Ateş Saçan Yürekli
yoldaşıma...
Tereddütsüzce yürüdüğün bu kavgada
Aynı yalınlıkta ölmek isterim Üç mevsimi devirdi direniş... Dile kolay üç mevsimi gezdi... Büyük direnişinizin tarihi zulmün zindanlarında sonbaharın sararan
yapraklarıyla merhaba dedi. 19 Aralıkta tipiye ve yağan kara inat,
ateş sıcaklığında içimizi ısıttı. Ardından o hep çok sevdiğin kır çiçeklerine
göz kırptı. Bizsiz olmaz bu bahar dedirten direngenliğe
selam durdu bütün gelincikler... Seni yazabilmek satırlara kalemim yettiğince, anlatabilmek seni şiir
sadeliğinde... Söylemek seni türkü sıcaklığında... Biliyorum zor iş
bir tufanın seyrini tutabilmek. Dökebilmek kağıtlara ateşin rengini.
Seni yazarken ellerim yanacak. Konuşurken senden, her söz bir yerde
yetersiz kalacak. Kış aylarının soğuk günlerinde bir görüş kabininde tanışmıştım seninle.
Deneyimlerinin ışığında benim zayıf yanlarıma çok acımasızca vurmuştun.
Çok geçmedi, kısa bir süre sonra deneyimlerini, yaşamını, çocuğunuz
gibi sakındığınız, emek emek büyüttüğünüz partimizi senden senin yanıbaşında
öğrenmeye başladım. Bu şekilsiz demir parçası, senin ve yoldaşların
büyük özverisi ve sabrıyla şekilleniyordu. Her yeni güne senin öğreticiliğinle, yoldaş sıcaklığıyla başlıyorduk.
Yaşamın, anlatımların, sıcaklığın, şekillenmesi gereken demiri çekiç
olup dövüyordu. Cezaevinde yaptığımız ilk konuşmada beni eleştirmiş, bunun yanında
da yeniden doğrulabilmem için güç vermiştin. Devrimci olmaya başladığın ve günümüze kadar gelen yıllarını şöyle
bir geriye dönüp değerlendirdiğinde; Hayatımın son 10 yılı
dolu dolu geçti. Devrim ve sosyalizmin tarihsel inancıyla dolu dolu
10 yıl işçi sınıfının, emekçilerin iktidarını kurmak için yola koyuluşumun
10 yılı... Bundan sonra ne kadar yaşarım bilmem. Fakat aynı sadelikte
ve inançla son nefesimi vereceğim diyordun. Örgütlülüğünün ilk aylarında tutsak düşmüştün. Buca Cezaevinde
kısa bir tutsaklıktan sonra mücadeleye daha ileriden katılmak için hiç
vakit kaybetmedin. Aile evinden de bu yüzden ayrılmıştın. Emekçi bir
ailenin çocuğuydun. Kendi ailenin yaşadığı ekonomik sıkıntılar canını
sıkıyordu. Bir çıkış olmalıydı. Sadece kendi ailen adına değil, tüm
işçi-emekçilerin kurtuluşu olmalıydı. Ailen ilk başta bu düşüncelere
onay vermediği için ayrılmak zorunda kaldın. Ailenden bahsederken büyük
bir gurur sarıyordu seni. Onları çok seviyordun. Sohbetlerimizde onlardan
sıkça bahsediyordun. Her ne kadar uzun seneler ayrı kalsanız da paylaşımlarınız
çok güzeldi. Senin devrimci duruşun, direngenliğin onlara büyük güç
veriyordu. Bucadan çıktıktan sonra örgütlü mücadeleye İstanbulda devam
ettin. Tekstil fabrikasında işçi olarak çalıştın. Sendikal faaliyette,
grevlerde, iş yavaşlatmalarda işçi arkadaşlarınla omuz omuza, öncü ve
örgütlü bir işçi olma bilinciyle hareket ediyordun. 1995 yılında yine
bir operasyonda tutsak düşmüştün. Bu sefer Bayrampaşa Cezaevindeydin.
Buradaki tutsaklığın da kısa sürdü. En son 98 yılının Aralık ayında
son kez tutsak düşüyordun. İlk örgütlenmeye başlayan insan nasıl heyecanlıysa, sende bu heyecan
sürekli hissediliyordu. Yaşamının sonuna kadar da kavganın o kızgın
alevinde ilk günkü gibi yanmaya devam ettin. Nazım Ustanın Aslolan
hayattır cümlesini sıkça vurguluyordun. Aslolan hayattır.
Aslolan iyiyi, kavganın sıcaklığını son nefese kadar taşımaktır. Hem
de bir an bile tereddüt etmeden diyordun. Mahkemede yaptığın
siyasi savunmanda da sermaye sınıfına olan öfke, partili olmanın verdiği
gurur kendisini çok net ortaya koyuyordu. Düzenin itirafçılık, ajanlaştırma
politikasına karşı yaptığın savunma düşmanın suratına bir tokat gibi
iniyor, ihanetin ve korkunun kaleleri birer birer yıkılıyordu. Yaptığın işlerde korkunç sabırlıydın. Aceleciliğime çok kızardın. Yaptığın
işleri son güne bırakmadan, sakin sakin, ayrıntıları gözden kaçırmadan
bitirirdin. Günlük yaşamında oldukça titiz, düzenli ve disiplinliydin.
Günü planlamadan yaşayan birisi asla devrimci olamaz. Günü
planlı yaşamayan, yarın o görkemli yapının planını nasıl yapabilir ki?
diyordun. Sosyalizme inancın ve bağlılığın rengi nasıl kızılsa, yaşanılan paylaşımlar
da bu tarzda, öyle yürekten ve sınırsızca, öyle sade ve katıksızdı.
Sabahlara kadar seni rahat bırakmaz, kafama takılan en ufak soruyu sorardım.
Havalandırma ve malta işgalinin olduğu günler seninle, yıldızları seyretmenin,
hayaller kurmanın tadı ise bambaşkaydı. Gün 26 Eylüldü. Güneş 26 Eylüle bir başka doğuyordu. Eli
kanlı cellatlar Ulucanları kan gölüne çeviriyorlardı. Siyasi bayanlar
koğuşunda barbarların teslim olun diyen iğrenç davetine
karşı sesin yankılanıyor barikatın başında; Siz devrimcilerin,
komünistlerin teslim olduğunu nerde gördünüz. Asıl siz teslim olun!
sloganı zılgıtlarla yükseliyordu göğe. Sabahın dördünde başlayan bir
direnişin senfonisi besteleniyordu. Notaları kanımızla yazılan, ONlarla
halaya durulan bir direnişin ezgisi sarıyordu bütün şehri. Barikatın ön saflarındasın... Tekstil fabrikasında yarını dokuyan proleter
ellerin şimdi eli kanlı cellatlara karşı çelikten bir yumruk. Hülya
Bucayı geçtik arkadaşlar, yoldaşlar diyerek Bucanın
direniş saatini geçtiğimizi müjdeliyor. Direniş türküleriyle kutluyoruz
bu müjdeyi ve doğan yeni günü böyle selamlıyoruz. Silah tarakalarının
sesine inat, biz marş söylüyoruz. Seninle göz göze geldiğimde gülümseyen
gözlerinle karşılaşıyorum. Birbimize kenetlenme vakti geldiğinde, omuz omuzaydık. O an son kez
olduğunu düşünüp sımsıkı sarıldım sana. Ne büyük mutluluktu. Az sonra
eli kanlı cellatların kanımızı akıtacaklarını bilmek, duyduğum mutluluğu
zerre kadar etkilemiyordu. Hepimiz yaralı ve kan kaybediyorduk. Bu haldeyken işkenceler devam
ediyor, taramalı silahların sesleri ise hiç durmuyordu. Gecenin geç
saatlerinde hücrelere atılmıştık. Ulucanlarda 26 Eylülde
başlayan direniş 26 gün boyunca hücrelerde devrimcilerin başeğmezliğiyle
sürdü. Günler sonra ilk fırsatta yanına gelmiş ve sana bir kez daha
sımsıkı sarılmıştım. İşte o an söylediğin Sonuna kadar, zafere
kadar götüreceğiz yoldaş, sana güveniyorum deyişin hala kulaklarımda.
Zorla hücrelerimize kapatılmıştık tekrardan. Söylediklerin kulaklarımda
çınlıyor, seni görebilmenin mutluluğu ile bir çocuk gibi uçuyordum. 26 gün boyunca işkenceler sürdü. Erkek arkadaşları da kurşun yaraları
olmasına rağmen hücrelere atmışlardı. Bütün işkencelere inat bizler
tek bir şeyin acısıyla sarsılıyorduk. Habipsiz Ümitsiz,
ONlarımızsız yola devam edecektik... Açlık grevimizin talepleri kabul edilip de koğuşa geçtiğimizde bizim
için zorlu bir süreç başlamıştı. Her şeyi yeni baştan, sıfırdan oluşturmak
gerekiyordu. Eski haklarımızı yeniden kazanmalıydık. Bunun yanısıra
sermaye sınıfının hücre saldırısı gündemdeydi. Yeni katliam hazırlıklarını
barbarlar büyük bir pervasızlıkla seslendiriyorlardı. Bu yüzden öncesinde
genelde konuşmadığımız bir konu olan şehitlik mertebesini katliamdan
sonra konuşur olmuştuk. Geçmişe dönüp, Ümit yoldaşla partinin ilk şehidi
olma konusundaki tartışmalarımızı, Ümitin 27 yaş ısrarını hatırlıyorduk.
Ve sen Ümit olmaktan, Habip olmaktan bahsediyordun. Yaşamları ve sergiledikleri
direnişle partimizin özü ve özeti olan yoldaşlarımızın ilk ardılı, partinin
ilk kadın şehidi olmaktan bahsediyordun. Ümitin ısrarcı 27 yaş
vurgusu kadar iddialı olmasa da, bunu sıkça vurguluyordun. Ve sen de
s&oum;zünü tuttun. Haziran aylarından bir gün havalandırmadan içeri bir başka mutlulukla,
gülümsemeyle girdin. TKİP Programı ve Tüzüğü elindeydi. Gözlerindeki
tufan görülmeye değerdi. Dakikalarca herkese sarılıp durdun. O anı resmetmeyi
o kadar çok isterdim ki. İşte tam da o günlerde partiye ve sosyalizme
sevdalı Ateş Saçan Yüreğimizi *, faşizmin hücre saldırısını, yaşamı
hücreleştirmeye çalışılan milyonlarca işçi ve emekçi adına püskürtmede
barikatın yine ön saflarında olma sevinci sarmıştı. Ölümüne direnilerek,
hücre hücre erirken bedenler, saldırı püskürtülecekti. Güneşi büyük
bir coşkuyla tilili çekerek selamlıyordun. Alın bandı törenini anlatıyordun mektubunda. Kısa ve tok bir konuşmayla
kendi alın bandını kendin takmıştın. Partinin bayrağına leke sürdürmeden,
hep yukarıda taşıyacağını belirtiyordun. Sizleri eyleminizden vazgeçirmeye
gelen birçok heyete kararlılığınızı, hücre saldırısının mutlaka püskürtüleceğini
belirtiyordunuz. Eli kanlı sermayenin faşist devleti 19 Aralıkta bir kez daha
kanlı yüzünü gösterdi. Katliam içeride ve dışarıda sürdürülürken, içeridekiler
adına direnişin mekanı değişmişti sadece. Ölüm Orucu hücrelerde ve hastanelerde
sürdürülüyordu artık. Sizin mekanınız da Numune Hastanesinin mahkum
koğuşu olmuştu. Bilinçlerde direniş gücünden hiçbir şey yitirmeden sürüyordu.
Devletin oyunları da, direnişi bitirme çabaları da nafile
bir şekilde devam ediyordu. Adalet Bakanlığının seni ve Hülyayı
Ölüm Orucu Direnişini bırakmanız koşuluyla şartlı tahliye edeceği
haberi iki müsteşar tarafından sizlere iletilmişti. Dudaklarınızda alaycı
bir gülümsemeyle direnişiniz karşısında küçüldükçe küçülen barbarlara
gereken yanıtı vermiştiniz. Devletin oynadı¤ı bu oyuna karşı,
Ölümüne direnecek, hücre saldırısını püskürtmede kendi üzerimize
düşeni yapacağız, bedelse bedel, cansa can. Bu saldırı mutlaka püskürtülecek.
Biz kazanacağız diyordunuz. Cellatlar kozlarını her zaman böyle açıktan oynamıyordu. Sen bütün
oyunlara, alçalmalara inat, geriye düşenlere bakmadan kararlı adımlarınla
yolunda ilerliyordun. Direnişe en ufak bir söz söyleyeni tereddütsüzce
mahkum ediyordun. Son nefesine kadar bu tarihsel görevi yerine getirebilmenin
mutluluğu içindeydin. Bizler dışarıda kendi payımıza hücre saldırısını püskürtmede içeridekiler
gibi olamadık. Bu yüzdendir ki, direnişin her yeni günüyle sizlerle
ayrılık vakti biraz daha yaklaşıyordu. Ölüm Orucu Direnişiniz üç mevsim geride bıraktı. Üç mevsimdir yaşam
adına, yaşamak adına edilmeyen hemen hemen hiçbir cümle kalmadı. Sizlere
direnişi bırakın, yaşamanız gerek diyorlardı. Yaşamak adına teslimiyeti
adres gösteriyordu çürümüş ve kokuşmuş platformlar. Yaşamayı nefes almak
olarak değerlendiren bu cesetlere sizler, Sizin ölüm dediğiniz
bizim zafere göz kırpışımızdır aslında diyordunuz. Duymak istemediğimiz ve bizi bir o kadar sarsan haberini hastane bahçesindeyken
öğrendik. Güneşin yolunu adımlıyordun akşam saatlerinde. İçeriden direnişçilerin
sloganlarını duyduk ilkin; Hatice Yürekli ölümsüzdür!, Devrim
şehitleri ölümsüzdür! Şimdi öldü mü diyecektik sana? Yo hayır!
Güneşe yürürken ardında birçok öğrenci, o görkemli yapının yoldaşlarını
bırakarak gidene öldü denilebilir mi hiç? Annesinden ayrılan bir çocuk,
evladından ayrılan bir ana, gözbebeği sarsılan bir yoldaşın olarak,
ne kabul edebilirim, ne de anlatabilirim seni soranlara. Bak herkes senin başeğmeden taşıdığın sevdayı konuşuyor şimdi. Bu sevdayla
uğurlanmalıydın son yolculuğunda. Tek vasiyetindi Ümitin yanına
defnedilmek. Eğer olmazsa, nerede defnedilirsen edil, bir devrimci gibi
uğurlanmak. Ve seni öyle uğurladık güneşe. O hep sevdiğin görüş
kabininde türküsüyle selamladık seni. Habip ve Ümitin izinde gideceğim diyordun. Dediğini yaptın Ateş
Saçan Yürek. Senin yüreğinden saçılan sosyalizmin o kızıl ateşi bizlere
yol gösterecek. Nasıl kahroluyorsak Habipsiz ve Ümitsiz
savaşacak olmamıza, bir de sensiz savaşmak acı veriyor. Toprakla buluşuyorsun
şimdi ve yürüyorsun güneşin izinde. O hep dilinden düşürmediğin; "Su bendini yıkar bir gün Tereddütsüzce yürüdüğün bu kavgada bir direnç çiçeği olup açtın ve
o şimdi yeşeriyor. Senden sonra sevdalı bir savaş türküsü söyleniyor
senin adına. Bu türküde sen ve senle daha da bilenen öfkemiz, daha da
harlanan isyanımız yükseliyor güneşe, İŞİTİYOR MUSUN? Artık seninle sabaha kadar süren sohbetlerimiz olmayacak. Omuzuna yaslanıp
ağlayamayacağım. Yıldızları voltada izlerken söylediğimiz o güzelim
ezgileri sensiz söyleyeceğim. Tekstil fabrikasında elleri nasır tutan
yaşamını dinleyemeyeceğim. Fakat seni konuşacak yoldaşlar. Seni anlatacak
işçi arkadaşların. Seni söyleyecek şimdi en güzel ezgi. Sana elveda demedim, demeyeceğim. Yaşamının sadeliğinde ve kızıllığında
karşılayacağız güzel günü. Devrim halayında omuz tutup Enternasyonali
hep birlikte söyleyeceğiz. Faşizmin zindanlarında kan ve canla yazılan
büyük görkemli direnişte,
Adı gibi yürekli Hatice yoldaş!..
25 Nisan 2001de seni son yolculuğuna uğurlamıştık. İstediğin
gibi; marşlarla, sloganlarla ve sana yaraşır bir törenle... Mezarının
başında seninle birlikte diğer Ölüm Orucu şehitlerini de andık törenin
bitiminde. Ölüm Orucuna dışarıdan katılan ve şehit düşen Erdoğan
Gülerin son yolculuğuna hazırlanmak için kitleye duyuruda bulunduk.
Onu da ertesi gün Salihlide uğurladık son yolculuğuna... Hani denilir ya gidenlerin ardından anılır insan. Bir dost
aynen şunları söylüyordu: Hatice 89-90 yıllarında İHD
İzmir Şubede çalışıyordu. Kiramızı ödeyemiyorduk. Paramız yoktu
ve kışın soba yakamıyorduk. Hatice o soğukta gelir, derneği açardı.
Temizliğini, kayıtları, vb. işleri yapar, evine öyle giderdi. Yönetim
kurulunun toplanamadığı, herkesin dağıldığı bir dönemde, o cefakar insan,
hiç düşünmeden ve karşılığında hiçbir şey alamadan derneği açar, akşam
olunca da kapatırdı. Sen şehit düşmeden bir hafta önce söylenmişti
bu sözler ve cenaze törenine katılma kararı alınmıştı. Annen ise şöyle diyordu: O çocukluğunda da korkusuzdu, diğer
kardeşlerini peşinden sürüklerdi. Babası kardeşlerini yazları Kuran
kurslarına gönderirdi. Hatice ise onları alıkoyar, başka kitaplar okuturdu.
Hapishaneye ilk düştüğünde bir sürü eşya ve erzak aldım, ziyaretine
gittim. Başım önümde idi. Bir an önce verip uzun bir süre gitmemekti
düşüncem. Oradaki görevli memur bana; Başını öne eğme, o inandığı
bir dava uğruna orada. Sen onunla gurur duymalısın, kaldır başını
dedi. Ondan sonra sahip çıkmaya başladım kızıma. Benzer şeyleri kardeşleri söylüyordu. Seninle sohbetlerimizde arada bir şunu söylerdin. Örgütlü mücadeleye
gönüllülük temelinde katılınır. Ve herkesin yapabileceği şeyler vardır.
Ama bunu hissetmek, anlamak, paylaşmak ve kollektif bir tarzda yürütebilmektir
önemli olan... Bilemiyorum, belki de bu son cümlenin biraz eksikliğini
yaşıyoruz, ama bu geçici bir durumdur. Ümit yoldaşın vurguladığı gibi,
artık uğruna ölmeye değer bir partimiz var. Habiplerin,
Ümitlerin belirttiği gibi, bir an olsun kavgadan geri durmamak... Senin son yolculuğundan sonra, emperyalizmin uşak takımı Telekomu
efendilerine satıyorlar. Hem de 60 milyar dolarlık bir kuruluşu İMFden
gelecek 5-6 milyar dolarlık ek kredi karşılığında. Diğer taraftan hain
sendika bürokratları sıfır sözleşmelere imza attılar. Bunların sonucunda
işsiz sayısı daha da artacak, yoksulluk daha da büyüyecek. Ülkenin yeraltı
ve yerüstü tüm zenginlikleri birer birer özelleştirme adı altında yerli
ve yabancı tekellere peşkeş çekiliyor. Son olarak sahte sendika yasasıyla
kamu emekçilerin mücadelesini boğmaya çalışıyor sermaye devleti. İzmirden bir yoldaşın Kervan yürüyordu...
Rahime Henden
Devrim davası Onlar ve Onların
izinden
Devrimci kimliği savunma ve ayakta tutmanın ağır bedeller gerektirdiği
bir dönemden geçiyoruz. Asalak burjuvazinin çeteleşmiş devleti, emperyalist
merkezlerin yol göstericiliğinde, devrimci örgütlenmeleri tasfiye etme
planını kanlı bir şekilde hayata geçirme çabasındadır. Bu, kirli ve
işçi-emekçileri kölelik batağında boğma planının önündeki en büyük engel,
devrimci ve komünistlerdir. Bu konuda açık bir bilince sahip olan sermaye
düzeni, tutsak devrimci ve komünistleri saldırının ilk hedefi olarak
seçmiştir. Ancak bu plan, onlarca devrimcinin hayatı pahasına direnişle
engellenmektedir. Devrim davasına bağlılığın en destansı örneklerini veren devrimci tutsaklar,
ölümün üzerine yürümekte tereddüt etmemektedirler. Başından beri bu
yürüyüşte yeralan Hatice yoldaş, Ümit ve Habip yoldaşların yolundan
ilerleyerek ölümsüzler kervanına katıldı. Örgüt ve parti yaşamında,
düşman karşısındaki tavizsiz tutumunda olduğu gibi, yaşamının son direnişinde
de parti, devrim ve sosyalizme sonuna kadar bağlı olduğunu gösterdi.
Ancak bu son direniş, herhangi bir direniş değildir. Bu direniş yeni
başlangıçlara esin kaynağı olan, güç katan, fiziki anlamda bir kayıp
olmakla beraber, aynı zamanda partiyi ve devrim davasını güçlendiren
bir direniştir. Ve yaşamın çizgisini bütünleyen bir özelliğe de sahiptir. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya uğruna yaşamlarını ortaya koymayı bu
ideali savunmak kadar doğal sayan devrimcilerin, kuşkusuz övülmeye ihtiyaçları
yoktur. Zira yaşamları ortadadır. Bu yaşamlardan süzülecek güçlü yönlerin,
mücadeleyi sürdüren kuşaklara aktarılmasıdır önemli olan. Bir toplantı arasında bir ozanın Bir insan değiştirdiği adresler
kadar yaşar dizesinden bahsettiğimde, gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı.
O zaman ben çok yaşamışım dedi. Anladım ki, bir devrimci olarak çok
adres değiştirmiş. Sömürü ve zorbalığın sembolü olan burjuvazinin, bu azınlık saltanatını
sürdürmek için hiçbir vahşetten kaçınmayacağını biliriz. Ve bu zorbalığın
ilk hedefinin devrimciler ve komünistler olduğunu da biliriz. Buna rağmen,
bir devrimcinin, bir yoldaşımızın fiziki olarak aramızdan ayrılışını
kolayından kabullenemeyiz. Bu durum, belki cephelerin şimdiki eşitsizliğinden
kaynaklanmaktadır. Aramızdan ayrılanların ise, son nefeslerini verirken,
tüm yaşama tutkularına rağmen rahat olmaları, son nefesin bile (olması
gerektiği gibi) idealler uğruna veriliyor olmasından olsa gerek. Ya
da Lyon barikatlarında son nefesini vermek üzere olan dokumacı Bouvrinin
arkadaşı Stocka dediği gibi; Sil gözünün yaşlarını delikanlı, ben henüz yaşıyorum. Ölsem
de arkamdan zırlama, yerime geç. Hepimiz ölümlüyüz ama iş orada değil.
Mesele insanın niçin öldüğünde. Ben kendi yirmibeş yılımı, bir tok fabrikatör
domuzun altmış yılına vermezdim. Hem döşekteki ölümün nesi daha iyi
barikattaki ölümden... (Ateşi Çalmak, C:1, s.508) Dünyanın bütün barikatlarında düşenlerin önünde saygıyla eğiliyorum.
TKİP kurucu üyesi/ÖO şehidi Hatice Yürekliye... Son ana kadar parti bayrağına
ve devrimci ideallerine
Seninle son ayrılışımızda ikimizin de elinde ağırlığımızdan daha ağır
valizlerimiz vardı. Birbirimize uzak mesafeden gözlerimizle hoşçakal
dedik. Ve bir süre sonra tutsak düştüğün haberi geldi. Düşmana karşı
diğer yoldaşlarla birlikte direnmiştiniz... Birlikte kısa bir süre aynı tekstil fabrikasında çalıştık, sonra birden
ortadan kayboldun. Uzun bir süre senden haber alamadım. Kötü haberi
gazetelerden öğrendim. Tutsak düştüğün haberi ve diğer yoldaşlarla fotoğrafların
vardı gazete sayfalarında. Beni partiye kazanmada Habip yoldaşın ve
senin emeğin vardır. Ve kimbilir kaç fabrikada yeni yoldaşlar kazandırdın
partiye. Hatice yoldaş, ölümü kucaklamada soyadın kadar Yürekli
oldun. Son ana kadar parti bayrağına ve devrimci ideallerine sımsıkı
sarıldın. Bizler, diğer yoldaşlarla birlikte emanetinize en iyi biçimde
ve sonuna kadar sahip çıkacağız. Habip ve Ümit yoldaşları uğurladığımızda, yazarken çok zorlanmıştım.
İnsanın içindeki acıyı, kini, öfkeyi yaşadığı kadarıyla aktarması zor
oluyor, hele bir de sözkonusu olan yoldaşlarıysa... Bu devlet en acımasız bir şekilde kalleşçe ve kahpece katlediyor. Türkiyede
yoksulluk çeken milyonlar hiç mi hiç umurunda değil. Sisteme muhalefet
eden kim varsa yok etmek için saldırıyor. Tabii ki en başta devrimcileri
ve komünistleri ezmeyi ve yoketmeyi amaçlıyor. Ancak hiçbir saldırı
bizleri sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratmak için yürüttüğümüz mücadeleden
vazgeçiremeyecektir. Yoldaş, seni yağmurla birlikte uğurladık, bardaktan boşanırcasına yağan
yağmur ölümsüzlüğünü duyurdu. Birden gözümün önünde canlandın; benden
buraya kadar diyordun, yaşatacaklarımızla beraber
diyordun... Aylarca direndin, direniyorlar, burjuvazi bile şaşırıyor bu işe. Katletme
operasyonlarının hiçbiri bir sonuç vermedi. Hergün bir yenisi eklendi.
Ellerinden gelse herkesi yok edecekler. Ama bunun faturasını da iyi
biliyorlar. Yıllardır devrim yolunda bedel ödeyen yiğit devrimcilerin
bir gün gelip işçi sınıfının önderliğinde bu faturayı burjuvaziye ödeteceğinden
zerre kadar kuşkum yoktur. Bizler yarınları işçilerle birlikte kucaklayacağız
Yürekli yoldaşım. Şu an birçok direnişçi yoldaşımız ve siper yoldaşının bilinci kapalı,
devlet zorla müdahaleye devam ediyor. Sakat bırakmaya devam ediyor. Dışarıda Ölüm Orucu direnişine destek veren ailelerin eylemlerine müdahale
ediliyor, evleri zorla basılıp direnişçiler hastahanelere kaldırılıyor.
Başaramayacaklar, bedenleri hücrelere kapatmakla, ikiyüzlülükle, baskıyla,
yalan ve demagojiyle mücadele tarihimizi unutturamayacaklar. Partimizin kurucularından Hatice Yürekli yoldaş ve diğer yoldaşların
bize devrettiği davaya bağlılığım sonsuz olacak. Sizlerden devraldığım
bayrağı leke sürdürmeden taşıyacağım. Tekstil işçisi yoldaşın Heyula Ülkemin gecelerinde E. Yılmaz/ Aralık 00 |
|||||