMF'ye tam teslim olmak gerektiğini, zira krizden çıkmanın bundan başka bir yolu olmadığını açık açık söylüyorlar ve yazıyorlar. Elbette ki bununla, ceplerini sürekli ve dolaysız olarak dolduran işbirlikçi burjuvazinin düşüncelerini seslendirmiş oluyorlar. Bir kampanyaya dönüştürülmüş olan bu propagandanın gerisinde, krizden de, krize karşı sözde önlemlerden de en büyük vurgunu vuran işbirlikçi asalak takımı var.

Bu arada kriz de ağırlaşarak sürüyor. Şu günlerde çok kullanılan bir ifadeyle, borsa tabana, faiz ve döviz tavana vurmuş durumda. Şubat krizinin çıkardığı ağır fatura işçi sınıfına ve emekçilere ödetilirken, ekonominin başına verilen İMF memuru, döne döne, en geç yaz başından itibaren ekonominin yeniden toparlanacağını vaadetmişti. İşte yaz ortasındayız ve ekonomide tüm göstergeler en kötü noktada. Reel faiz oranı alabildiğine yükselen ve ödeme süresi alabildiğine kısalan iç borcun sene sonunda 90 milyar dolara ulaşacağı hesaplanıyor ve bunun bir felaket olacağı da ekleniyor. Dış borcun durumu ise zaten biliniyor.

Krizi ağırlaştıran ve neredeyse süreklileştiren temel etkenlerden biri, ödedikçe büyüyen bu iç ve dış borçlardır. Türkiye'nin milyonlarca işçisi ve emekçisi, artık karın tokluğuna bile denilemeyecek sefil yaşam koşulları içinde, bir avuç yerli ve yabancı asalak için çalışıyor. Büyük bölümü emekçilerden kesilen vergilerle oluşturulan bütçe gelinen yerde faiz ödemelerine bile yetmiyor. Yetmediği içindir ki çarkın dönmesi için sürekli olarak yeni iç ve dış borçlara ihtiyaç duyuluyor. Bu borçların alınabilmesi için de ödenebilmelerinin güvenceye alınması gerekiyor.

İşte büyük bir arsızlık örneği olarak "ulusal program" adı altında sunulan yeni İMF reçeteleri, borç çevrimi denilen bu ödemeleri güvenceye almak için uygulanıyor. Türkiye'yi yağmalamak ve Türkiye emekçisinin kanını emmek anlamına gelen bu reçeteler uygulandıkça da kriz üreten yapısal sorunlar daha da ağırlaşıyor. İMF reçetelerinin uygulandığı tüm ülkelerde ve Türkiye'de bu hep böyle oluyor.

Şu dönemin öne çıkan İMF kobayları, Türkiye'nin yanısıra Arjantin ve Endonezya'dır. Tıpkı Türkiye gibi bu iki ülke de, çok kısa aralıklarla krizden krize yuvarlanıp duruyorlar. İMF ve Dünya Bankası'nın ipini ellerinde tutanlar, her yeni krizi "fırsat" sayarak, bu ülkelere yeni ekonomik ve siyasal koşullar dayatıyorlar. Artık yalnızca Türkiye'nin ekonomisi değil, örneğin Arjantin ekonomisi de doğrudan emperyalizmin atadığı memurlarca yönetiliyor. Yeni borç dilimini erteleyerek Telekom Yönetim Kurulu'nu kendi istediği biçimde düzenleyen İMF, aynı yolla şu günlerde Endonezya'da devlet başkanını düşürme ve yerine kendi tercihlerine uygun birini seçtirme çabasında. Miloseviç üzerinden yaşananlarla birlikte ele alındığında, emperyalizmin küreselleşme adı altında dünyada işleri artık nasıl yürütmeye çalıştığı çıplak gözle görülür hale geliyor. Borç yiğidin değil emperyalizmin kamçısı durumunda. Bununla artık ülkeler teslim alınıyor, kaynaklar hoyratça yağmalanıyor.

Kriz batağında debelenen Türkiye kapitalizminin temsilcisi olarak Türk burjuvazisi, kendi sefil çıkarları için bugün Türkiye'yi bu utanç verici konuma düşürmüş bulunmaktadır. Daha da kötüsü, bu baş aşağı bir gidiştir ve bu gidişle işlerin nerelere varacağını kestirmek zor değildir. Türkiye'nin kendi tarihi de bu konuda yeterince aydınlatıcıdır. Borç köleliğinin Osmanlı devletini nerelere sürüklediğini biliyoruz. Borcu borçla kapatmak politikası ve ödendikçe büyüyen borç sarmalı, Osmanlı maliyesinin emperyalist alacaklılara teslimiyle sonuçlanmıştı. Reji idaresi yoluyla tütün gelirlerine el koymak ile Telekom yönetimini kendi isteğine göre düzenlemek arasında hiçbir fark yoktur. İkincisinin satışıyla elde edilecek gelirler de, olduğu gibi vadesi gelen dış borç ödemesinde kullanılacaktır. Telekom gibi stratejik bir kurumun ucuza emperyalist tekellere peşkeş çekilmesiyle birlikte düşünüldüğünde, durum bir bakıma Düyun-u Umumiye İdaresi döneminden de kötüdür. Gidişiatı Osmanlı'nın gidişatına benzeyen Türk burjuvazisinin tarihsel akibeti de ondan farklı olmayacaktır.

İşçi sınıfı ve emekçilerin mevcut hareketsizliği yanıltıcı olmamalıdır. Milyonlarca emekçi son günlerde yaşananları, bir avuç asalağın çıkarları ve ihtiyaçları için, Türkiye'nin kaynaklarıyla birlikte onurunun da emperyalizmin ayakları altına bu denli kaba bir biçimde serilmesini ibretle ve öfkeyle izliyor. Kendisi için sosyal yıkım demek olan İMF programlarının ülke için de emperyalist köleliğin ağırlaşması demek olduğunu yaşayarak görüyor.

Şu günlerde toplanan MGK, düzene bekçilik görevinin bir gereği olarak, kriz sürecinin biriktirdiği öfke birikimine karşı önlemleri görüşüyor. Toplantıdan bir gün önce, sessiz sedasız bir biçimde, orduya geniş yetkiler tanıyan Kriz Yönetim Merkezi Yasası meclisten geçiriliyor. Toplantının kendisi ise, "tarikat ve mezhep önderleriyle" sürdürülen görüşmelerin olumlu sonuçlara vardığını ve devlete desteklerinin sağlandığını açığa vuruyor. Bir yandan yeni baskı ve terör önlemleri, öte yandan halk kitlelerini dinsel ideoloji ve örgütlenmeler üzerinden kontrol etmek için yeni girişim ve hazırlıklar...

Düzen bekçileri krizin sonuçlarına karşı çok yönlü olarak hazırlanıyorlar. Devrimcilere de, kendi cephelerinden hazırlanmak hayati görevi düşüyor.