Ben 6 Mayıs 2001 tarihinde Sincan F Tipi Hapishanesinden tahliye
oldum. Buraya 19 Aralıktaki vahşet operasyonuyla Çankırı Hapishanesinden
getirilmiştim. Sincanda tecritte, ya üç ya da tek kişilik hücrelerdeydik. Hücrelerden
yalnızca haftada bir kez bir saatliğine, ziyaretçimiz gelirse ailelerimizle
görüşmek için çıkartılıyorduk. Yine avukat gelirse yarım saatliğine
görüşebiliyorduk haftada bir kez. Bunun dışında hücreden kesinlikle
çıkartılmıyorduk. Hücrede beraber kaldığımız arkadaşlarımız dışında
hiç kimseyi asla görme koşulumuz yoktu. İstedikleri herhangi bir şeyi
yapmadığımızda, karşı çıktığımızda disiplin cezaları veriliyordu. Ceza;
2 ay görüş yasağı ya da mektup alıp göndermeme... Bu yüzden aylarca
ailesiyle görüşemeyen, mektup gönderemeyen-alamayan onlarca arkadaşımız
var. Tehditler, işkence, yaptırımlar her zaman oluyor. Ulucanlar katliamına da katılan Bekir Etyemez adlı başgardiyan vardı.
İsteyerek, severek işkence yapıyordu. Selmani Özcan adlı arkadaşımıza
birçok kez saldırdı. Eğer 100 milyonumuzu keserlerse ben size
yapacağımı bilirim türü tehtidler savurdu. Selmani Özcan 96 Ölüm
Orucunda 1. Ekipte idi ve denge sorunu var. Ona rağmen bilinçli olarak
tek kişilik hücrelere koyarak işkencelerini devam ettiriyorlardı. Selmani
yalnızca bir örnek, hemen herkes tehdit edildi, dayaktan geçti. Yıldırmak,
korku salmaktı amaçları. İşkenceyi yapan yalnızca bu başgardiyan değil...
Müdahale ekibi dedikleri 30 kişilik grup başı çekiyordu.
Ama işkenceye tüm gardiyanlar katılıyordu. Günde iki kez yapılan sayımlarda, üç kişilik hücrelerde zorla aşağı
indiriliyorduk. Kimi zaman yumruklarla, tekmelerle saldırıya uğruyorduk.
Hastane ve mahkemelere gidiş-gelişler de bilinçli olarak işkenceye dönüştürülmüştü.
Mutlaka tedavi olması gereken arkadaşlarımız bile bu yüzden hastaneye
gidemiyor, tedavi olamıyordu. Hastaneye gidip-gelirken iki el sımsıkı
arkadan kelepçeleniyordu. X-Ray cihazı, dedektör, duyarlı kapı olmasına
rağmen ayakkabı araması dayatılıyor, onursuz aramaya karşı çıkınca da
zorla yere yıkılarak dövülüyorduk. Genel aramalar ise talana dönüştürülüyor.
Eşyalar dağıtılıp ortalığa atılıyor, yazılar, mektuplar, günlük gazeteler
arama sırasında alınarak gaspediliyor, hiçbirine tutanak tutulmuyor
ve geri verilmiyordu. 3 Mayıstaki aramada savcının, müdürün talimatıyla
tutuklu ve hüküml&uul;lere saldırılmıştı. Saldırıya uğramayan hemen
hemen yok gibiydi. Zorla yere yatırılarak, onursuz arama dayatılıp saldırılmıştı.
Hacı Demire insanların beynini yıkıyorsun denilerek,
hedef gözetilerek saldırıldı. Sonuç; kırılan iki diş ve vücutta moraran
yerler. Yapılan işkenceler, tehditler, keyfi uygulamalar hakkında birçok kez
suç duyurusunda bulunduk. Sonuç değişmedi, ne dava açıldı işkence yapanlar
hakkında, ne de işkenceler son buldu. Adalet Bakanlığı bir keresinde
müfettişlerini göndermişti. Sözde işkence iddalarını araştırıyordu.
Geldi görüştü. Şurda şu işkenceler, şu kişiler tarafından yapıldı, işte
izleri dememize, göstermemize rağmen sonuç çıkmadı, dinleyip gitti.
Kimi arkadaşlarımıza burada olmamıştır, onu asker yapmış, biz karışamayız
gibi cevaplar verdiler. Niye geldiniz sorumuzu ise cevaplamadılar, sıkıştırınca
bakanlık gönderdi dediler. Evet Bakanlık göndermişti. İşkenceler kamuoyuna
yansıyınca asılsız iddialar demek için piyondular. Kendileri
de biliyorlardı ve kabul da ediyorlardı. Tüm uygulamalar tutukluları kişiliklerinden soyundurmak ve direnişi
kırmak içindi. Direnme hakkını yok etmek için her yönteme başvuruluyordu.
Öyle ki, hücresini değiştirmek isteyen tutuklulara psikologlar tarafından,
sayımlarda aşağı ineceksen, ayakkabılarını çıkaracaksan...
şartı dayatılarak tredman uygulanıyor. Cengiz Soydaşın şehit düşmesiyle paniklediler. Beklemiyorlardı
ölümü. Cengiz gece bilincini yitirmişti ve sabaha kadar da açılmamıştı. Sabah
sayımında farkettiler ve hastaneye götürmek için aldılar. Ve Cengiz
hastaneye götürülemeden şehit düştü. Savcı ve müdür arasında geçen konuşmada
müdürün ne yazacağız sorusuna Savcı, hastaneye götürülürken ambulansta
öldü yazarsınız cevabını veriyordu. 21 Mart saat 9.30 civarı geçiyordu
aralarındaki bu konuşma. Hapishanedeki direnişçilerimizi kendileri istememelerine rağmen zorla
hastaneye kaldırdılar. Ankara Numune ve Eğitim-Araştırma Hastaneleriyle
hapishane arasında mekik dokuttular direnişçilerimize. Bu götür getirler,
tamamen eziyet-işkenceydi direnişçilerimiz için. Saatlerce ringte beklettiler,
su, şeker bile vermediler. Bayılanlar oldu. Ringte bulunan hapishane
personeli olan sağlık görevlileri bile su aldırtamadı askerlere. Geri
dönüşte 6-7 saate yakın hapishane girişinde betonun üstünde beklettiler.
Sözlü olarak yaptıkları direnişi bırakın, kazanamazsınız
türü telkinlerine eziyetlerle birlikte devam ettiler. Direnişçilerimizin
iradelerini bu yöntemle de kırmak istiyorlardı. Direnişçilerimiz bu götür getirleri iki-üç kez yaşadılar. Hastanede
de yürüyemez halde olmalarına rağmen ayak bileklerinden bağladılar.
Hastaneye gazete dahi almadılar. Kendileri müdahale istemediklerini
hem sözlü söylemelerine hem de yazılı olarak Başhekime, doktorlara
ve Adalet Bakanlığına yazılı olarak vermelerine rağmen, bilinci
kapanınca zorla müdahale ettiler. Hemen hepsi hafızalarını kaybetti. Geçmişlerini hatırlayamaz hale getirildiler.
Yarına ilişkin hiçbir şey hayal edemez durumdalar. Direnişçileri hem
bu hale getirdiler, hem de utanmazca direnişi bıraktı yalanına başvurmaktadırlar.
Hem hapishanede hem de hastanede kendileri ile görüşmeye gelen çeşitli
heyetlere, eylemi bitirmek istiyorsanız, başka yolu yok, taleplerimizi
kabul edecekseniz, gidin temsilcilerimizle görüşün, biz tüm yetkilerimizi
temsilcilerimize verdik, öleceğiz, ölümlerimizle zafer kazanılacak
diyorlardı. Hapishane savcısı ise, Ölüm Oruççularımızın bulunduğu hücrelere, adeta
haçlı seferi düzenlercesine gidiyor ve hapishanede ölüm olmayacağını,
bunu kendisinin engelleyeceğini söylüyordu. Peşinden de ekliyordu;
isterseniz hemen çorba yaptırayım, patates kaynattırayım.
Haçlı seferlerine cezaevi müdürleri, kendine doktor diyen Mengele artığı
doktorlar ve psikologlarda katılıyordu. Onlar da direnişi kırmak
için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Bazen hücrelere kendileri
bizzat giderek, bazen de çeşitli vesilelerle odalarına çağırarak Ölüm
Orucunu bırakmalarını söylüyor, örgüt baskısı varsa güvenliklerini
alacaklarını söylüyorlardı. Oysa kendileri de çok iyi biliyordu ki bu
kişiler kendi iradeleriyle ölüme yatmışlardı. Ölüm Orucu Direnişçilerimiz
herg&uul;n irade savaşı veriyorlardı, kararlılıkları, inançları her
geçen gün daha da pekişiyordu. Bugün de benzeri yöntemler sürmektedir.
Hastanelerde doktorlar, psikologlar, Savcılar direnişi kırmanın bir
aracı durumunda. Ailelerini de buna alet ediyorlar. Direnişi kırmaya çalışsalar da boşuna... İçerdeki arkadaşlar kazanacak,
evet bedelleri ağır; 53 şehit, onlarca zorla müdahale edilerek hafızalarını
yitirmiş, yaşayan ölü durumundaki direnişçi... Ve daha da olacak. İçerdekiler
teker teker ölmeye hazır ve zafer tutkularının önüne hiçbir güç geçemez.
Tek bir kişi kalsa bile teslim olmayacaktır. 4. ve 5. Ölüm Orucu ekipleri
hazır. Ve sırada ölüme gönüllü yüzlerce kişi var. Örgüt baskısı ile sürdürüyor diyorlar. Oysaki tek kişilik
hücrelerdeler, hastanede de tek kişilik odalarda kalıyorlar. Bütün bunlara
rağmen direniş sürüyor. Asıl baskıyı onlar yapıyor. İşkenceyi, tecriti,
zorla müdahaleyi onlar uyguluyorlar, savunuyorlar. Sakat bıraksınlar,
ölüm döşeğindeki yoldaşlarımızı zincirlere bağlayarak, işkence yaparak
zorla müdahale etsinler, sansürler, yasaklar koysunlar, bunların hiçbiri
sonucu değiştiremez. Bedel ödeniyor, daha da ödenecek... Ne zamana kadar mı? Zafer kazanılana kadar. Tutuklu ve hükümlüler direnişin
bitmesi için, tecritin kaldırılması ve kendileri ile görüşülmesi ön
şartını kamuoyuna açıklamışlardı. Hala adım atmayan, tutuklu ve
hükümlülerle görüşmeyeceğiz diyenler, tüm ölümlerden ve sakat
kalmalardan sorumludurlar. Zafer sonrası tükürdüklerini yaladıklarını
hep birlikte göreceği Kerim Yalçıntepe/16 Mayıs 2001
Kuşatmayı bedenleriyle parçalayan şehitlerimizle
16. madde düzenbazlığı, şimdiye kadar söylenen yalanların, işkencelerin,
katliamların kabulü ile birlikte saldırı ve oyunlarına yeni boyutlar
kazandırdıklarının bir ifadesidir. 19 Aralık katliamından önce ve sonra direnişimizi gölgelemek için uydurulan
yalanlar, devrimci irade karşısında tuzla buz oldu. Sokaktaki hücre
karşıtı muhalefet baskı ve teröre maruz kalıp uzun bir süre sessizliğe
boğulmuştu. Şehitlerimiz bedenleriyle yırttılar bu sessizliği. Bugün 1 Mayıs sürecinde hepimiz gördük ki, direnişimiz öncesine göre
daha geniş bir kitle tarafından sahipleniliyor, destekleniyor. Onca katliama, işkenceye rağmen, cezaevlerini örgüt evlerine
çeviren (bu) silahlı teröristler, nedense bir türlü ateşli silah
kullanmadılar. F tipi insanlık dışı hücrelere karşı devrimci iradeleriyle
bedenlerini ölüme yatırdılar. Bugün zorla müdahale işkencesi ile sakat bırakılan, kısmi ya da tamamen
hafızaları kaybolan yoldaşlarımızın tedaviyi kabul ettiği
yalanları, önceki yalanlarının karşısında gülünç kalıyor. Ve yalan, demagoji, baskı, terör, işkence ile örülen kuşatmayı bedenleriyle
parçalayan şehitlerimizle, zaferi hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla
söküp koparacağız. Biz kazanacağız! Direniş... yeni acılar eklenerek |
|||||