9 Haziran'01
Sayı: 12


  Kızıl Bayrak'tan
  Onbir yıllık mücadelenin kritik safhası
  Kazanmak için 4 Mart'lardan daha da ileriye!
  KESK eylemlerinden
  Direniş bayrağı Aymasan işçisinin elinde
  Sınıf hareketinden
  Ölüm Orucu Direnişi'ne karşı devletin yeni taktiği
  Ölüm Orucu Direnişi 233. gününde sürüyor!
  Gençlik hareketi
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/7
  Tarımda yıkım ve sonuçları
  15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi
  Hatice Yürekli anısına Ekim Gençliği Kampı
   Uluslararası hareket
  İşçi-emekçi kadını devrimci mücadeleye kazanmanın sorunları
  "Sana söz can yoldaşım zafer bizim olacak"
  Geleceğimize sahip çıkalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşçi ve emekçi kadını devrimci
mücadeleye kazanmanın sorunları


Ayşe Aydın

Kadın sorununun tarihsel arka planında sınıflı toplumlar olgusunun yattığı, dolayısıyla çözümünün de sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar uzanan bir süreci kapsayacağı tespitini, doğal olarak, sınıfların ortadan kaldırılmasının zorunlu ilk adımı olan sosyalist devrimde kadının rolü üzerine görüş ve öneriler izleyecektir. Bu konuda büyük Rus devriminin deneyimleri ve Lenin’in eserleri son derece zengin materyal sağlamaktadır.

Bilindiği gibi burjuvazi, tarihin tüm deneyimlerinden ders çıkarmakta ve yararlanmakta son derece ustalaşmış bulunuyor. Konumuz açısından, kadının toplumsal yaşamdan ve politikadan/devrimci mücadeleden nasıl uzak tutabileceği yönünde çıkardığı dersler ve aldığı önlemler irdelenmek ve karşı tedbirleri geliştirilmek durumundadır. İşçi-emekçi kadının devrimcileştirilebilmesi açısından bu zorunludur.

Fakat bundan önce, ücretli-emekçiler sınıfı tabiri üzerine bir-iki hatırlatma yerinde olacaktır. İşçi sınıfı tabirinden genelde kol işçiliği, özelde de o sırada fiilen bir işi olanlar anlaşılır. Bu sınırlama, proleter sınıfın sınırlarını kapitalist sınıf lehine daraltmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, bilimsel açıdan da hatalıdır. Konumuz çerçevesinde örneklersek; böyle bir bakışla, bir işçi ailesindeki çalışmayan kadını yerleştirecek bir sınıf bulmak mümkün olmayacaktır. Bu ailedeki çocuklar için de, artık çalışamaz durumdaki yaşlılar için de aynı şey geçerlidir. Dolayısıyla, sınıfsal ayrımda temel alınması gereken, kişinin o sırada çalışıp çalışmadığı ya da nasıl bir işte çalıştığı vb. değil, hangi sınıfın içine doğduğu ve yaşamakta olduğudur. Toplum bireylerden değil, ailelerden oluşur Yani bir işçi ailesi, yeni doğan bebeği, emekli nine veya dedesi, işçi babası, işten atılmış oğlu, ev hanımı annesi dahil olmak üzere, toplu olarak işçi sınıfına aittir, onun bir parçası, bileşenidir. Böyle olunca da, proleter sınıfta kadın iki alt kategoride incelenmek ve buna özgün yaklaşımlar geliştirilmek durumundadır; çalışanlar ve ev hanımları. Hatta üçüncü bir kategori olarak (dünya görüşuuml; ve yaşam tarzıyla sınıfından uzaklaşma eğilimi yüzünden) genç nesil bayanların önemli bir bölümü ayrılabilir.

Düzenin işçi-emekçi sınıfın kadınını politikadan uzaklaştırmak/aptallaştırmak/düzene bağlamak için geliştirdiği önlemlere baktığımızda, bu üç kategori için farklı araçlar devreye soktuğu görülecektir.
İlk olarak (öncelikle yönelmek durumunda olduğumuz için) fiilen çalışır durumdaki kadınla başlayabiliriz. İster sanayide (işçi statüsünde), ister hizmet sektöründe (işçi veya memur statüsünde) çalışsın, belirli bir saat için emek-gücünü kapitaliste (veya aynı anlama gelmek üzere kapitalist devlete) satan kadının, günün diğer saatlerinde de ev içi hizmetleri yüklendiği bilinir ve bu bilgi feministlerce, emekçi erkeği suçlama/kadının itirazını düzen yerine mücadele yoldaşı olması gereken işçi (veya emekçi) erkeğe yöneltmeye dayanak yapılır. Oysa sorun, erkeklerin ev işlerini paylaşmaya yanaşmasıyla çözümlenecek kadar basit olmadığı gibi, kadın sorununu ortaya çıkaran da bu değildir. Böyle bir sorunun bulunmadığı ilkel komünal toplumun anaerkil düzeninde,hatırlanacağı gibi, evin işleri de, sorumluluğu da tümüyle kadının üzerindeydi ve kadını erk sahibi yapan biraz da bu görev ve sorumluluklarıydı. Sınıfların yokluğunda güce kaynaklık eden bu işlerin, daha sonraları, sınıfların varlığı koşullarında kadını nasıl köleleştirdiği yeterince incelenmiş ve açıklanmış bulunuyor. Bu nedenle günümüze, son sınıflı toplum olan kapitalizme ulaşıldığında, sorunun aldığı boutlara daha yakından bakmakta yarar var.

Kapitalizmi önceki sınıflı toplumlardan ayıran ve onu “son” sınıflı toplum yapan özelliğin, üretim araçlarının toplumsallaşması olduğu hatırlanarak başlanabilir. Yine bu toplumun, kadın sorunu konusunda bir yeniliğe daha imza attığı -kadını sanayiye çekerek, kurtuluşu için ilk büyük adımı atmasını sağladığı- Marksizmin önemle altını çizdiği bir olgudur. Üretim araçlarının toplumsallaşması, sadece mülkiyetinin de toplumsallaştırılması tarihsel zorunluluğunu ortaya çıkarmıyor. Daha bu gerçekleştirilmeden, kapitalist sistem içinde, üretim araçlarının bu toplumsallaşmasına uygun düşen bir üretim-dağıtım-yaşam biçiminin ortaya çıkması ve yerleşmesine yol açıyor. Üretim ve dağıtımda toplumsallaşma kapitalist kârın artırılmasını sağladığı için hızla yaygınlaştırılırken,yaşamın toplumsallaştırılması masraf gerektiriyor ve bu nedenle de sistem bundan alabildiğince kaçınıyor. Alabildiğince; çünkü biliniyor ki, büyük Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda, işçi sınıfının zorlu mücadelerinin yanısıra sosyalist inşanın Rus işçi ve emekçilerine kazandırdıklarının da basıncıyla, ileri kapitalist ülkelerin işçi sınıfları bir dizi sosyal hak edinebilmişti. Bu haklar arasında, tüm toplumun yaralandığı ve bugün hızla tasfiye yoluna gidilen kamu hizmetleri önemli bir yer tutuyordu. Yaşamın toplumsallaştırılması tabirimizin önemli bir bölümünü bu kamu hizmetleri oluşturmaktadır. İşin kadını daha özelden ilgilendiren kısmında, kreş ve “parasız-zorunlu” temel eğitimin yaygınlaştırılması gibi, kadının “işi”ni azaltan haklar sıralanabilir. Buradan hemen başa, ev işinin paylaşılmasına ilişkin feministlere atıf yaptığımız b&oml;lüme dönebiliriz.

Demek ki, üretim araçlarının bugünkü gelişmişliğinde, kadın sorununun çözümünü erkeğin ev işlerine el atmasında görmek oldukça geri ve çözümsüz bir öneri olacaktır. İlla düzen içi bir çözüm aranacaksa, bu, ev işlerinin toplumsallaştırılmasını istemek olmalıdır. Tıpkı kreş hakkı gibi, genel/ortak yemekhane ve çamaşırhaneler talep edilebilir. Bu, hem daha gerçekçi bir istem olacak, hem de işçi-emekçi kadının yönünü doğru hedefe, sisteme yöneltecektir.

Öyleyse sistem, böyle bir yönelimin önünü kesebilmek için önlem almak durumundadır. Önlemlerden en etkin olanına yukarıda bir şekilde değinmiş olduk. Bu, toplumsal yaşamda üretim araçlarındaki toplumsallaşmaya paralel bir toplumsallaşmanın engellenmesi/gerçekleştirilmemesi yoluyla ve geleneğin de yardımıyla, ev işlerinin işçi-emekçi kadının sırtına yüklenmesi, yani onun çifte sömürüsüdür. Farklı bir anlatımla; işçi-emekçi kadının ev köleliği, kapitalist toplumda, artık evdeki erkeklerce değil, kapitalist düzen tarafından dayatılan bir ek sömürü yöntemidir. Tıpkı cinsel sömürünün de, bu toplumda, bizzat düzen tarafından örgütlenmesi ve devletçe denetlenir, yönetilir durumda olması gibi.

8-10 saat işyerinde ve sınırsızca evde süren bu ağır çalışma koşullarını dayatmak, gene de düzen için yeterli olmamaktadır ki, sistem, işçi-emekçi kadını toplumsal yaşamın (demek ki politikanın/devrimci mücadelenin) dışında tutabilmek için daha pek çok aracı devreye sokmaktadır. Medeni kanun bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir. Bir başkası, bizzat düzen ve devlet tarafından kadına uygulanan şiddet ve hakarettir. Dikkat edilirse, düzenin kolluk güçlerinin toplumsal mücadele içinde yer alan kadına gösterdiği muamele, zaman zaman, aynı mücadele içindeki erkeğe gösterdiğinden çok daha şiddetli ve iğrenç olabilmektedir. Tüm bunlara ek olarak, işçi-emekçi kadın, düzen medyasının, kadına yönelik genel uyuşturma saldırısının da hedefleri arasındadır. Çalışma saatlerinin yoğunluğu, her ne kada onu bu saldırıdan koruyucu bir işlev yükleniyorsa da, medyanın tartışmasız etkisinden tümüyle muaf tutulamayacağı açıktır.

(Devam edecek...)