ve tarımda yıkım saldırısı
Belirtmek gerekir ki, tarım sektörünü yıkıma uğratma saldırısı sadece
hububat fiyatlarının düşük belirlenmesinden ibaret değildir. Bu konuda
sistemli ve çok yönlü bir plan adım adım hayata geçirilmektedir. Nisan ayında mecliste kabul edilen Şeker Yasası ve bugünlerde
mecliste görüşülecek olan Tütün Yasası bu planın önemli parçalarından
sadece ikisi. Bu iki yasa sayesinde en önemli tarımsal KİTlerden
olan şeker fabrikaları ve TEKEL işletmelerinde özelleştirmelerin önü açılıyor.
Öte taraftan Doğrudan Gelir Dağılımı sistemi pilot bölgeler
üzerinden uygulanmaya çalışılıyor. Buna karşılık ise, başta tütün ve pancar
olmak üzere bir dizi üründe ekim alanları kotalarla daraltılıyor. Sınırlı
da olsa küçük üretici köylüye finansman desteği sağlayan Ziraaat Bankası
da yeni onaylanan Bankacılık Kanunu ile bu işlevinden uzaklaştırılıyor. Hububat fiyatları üzerinden kopan fırtına Emperyalizmin dayattığı yıkım politikalarından sadece küçük üretici köylülük
değil, yanısıra kır burjuvazisinin belli bir bölümü de ciddi biçimde etkilenmektedir.
Buğday fiyatları üzerinden gelişen tartışmalar, başka şeylerin yanısıra,
kırda yaşanan bu önemli gerçeği de gözler önüne sermektedir. Fırtına da
daha çok bu nedenle kopmaktadır. Uygulanan yıkım politikalarına ilişkin
tartışmaların özellikle buğday alım fiyatları üzerinden sertleşmesi bunun
kanıtıdır. Çünkü istatistikler de göstermektedir ki, Türkiyede pazara dönük
buğday üretimi ağırlıklı olarak büyük toprak sahipleri ve kapitalist çiftçiler
tarafından yapılmaktadır. Küçük üretici köylülük ise daha çok geçimlik
buğday üretimi yapmaktadır ve tahıl pazarındaki payı bir hayli azdır. Dolayısıyla buğday alım fiyatlarının düşürülmesine en güçlü tepki kır
burjuvazisinin bu politikadan zarar gören kesimlerince dile getirilmektedir.
TZOB gibi çiftçi örgütleri ve çeşitli burjuva siyasal partiler üzerinde
kır burjuvazisinin belli bir ağırlığı olduğu için, ortaya konulan tepki
hükümeti bunaltıcı bir basınca dönüşebilmektedir. MHPli Tarım Bakanını yaşanan tartışmalarda buğday üreticilerinin
çıkarlarını savunuyormuş gibi sahte bir tutum almaya iten de, partisinin
kır burjuvazisiyle köklü ilişkilerinden başka bir şey değildir. MHP emperyalizmin
tarım politikalarını harfiyen uygulamaktan geri durmamakta, fakat diğer
yandan da kır burjuvazisinin yıkımdan etkilenen kesimlerinin siyasal desteğini
yitirmemek için çabalamaktadır. Kapitalizmin gelişim yasaları kırda da işliyor Bundan üç ay öncesini anımsayalım. Şubat ayında patlak veren kriz tekelci
büyük sermayeyi daha da güçlendirirken, nispeten güçsüz orta ve alt kesimlerini
olumsuz yönde etkilemişti. Ortalığı krizden etkilenen patronların feryatları
sarmıştı. Hükümete ve İMFye söylemediklerini bırakmamışlardı. İşte
bu gelişmelerin bir benzerinin bugün kırlarda ve kır burjuvazisinin bir
kesiminin şahsında yaşandığını söylemek mümkündür. Emperyalist politikaların uygulanması, kapitalist yapının uluslararası
ve yerli tekelci burjuvazinin çıkarları doğrultusunda dönüşmesi anlamına
gelmektedir. Bu gelişim süreci güçlü ve dayanıklı olanın daha da güçlendiği,
gelişip serpildiği bir süreç olmaktadır. Öte yandan ise burjuvazinin gelişime
ayak uyduramayan, ayak uyduracak gücü olmayan kesimleri hızla tasfiye
olmaktadır. Kentte ya da kırda olsun, kapitalizmde ara sınıfların kaderi
sadece bu olmaktadır. Ara sınıflar çözülmekte, proletaryanın safları ise
sürekli kalabalıklaşmaktadır. İşte daha çok kır burjuvazisine mensup buğday üreticilerinin bugün seslerini
bir parça yükseltmelerinin nedeni kırda bu sürecin hızlanmasıdır. Geçen
hafta yapılan TZOB Genel Kurulu bundan dolayı İMF ve Dervişin sertçe
eleştirildiği konuşma ve tartışmalara sahne olmuştur. Elbette bu tepkilerden kır burjuvazisinin emperyalist sömürüye karşı
olduğu türünden anlamsız sonuçlar çıkartılamaz. Onlar gerçekte ne emperyalizmin
tarım politikalarına ne de hükümetin uygulamalarına karşılar. Sadece yıkımın
kendilerini de etkilemesinden rahatsızlar ve buna tepki duyuyorlar. Hükümetten
bunun önüne geçecek politikalar üretmesini istiyorlar. Eğer gerçekten
böyle olsaydı TZOB Genel Kuruluna bir tek burjuva siyasetçisinin
bile sokulmaması gerekirdi. Oysa, başta MHPli Tarım Bakanı ile DYP
Başkanı Çiller olmak üzere tüm burjuva partilerinden siyasetçiler Genel
Kurula konuşmacı olarak davetliydiler ve yeni yönetim seçimlerinde
de etkin oldukları gözlendi. Yıkım gerçekte kır emekçilerini vuruyor Bunlar bir yana, tarımdaki yıkım politikalarından asıl olarak binlerce
dönüm toprakta buğday üreten kır burjuvazisi değil, sayıları milyonları
bulan küçük üretici köylülük ve kır proletaryası zarar görmektedir. Özelleştirmeler,
ekim alanlarının daraltılması ve destekleme politikalarının terkedilmesi
asıl olarak onları vurmaktadır. Ekip biçtiği az miktardaki hububatı hemen paraya çevirmek zorunda olduğu
için, depoda bekletip ofise satamayan, çok daha düşük bir paraya tefecilere
kaptıran da gene küçük üretici köylülük olacaktır. Küçük ölçekli tarımsal üretimi sürdürmenin giderek imkansız hale gelmesi
ve kırda geçinme olanaklarının tükenmesi, milyonlarca kır emekçisinin
kentlere akın etmesine yol açacaktır. Kent ise onlar için kurtuluş değil,
tersine sorunların, açlık ve sefaletin daha da derinleşmesi anlamına gelecektir. Emperyalist sömürü ve yıkım politikalarından zarar gören küçük üretici
köylülüğün ve kır proletaryasının çıkarı, bugünkü yakınma ve tepkilerine
aldanıp kır burjuvazisinin peşinden gitmekte değildir. Onların gerçek
kurtuluşu işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği mücadeleye omuz vermekten
geçmektedir.
Tarım, hububat ve emperyalizm
Buğday üretiminin çökmesi, bir bütün olarak tarımsal yapının
çökmesi demektir. Bunu çok iyi bilen İMF ve Dünya Bankası, tarımsal
yapıyı köklü bir dönüşüme uğratmak için, hububat üretimi üzerinde özellikle
durmaktadır. Emperyalizmin sözcüsü bu iki kuruluşun hububata olan ilgilerinin
bir başka nedeni ise, tahıl ticaretiyle uğraşan uluslararası tekellere
yeni pazar olanakları yaratmak istemeleridir. Bugün sözkonusu dev tekellerin depolarında fazla üretimden
kaynaklı olarak bir hayli buğday, mısır vb. bulunmaktadır. ABD ve Avrupa
pazarları bu ürünlerle fazlasıyla dolmuştur. Bu nedenle yeni pazarların
yaratılmasına ihtiyaçları vardır. Bu konuda İMF ve Dünya Bankası da
temel bir misyona sahiptir. Bağımlı ülkelerin iç pazarlarını tekellerin
yağmasına açmak, bu iki emperyalist kuruluşun asli görevleri arasındadır.
(Kızıl Bayrak, sayı: 20, 3 Haziran 00) Son niyet mektubu, tarımı yıkıma uğratma konusundaki
emperyalist dayatmaların şiddetlenerek sürdüğünü, işbaşındaki hükümetin
de bu dayatmaların gereğini uşakça bir sadakatla yerine getirmeye çalıştığını
gösteriyor. Yeni niyet mektubunda konuyla ilgili şu hükümler var. - Hububat destekleme alım miktarının kısılması ve ihtiyaç
fazlası hububat stokunun eritilmesi, -Çiftçilere doğrudan gelir desteği uygulamasının başlatılmasına
paralel olarak, destekleme fiyatlarının en fazla hedeflenen enflasyon
oranında tutulması, (destekleme fiyatlarındaki artışın hedeflenen enflasyonu
geçmeyecek şekilde yapılması kaydıyla, buğday destekleme fiyatının dünya
fiyatının en fazla %20 üzerinde kalacak şekilde Haziran 2001e
kadar düşürülmesi; ithalat üzerindeki tarifenin en fazla %45e
indirilmesi) Burada söylenenler, hem emperyalizmin bu konudaki kararlığını, hem
de hükümetin yıkım politikalarına kayıtsız şartsız teslim olduğunu gösteriyor.
Buğday taban fiyatında oynanan oyunlar
Sanki bir ay önce şeker yasasına imza atan, önümüzdeki günlerde tütün
yasasına atacak olan, böylece onbinlerce köylüyü yıkıma sürükleyen kendisi
değilmiş gibi. Bu yıl yaklaşık 16-18 milyon ton buğday üretimi bekleniyor. TMO bu
mahsulün 3.5-4 milyon tonunu almayı hedefliyor. İMFye sunulan
niyet mektubuna göre, taban fiyatının 156.000 TL olması
gerekiyordu. Tarım Bakanlığı 158.000 TL olan buğdayın maliyetine kamu
işçileri için ilk aşamada sözü edilen yüzde 18lik zam oranını
yansıtarak, 186.000 TLlik bir fiyat çıkardı. Sonuçta kriz
çözüldü, antlaşma sağlandı. Bizler bu ülkede batan bankalara milyonlarca doları peşkeş çekenlerin
amacını çok iyi biliyoruz. Bunlar koltuklarında üreten emekçinin değil
bir avuç asalağın hakkını korumak için oturmaktadırlar. Derviş ise,
emperyalist tekellerin alacaklarını tahsil edebilmek için memur edilmiş
bir asalaktır. TMOnun alabileceği buğdayın bedelinin önemli bir bölümünün tefecilere
gideceği gün gibi ortadadır. Çünkü köylü kış döneminden çıkmaktadır
ve para ihtiyacı had safhadadır. TMOnun ödeme politikalarından
dolayı köylü ürettiği buğdayı TMOya satmak gibi bir lükse sahip
değildir. Ürününü en kısa sürede tefecilere ucuz fiyata verip borçlarını
kapatmak zorundadır. Sonuçta fiili olarak köylü buğdayını 100-130 bin
TL civarında bir fiyata ancak satabilecektir. Kazanan bir kez daha üreticinin
kanını emerek geçinen asalak tefeciler olacaktır. Bir diğer konuysa, köylüyü destekleme maskesi altında verileceği söylenen
ek paradır. Bu da açıklanan taban fiyatın içindedir. Bu destekleme fiyatını
da buğdayını TMOya satanlar alabilecektir ki, bunlar da asalak
tefeciler ve kır burjuvazisinin kodaman kesimleri olacaktır. T. Yıldız |
|||||