Toplantı ve gösteri özgürlüğü de içinde olmak üzere, Anayasanın
çeşitli maddelerinde değişiklik öngören yasa tasarısının görüşülmeye başlandığı
bir süreçte yaşanan bu olay, iki önemli konunun altını bir kez daha çizmiş
oldu: Birincisi (ve demokrasi mücadelesinin altın kuralı); demokratik
hak ve özgürlükler, ancak onlar uğruna mücadele içinde kazanılıp kullanılabilmektedir.
İkincisi; sermayenin faşist-gerici karması hükümeti, her konuda olduğu
gibi, anayasa değişikliği konusunda da sahtekarlık yapmaktadır. Sözkonusu anayasa değişikliği paketi, AB yolunda ve Kopenhag Kriterleri
çerçevesinde büyük bir demokratikleşme çabası olarak propaganda
ediliyor. Oysa faşist iktidar, özgürlükleri genişletmek bir yana, var
olanları kullandırmamak için elinden geleni arkasına koymayacağını, kamu
emekçilerine karşı kullandığı son şiddetle bir kez daha kanıtlamış oldu.
Bu, aynı zamanda sınıf ve kitle hareketinin asla kaybetmemesi gereken
kılavuz özdeyişin önemini de gösterdi: Hak verilmez alınır! Sahte sendika yasası, memur tasfiye yasası, basın cezalarını birkaç kat
artıran yasa gibi, en gerici-faşist yasaların çıkarıldığı bir icraat sürecine
demokratikleşme adımları adını takmak sahtekarlığı, gerici-faşist
kırması koalisyonun yeni kazandığı bir özellik değil. 28 devrimciyi hunharca
katlettiği bir saldırıya hayata dönüş operasyonu adını takma
arsızlığı da bu hükümete aittir. Daha kurulduğu gün üstlenilen İMF-TÜSİAD
yıkım programını hayata geçirme görevinin adını ülkeyi düze çıkarma
olarak koyarak başlamışlardı bu türden bir sahtekarlığa. Sonrasında da
tüm suçlarını, tüm saldırılarını benzer sahtekarlıklarla tam tersinden
gösterme çaba ve demagojisi içinde oldular. Tabii, sahte sendika yasasının
adı da memura sendika hakkı tanıyan yasa oldu. Ancak kamu
çalışanlarınıortaya koyduğu tepki de göstermektedir ki, hükümetin ve sistemin
hiçbir sahtekarlığı kitleleri aldatamamaktadır. Hak verilmez alınır! şiarı, gerçekten de yıllar boyu kamu
çalışanlarının kılavuzu olmuştu. Varolan kamu emekçi sendikaları, hayata
geçirilen tüm iş bırakma (fiili grev) eylemleri, imzalanan toplusözleşmeler,
tümüyle mücadelenin gücüyle kullanılan haklar oldu. Yine son Ankara eyleminde
olduğu gibi, kamu emekçilerinin pek çok mitingi de, gösteri hakkının fiili
kullanımı tarzında hayata geçirildi. Kısacası, kamu emekçileri hakların
söke söke alınabileceği gerçeğini kendi deneyimleriyle içselleştirmişlerdi.
26 Mayıs zaferini ortaya çıkaran, kamu emekçi kitlesindeki bu bilinçtir.
Sendika yönetimlerinin temsili Ankara yürüyüşünün gerçek bir
gövde gösterisine dönüştürülebilmesi bu sayede başarılabilmiştir. Eylem sahte sendika yasa saldırısını nereye kadar engelleyebilir, bu
ayrı bir tartışma konusudur. Ve salt kamu emekçi mücadelesinin değil,
sınıf mücadelesinin genel seyrinin de önemli oranda etkisi altında belirlenecektir.
Elbette eylemin hedefi bu saldırıyı püskürtmek, 11 yıllık zorlu mücadelelerle
kazanılan sendikal mevzileri korumaktır. Ancak kamu emekçileri de, ne
derece güçlü olursa olsun tek bir eylemle sonuca ulaşmalarının mümkün
olmadığını yine kendi mücadele deneyimlerinden bilmektedirler. Dolayısıyla,
4-5 Mart 98in ve daha pek çok güçlü çıkışın şiarıyla, 26
Mayıs başlangıç, mücadele sürecek perspektifini kaybetmemeleri,
yeni 26 Mayıslara bu perspektifle hazırlanmaları gerekmektedir. Bu çıkarma,
kamu emekçi kitlesine daha güçlü eylemler için gereken morali de aşılamış
bulunmaktadır. Bu moral kaybedilmedebir eylem takvimi hazırlanmalı, iş
bırakma başta olmak üzere, sonuç alıcı bir mücadele programı adım adım
örgütlenmelidir. Kamu emekçilerinin Ankarada kazandığı meydan muharebesinin,
sadece kamu emekçi kitlesi üzerinde değil, genelde sınıf ve kitle hareketi
üzerinde de olumlu etki yaratacağı açıktır. İşçi sınıfı cephesinden kamu
TİSlerinin alçakça satıldığı, enerji ve iletişim gibi temel sektörlerdeki
özelleştirmelerle onbinlerce işçinin tensikat beklediği bir süreçte, kamu
emekçileri adeta tüm sınıfın tercümanlığını üstlenmiş oldular. Sınıf hareketinin
genel ve yakıcı ihtiyacı olan dişediş bir mücadelenin en güzel örneklerinden
biri sergilendi bu eylemle. Tüm olumsuzluklara karşın, sistemin azgın
saldırılarına, sendikal ihanete, örgütsüzlüğe rağmen ayağa kalkmanın ve
karşı çıkmanın mümkün olduğu kanıtlandı. Eylemin gerçek bir örnek teşkil edebilmesi, yani çeşitli kesimlerce benzerlerinin
hayata geçirilebilmesi ise, arkasının getirilmesine bağlı olacaktır. Kamu
emekçileri Ankarada sınırlı da olsa bir sınıf desteği almıştır.
Eylemlerin devamı hem bu dayanışmayı güçlendirecek, hem de dayanışma içindeki
sınıf kesimlerini daha genel taleplerle mücadele için cesaretlendirecektir.
Kuşkusuz, kamu emekçi hareketinin de, aynı dayanışmayı sınıfın diğer kesimlerinde
gelişecek her eylemlilik için göstermesi önemlidir. Sistemin saldırılarını
dizginlemenin bir başka yolu bulunmamaktadır. Kamu emekçilerinin eylemi, nasıl, sınıf ve emekçi kitleler için demokratik
hakları kazanma ve kullanmanın doğru yolunu gösterdiyse, kamu TİSlerindeki
satış da, sendika bürokrasisi üzerinden yayılan sahte demokrasi şampiyonluğu
hayallerini tuz-buz etti. Daha bir-iki ay önce güya İMF programına
karşı emeğin programıyla ortaya çıkan bu sahtekarlar, CİA ödeneklerinden
nemalanan bu Amerikan uşakları, ellerine geçen ilk fırsatta İMFnin
hizmetine koşuldular. Kamu TİSlerinde emeğin değil İMFnin
çıkarlarını onayladılar, sınıfı bir kez daha sattılar. Kamu TİSlerinde
satış ihaneti ve kamu emekçilerinin Ankara çıkarması, aynı süreçte ve
ardardına yaşanan bu iki zıt gelişme, demokrasi mücadelesi konusunda iki
farklı sınıf tavrının ifadesi oldu. Reformizmin, emeğin programı görkemli
çıkışıyla sendikal ihet çetelerine bağlamaya çalıştıkları umutların sadece
gerici ve boş hayallerden ibaret olmadığı, sınıf kitlelerini oyalamaya
hizmet edecek bir sermaye senaryosu işlevi de gördüğü anlaşıldı. Kamu
emekçilerinin eylemi ise, emeğin gerçek programının, demokratik hakların
gerçek bir kazanımının, sisteme yönelik hayallerle avunmaktan değil, ona
karşı dişediş bir mücadeleden geçtiğini gösterdi. Bu örneği büyütmek, sınıf mücadelesini bu yoldan ilerletmek, sınıf bilinçli
işçi ve emekçilere düşüyor. Bu, bilinen ve hep tekrarlanan bir gerçek.
Sadece devrimciler tarafından değil, öncü işçi-emekçiler tarafından da
kabul edilen bu gerçeğe rağmen, bu yolda bir türlü elle tutulur adımlar
atılamadığı da ortada. Oysa, sendikal ihanet barajının yıkılması ve sınıf
hareketinin önünün açılması, tümüyle tabandaki öncünün harekete geçmesine
ve kitleyi harekete geçirmesine bağlı. Bu, son Ankara çıkarmasına rağmen,
kamu emekçi hareketi için de geçerlidir. Mücadelenin aynı kararlılıkla
sürdürülebilmesi ve kazanımlara imza atılabilmesi buna bağlıdır. Süreç KESK bürokratlarına havale edilemeyecek kadar kritiktir. Gerek
kamu emekçi hareketinde gerekse genel olarak sınıf ve kitle hareketinde
öncünün üstüne düşen görevi yerine getirebilmesi ise, örgütlenmesiyle
mümkündür. Öncünün örgütlülüğü ihanet şebekelerinin denetimindeki sendikal
örgütlülüğün denetiminin dışında kalmalı, ona basınç uygulayabilme, onu
aşabilme gücüne sahip olmalıdır. Bu ise fabrika ve işyeri komitelerine
dayanan, bu temel üzerinde yükselen bir örgütlülüktür. Sermayenin saldırılarını
püskürtmenin güçlü bir sınıf mücadelesi olmaksızın mümkün olamayacağını
bilen sınıf devrimcileri, öncünün örgütlenmesi görev ve sorumluluğunu
hakkıyla yerine getirmek için tüm güçlerini seferber etmeyi bileceklerdir. |
|||||