Büyük zindan direnişi 200lü günlere girmiş bulunuyor. Şimdiden
tarihe malolan bu direniş, onlarca devrimcinin hayatı, onlarcasının
sakat kalması pahasına bugünlere getirilmiştir. İlerleyen günlerde onlarca
direnişçi de aynı yolu izleyecektir. Hastanelerde, F tiplerinde direnenler,
bunun böyle olacağını büyük bir inanç ve kararlılıkla ifade etmektedirler.
Direnişin başlangıcında, zaferin uzun ve zorlu bir yolun ürünü olarak
elde edilebileceği konusunda, direnişçiler başta olmak üzere, devrimcilerde
net bir bilinç açıklığı mevcuttu. Ama direnişin böylesine uzun ve çetin
bir süreç izleyeceği tahmin edilemiyordu. Direniş tüm zorlu koşullara karşın büyük bir fedakarlıklarla sürdürüldü.
Direnişçi tutsaklar verdikleri sözün arkasında durdular. Direniş cephesi
arkasındaki güçlere, kaybettiği mevzilere bir an olsun takılmadan, tereddütsüzce
yoluna devam etti. Direniş mekanındaki değişiklikler, örülen yalıtılmışlık
duvarları ve faşist ablukaya rağmen zorlu yürüyüş kararlılıkla sürüyor.
Kilitlenmenin ortaya çıkış seyri Bu mücadelede iki karşıt cephe, mevcut güç ve olanaklarını en etkili
darbeyi vuracak biçimde harekete geçirmeye çalışıyor, cephe önünü ve
arkasını güçlendirmek için sistemli ve sürekli bir çaba ortaya konuluyordu.
Katliam öncesi ve sonrası süreç, karşılıklı taktik manevralarla, sürecin
seyrini kendi lehine çevirme çabasıyla şekillendi. Direniş cephesi maddi güçler dengesi açısından düşmanla karşılaştırılamayacak
bir zayıflığa sahipti. Tam da bu nedenle, devletin saldırılarına direnirken,
kendi güçlerini yetkinleştirmek, cephe gerisini güçlendirmek ve taktik
açıklık içinde olmak durumundaydı. Katliama varan süreç bu açıdan gözler önündedir. Sermaye devleti taktik
ve saldırı kapasitesi açısından üstünlüğünü hedeflerine uygun biçimde
kullanmış, direniş cephesi ise bunu karşılayacak güçte bir taktik tutum
ortaya koyamamış, devlet karşısında mevzilerini güçlendirememiş, manevralarını
boşa çıkaramamıştır. Bu sayede devlet hem katliam ön sürecinde hem de
sonrasında direniş cephesini bölmüş, mevzilerini aşmış, cephe gerisini
dağıtmıştır. Ama tüm bunlara karşın zaferi kazanamamıştır. Karşısında
artık sadece elleri-kolları bağlanmış direnişçiler vardır. Ama sahip
oldukları irade ve inanç o kadar güçlüdür ki, düzen cephesi sahip olduğu
tüm üstünlüğe karşın direnişi kıramamıştır. Direnişçiler sonuna kadar direnmeye kararlıydılar. Direnişin kaybettiği
mevzilerin geri alınmasının, cephe gerisinin güçlendirilmesinin sergilenecek
yiğitliğe bağlı olduğunun ve bunun da büyük bedeller gerektirdiğinin
bilincindeydiler. Ölümsüzleşen bedenlerle cephe gerisinden ses gelecek,
düşmanın oyunları boşa çıkarılacaktı. Ve birbiri ardına düşen şehitlerle, direniş cephesi kaybettiği mevzileri
koparıp almaya başladı. Ölümüne kararlılık, tüm potansiyel güçleri yeniden
saflaşmaya ve tutum almaya zorladı. Ne var ki bu düşman karşısında bir
güce dönüştürülemedi. Böylece, böylesine kapsamlı ve zorlu çatışmada
şu tablo ortaya çıktı: Artık ne devlet direnişi bitirebilmekte, ne de
direniş cephesi devlete diz çöktürecek bir gücü ortaya çıkarabilmektedir.
Zindan mücadelesinin geldiği bu kritik evre bir kilitlenme durumunu
ifade etmektedir. Kilitlenmenin ne yönde aşılacağı, tarafların taktik
manevra kabiliyetine ve bunun ortaya çıkaracağı yeni güçlere bağlı olacaktır. Sermaye devletinin kilitlenmeyi Sermaye devleti kilitlenme durumunu kendi lehine aşmak için, öncelikle
direnişçi tutsakların taleplerini ve iradesini hiçe saymakta, F tiplerinde
tecriti meşrulaştıracak bir takım manevraları yaşama geçirmektedir.
Böylece direnişin meşruluğunu gölgelemeye, kendisine yönelecek tepkilerin
önünü baştan almaya çalışmaktadır. Ama bu adımlar hedefine ulaşamamıştır.
Direnişin meşruluğunu gölgeleyememiş, tecriti meşrulaştıramamış ve mevcut
duyarlılığın yönünü saptıramamıştır. Bununla birlikte, direnişi sahiplenmenin
devlet üzerinde basınç kuracak bir güç olarak kendisini ifade etmemesi
nedeniyle, bu manevralar direnişçi tutsakların iradesini zayıflatmak
için kullanılmaktadır. Bunda ne kadar başarılı olduğu ise ortadadır.
Sermaye devleti şimdi tüm güç ve olanaklarını direnişçi tutsakların
iradelerini kırmak için yoğunlaştırmıştır. Ölümler ve sakat bırakma
pahasına direnişçi tutsaklar sistematik işkenceden geçirilmektedir.
Tutsakların ölümleri karşısında devletin takındığı kayıtsızlık ile
ölümlere rağmen toplumsal duyarlılığın henüz kendisini tam ortaya koyamaması,
tutsakların direnicini kırmak için kullanılmaktadır. Zorla müdahalelerle,
günlük terapi işkenceleriyle, ailelerin bu yönlü kullanılmaya çalışılmasıyla,
direnişçiler üzerinde tam bir abluka yaratılmıştır. Böyle bir abluka
karşısında direnişçiler geçmiştekini kat kat aşan bir güç ve irade sergilemek,
düşmanın bu oyunlarını iradelerine dayanarak çökertmek durumundadırlar.
200lü günleri aşan direniş, doğallığında fiziki çöküşle beraber
zihinsel zayıflıklara yolaçmıştır. Bunun kendisi, direnişçi tutsakların
nasıl da korkunç bir direniş ruhu ve inançla hareket ettiklerinin somut
kanıtıdır. Elbette bu koşullarda dökülmeler olacaktır ve bu bir yerde doğaldır.
Burada önemli olan, direnişin direnişçi tutsakların büyük kitlesince
sürdürülüyor olmasıdır. Şunu da belirtelim ki, çoğu faşist devletin kirli yalanlarından öteye
gidemeyen dökülmeler de direnişçilerin iradelerini kırmak için önemli
bir malzeme olarak kullanılmaktadır. Devletin direnişi kırmaya dönük bu çabalarının dışarıya dönük yanı
ise, toplumsal duyarlılığı kırmak, direnişe dönük sempatiyi yoketmektir.
Bunun için, direnişçilerin birçoğunun direnişten vazgeçtiği biçiminde
kirli ve çoğu yalana dayalı bir propaganda yürütmektedir. Sermaye devletinin kilitlenmeyi kendi lehine aşma yönünde yaptıkları
bundan ibarettir. Bunun dışında da yapabileceği fazla bir şey yoktur.
Direniş her türlü manevra ve oyuna karşın bitirilememiştir ve bitirilemeyecektir.
Kilitlenme devrimci yönde Direniş cephesinden mevcut kilitlenmenin aşılması, esasta toplumsal
güçlerin eylemli bir tarzda bu sürece dahil edilebilmesinden geçmektedir.
Direniş cephesinin devleti dize getirecek gücü ortaya çıkarması, cephe
gerisinde duran ya da yüzünü cepheye çevirmiş kitlelerin bizzat cephe
önüne taşınması ile mümkündür. Ödenen tüm bedellere karşın bu güç ortaya çıkarılamamıştır. Devletin
kayıtsızlığı ve hücre saldırısındaki ısrarı sınırlı protestolara konu
edilmekte, ölümsüzleşen tutsaklar katliamcı devletin lanetlendiği kitlesel
protestolarla değil, yalıtılmış mezarlarda yapılan anma törenleriyle
uğurlanabilmektedir. Bunun dışında işçi ve emekçilerin merkezi eylemlerinde
direnişçilerin sesi alanlara taşınmaktadır. Direniş cephesindeki mevcut
güçler ve bu güçler üzerinden ortaya konulan etkinliğin düzeyi bu kadardır.
Bu haliyle de mevcut kilitlenme aşılamamakta, bedeller ağırlaşmaktadır. O halde, kilitlenmeyi aşma yönünde, direniş cephesinden çıkarılacak
toplumsal güçler nasıl anlaşılmalıdır? Genel çerçevede bakıldığında,
bu güçlerin işçi ve emekçi kitleler olduğu açıktır. Eğer hücre saldırısı
genel bir saldırı, işçi ve emekçileri boyun eğdirmenin bir aracı olarak
devreye sokuluyorsa, direniş cephesinin de böylesine bir toplumsal zemine
oturtulması temel bir zorunluluktur. Ancak işçi ve emekçi hareketinin
yaşadığı zayıflık tablosu bunun öyle kısa vadede çözülemeyeceğini ortaya
koymaktadır. Ki direniş tam da işçi ve emekçi kitlelerin yaşadığı bu
zayıflık tablosu nedeniyle zorunlu olarak başlatılmış, devrimci tutsaklar
bedenlerini öne sürmek zorunda kalmışlardır. Ama direniş işçi ve emekçi
kitlelerden umut kesmenin bir ürünü olarak değil, direnişin sarsıı etkisiyle
onu direnişin bir parçası haline getirmek için başlatılmıştır. Kilitlenmeyi aşacak toplumsal güçler Direniş, saldırıya karşı bizzat muhataplarınca verilmiş bir yanıt olduğu
gibi, o ana kadar hücre karşıtı eksende şekilenmeye başlayan muhalefetin
önünü açmak, daha geniş güçleri, esasta işçi ve emekçi kitleleri sürecin
bir parçası haline getirerek saldırı karşısında güçlü bir toplumsal
muhalefeti ortaya çıkarmak amacıyla başlatıldı. Nitekim, katliam öncesi
süreçte anlamlı başarılar elde edildi. Önemli bir hücre karşıtı duyarlılık,
kitlesel ve eylemli bir destek kazanıldı ve bir taraflaşmayı zorladı.
Devlet karşısında önemli bir güç ortaya çıkardı. Ama ortaya çıkarılan bu güç esasta küçük-burjuva bir karaktere sahipti.
Direnişin yarattığı ilk etkiyle harekete geçirilebilmişti, ama bu sınıfsal
köken beraberinde hücre saldırısının stratejik anlamına uygun bir karşı
güç olma niteliğine sahip değildi. Hücre saldırısını püskürtecek, direnişi
zaferle taçlandıracak güçler, esasta tüm bu güç ve olanaklar tablosuna
dayanarak işçi ve emekçileri yaratılan kutuplaşmada bir taraf haline
getirerek elde edilebilirdi. Ancak hem işçi ve emekçi hareketinin yaşadığı
zayıflık tablosu, hem de devrimci örgütlülüklerin direnişin yarattığı
birikimi işçi ve emekçi kitlelere doğru derinleştirme çaba, kapasite
ve yetenekten yoksun olmaları nedeniyle bu başarılamadı. Katliam, hemen öncesiyle ve sonrasıyla bu küçük-burjuva karakterli
hücre karşıtı toplumsal güçlerin tutarsızlığını, yalpalayan konumunu
ortaya serdi. Direniş, katliam öncesindeki bu destek güçlerini kaybetmiş
oldu. Bugün ölümlerin peşpeşe gelmesi üzerine yine en duyarlı ve sınırlı
etkinliklerin katılımcısı küçük-burjuva karakterde aynı toplumsal güçlerdir.
Ancak katliam öncesinde ortaya koydukları gücün çok gerisinde bir destek
sunmaktadırlar. İşçi ve emekçiler de direnişe dönük oldukça anlamlı bir duyarlılık
ve ilgi göstermektedirler. 1 Mayısta işçi ve emekçi kitleler şahsında
görülen hücre karşıtı duyarlılık bunun en çarpıcı göstergesidir. Ama
tüm bu duyarlılık ve ilgiye rağmen, işçi ve emekçi kitleler henüz direniş
cephesinin dışındadırlar. Daha çok izlemekle yetinmektedirler. Direniş cephesine toplumsal planda verilen destek, gösterilen ilgi
ve duyarlılık üzerinden buraya kadar söylediklerimizi genellersek şu
sonuca varırız: Bugün direnişe dönük destek katliam öncesi dönemin oldukça
gerisindedir, fakat ilgi ve duyarlılık katliam öncesi düzeyin çok çok
ilerisindedir. Bu hem bu ilginin ve duyarlılığın düzeyi, hem de kapsamı
açısından böyledir. Demek ki, eğer kilitlenme devrimci yönde aşılacaksa,
öncelikle bu olanaklar tablosunu değerlendirmek ve direniş cephesine
katmak gerekmektedir. Kilitlenmeyi aşacak sınıfsal Mevcut güç ve olanaklar tablosunu direniş lehine değerlendirmek, öncelikle
ilgi ve duyarlılığa eylemli bir kanal açmaktan geçmektedir. Gerek direnişe
destek amaçlı etkinlikler, gerekse işçi ve emekçilerin merkezi eylemlerinde
görülmektedir ki, böyle bir kanal açıldığında önemli güçler direnişe
destek ekseninde alanlara çıkabilmektedirler. Özellikle küçük-burjuva
dinamikler böylesi eylemlere katılabilmektedirler. Sadece bu güçlerin
harekete geçirilmesi bile, suskunluk ve belirsizlik tablosunu bir nebze
kırmanın yolunu açacaktır. Ama bunun için, hedefine hücre saldırısını ve sermaye devletini koymuş
bir eylem programı gereklidir. Bu açıdan son günlerde yapılan Beyazıt
eylemi oldukça anlamlı bir tablo sunmuştur. Yeterli bir ön hazırlık
çalışması yapılmamasına karşın bine yakın kişinin devlet saldırısına
açık böyle bir eyleme katılması önemlidir. Yine bazı sendika, kitle
örgütü ve devrimci örgütlülüklerin ortak olarak düzenleyecekleri Ankara
yürüyüşü bu açıdan mevcut tabloyu biraz olsun değiştirecek bir niteliğe
sahiptir. Bu cepheden eylemliliklerin sürdürülmesi duyarlılığa bir kanal
açacak, açılan bu kanaldan direniş sürdükçe yeni güçler ilerleyecektir. Şu bir gerçektir ki, sermaye devleti bu tür eylemliliklere, özellikle
liberal sol güçleri sindirmek için kesintisiz bir zor uygulayacaktır.
Nitekim geçmişte bunda önemli başarılar kazanmıştır. Bu saldırıyı püskürtecek
olanlarsa devrimci güçlerdir. Bugüne kadar devrimci güçler adına içerdeki
direnişin anlamına ve ruhuna uygun direnişçi bir çizgi yeterince izlenememiştir.
Halbuki devlet terörünün azgınca yürütüldüğü böylesi dönemlerde, dar
bir kitleyle de olsa sokaklara çıkma iradesinin gösterilmesi, geride
duran kitlelere de güç ve güven verecek, yasakların ve faşist ablukanın
parçalanmasının yolu açılacaktır. Dolayısıyla kitlelerdeki mevcut duyarlılığın
direniş cephesine taze güçler olarak taşınabilmesi, ablukayı önden yaracak
güçlerin direngenliğine bağlıolacaktır. Sorunlar, olanaklar ve görevler Bugün devrimci direngenlik ve eldeki güçler üzerinden yapılacak eylemliliklerle
harekete geçirilecek toplumsal güçler ağırlıkla küçük-burjuva karakterli
yığınlar olacaktır. Çünkü işçi ve emekçi kitleler tüm ilgi ve duyarlılıklarına
karşın, direnişin başlangıcında sahip oldukları zayıflıkları henüz aşabilmiş
değildirler. Ancak, düzenin yaşadığı kriz ve ağırlaşan faturasının yarattığı
önemli mücadele arayışına ve birikimine sahiptirler. Yanısıra devrimci
tutsakların direnişçi tutumlarından etkilenmektedirler. Tüm bu olumluluklara
karşın, işçi ve emekçiler sendika bürokrasisinin ihanetini aşamamakta,
mücadele alanlarına çıkamamaktadırlar. İşçi ve emekçi hareketinin yaşadığı
mevcut tablo genel hatlarıyla budur. Öyleyse, işçi ve emekçi kitleler
hücre saldırısına karşı toplumal bir güç olarak nasıl harekete geçirilebilirler? Bu sorunun birbirine sıkı sıkıya bağlı iki yanı mevcuttur. Birincisi,
sermayenin sınıfa dönük saldırılarına karşı bir direniş cephesinin örülmesi;
ikincisi ise bu direniş cephesinin hücre saldırısını da içerecek bir
biçimde genişletilmesidir. Böyle bir direniş cephesinin örülebilmesi
için öncelikle yapılması gereken, ilerici-devrimci işçi ve emekçiler
ile sendikacıların, güncel ve acil istemleri temeli üzerinde sermayenin
sınıfa dönük saldırıları ile hücre saldırısına karşı güçlerini birleştirebilmesidir.
Hem sendika bürokrasisinin ihanetini parçalamak, hem sermayenin saldırılarına
karşı sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesini örgütlemek ve hem
de zindan direnişe dönük duyarlılığın toplumsal bir güce dönüştürülmesi
buradan geçmektedir. Bu hem sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadele
ihtiyaını karşılayacak, hem de zindanlarda kilitlenen mücadelenin devrimci
yönde aşılması için gereken güçleri ortaya çıkaracaktır. Bu açıdan Ulucanlar katliamı sonrasında ilerici sendikacı ve emekçilerce
oluşturulan İEP deneyimi irdelenmek durumundadır. Taşıdığı tüm zayıflıklara,
bu zayıflıkların ürünü olarak yaşadığı tıkanmaya karşın, İEP deneyimi
bu anlamda tüm ilerici-devrimci sınıf güçleri tarafından irdelenmeli,
onun zayıflıklarını aşan, sosyal yıkım ve hücre karşıtı öfkeyi aynı
kanalda birleştiren bir tutum geliştirilebilmelidir. Üzerinde özel bir
biçimde durmayı gerektiren bu konu, bu yazının kapsamını aşmaktadır.
Bu nedenle değinmekle yetiniyoruz. Direnişin tayin edici rolü Kilitlenmenin devrimci yönde aşılması için dışarıda yapılacaklar, büyük
bir görev ve sorumluluk alanı olarak tüm devrimci güçlerin önünde durmaktadır.
Bununla birlikte, tüm bu pratik çaba zindanlar cephesinde atılacak adımlarla
tamamlanmak durumundadır. Sermaye devletinin direnişi zayıflatmak ve
dışarıda oluşan ilgi ve sempatiyi dağıtmak için yukarıda ortaya koyduğumuz
saldırıların boşa çıkarılması zorunludur. Bu, bugüne kadar destansı bir direnişi yazan devrimci tutsaklar cephesinden,
devletin direnişi ve direnişin etkisini zayıflatmaya dönük attığı adımları
boşa çıkaracak nitelikte olmalıdır. Yani bir kez daha dışarının tutumunu,
içerisi belirleyecektir. Bu açıdan, direnişçi tutsakların 4. Ö.O ekibi
çıkarması önemli bir adımdır. Sermaye devletinin direnişin zayıfladığı,
tutsakların parça parça direnişi bıraktığı biçimindeki demagojik propagandası
bu adımla parçalanacaktır. Direnişin güçlendirilmesi için bir başka adım, direnişin taleplerinin
işçi ve emekçilerin yakıcı talepleriyle birleştirilmesidir. Sermaye
devleti, direnişin siyasal taleplere sahip olmasını onun dışa dönük
etkisini kırabilmenin bir aracı olarak kullanmaktadır. Bunun temel nedeni,
sözkonusu talepler üzerinden etkili bir propaganda yapılamamasıdır.
Devletin bu çabalarını boşa çıkarabilmek, direnişin taleplerinin zindan
sorunuyla sınırlandırılması ile değil, direnişin siyasal taleplerinin
etkin bir propagandaya konu edilmesiyle mümkün olur. Gün direnişi sokaklara, alanlara, Devrimci tutsakların şehitler ve sakatlıklar pahasına direnişi zafere
kadar taşıyacaklarına kuşkumuz yoktur. 200lü günleri aşan direniş
bunu yeterli açıklıkta göstermiştir. Gün, direnişe omuz verme, gerçek
anlamıyla direniş ruhunu alanlara, sokaklara, fabrikalara taşıma günüdür.
Bu bilinçle direnişi büyütüp, sermaye devletine diz çöktürelim.
Adanada Ölüm Orucu direnişiyle
dayanışma eylemleri
Eylemden bir kaç gün önce yapılan toplantıya yaklaşık
18 kurum temsilcisi katıldı. Toplantıda EMEPli ve ÖDPli
reformistler Ölüm Orucu direnişini sonuçları üzerinden değerlendirip,
tutsak yakınlarının yaptıkları eylemlerin marjinal kaldığını, kitleselleşmenin
bu tarz eylemlerle başarılamayacağını ileri sürdüler. Bunu, TÜSİAD ve
Avrupa Parlementosunun konuya yönelik açıklamalarının daha etkili
olduğu vb. saçmalıklarla birleştirerek bir tartışma ortamı yarattılar.
Reformistlere Pir Sultan Abdal Derneği de destek verdi. Reformistler,
atılan sloganlarla ölümün kutsallaştırıldığını, bunun da eylemleri darlaştırdığını
ileri sürmekten de geri durmadılar. Hücre karşıtı eylemlerde neredeyse hiç yer almayan
EMEPin ve dönem dönem hücre karşıtı eylemlerde ve açıklamalarda
kendini ifade eden ÖDPnin tavrı, toplantının öteki katılımcıları
tarafından tepkiyle karşılandı. Hücrelerde yükselen direnişin sınıf mücadelesinin
bir parçası olduğunu yok sayan bu reformist takımının, bu eylemi gerçek
anlamda sahiplenmesi ve samimi bir destek sunması da beklenemez zaten.
Yaşanan ölümlerin ağırlığı altında ve tabandan gelen basıncın etkisiyle
bu eylemlere göstermelik olarak katılım gerçekleştirdikleri, bu tartışmalarda
daha da netleşti. *** 13 Mayıs Anneler Gününde Adana İHD Cezaevi
Komisyonunun aldığı karar doğrultusunda İHD önünde tutsak analarının
anneler günü kutlandı. İHD önünde toplanan analara kurumlar tarafından
karanfiller verildi. Eyleme Ceyhan saldırısında şehit düşen Halil Önder'in
annesi de katıldı. Eylemde hücre karşıtı sloganlar atıldı ve kurum temsilcileri
birer konuşma yaptılar. *** 16 Mayıs'ta Uğur Mumcu Meydanında bir basın
açıklamasıyla Ölüm Oruçlarında gelinen son durum ve yaşanan ölümler
karşısında hükümetin duyarsızlığı dile getirildi. Eyleme Genel-İş 6.
Bölge, Emekli-Sen, BTS, Halkevi, Kızıl Bayrak, Alınterimiz, Devrimci
Demokrasi, Atılım, Barikat, Tuyab, Dayanışma-Der, Tuhayder, HADEP ve
EMEP katıldılar. "İçerde, dışarda hücreleri parçala!",
"Devrimci tutsaklar onurumuzdur!", "Yaşasın Ölüm Orucu
direnişimiz!" sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından kitlesel
olarak Cemalpaşa Postanesine gidilerek Adalet Bakanlığına
faks çekme eylemi gerçekleştirildi. Postane önünde atılan sloganlarla
eylem sona erdi. |
|||||