Bu kölelik düzeninde de vardı. İsyancı köle diğerlerinden ayrılırdı.
Ya teslim olur, köle sahibinin dediğini kabullenir, ya da sonuçta öldürülürdü.
Bu kah aç bırakmakla, kah işkenceyle, kah fazla ve ağır işlerde çalıştırmayla
olurdu. Bu yöntem, bugün daha modern bir şekilde yapılıyor. Bugün az sayıdaki emperyalist ülkenin çıkarları için dünya koca bir
köleler dünyasına çevrilmiştir ve bu kölelik her geçen gün ağırlaşmaktadır.
Burada köle sözcüğünü bilinçli bir tercih olarak kullanıyorum. Eskiden
de köleler vardı. Köle sahibinin iş gücüydü bunlar. Köle sahibinin verdiği
bir lokma ekmekle yaşarlardı. Ücret almazlardı. Ayakları zincirliydi.
Söz hakları, itiraz etme olanakları yoktu. Modern çağın köleleri ise
biz işçi ve emekçileriz. Eski çağ kölelerinden farkımız elbette var.
İş gücümüzü burjuvaziye para karşılığında satıyoruz. Ama karşılığı yine
bir lokma ekmek ve sefalet. Ayaklarımızda zincir yok, ama burjuvazi
verdiği eğitimle, bilinçle, yaşama bakışımızla, günlük yaşantımızla
bizi öyle bir zincirlemiştir ki, bunu g¨remiyoruz. Bu zincir şimdi ayaklarımızda
değil beyinlerimizdedir. Günlük yaşamımızın dahi onlar tarafından belirlenmesidir.
Bu zincir tam da bundan dolayı diğerlerinden daha kalın bir zincirdir.
Mesela kölelerin söz hakkı, itiraz etme olanağı yoktu diyoruz. Peki,
bugün biz modern kölelerin söz hakkı, itiraz etme hakkımız var mıdır?
Günümüzde söz hakkı sadece oy kullanmakla sınırlıdır ki, bu da hiç de
bizim çıkarımıza olmayan bir haktır. Sadece bugünkü köle sahiplerine
biz köleleri yönetin diyoruz. Yönetimde yoksak, alınan kararlarda yoksak,
söz hakkımız nerede peki? Bu durumda sokağa kalıyor söz hakkı. Sokağa
çıktığımızda, panzerli, silahlı, bombalı, coplu koca bir ordu ile karşı
karşıya kalıyoruz. Köle sahiplerinin ordusu! Niye bu ordular peki? Senin
can güvenliğin için diyorlar. Can güvenliğinin bu koruyucular
tarafından tehdit edildiğini görmek çok sürmüyor! Sen kölesin, senin
neyine söz hakkı! Bırak köle sahipleri döndürsün bu sömürüçarkını. Kafa
tutmak, bu düzeni değiştirmek senin neyine! Coplanırsın, tutuklanırsın,
cezaevlerine tıkılırsın. Bu cezaevleri de aynı kölelik düzenindeki gibidir. İsyan eden, başkaldıran
modern köleyi uysallaştırmak, baş eğdirtmek, kişiliksiz ve kimliksiz
hale getirmek içindir. Yetmedi, daha rahat işkence etmek, katletmek
içindir. Tıpkı günümüzde yaşanan cezaevi katliamlarının örneklediği
gibi. Daha da moderni F tipleridir. Buradakiler, bu düzene
baş eğmeyen, onu yıkmayı düşünen ve biz işçi-emekçilerin iktidarını
savunan kişilerdir. Devrimcilerdir. Yıllarca katledildiler, işkence
gördüler, ama işçi sınıfı ve emekçilerin insanca yaşayacakları bir düzen
için mücadeleden taviz vermediler. Şimdi F tiplerine kapatılıyorlar. Sırf beyinlerindeki ve yüreklerindeki
aydınlığı ve insanlıklarını yokedebilmek için, modern köle sahibi burjuvazinin
devleti onlara hücreleri dayatıyor. O güzelim insanları yalnızlaştırıyorlar.
Bizlerden, yaşamdan soyutluyorlar. Buna izolasyon ve tecrit deniliyor.
Arkadaşlarıyla görüştürülmüyor, aileleri ve avukatlarıyla görüşmelerine
bir yığın engel getiriliyor. İnsan sosyal bir varlıktı hani? İnsan hakları
vardı hani? F tipi hücreler bu barbar sömürge düzeninin korunması içindir. İçerde
devrimci tutsaklar, dışarda biz işçi ve emekçiler yalnızlaştırılarak
teslim alınmak isteniyoruz. Yalnızlığın nasıl bir duygu olduğunu anlamak
hiç de zor değil. Kendinizi kapatın bir odaya, ışık yok, ses yok, zaman
kavramı yok. Buna ne kadar dayanabilirsiniz? Ya da işyerinde grevde,
direniştesiniz, ama destek alamıyor, yalnız kalıyorsunuz. Bu yalnızlığın
sonucu sizin yenilginiz oluyor. Bugünkü yalnızlığımız bizim bilinçli bir tercihimiz değil,
beynimizdeki kıramadığımız zincirlerimizden dolayıdır. Bundan dolayı
güçlerimizi birleştiremiyor, milyonlardan oluşan bir emek ordusu olarak
harekete geçemiyoruz. F tiplerine katledilerek kapatılan kardeşlerimiz, o güzel pırıl pırıl
insanlar, bu ülkede doğmuş büyümüş, bu ülkenin insanlarıdır. Ya işçi
ve emekçi ya da onların çocuklarıdır. Ve onlar bizlerin geleceğini savundukları
için oradalar. Yarın mücadeleyi yükselttiğimizde, bizleri de oralara
atacaklar. Hücreler sadece onlar için değil, hakkını arayan, sömürüye
dur diyen tüm işçi ve emekçiler içindir. Bizler için yaptıkları bu hücre
mezarları yıkmak en öncelikli görevlerimizden biridir. Asalak burjuvazi beynimize vurduğu zincirlerle bize yalnızlığı dayatıyor,
bu sayede etrafımıza ördüğü hücre duvarlarını daha da kalınlaştırıyor.
Artık bu zincirleri kırmak için bir yerlerden başlamalıyız. Kurtköyden bir işçi
Antakyada sel emekçileri vurdu
Tarıma dayalı geçim kaynaklarının yoğun olduğu Antakyada sel
tarım alanlarını da yok etti. Her yıl yaklaşık 100 bin tarım işçisinin
ağır çalışma koşulları altında ekip biçtiği Amik Ovası tamamen sulara
gömüldü. Amik Ovası dışında kalan toplam 720 bin dekar tarım alanı kullanılamaz
hale geldi (ki bu tarım alanlarının önemli bir kısmı binlerce ailenin
bir yıllık geçim kaynağıdır). Selde evleri yıkılanların bir kısmı çadır kentlere yerleştirildi. Bir
çoğu hala açıkta. Sermaye devletinin tepesindekiler Antakyaya
gelerek bildik konuşmalar ve vaatlerle timsah gözyaşları dökerek duydukları
sonsuz üzüntüyü dile getirdiler. Selde iki emekçi sel sularına
kapılarak yaşamını yitirdi. Maddi hasar oldukça büyük. Sadece bayındırlık
hizmetlerinin (altyapı, yollar, köprüler vb.) yeniden yapılandırılması
için trilyonlar telaffuz edilmektedir. Devrimci tutsaklari diri diri tabutluklara gömmek için trilyonlarca
lira harcayan sermaye devleti, önemli bir bölümü afet bölgesi olan bu
ülkede önlem almak için kuruş bile harcamaz. Marmara depreminde yaşanan
bugün farklı biçimlerde ve farklı şiddette de olsa Antakyada yaşanmaktadır.
Yarın bir başka yerde yaşanacaktır. İnsan yaşamına en ufak değer vermeyen
kapitalizmin yıkılması için mücadeleyi yükseltmenin ne denli hayati
olduğu bu tür yıkımlar üzerinden de bir kez daha görülmektedir. SY Kızıl Bayrak/Antakya
Birbirimize güvenmek zorundayız!
Burjuvazi işçi sınıfının kalmış son örgütlü kurumlarını ve kazanımlarını
dağıtmak hedefinde. Bedeller ödenerek kazanılan hakların bir bir gaspedilmesi,
TİSKin birinci maddesi. Esnek üretimin yasallaşmasını isteyen
işverenler sendikası, tazminatların kaldırılmasını ise çoktandır dile
getirmektedir. Esnek üretim bir biçimiyle zaten uygulanmaktadır. Aylardır birçok fabrika
işçilerini ücretsiz izne çıkartmıştır. Ya da gerektiğinde fazla mesai
yaptırılmaktadır. Ama esnek üretimin yasallaşması demek, sosyal hakların
gaspı demektir. Sigorta başta olmak üzere hiçbir sosyal haktan yararlanamamak
demektir. Yeni yasayla, tazminatların yeni bir fonda toplanacağı, ancak ölüm
ya da emeklilik durumunda ödeneceği söyleniyor. Mezarda emekliliğin
yasalaştığı bir ülkede, bu tazminat hakkının açıkça gaspı anlamına geliyor.
Bu ülkede fonların nasıl kullanıldığını, kimlerin kasasına akıtıldığını
ise, işçi ve emekçiler zorunlu tasarruf fonundan biliyorlar. İşçi ve emekçiler bu denli büyük bir yıkım programı ile karşı karşıyalar.
Ama bu azgın saldırıyı püskürtebilecek bir hareketlilik içine girebilmiş
değiller. Bunun en önemli nedenlerinden biri satılmış sendika bürokrasisidir.
Ama bu nedenlerden biridir sadece. İşçi ve emekçiler öncüden yoksun
durumdadır. Ve artık en yakın arkadaşı da dahil hiç kimseye güvenmemektedir.
Dolayısıyla önümüzdeki en büyük sorunlardan biri güven sorunudur.
Sınıf bilinçli devrimci işçiler bu sorunu aşmak için mücadele etmek
zorundadırlar. İşçi ve emekçiler yıllardır uygulanan bireycileştirme politikalarının
sonuçlarını yaşıyorlar. İşyerinde herkesi rakip görme bakışı mevcut.
Konuştuğumuz tüm işçiler mücadeleye vardır, ama hiçbiri arkadaşına güvenmemektedir.
Ona arkadaşının da böyle düşündüğü, ama onun da kimseye güvenmediği
söylendiğinde, bu sefer işi arkadaşına saldırmaya vardırmaktadır. Kendi arkadaşına, hatta kardeşine güvenmeyen işçiler devrimcilere de
güvenmemektedirler. Kuşkusuz bunda devrimcilerin de payı büyüktür. 80
yenilgisinin kırılamayan etkisi ve devrimcilerin sınıftan kopukluğu
koşullarında bu güveni vermek güçleşmektedir. Önümüzdeki süreçte sınıfın önündeki sorunlar çok daha büyüktür. Sendika
bürokrasisi, örgütsüzleştirme saldırısı, esnek üretim dayatması ve en
önemlisi işçilerin birbirlerine güven meselesi... Biz partili öncü işçiler
olarak, özellikle güven sorunu üzerine gitmeli, tek başına kurtuluşun
mümkün olmadığını, bu azgın saldırıların ancak hep birlikte püskürtülebileceğini
kavratmak için özel bir çaba içinde olmalıyız. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! Partili bir işçi |
|||||