Direnişi
bu kez ceza ertelemesi ile kırmak istiyorlar..
Ölüm Orucu Direnişine karşı devletin
yeni taktiği
Yeni oyun ceza ertelemesi Yeni taktik, ceza ertelemeleri adı altında direnişçileri (özellikle de
geri dönüş aşamasını geçmiş, zoraki müdahalelerle sakatlanmış durumdaki
devrimcileri) evlerine göndererek hücrelerinde hakimiyetini yeniden
tesis etmektir. Bu oyunun ilk perdesi İzmirde açıldı. 12 tutsak
bir akşam üzeri ve kimseye haber verilmeden, hastanenin kapısına bırakıldı.
Kendi başlarına bir yere gitmek şöyle dursun, çoğu, nerede olduğunun,
kim olduğunun bile farkında değildi. Adı ceza ertelemesi olan bu uygulamanın bile, nasıl bir öç
almaya dönüştürüldüğü, tıpkı hunhar bir katliama hayata dönüş
adı takılması gibi bir cezalandırma olarak kullanıldığı ortada. Tıbbi
müdahale adı altında yürütülen zoraki besleme işkencesi de aynı işleve
sahip. Bu yolla güya devrimci tutsakların orucunu bozmuş oluyorlar.
Diğer yandan birer Nazi kampı laboratuarına dönüştürdükleri hastanelerin
tutsak koğuşlarında, kendi Dr. Mengelelerini yetiştirmek için devrimci
tutsakları kobay olarak kullanıyorlar. Devletin tehditlerine boyun eğen,
yahut demagojilerine kanan aileler, sonuçta, insan olarak teslim ettikleri
çocuklarını birer bitki olarak hayata döndürülmüş şekilde
(üstelik sadece 6 aylığına) geri almış oluyorlar. Bu oyun da tutmayacaktır Ancak devletin tepesindekiler de çok iyi biliyor ki, en azgın zor tedbirleriyle
bitiremedikleri bu direnişi hileyle, oyunla hiç bitiremezler. Zindan cephesinden
zorla tedaviye verilen yanıt 4. ve 5. Ölüm Orucu ekiplerinin çıkarılması
oldu. Tüm tutsakların Süresiz Açlık Grevi eylemi oldu. Şartlı tahliye
oyununa da çok geçmeden gereken yanıt verilecektir. Bu direnişin geri
dönüşü yoktur! Teslimiyeti yoktur! Düzen de, uşakları da bunu böylece
kabul etmek zorundadır. Orta sınıf aydınları bile direnişçilerin taraf
olarak kabul edilmesi ve diyalog kurulması zorunluluğunu dillendirmeye
başladığı bir aşamada, devletin başkaca şansı kalmamıştır. Şartlı tahliye türünden oyunlar, sadece, elini güçlendirme,
pazarlık payını artırma, kamuoyunu oyalama amacına hizmet edebilir. Yoksa,
direnişi bitirme şöyle dursun, zayıflatma şansı bile bulunmamaktadır.
Direnişin bütün bir süreci, tahliye durumunda direnişi dışarıda da sürdürenlere
tanıklık etmektedir. Şartlı tahliyelerde de böyle gelişmeler mümkündür,
nitekim örnekleri şimdiden görülmektedir. Bunu elbette devlet de bilmektedir.
Üstelik bu durumda zoraki tedavi imkanları da ortadan kalkmış oluyor. Tutsak aileleri devletin oyununa gelmemelidirler Bu aşamada en önemli görevin ailelere düştüğü açıktır. İster bilinçli ister bilinçsiz olarak, bir biçimde devletin oyununa alet
olan aileler, çocuklarını kazanmak değil, tersine, geri dönüşsüz biçimde
kaybetme riskine atıldıklarını bilmelidirler. Kendi izinleriyle geri dönüşsüz
bir sakatlanma, çocuğunu yitirmenin bir biçimidir ve ömür boyu bunun vicdan
muhasebesinden kurtulmak mümkün değildir. Fakat asıl, bilinci yerine gelip
de ailenin yaptığını öğrendiğinde asla affetmeyeceği, böyle bir aileyi
sonsuza dek defterinden sileceği de hesap edilmelidir. Böyle bir süreçte ailelere düşen, çocuğunun seçimine saygı göstermek,
direnişine destek olmaktır. Onları kazanmanın (hayata döndürmenin de!)
tek yolu direnişin kazanılmasıdır. Düzenin bile çoktan teslim ettiği bu
gerçek, aileler başta olmak üzere, tüm demokratik kamuoyu tarafından tereddütsüz
benimsenmeli ve gereken tutum bu çerçevede kararlı biçimde ortaya konmalıdır. Devrimciler sürece yeni güçle yüklenmelidirler Devrimci hareket bu tutuma karşı eylemli bir sürece yeniden örgütlemek
acil sorumluluğu ile yüzyüzedir. Sürece müdahil olmaya çalışan demokratik
muhalefet hareketinin içinde yer almak zorunda kalmış, fakat uğursuz rolünü
oynamaktan da geri durmayan reformist yozlaşmaya elbette prim verilmemelidir.
Ancak böylelerinin çamurları yüzünden muhalefet platformlarını da tümüyle
karşısına almaktan özenle kaçınarak, akılcı, hassas ve esnek bir politik
tutum gösterilmelidir.
Devlet çaresizlik içerisinde... Devrimci tutsaklar zafere yürüyor!
Onlara göre eylemler örgüt baskısıyla yapılıyordu. Eylemciler 1-3 kişilik
hücrelere konursa örgüt baskısının sona ereceğine ve ölüm orucu eylemlerinin
kısa sürede biteceğine ciddi ciddi inanmışlardı. Bu nedenle de ölüm oruçlarının
bittiğini tez elden ilan etmekte bir sakınca görmemişlerdi. Sermaye düzeni dünyada eşi olmayan cezaevleri katliamına kanlı imzasını
atarken, karşısında aynı şekilde örneğine az rastlanır bir devrimci direniş
ve irade buldu. Tüm hamasi nutukları kısa bir süre sonra kırbaç gibi suratlarında
patladı. Tüm ayak oyunları, baskı, zulüm ve işkencelerine rağmen ne eylemler
sona erdi, ne de onların deyimiyle terör bitti. Bugüne kadar hiçbir devrimci, devletin katliam yapamayacağını söylemedi.
Çünkü devletin bu katliamcı geleneğini Bucadan, Ümraniyeden,
Diyarbakır ve Ulucanlardan çok iyi biliyorlardı. Bu noktada devletin
yaptıkları, yapacaklarının da teminatıydı. Bu nedenle devrimciler düşmanı
çok iyi tanıyorlardı. Bunun için "Ölürüz ama hücreler girmeyiz"
diyorlardı. Sözlerini yerine getirdiler ve getiriyorlar da. Ölüm bakanı ne diyordu: "Bir tane ölüm olursa istifa
ederim". Ölü sayısı 24 oldu, ölüm bakanı geçmişte söylediklerini
hatırlamak bile istemiyor. Altında çaresizlik içerisinde kıvranıyor. Denizlerin
idam sehpasına yürürken dediği gibi; "Biz şerefimizle bir gün ölürüz,
siz bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!" Ve şimdi
onlar her gün ölüyorlar. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü faşist Ali Suat Ertosun buyuruyor:
"F tiplerinde örgüt baskısı var. Hollanda ve Belçikadan
gönderilen elektronik postalar, avukatlar, ve aileler aracılığıyla mahkumlara
anlatılıyor, mahkumlar da kendi aralarında iletişim kurmaya çalışıyor.
Siyasi mahkumlar örgüt baskısı nedeniyle ortak kullanım alanlarından faydalanmak
istemiyorlar. Sadece 8 siyasi mahkum ile 80 çete suçlusu yararlanıyor."
Bu kendi çaresizliklerinin, 16. madde oyununun tutmadığının da itirafı
oluyor. Hani teröristler kendi terörlerinden kurtarılmıştı? Hani örgüt
baskısı sona ermişti? Yoksa F tiplerinin de çare olmadığını mı anladınız?
Yoksa yeni cezaevleri projeleriniz mi var? Mesela yerin yedi kat derinliklerine
cezaevleri yapıp devrimcileri oralara tıkıp aile ve avukatlarıyla da görüştürmeyebilirsiniz.
Öyle ya, yoksa örgüt yine baskı kurar! Ama boşuna, böyle cezaevleri inşa
etseniz bile başarıya ulaşamazsınız. Çünkü devrimci iradeyi teslim almanız
mümkün değildir. Tüm çabalarınız beyhudedir. Devrimciler daha baştan zaferi ilan ettiler. Kuşkusuz bedel ağır oldu;
ama şehitlerimizle hücreler mutlaka parçalanacak. Tüm o göstermelik meydan
okumalarınız bir işe yaramayacak. Çok yakında tükürdüklerinizi yalayacaksınız
ve insanlık tarihinde nefretle anılacak yerinizi alacaksınız. Artık sizler
için her şey bitti. Ne bir tutunacak dal, ne bir yaslanacak duvarınız
kaldı. Artık devrim korkusuyla ölüme varır gibi varacaksınız uykuya. Devrimci irade teslim alınamaz ! D. Cemre |
|||||