2 Haziran'01
Sayı: 11


  Kızıl Bayrak'tan
  Kamu emekçilerinin Ankara çıkarması
  Barikatlar aşıldı, Kızılay zaptedildi!
  Kamu emekçileri direnişlerini sürdürüyorlar...
  İhanet sözleşmesini alanlarda yırtalım!
  İzmir Sümerbank direnişi devam ediyor!
  F tipi ölümün belgesi
  Ölüm Orucu direnişçisi Uğur Türkmen 27 Mayıs'ta ölümsüzleşti...
  Direniş kazanacak!
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/6
  Ölüm Orucu'ndaki tutsaklardan bazılarının sağlık durumu
  Ölüm Orucu Direnişi'yle dayanışma eylemleri...
  Tarım, hububat ve emperyalizm
  Kıbrıs'ta MGK patentli kirli ve kanlı operasyon!
  Uluslararası hareket
  Devrim kaçkınlarının devrimcilere bitmeyen kini
  Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan ve Hüseyin Cevahir'in anıları önünde saygıyla eğiliyoruz...
  Proletaryanın büyük devrimci şairi: Nazım Hikmet
  Hücre karşıtı mücadele
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Direniş kazanacak!


Ölüm Orucu direnişi 7. ayını geride bıraktı. Direniş son derece haklı ve meşru talepler ekseninde başlamış ve bir süre sonra toplumun gündemine oturmuştu. Öyle ki, devlet F tiplerini savunamaz duruma geldi ve direnişin sarsıcı etkisi ile F tiplerinin ertelendiğini, oluşturulacak toplumsal mutabakatın onayıyla açılacağını belirtmek durumunda kaldı. Ancak bunun bir oyun olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Devlet, sergilenen devrimci irade, kararlılık ve fedakarlığı ezmek amacıyla, 19 Aralık’ta, bombalarıyla, silahlarıyla, gaz bombalarıyla 20 cezaevine birden aşağılık bir saldırı gerçekleştirdi. Ancak F tiplerine geçilmiş olmasına rağmen direnişi bitiremediler. Direniş hastanelerde, hücrelerde direnişçilerin sayıları artarak devam etti.

Sonrasında devlet, direnişi kırmak, parçalamak ve iç çözülme yaratmak amacıyla akıl almaz yol ve yöntemlere başvurdu. Baskı, zor ve yalan üzerine kurulu iktidarını ancak bu şekilde sürdürebileceğini biliyordu. F tiplerinde süren zulme hastanelerde tıbbi müdahale işkenceleri eklendi. Elleri kelepçelenerek yatağa bağlanan tutsaklara hastanenin özel personeli, gardiyanlar, askerler, bazı doktor ve psikiyatristler tarafından psikolojik baskı ve işkenceler uygulandı ve uygulanmaya devam ediliyor. Gerçekleşen tıbbi müdahale sonrası bilinç ve hafıza kaybıyla hastaneler, kim olduğunu bilmeyen, geçmişini hatırlamayan insanlarla, “mezarsız ölülerle” doldu. 19 Aralık’tan itibaren verilen 53 şehit dışında 50’nin üzerinde bilincini kaybetmiş tutsak var ve sayıları her geçen gün artıyor. Devlet ise yalan söylemeye devam ediyor. Bilincini kaybeden tsakların “tedaviyi kabul ettikleri” yalanını yayarak kamuoyunu yanıltmaya, direnişi parçalamaya çalışıyor. Şu an 3 yaşındaki çocuk bilincine sahip Hatice Yazgan’ın ise, cezası 399. maddeye göre ertelenmiş olmasına rağmen, bizzat devlet tarafından “direnişi bıraktı, tahliye oldu” biçiminde basına yansıtılmıştır.

Devrimci tutsaklar bu tablo karşısında boşalan mevzileri doldurmak ve bu zulüm karşısında ölümüne kararlılıklarını dosta düşmana göstermek amacıyla 11 Mayıs’tan itibaren yeni ölüm orucu ekiplerini çıkardılar. Çelik irade ve bükülmez kararlılık bir kez daha sesleniyordu: Bitiremeyeceksiniz! Direniş kazanılacak! Başka yolu yok!..

Farklı tarihlerde ölüm orucuna başlayan devrimci tutsaklar, 4. ekiplerle gecikmiş de olsa, taleplerini ortaklaşturarak güçlerini birleştirdiler, parçalılık görüntüsünden kurtuldular. Böylece, devletin her türlü yalan ve spakülasyonlarının önüne geçtikleri gibi, direnişin yanında olan, ancak parçalılık görüntüsünden kaynaklı olarak sahiplenmekte zorlanan geniş kesimleri de bu çerçevede kucakladılar. Ortak bir irade ile sürece yüklenileceğini göstermiş oldular.

F tipi saldırısının püskürtülmesi için Ölüm Orucu gibi bir yönteme başvurulması bile, tutsakların üzerindeki ağır yükü gösteriyor. Sergilenen muazzam direniş ve kararlılıkla birlikte ağır bedel ödeyen ve ödemeye devam eden tutsakların sürdürdüğü direnişe dışarıdan yanıt bir an önce yükseltilebilmelidir. Yeniden sokaklar kazanılmalıdır. Açıktır ki, devlete geri adım attıracak olan, Avrupa Parlementosu heyetleri değil, direnişten aldığımız güç ile dışarıda bizlerin saldırıyı püskürtme kararlılığı ve azmi olacaktır. Devletin yaratmaya çalıştığı gerici dalga parçalanmalı, direnişin temiz havası solunmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, devrimci irade hiçbir zaman kırılamamıştır. Zindanlarda direniş ateşi söndürülememiştir. 12 Eylül sonrasında yaprağın bile kımıldamadığı, baskı ve işkencenin sistematik tarzda uygulandığı dönemde de tek tip elbiseye ve tek tipleştirmeye izin verilmemiş, aylarca süren direnişin gücüyle devlet boyun eğmek zorunda bırakılmıştır. Ölüm orucu sürecinden zaferle çıkılmak zorundadır. Bunun için güçlerimizi birleştirelim, yüklenelim, kazanalım.




Fatime Akalın:

Zorla müdahaleye rağmen direniş!..


TKİP tutsaklarından Fatime Akalın Ulucanlar Katliamı’nın ardından Niğde Cezaevi’ne gönderilmişti. 20 Ekim’de başlayan ölüm orucunun 2. ekibinde yer aldı. 19 Aralık’ta diğer cezaevlerine olduğu gibi, Niğde’ye de operasyon düzenlendi. Belli aralıklarla saldırılar devam etti. Fatime bu süreç boyunca tedaviyi kabul etmedi.

Fatime Akalın, Başak Otlu ve Yeliz Türkmen’le birlikte direnişin 200. günlerinde zorla Niğde Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı ve üçüne birden bilinçlerinin kapanmasıyla müdahale edildi. Üçünde de bilinç ve hafıza kaybı meydana geldi. Bir süre sonra Niğde Devlet Hastanesi’nden alınarak Ankara Numune Hastanesine getirildiler. Tedavi sürüyor ancak Fatime de diğerleri gibi, Ölüm Orucu’na ve son 1-2 yılına dair bir şey hatırlamıyordu.

Numune Hastanesi’nde askerlerin sözlü tacizleri sıklıkla yaşanıyordu. Bir askerin Fatime’ye Ulucanlar’a ve Habip’in katledilmesine ilişkin söylediği saldırgan sözler sonrasında bilincinin yerine gelmesinin, askerin söylediklerinin şok etkisi yaratmasından kaynaklı olduğu doktorlar tarafından düşünülüyor. Bilincinin belli oranda yerine gelmesinin ardından, tam olarak Ölüm Orucu sürecini hatırlamamasına rağmen, direnişe yeniden başladı ve serumu attı. Ertesi gün Numune Hastanesi’nden alınarak Ulucanlar Cezaevi’ne götürüldü ve katliam öncesinde bayanların kaldığı ve kendisinin de yıllarca yaşadığı bayanlar koğuşuna yerleştirildi.

Görüşe giden kardeşine, bilincinin şu an açık olduğunu, direnişe kendi iradesi ve bilinç açıklığıyla başladığını, bir çok şeyi hatırlamadığını, ancak Ölüm Oruççusu olduğu için kesinlikle devam etmesi gerektiğini söyledi.

Fatime Akalın 31 Mayıs Perşembe günü Ulucanlar Cezaevi’nden alınıp, yeniden Niğde E Tipi Kapalı Cezaevine götürüldü.




TTB yöneticileri yargılanıyor!

“Bizim gibi kuruluşlara dava açılarak
yüreklere korku salınmak isteniyor...”


Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi yöneticilerinin 22 Aralık 2000 tarihinde yaptıkları basın açıklaması nedeniyle, ‘amaç dışı faaliyet yürütmek’ iddaiasıyla ve ‘görevden alınma’ istemiyle açılan davaya 28 Mayıs 2001 tarihinde başlandı.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Füsun Sayek, savunmasında; “22 Aralık’taki basın açıklaması halkın en çok habere ihtiyacı olan bir dönemde yapıldı. Bu açıklama suç değil, onurdur. Hekimlik halk sağlığıyla doğrudan ilgilidir. Bu dava siyasi gerekçelerle açılmıştır. Bizim gibi kuruluşlara dava açılarak yüreklere korku salınmak isteniyor” diye konuştu.

Savunma yapan TTB Merkez Konseyi’nin diğer üyeleri de böyle bir davada yargılanmaktan kendileri ve Türkiye adına utanç duyduklarını belirtti. Konsey üyeleri; “Biz ölümler, kalıcı sakatlıklar olmasın diye çaba gösterdik. İnsan olarak, hekim olarak görevimizin gereğini yaptık” dedi.

‘Gerekçe Bile Yok’

Avukat Ziynet Özçelik, Emniyet’in Ankara Başsavcılığı’na bir ihbarda bulunduğunu, başsavcılığın da bunu işleme koyduğunu belirterek; “İddianamede gerekçe bile yok. Açıklamanın kendisinin mi, yoksa içeriğinin mi suç olduğu belirtilmemiş” dedi.

Davaya, TMMOB Genel Başkanı Kaya Güvenç, SES Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, Diş Hekimleri Birliği, Uluslararası sağlık ve insan hakları kuruluşlarının temsilcileri, Uluslararası Af Örgütü Temsilcisi Amke Dietert Schcuer, İsviçre ve Norveç büyükelçilik temsilcilerinin de içinde bulunduğu kalabalık bir grup izleyici olarak katıldı. Davada savunma görevini sekiz avukat üstlendi.

Mahkeme, iddianamedeki usul eksikliği nedeniyle dosyayı başsavcılığa gönderme kararı vererek, duruşmayı 11 Haziran’a erteledi.




Gülsuyu’nda Ölüm Orucu Direnişi ile dayanışma eylemi


30 Mayıs Çarşamba günü, Gülsuyu Mahallesi’nde devrimci güçler ortak bir eylem gerçekleştirdi. Eylem; Kızıl Bayrak, Vatan, Devrimci Demokrasi ve Yaşamı Savunma İnisiyatifi’nde yer alan yapıların ortak çabasıyla gerçekleştirildi.

Eylem hazırlıklarına bir hafta öncesinden başlandı. Eylem günü olarak semt pazarının kurulduğu Çarşamba günü belirlendi. Böylece ölüm orucu direnişçilerinin sesini daha fazla insana duyurabilecektik. Eylemden bir gün önce toplanarak, atılacak sloganları ve yürüyüş güzergahını belirledik.

Çarşamba günü akşam saat 20.15’de Heykel durağından yürüyüş başlatıldı. Önde tecrite ve izalosyona, hücrelere karşı şiarların yazılı olduğu dövizler taşındı. 50-60 metre yüründükten sonra pazarın içine girildi. Bir arkadaşımız Hücrelere Tecrite ve Ölüm Oruçları’na değinen bir konuşma yaptı. Hücre saldırısıyla yapılmak istenenin toplumu sindirmek olduğunu vurguladı.

Eylem boyunca “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz!”, “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük!”, “Katil devlet hesap verecek!” sloganları atıldı.

Eyleme yaklaşık 40 kişilik bir katılım vardı. Katılım beklenenin altında oldu. Eylemden önce devlet mahalleyi panzerler, akrepler, resmi ve sivil polisleriyle ablukaya almıştı. Bu durum katılımı oldukça zayıflattı.

Gülsuyundan S.Y. Kızıl Bayrak okurları