mücadeleye kazanmanın sorunları
Kadın sorununun tarihsel arka planında sınıflı toplumlar olgusunun
yattığı, dolayısıyla çözümünün de sınıfların ortadan kaldırılmasına
kadar uzanan bir süreci kapsayacağı tespitini, doğal olarak, sınıfların
ortadan kaldırılmasının zorunlu ilk adımı olan sosyalist devrimde kadının
rolü üzerine görüş ve öneriler izleyecektir. Bu konuda büyük Rus devriminin
deneyimleri ve Leninin eserleri son derece zengin materyal sağlamaktadır. Bilindiği gibi burjuvazi, tarihin tüm deneyimlerinden ders çıkarmakta
ve yararlanmakta son derece ustalaşmış bulunuyor. Konumuz açısından,
kadının toplumsal yaşamdan ve politikadan/devrimci mücadeleden nasıl
uzak tutabileceği yönünde çıkardığı dersler ve aldığı önlemler irdelenmek
ve karşı tedbirleri geliştirilmek durumundadır. İşçi-emekçi kadının
devrimcileştirilebilmesi açısından bu zorunludur. Fakat bundan önce, ücretli-emekçiler sınıfı tabiri üzerine bir-iki
hatırlatma yerinde olacaktır. İşçi sınıfı tabirinden genelde kol işçiliği,
özelde de o sırada fiilen bir işi olanlar anlaşılır. Bu sınırlama, proleter
sınıfın sınırlarını kapitalist sınıf lehine daraltmaktan başka bir işe
yaramadığı gibi, bilimsel açıdan da hatalıdır. Konumuz çerçevesinde
örneklersek; böyle bir bakışla, bir işçi ailesindeki çalışmayan kadını
yerleştirecek bir sınıf bulmak mümkün olmayacaktır. Bu ailedeki çocuklar
için de, artık çalışamaz durumdaki yaşlılar için de aynı şey geçerlidir.
Dolayısıyla, sınıfsal ayrımda temel alınması gereken, kişinin o sırada
çalışıp çalışmadığı ya da nasıl bir işte çalıştığı vb. değil, hangi
sınıfın içine doğduğu ve yaşamakta olduğudur. Toplum bireylerden değil,
ailelerden oluşur Yani bir işçi ailesi, yeni doğan bebeği, emekli nine
veya dedesi, işçi babası, işten atılmış oğlu, ev hanımı annesi dahil
olmak üzere, toplu olarak işçi sınıfına aittir, onun bir parçası, bileşenidir.
Böyle olunca da, proleter sınıfta kadın iki alt kategoride incelenmek
ve buna özgün yaklaşımlar geliştirilmek durumundadır; çalışanlar ve
ev hanımları. Hatta üçüncü bir kategori olarak (dünya görüşuuml; ve
yaşam tarzıyla sınıfından uzaklaşma eğilimi yüzünden) genç nesil bayanların
önemli bir bölümü ayrılabilir. Düzenin işçi-emekçi sınıfın kadınını politikadan uzaklaştırmak/aptallaştırmak/düzene
bağlamak için geliştirdiği önlemlere baktığımızda, bu üç kategori için
farklı araçlar devreye soktuğu görülecektir. Kapitalizmi önceki sınıflı toplumlardan ayıran ve onu son
sınıflı toplum yapan özelliğin, üretim araçlarının toplumsallaşması
olduğu hatırlanarak başlanabilir. Yine bu toplumun, kadın sorunu konusunda
bir yeniliğe daha imza attığı -kadını sanayiye çekerek, kurtuluşu için
ilk büyük adımı atmasını sağladığı- Marksizmin önemle altını çizdiği
bir olgudur. Üretim araçlarının toplumsallaşması, sadece mülkiyetinin
de toplumsallaştırılması tarihsel zorunluluğunu ortaya çıkarmıyor. Daha
bu gerçekleştirilmeden, kapitalist sistem içinde, üretim araçlarının
bu toplumsallaşmasına uygun düşen bir üretim-dağıtım-yaşam biçiminin
ortaya çıkması ve yerleşmesine yol açıyor. Üretim ve dağıtımda toplumsallaşma
kapitalist kârın artırılmasını sağladığı için hızla yaygınlaştırılırken,yaşamın
toplumsallaştırılması masraf gerektiriyor ve bu nedenle de sistem bundan
alabildiğince kaçınıyor. Alabildiğince; çünkü biliniyor ki, büyük Ekim
Devrimini izleyen yıllarda, işçi sınıfının zorlu mücadelerinin
yanısıra sosyalist inşanın Rus işçi ve emekçilerine kazandırdıklarının
da basıncıyla, ileri kapitalist ülkelerin işçi sınıfları bir dizi sosyal
hak edinebilmişti. Bu haklar arasında, tüm toplumun yaralandığı ve bugün
hızla tasfiye yoluna gidilen kamu hizmetleri önemli bir yer tutuyordu.
Yaşamın toplumsallaştırılması tabirimizin önemli bir bölümünü bu kamu
hizmetleri oluşturmaktadır. İşin kadını daha özelden ilgilendiren kısmında,
kreş ve parasız-zorunlu temel eğitimin yaygınlaştırılması
gibi, kadının işini azaltan haklar sıralanabilir. Buradan
hemen başa, ev işinin paylaşılmasına ilişkin feministlere atıf yaptığımız
b&oml;lüme dönebiliriz. Demek ki, üretim araçlarının bugünkü gelişmişliğinde, kadın sorununun
çözümünü erkeğin ev işlerine el atmasında görmek oldukça geri ve çözümsüz
bir öneri olacaktır. İlla düzen içi bir çözüm aranacaksa, bu, ev işlerinin
toplumsallaştırılmasını istemek olmalıdır. Tıpkı kreş hakkı gibi, genel/ortak
yemekhane ve çamaşırhaneler talep edilebilir. Bu, hem daha gerçekçi
bir istem olacak, hem de işçi-emekçi kadının yönünü doğru hedefe, sisteme
yöneltecektir. Öyleyse sistem, böyle bir yönelimin önünü kesebilmek için önlem almak
durumundadır. Önlemlerden en etkin olanına yukarıda bir şekilde değinmiş
olduk. Bu, toplumsal yaşamda üretim araçlarındaki toplumsallaşmaya paralel
bir toplumsallaşmanın engellenmesi/gerçekleştirilmemesi yoluyla ve geleneğin
de yardımıyla, ev işlerinin işçi-emekçi kadının sırtına yüklenmesi,
yani onun çifte sömürüsüdür. Farklı bir anlatımla; işçi-emekçi kadının
ev köleliği, kapitalist toplumda, artık evdeki erkeklerce değil, kapitalist
düzen tarafından dayatılan bir ek sömürü yöntemidir. Tıpkı cinsel sömürünün
de, bu toplumda, bizzat düzen tarafından örgütlenmesi ve devletçe denetlenir,
yönetilir durumda olması gibi. 8-10 saat işyerinde ve sınırsızca evde süren bu ağır çalışma koşullarını
dayatmak, gene de düzen için yeterli olmamaktadır ki, sistem, işçi-emekçi
kadını toplumsal yaşamın (demek ki politikanın/devrimci mücadelenin)
dışında tutabilmek için daha pek çok aracı devreye sokmaktadır. Medeni
kanun bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir. Bir başkası, bizzat
düzen ve devlet tarafından kadına uygulanan şiddet ve hakarettir. Dikkat
edilirse, düzenin kolluk güçlerinin toplumsal mücadele içinde yer alan
kadına gösterdiği muamele, zaman zaman, aynı mücadele içindeki erkeğe
gösterdiğinden çok daha şiddetli ve iğrenç olabilmektedir. Tüm bunlara
ek olarak, işçi-emekçi kadın, düzen medyasının, kadına yönelik genel
uyuşturma saldırısının da hedefleri arasındadır. Çalışma saatlerinin
yoğunluğu, her ne kada onu bu saldırıdan koruyucu bir işlev yükleniyorsa
da, medyanın tartışmasız etkisinden tümüyle muaf tutulamayacağı açıktır. (Devam edecek...) |
|||||