19 Mayıs'01
Sayı: 09


  Kızıl Bayrak'tan
  Kölece dayatmalara uşakça minnettarlık
  Sözde işgüvencesi mecliste...
  Kamu emekçilerini tasfiyeyi hedefleyen sahte sendika yasası çıkıyor!
  Kamu emekçileri hareketi
  Zindan çatışmasındaki kilitlenmeyi aşma sorunu
  4. Ölüm Orucu ekibi direniş saflarında!
  Ölüm Orucu'nu destekleme eylemleri...
  Özelleştirme salıdırısına karşı mücadelenin sorunları
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/4
  Kölelik zincirlerini kıralım!
  Uluslararası hareket
  Sadık uşak Türkiye "Ulusal Füze Savunma Sistemi"ni destekliyor
  Hatice Yürekli yoldaş ölümsüzdür!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Faşizmin işkencehanelerinde devrim savunması
  Sincan hücrelerinde sistematik işkence!
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sincan hücrelerinde sistematik işkence


Sincan F Tipi Hapisanesi’den tahliye olan Kerim Yalçıntepe anlatıyor:

Ben 6 Mayıs 2001 tarihinde Sincan F Tipi Hapishanesi’nden tahliye oldum. Buraya 19 Aralık’taki vahşet operasyonuyla Çankırı Hapishanesi’nden getirilmiştim.
(...)

Sincan’da tecritte, ya üç ya da tek kişilik hücrelerdeydik. Hücrelerden yalnızca haftada bir kez bir saatliğine, ziyaretçimiz gelirse ailelerimizle görüşmek için çıkartılıyorduk. Yine avukat gelirse yarım saatliğine görüşebiliyorduk haftada bir kez. Bunun dışında hücreden kesinlikle çıkartılmıyorduk. Hücrede beraber kaldığımız arkadaşlarımız dışında hiç kimseyi asla görme koşulumuz yoktu. İstedikleri herhangi bir şeyi yapmadığımızda, karşı çıktığımızda disiplin cezaları veriliyordu. Ceza; 2 ay görüş yasağı ya da mektup alıp göndermeme... Bu yüzden aylarca ailesiyle görüşemeyen, mektup gönderemeyen-alamayan onlarca arkadaşımız var. Tehditler, işkence, yaptırımlar her zaman oluyor.

Ulucanlar katliamına da katılan Bekir Etyemez adlı başgardiyan vardı. İsteyerek, severek işkence yapıyordu. Selmani Özcan adlı arkadaşımıza birçok kez saldırdı. “Eğer 100 milyonumuzu keserlerse ben size yapacağımı bilirim” türü tehtidler savurdu. Selmani Özcan 96 Ölüm Orucunda 1. Ekipte idi ve denge sorunu var. Ona rağmen bilinçli olarak tek kişilik hücrelere koyarak işkencelerini devam ettiriyorlardı. Selmani yalnızca bir örnek, hemen herkes tehdit edildi, dayaktan geçti. Yıldırmak, korku salmaktı amaçları. İşkenceyi yapan yalnızca bu başgardiyan değil... “Müdahale ekibi” dedikleri 30 kişilik grup başı çekiyordu. Ama işkenceye tüm gardiyanlar katılıyordu.

Günde iki kez yapılan sayımlarda, üç kişilik hücrelerde zorla aşağı indiriliyorduk. Kimi zaman yumruklarla, tekmelerle saldırıya uğruyorduk. Hastane ve mahkemelere gidiş-gelişler de bilinçli olarak işkenceye dönüştürülmüştü. Mutlaka tedavi olması gereken arkadaşlarımız bile bu yüzden hastaneye gidemiyor, tedavi olamıyordu. Hastaneye gidip-gelirken iki el sımsıkı arkadan kelepçeleniyordu. X-Ray cihazı, dedektör, duyarlı kapı olmasına rağmen ayakkabı araması dayatılıyor, onursuz aramaya karşı çıkınca da zorla yere yıkılarak dövülüyorduk. Genel aramalar ise talana dönüştürülüyor. Eşyalar dağıtılıp ortalığa atılıyor, yazılar, mektuplar, günlük gazeteler arama sırasında alınarak gaspediliyor, hiçbirine tutanak tutulmuyor ve geri verilmiyordu. 3 Mayıs’taki aramada savcının, müdürün talimatıyla tutuklu ve hüküml&uul;lere saldırılmıştı. Saldırıya uğramayan hemen hemen yok gibiydi. Zorla yere yatırılarak, onursuz arama dayatılıp saldırılmıştı. Hacı Demir’e “insanların beynini yıkıyorsun” denilerek, hedef gözetilerek saldırıldı. Sonuç; kırılan iki diş ve vücutta moraran yerler.

Yapılan işkenceler, tehditler, keyfi uygulamalar hakkında birçok kez suç duyurusunda bulunduk. Sonuç değişmedi, ne dava açıldı işkence yapanlar hakkında, ne de işkenceler son buldu. Adalet Bakanlığı bir keresinde müfettişlerini göndermişti. Sözde işkence iddalarını araştırıyordu. Geldi görüştü. Şurda şu işkenceler, şu kişiler tarafından yapıldı, işte izleri dememize, göstermemize rağmen sonuç çıkmadı, dinleyip gitti. Kimi arkadaşlarımıza burada olmamıştır, onu asker yapmış, biz karışamayız gibi cevaplar verdiler. Niye geldiniz sorumuzu ise cevaplamadılar, sıkıştırınca bakanlık gönderdi dediler. Evet Bakanlık göndermişti. İşkenceler kamuoyuna yansıyınca “asılsız iddialar” demek için piyondular. Kendileri de biliyorlardı ve kabul da ediyorlardı.

Tüm uygulamalar tutukluları kişiliklerinden soyundurmak ve direnişi kırmak içindi. Direnme hakkını yok etmek için her yönteme başvuruluyordu. Öyle ki, hücresini değiştirmek isteyen tutuklulara psikologlar tarafından, “sayımlarda aşağı ineceksen, ayakkabılarını çıkaracaksan...” şartı dayatılarak “tredman” uygulanıyor.

Cengiz Soydaş’ın şehit düşmesiyle paniklediler. Beklemiyorlardı ölümü.

Cengiz gece bilincini yitirmişti ve sabaha kadar da açılmamıştı. Sabah sayımında farkettiler ve hastaneye götürmek için aldılar. Ve Cengiz hastaneye götürülemeden şehit düştü. Savcı ve müdür arasında geçen konuşmada müdürün ne yazacağız sorusuna Savcı, “hastaneye götürülürken ambulansta öldü yazarsınız” cevabını veriyordu. 21 Mart saat 9.30 civarı geçiyordu aralarındaki bu konuşma.

Hapishanedeki direnişçilerimizi kendileri istememelerine rağmen zorla hastaneye kaldırdılar. Ankara Numune ve Eğitim-Araştırma Hastaneleriyle hapishane arasında mekik dokuttular direnişçilerimize. Bu götür getirler, tamamen eziyet-işkenceydi direnişçilerimiz için. Saatlerce ringte beklettiler, su, şeker bile vermediler. Bayılanlar oldu. Ringte bulunan hapishane personeli olan sağlık görevlileri bile su aldırtamadı askerlere. Geri dönüşte 6-7 saate yakın hapishane girişinde betonun üstünde beklettiler. Sözlü olarak yaptıkları “direnişi bırakın, kazanamazsınız” türü telkinlerine eziyetlerle birlikte devam ettiler. Direnişçilerimizin iradelerini bu yöntemle de kırmak istiyorlardı.

Direnişçilerimiz bu götür getirleri iki-üç kez yaşadılar. Hastanede de yürüyemez halde olmalarına rağmen ayak bileklerinden bağladılar. Hastaneye gazete dahi almadılar. Kendileri müdahale istemediklerini hem sözlü söylemelerine hem de yazılı olarak Başhekim’e, doktorlara ve Adalet Bakanlığı’na yazılı olarak vermelerine rağmen, bilinci kapanınca zorla müdahale ettiler.

Hemen hepsi hafızalarını kaybetti. Geçmişlerini hatırlayamaz hale getirildiler. Yarına ilişkin hiçbir şey hayal edemez durumdalar. Direnişçileri hem bu hale getirdiler, hem de utanmazca direnişi bıraktı yalanına başvurmaktadırlar. Hem hapishanede hem de hastanede kendileri ile görüşmeye gelen çeşitli heyetlere, “eylemi bitirmek istiyorsanız, başka yolu yok, taleplerimizi kabul edecekseniz, gidin temsilcilerimizle görüşün, biz tüm yetkilerimizi temsilcilerimize verdik, öleceğiz, ölümlerimizle zafer kazanılacak” diyorlardı.

Hapishane savcısı ise, Ölüm Oruççularımızın bulunduğu hücrelere, adeta haçlı seferi düzenlercesine gidiyor ve “hapishanede ölüm olmayacağını, bunu kendisinin engelleyeceğini” söylüyordu. Peşinden de ekliyordu; “isterseniz hemen çorba yaptırayım, patates kaynattırayım”. Haçlı seferlerine cezaevi müdürleri, kendine doktor diyen Mengele artığı doktorlar ve psikologlar’da katılıyordu. Onlar da direnişi kırmak için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Bazen hücrelere kendileri bizzat giderek, bazen de çeşitli vesilelerle odalarına çağırarak Ölüm Orucu’nu bırakmalarını söylüyor, örgüt baskısı varsa güvenliklerini alacaklarını söylüyorlardı. Oysa kendileri de çok iyi biliyordu ki bu kişiler kendi iradeleriyle ölüme yatmışlardı. Ölüm Orucu Direnişçilerimiz herg&uul;n irade savaşı veriyorlardı, kararlılıkları, inançları her geçen gün daha da pekişiyordu. Bugün de benzeri yöntemler sürmektedir. Hastanelerde doktorlar, psikologlar, Savcılar direnişi kırmanın bir aracı durumunda. Ailelerini de buna alet ediyorlar.

Direnişi kırmaya çalışsalar da boşuna... İçerdeki arkadaşlar kazanacak, evet bedelleri ağır; 53 şehit, onlarca zorla müdahale edilerek hafızalarını yitirmiş, yaşayan ölü durumundaki direnişçi... Ve daha da olacak. İçerdekiler teker teker ölmeye hazır ve zafer tutkularının önüne hiçbir güç geçemez. Tek bir kişi kalsa bile teslim olmayacaktır. 4. ve 5. Ölüm Orucu ekipleri hazır. Ve sırada ölüme gönüllü yüzlerce kişi var.

“Örgüt baskısı ile sürdürüyor” diyorlar. Oysaki tek kişilik hücrelerdeler, hastanede de tek kişilik odalarda kalıyorlar. Bütün bunlara rağmen direniş sürüyor. Asıl baskıyı onlar yapıyor. İşkenceyi, tecriti, zorla müdahaleyi onlar uyguluyorlar, savunuyorlar. Sakat bıraksınlar, ölüm döşeğindeki yoldaşlarımızı zincirlere bağlayarak, işkence yaparak zorla müdahale etsinler, sansürler, yasaklar koysunlar, bunların hiçbiri sonucu değiştiremez. Bedel ödeniyor, daha da ödenecek...

Ne zamana kadar mı? Zafer kazanılana kadar. Tutuklu ve hükümlüler direnişin bitmesi için, tecritin kaldırılması ve kendileri ile görüşülmesi ön şartını kamuoyuna açıklamışlardı. Hala adım atmayan, “tutuklu ve hükümlülerle görüşmeyeceğiz” diyenler, tüm ölümlerden ve sakat kalmalardan sorumludurlar. Zafer sonrası tükürdüklerini yaladıklarını hep birlikte göreceği

Kerim Yalçıntepe/16 Mayıs 2001



Kuşatmayı bedenleriyle parçalayan şehitlerimizle
zaferi kazanacağız!


Faşist sermaye devleti, 200. günlerinde şehitlerimizle devam eden ÖO Direnişimiz karşısında, yenilgiyi kabul etmemenin inatçılığı, sıkışmışlığın ve çaresizliğin vahşetiyle saldırılarına devam ediyor.

16. madde düzenbazlığı, şimdiye kadar söylenen yalanların, işkencelerin, katliamların kabulü ile birlikte saldırı ve oyunlarına yeni boyutlar kazandırdıklarının bir ifadesidir.

19 Aralık katliamından önce ve sonra direnişimizi gölgelemek için uydurulan yalanlar, devrimci irade karşısında tuzla buz oldu. Sokaktaki hücre karşıtı muhalefet baskı ve teröre maruz kalıp uzun bir süre sessizliğe boğulmuştu. Şehitlerimiz bedenleriyle yırttılar bu sessizliği.

Bugün 1 Mayıs sürecinde hepimiz gördük ki, direnişimiz öncesine göre daha geniş bir kitle tarafından sahipleniliyor, destekleniyor.

Onca katliama, işkenceye rağmen, “cezaevlerini örgüt evlerine çeviren (bu) silahlı teröristler”, nedense bir türlü ateşli silah kullanmadılar. F tipi insanlık dışı hücrelere karşı devrimci iradeleriyle bedenlerini ölüme yatırdılar.

Bugün zorla müdahale işkencesi ile sakat bırakılan, kısmi ya da tamamen hafızaları kaybolan yoldaşlarımızın “tedaviyi kabul ettiği” yalanları, önceki yalanlarının karşısında gülünç kalıyor.

Ve yalan, demagoji, baskı, terör, işkence ile örülen kuşatmayı bedenleriyle parçalayan şehitlerimizle, zaferi hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla söküp koparacağız.

Biz kazanacağız!

Direniş...

yeni acılar eklenerek
bir öncekine
büyüyor
kavganın çocuğu
zulmün
zindanlarında...

büyüyor...
anaya mahsun
babaya suskun
yare küskün

toprak doymaz tohuma
toprak suya hasret
zafer doymaz bedene
zafer cana hasret

yarın korkar
yarın titrer
yarın dört gözle
bekler özgürlük günlerini

ve
büyüyor kavganın
çocuğu
anaya mahsun
babaya suskun
yare hasret...
A. Yılmaz