17 Temmuz'01
Sayı: 17


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklıkta ve onursuzlukta sınır tanımıyorlar!
  Telekom krizi ya da İMF'ye uşaklığın son perdesi!
  Cumhurbaşkanı'nın vetosu ve reformizm.
  Sendikal ihanet barikatı ve devrimci taban inisiyatifi
  Sınıf hareketi
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Ölüm Orucu 268. günüde sürüyor
  Direniş, direnişçi ve parti..
  PKK-DÇS: "Savaşırız ha..." demagojisi, iç huzursuzlukları bastırmaya dönüktür!...
  Direnişçi Sümerbank işçilerine mektup...
  Gücün örgütlülüğündür!
  Uluslararası hareket
  Ulucanlar katliamı davası
  Katilam ve düzen medyası
  Direnişçilerin kaleminden
   Açıklamalardan
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sendikal ihanet barikatı ve
devrimci taban inisiyatifi

T. Polat

Sınıf hareketliliğinin dizginlenmesi/denetim altında tutulması konusunda sermaye devletinin en önemli imkanlarından birini hala da sendikaların başına çöreklenmiş hain bürokratlar oluşturmaktadır. Bu kendisini özelleştirme karşıtı mücadeleden kazanılmış sosyal hakların korunmasına, yerellerde ve işkolları üzerinden yaşanan toplu sözleşmelere kadar her yerde, sınıfın açıkça satılması ve bizzat mücadelenin kırılması şeklinde göstermektedir.

Kısa süre önce kamu sektöründeki işçilerin toplu sözleşmelerinin satılması; asgari ücretin sefaletin azamisini yaşatacak düzeyde belirlenmesi; grevlerin yasaklanmasına ciddi bir tepki örgütlemek şöyle dursun, bunların bizzat önüne geçilmesi; başta KİT'ler olmak üzere stratejik önem taşıyan işletmelerin özelleştirilmesi noktasında sermaye devletine hizmette bulunulması; emeklilik yaşının yükseltilmesinden sonra şimdi de kıdem tazminatının ortadan kaldırılması planına örtülü destek sunulması; kamu emekçilerinin yıllardır grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için verdikleri mücadeleyi icazet sınırları içerisinde tutup kitlelerin kararlılığının kırılmaya çalışılması vb. pek çok örnek bunun kanıtıdır. Tüm bunlar birarada, işçi sınıfının, sendikalara çöreklenmiş bu satılmışlar güruhuna karşı kararlı bir mücadele yürütmeyi başaramadığı takdirde, IMF ve yerli işbirlikçilerine karşı vereceği mücadelede ciddi bir başarı sağlıyamıyacağının göstergeleridir.

Ne zaman ki sendika bürokrasisi aşılır ve sendikalar sınıfın hizmetinde gerçek birer mücadele aracı haline getirilirse, işte ancak o zaman işçiler ve emekçiler yürüttükleri mücadelede temel önemde bir engeli aşmış olacaklardır. Bunun için de, işçiler ve emekçiler, her şeyden önce, en temel zaaflardan birini oluşturan mücadeleyi "görevli kişilere" bırakma anlayışını kırmalı ve insiyatifi kendi ellerine almalarıdır. Nitekim işçi ve emekçiler, mücadelelerinde kararlı ve militan bir hat tuttukları her süreçte, sendika bürokrasini aşmışlardır. Dahası, onları, hain konumlarını savunmak şöyle dursun, teşhir ve tecrit olmamak için hareketin peşinden sürüklenmek zorunda bırakmışlardır.

Bu başarı, eylemlilik süreçlerindeki kitlelerin inisiyatifi ele almasının doğal bir sonucuyken, hareketliliğin durulduğu ya da daha ileri taşınamadığı oranda, insiyatif yeniden sendika bürokrasisine kaptırılmaktadır. Öncü devrimci işçi ve emekçilere de en büyük sorumluluk burada düşmektedir. Hareketin tıkanma noktalarını ve acil ihtiyaçlarını gözetip onu ilerletecek taktiksel açılımlarla mücadeleyi ileriye taşıyabilmelidirler. Sendika bürokrasisine karşı mücadele etmek sürecin en acil görevi olarak kendisini dayatmaktadır.

Bu noktada, öncü işçi platformları vb. araçlarla yerellerden veya sektörel düzeyde sınıf birlikteliğinin yakalanması önemlidir. Bu birliktelikler, gerekli olan sınıf dayanışmasının örülmesinin yanısıra, tabandan yükselecek olan bir insiyatif sayesinde, tabandan kopmuş durumdaki sendikacılar üzerinde bir baskı oluşturma işlevini de görecektir.
Elbette platformların amacını sadece bununla ilişkilendirirsek, onun gerçek işlevini de daraltmış oluruz. Bu yüzden de platformlar, her şeyden önce, işçilerin ve emekçilerin sermayenin saldırılarına karşı yürüttükleri mücadelenin güncel ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulmuş örgütlülüklerdir.

Sınıf hareketinde en büyük sorunlardan biri de bugün sınıf dayanışması noktasında yaşanmaktadır. Özellikle bu süreçte her bir direniş, her bir grev, her türlü eylemlilik, sosyal yıkım saldırısına karşı bir direniştir ve genel mücadelenin büyütülmesi için önemli bir imkandır. Bunu en son cam grevinin "milli güvenliği" tehdit ettiği gerekçesiyle yasaklanmasıyla da gördük. Bu tür eylemler, sınıf kitlelerinde sendika bürokrasisine ve IMF hizmetindeki sermaye devletine karşı tepkilerin artmasına da neden olmaktadır. En son Beykoz Deri Kundura fabrikası işçilerinin eylemi, Merinos işçilerinin Ankara İzmir yolunu kapatıp Türk-İş 8. bölge başkanı Mehmet Kanca'nın konuşmasına izin vermemesi ve yine Aksantaş işçilerini fabrikayı terk etmeme eylemininden vazgeçirmeye çalışan şube başkanına gösterdikleri tepkiler, bu çerçevede anlamlı örneklerdir.

Kendi başlarına yeterli olmasa da bu tür örneklerin çoğaltılıp geliştirilmesi için gerekli olan, sınıf dayanışmasının en etkili bir şekilde örülmesidir. Bu sağlanılamadığı oranda yalnız kalan işçiler bir şekilde sendika bürokrasinin denetimine tekrar girmektedirler.

Öncü işçi inisiyatifi vb araçlarla, gerekli olan bu birlikteliğin yakalanması için çalışmalar yoğunlaştırılmalı ve özelllikle direnişte olan işçi ve emekçileri bu çalışmanın bir parçası haline getirebilmeliyiz. Bu da herşeyden önce bu tür direnişler için daha fazla destek örgütleyebilmemiz temelinde gerçekleşebilecektir. Sermayenin saldırılarına karşı örgütlü ve birleşik bir sınıf hareketi yaratmanın adımları atıldığı oranda, işçi ve emekçiler gerçek kalıcı çözümlere daha çok yakınlaşacaklardır.

 

 


 

 

Düzenin "sosyal patlama" korkusu

Korkunun ecele faydasının olmadığını bilmekle birlikte, sermaye devleti, "gerekli tedbirler" alınmadığı takdirde sonunun beklenenden önce geleceği korkusuyla yatıp kalkmaktadır. Son MGK toplantısında dile getirilen "sosyal patlama" uyarısı ve buna karşı önlem alma çabaları bunun somut bir göstergesidir. Zira İMF patentli yıkım programı işçi ve emekçilere işsizliği, yoksulluğu, eğitimsizliği, açlığı, sağlıksız yaşam koşullarını, kısacası kölece bir yaşamı dayatıyor. Bunun kitlelerde biriktirdiği tepki ve hoşnutsuzluğun bilincinde olan sermaye devleti bir an önce "gerekli tedbirleri" almanın önemine dikkat çekiyor. Bu tedbirlerin ne anlama geldiğini anlamak için '70'li, '80'li yıllara bakmak yeterlidir. Katliamlar, sivil fasişt çetelerin öne sürülmesi, işkence ve gözaltı terörünün ayyuka çıkması, kırıntı düzeydeki hak ve özgürlüklerin tümden kaldırılmaya çalışılması vb.

Sermaye devletinin bu saldırıları hayata geçirmek için illa da kitle hareketinde bir yükselişi beklemediğini yakın geçmişin deneyimlerinden biliyoruz. 19 Aralık katliamı, hücre saldırısı, devrimcilerin sokak ortasında katledilmesi, kitle eylemliliklerinde uygulanan azgın terör, demokratik kitle örgütlerine yapılan baskılar, grevlerin yasaklanması vb. bunun somut örnekleridir. Tüm bu saldırılara rağmen korkuları büyüyor. Çünkü kendileri için bir "huzur" ortamı yaratmanın nesnel imkanlarından yoksunlar. Bunun için de, tam bir pervasızlıkla uygulanan yıkım programlarının biriktirdiği "sosyal patlama" dinamiklerine karşı "daha etkili" önlemler almaları gerekiyor. Zindanlarda hücrelerle amaçlanan, dışarda işçi ve emekçilerin yaşamının daha sıkı bir denetim altına alınmasıyla gerçekleştirilmek isteniyor.

Örneğin, emniyetin MGK toplantısına sunduğu raporda artan kapkaççılık ve hırsızlık olaylarına dikkat çekilerek, bunlarla mücadele edileceği söyleniyor. Bunun için de sokak timleri kurarak kapkaççı avına çıkacaklarmış. Gerçekte ise amaçlanan, MİT ve emniyetin işçi-emekçi semtlerinde "gizli" yaptığı denetimin sokak sokak aleni ve meşru bir tarzda yapılmasıdır. Tabii ki bu timler sokaklarda kapkaççıdan çok devrimci ve komünistler başta olmak üzere düzen muhaliflerinin avına çıkacaklardır. Rutin hal alan "Huzur operasyonları" da aynı işlevi görmektedir. Bu operasyonlarla bir gecede binleri aşan sayıda insan gözaltına alınmakta, "gözaltı terörü"nde tam bir keyfiyet ve kural tanımazlık yaşanmaktadır.

Tüm "güvenlik" eksenli çalışmalar, sistemin devamını sağlamak içindir. Örneğin herkese belirli bir kimlik numarası verilmesi, ikametlerin emniyete bildirilmesi, kentlerin her yerine yerleştirilen kameralar vb., işçi ve emekçileri, onların devrimci öncülerini denetim altında tutmayı hedeflemektedir. Bunun için işçi ve emekçilerin yarattığı zenginlikler devletin tahkimatı için kullanılmaktadır. Emniyete, MİT'e ve orduya büyük kaynaklar ayrılmaktadır.

Sermaye devletinin militarist aygıtlarına yaptığı bu yatırımlar, onun gücünün değil gerçekte güçsüzlüğünün göstergesidir. Onlar çıplak zor aygıtlarının üstünlüğü ile övüne dursunlar, devrimci tutsakların direnişi karşısında nasıl rezil rüsva olduklarına tanıktır bu topraklar. Ezilen Kürt halkının devrimci çizgide mücadeleyi yükselttiği, işçi sınıfının militan bir mücadele yolunu tuttuğu

dönemlerde sermaye devletinin nasıl zorlandığına da şahit olmuştur bu topraklar. En son 19 Aralık katliamına karşı sergilenen yiğit direniş ve Ölüm Oruçları'nın onca can pahasına rağmen kararlılıkla sürüyor olması, sermaye devletinin hiçbir "önlem"inin bu topraklardaki devrimci damarı yokedemeyeceğinin en açık göstergesidir. Yarın partisiyle birleşmiş bir sınıf hareketliği, sermaye devleti için çanların çalmaya başlaması olacaktır.

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!