9 Haziran'01
Sayı: 12


  Kızıl Bayrak'tan
  Onbir yıllık mücadelenin kritik safhası
  Kazanmak için 4 Mart'lardan daha da ileriye!
  KESK eylemlerinden
  Direniş bayrağı Aymasan işçisinin elinde
  Sınıf hareketinden
  Ölüm Orucu Direnişi'ne karşı devletin yeni taktiği
  Ölüm Orucu Direnişi 233. gününde sürüyor!
  Gençlik hareketi
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/7
  Tarımda yıkım ve sonuçları
  15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi
  Hatice Yürekli anısına Ekim Gençliği Kampı
   Uluslararası hareket
  İşçi-emekçi kadını devrimci mücadeleye kazanmanın sorunları
  "Sana söz can yoldaşım zafer bizim olacak"
  Geleceğimize sahip çıkalım!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Direnişi bu kez “ceza ertelemesi” ile kırmak istiyorlar..

 

Ölüm Orucu Direnişi’ne karşı devletin yeni taktiği


Hücre karşıtı mücadelenin başlangıcından itibaren devlet kirli savaş üzerine tüm bilgi ve birikimini kullandı. Hem devrimci tutsaklara, hem de dışarıdaki destek güçlere karşı. Ulucanlar’dan başlayarak en hunhar katliamları bu süreçte gerçekleştirdi. Yalan ve karalama makinasını sürekli çalıştırdı. Devrimci hareketi ölüm üzerinden politika yapmakla, ilerici kamuoyunu ölümleri teşvik etmekle suçladı. Partileri bastı, meslek örgütlerine davalar açtı, aileleri tehdit etti, aldatmaya, satın almaya çalıştı. Kısacası, bir kontr-gerilla operasyonunun açık ve gizli, silahlı ve psikolojik tüm biçimleri, yöntemleri ve araçlarını kullandı, kullanmaya devam ediyor.

Yeni oyun “ceza ertelemesi”

Yeni taktik, ceza ertelemeleri adı altında direnişçileri (özellikle de geri dönüş aşamasını geçmiş, zoraki müdahalelerle sakatlanmış durumdaki devrimcileri) evlerine göndererek hücrelerinde “hakimiyetini yeniden tesis etmek”tir. Bu oyunun ilk perdesi İzmir’de açıldı. 12 tutsak bir akşam üzeri ve kimseye haber verilmeden, hastanenin kapısına bırakıldı. Kendi başlarına bir yere gitmek şöyle dursun, çoğu, nerede olduğunun, kim olduğunun bile farkında değildi.

Adı “ceza ertelemesi” olan bu uygulamanın bile, nasıl bir öç almaya dönüştürüldüğü, tıpkı hunhar bir katliama “hayata dönüş” adı takılması gibi bir cezalandırma olarak kullanıldığı ortada. Tıbbi müdahale adı altında yürütülen zoraki besleme işkencesi de aynı işleve sahip. Bu yolla güya devrimci tutsakların “orucunu bozmuş” oluyorlar. Diğer yandan birer Nazi kampı laboratuarına dönüştürdükleri hastanelerin tutsak koğuşlarında, kendi Dr. Mengelelerini yetiştirmek için devrimci tutsakları kobay olarak kullanıyorlar. Devletin tehditlerine boyun eğen, yahut demagojilerine kanan aileler, sonuçta, insan olarak teslim ettikleri çocuklarını birer bitki olarak “hayata döndürülmüş” şekilde (üstelik sadece 6 aylığına) geri almış oluyorlar.

Bu oyun da tutmayacaktır

Ancak devletin tepesindekiler de çok iyi biliyor ki, en azgın zor tedbirleriyle bitiremedikleri bu direnişi hileyle, oyunla hiç bitiremezler. Zindan cephesinden zorla tedaviye verilen yanıt 4. ve 5. Ölüm Orucu ekiplerinin çıkarılması oldu. Tüm tutsakların Süresiz Açlık Grevi eylemi oldu. Şartlı tahliye oyununa da çok geçmeden gereken yanıt verilecektir. Bu direnişin geri dönüşü yoktur! Teslimiyeti yoktur! Düzen de, uşakları da bunu böylece kabul etmek zorundadır. Orta sınıf aydınları bile direnişçilerin “taraf olarak” kabul edilmesi ve diyalog kurulması zorunluluğunu dillendirmeye başladığı bir aşamada, devletin başkaca şansı kalmamıştır.

Şartlı tahliye türünden oyunlar, sadece, “elini güçlendirme”, pazarlık payını artırma, kamuoyunu oyalama amacına hizmet edebilir. Yoksa, direnişi bitirme şöyle dursun, zayıflatma şansı bile bulunmamaktadır. Direnişin bütün bir süreci, tahliye durumunda direnişi dışarıda da sürdürenlere tanıklık etmektedir. Şartlı tahliyelerde de böyle gelişmeler mümkündür, nitekim örnekleri şimdiden görülmektedir. Bunu elbette devlet de bilmektedir. Üstelik bu durumda zoraki tedavi imkanları da ortadan kalkmış oluyor.

Tutsak aileleri devletin oyununa gelmemelidirler

Bu aşamada en önemli görevin ailelere düştüğü açıktır.

İster bilinçli ister bilinçsiz olarak, bir biçimde devletin oyununa alet olan aileler, çocuklarını kazanmak değil, tersine, geri dönüşsüz biçimde kaybetme riskine atıldıklarını bilmelidirler. Kendi izinleriyle geri dönüşsüz bir sakatlanma, çocuğunu yitirmenin bir biçimidir ve ömür boyu bunun vicdan muhasebesinden kurtulmak mümkün değildir. Fakat asıl, bilinci yerine gelip de ailenin yaptığını öğrendiğinde asla affetmeyeceği, böyle bir aileyi sonsuza dek defterinden sileceği de hesap edilmelidir.

Böyle bir süreçte ailelere düşen, çocuğunun seçimine saygı göstermek, direnişine destek olmaktır. Onları kazanmanın (hayata döndürmenin de!) tek yolu direnişin kazanılmasıdır. Düzenin bile çoktan teslim ettiği bu gerçek, aileler başta olmak üzere, tüm demokratik kamuoyu tarafından tereddütsüz benimsenmeli ve gereken tutum bu çerçevede kararlı biçimde ortaya konmalıdır.

Devrimciler sürece yeni güçle yüklenmelidirler

Devrimci hareket bu tutuma karşı eylemli bir sürece yeniden örgütlemek acil sorumluluğu ile yüzyüzedir. Sürece müdahil olmaya çalışan demokratik muhalefet hareketinin içinde yer almak zorunda kalmış, fakat uğursuz rolünü oynamaktan da geri durmayan reformist yozlaşmaya elbette prim verilmemelidir. Ancak böylelerinin çamurları yüzünden muhalefet platformlarını da tümüyle karşısına almaktan özenle kaçınarak, akılcı, hassas ve esnek bir politik tutum gösterilmelidir.



Devlet çaresizlik içerisinde...

Devrimci tutsaklar zafere yürüyor!


19 Aralık katliamının üzerinden aylar geçti. Katliamdan hemen sonra sermaye düzeninin uşakları artık “cezaevleri sorunu”nun çözüldüğünü, “terörün bittiği”ni ve bir daha asla cezaevlerinin “terör örgütlerinin üssü” olamayacağını yüksek perdeden ifade ettiler. F tipi cezaevlerinden asla taviz verilmeyeceği üzerine hamasi nutuklar attılar. Bunlar kendi katliam ve imha gücüne duydukları güven üzerine söylenen sözlerdi kuşkusuz. Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı: Devrimci irade!

Onlara göre eylemler örgüt baskısıyla yapılıyordu. Eylemciler 1-3 kişilik hücrelere konursa örgüt baskısının sona ereceğine ve ölüm orucu eylemlerinin kısa sürede biteceğine ciddi ciddi inanmışlardı. Bu nedenle de ölüm oruçlarının bittiğini tez elden ilan etmekte bir sakınca görmemişlerdi.

Sermaye düzeni dünyada eşi olmayan cezaevleri katliamına kanlı imzasını atarken, karşısında aynı şekilde örneğine az rastlanır bir devrimci direniş ve irade buldu. Tüm hamasi nutukları kısa bir süre sonra kırbaç gibi suratlarında patladı. Tüm ayak oyunları, baskı, zulüm ve işkencelerine rağmen ne eylemler sona erdi, ne de onların deyimiyle “terör” bitti.

Bugüne kadar hiçbir devrimci, devletin katliam yapamayacağını söylemedi. Çünkü devletin bu katliamcı geleneğini Buca’dan, Ümraniye’den, Diyarbakır ve Ulucanlar’dan çok iyi biliyorlardı. Bu noktada devletin yaptıkları, yapacaklarının da teminatıydı. Bu nedenle devrimciler düşmanı çok iyi tanıyorlardı. Bunun için "Ölürüz ama hücreler girmeyiz" diyorlardı. Sözlerini yerine getirdiler ve getiriyorlar da.

“Ölüm bakanı” ne diyordu: "Bir tane ölüm olursa istifa ederim". Ölü sayısı 24 oldu, “ölüm bakanı” geçmişte söylediklerini hatırlamak bile istemiyor. Altında çaresizlik içerisinde kıvranıyor. Denizler’in idam sehpasına yürürken dediği gibi; "Biz şerefimizle bir gün ölürüz, siz bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!" Ve şimdi onlar her gün ölüyorlar.

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü faşist Ali Suat Ertosun buyuruyor: "F tiplerinde örgüt baskısı var. Hollanda ve Belçika’dan gönderilen elektronik postalar, avukatlar, ve aileler aracılığıyla mahkumlara anlatılıyor, mahkumlar da kendi aralarında iletişim kurmaya çalışıyor. Siyasi mahkumlar örgüt baskısı nedeniyle ortak kullanım alanlarından faydalanmak istemiyorlar. Sadece 8 siyasi mahkum ile 80 çete suçlusu yararlanıyor."

Bu kendi çaresizliklerinin, 16. madde oyununun tutmadığının da itirafı oluyor. Hani teröristler kendi terörlerinden kurtarılmıştı? Hani örgüt baskısı sona ermişti? Yoksa F tiplerinin de çare olmadığını mı anladınız? Yoksa yeni cezaevleri projeleriniz mi var? Mesela yerin yedi kat derinliklerine cezaevleri yapıp devrimcileri oralara tıkıp aile ve avukatlarıyla da görüştürmeyebilirsiniz. Öyle ya, yoksa örgüt yine baskı kurar! Ama boşuna, böyle cezaevleri inşa etseniz bile başarıya ulaşamazsınız. Çünkü devrimci iradeyi teslim almanız mümkün değildir. Tüm çabalarınız beyhudedir.

Devrimciler daha baştan zaferi ilan ettiler. Kuşkusuz bedel ağır oldu; ama şehitlerimizle hücreler mutlaka parçalanacak. Tüm o göstermelik meydan okumalarınız bir işe yaramayacak. Çok yakında tükürdüklerinizi yalayacaksınız ve insanlık tarihinde nefretle anılacak yerinizi alacaksınız. Artık sizler için her şey bitti. Ne bir tutunacak dal, ne bir yaslanacak duvarınız kaldı. Artık devrim korkusuyla ölüme varır gibi varacaksınız uykuya.

Devrimci irade teslim alınamaz !
Devrim davası yenilmezdir !

D. Cemre