21 Nisan'01
Sayı: 05


  Kızıl Bayrak'tan
  Direnişin en kritik safhası
  Zaferi şehitlerimizle kazanacağız!
  "Teslim olmayanlar ölümsüzdür!"
  Ölüm Orucu Direnişi 27. haftasında!
  Devrimci tutsaklarla dayanışma eylemleri
  Sermaye cephesinin "ulusal birlik" çağrısına karşı işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesi!
  1 Mayıs'ın güncel önemi
  14 Nisan eylemlerinin gösterdiklenri...
  Sınıf ve kitle hareketi
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/3
  Ankara Öncü İşçi Platformu kuruldu!
  1 Mayıs'ta alanlara!
  Kamu TİS'leri
  Gençlik
  İdealler, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlıdır
  Ankara'dan bir grup işçi ve emekçiden insanlığa çağrı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İdealler, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlıdır


M.Dicle
“Yazık ki o toplumların kahramanlara ihtiyacı var”
(B. Brecht)

Brecht’in sitemi kahramanlığa değil, ona ihtiyaç duyan toplumlaradır. Yine de bu sitemde zorunlu da olsa kahramanlığın kabul edilmesi sözkonusudur.

Kahramanlık kitlesel yaşandığı dönemlerde olağan bir eylem haline gelir. Çünkü, bir sınıfın ya da halkın sadece öncüleri değil, ama aynı zamanda gövdesi de kavgada yerini almış demektir. Böylesi bir tarihsel kesitte kendini davaya adamak olağanüstü olmayabilir. Örneğin Paris’te barikatlarda savaşan Fransız proletaryası için ya da “kitlelerin mucizeler yarattığı” Rusya’da 1917 Şubat-Ekim devrimleri döneminde olduğu gibi... Güncel bir örnek olarak; Filistin’de siyonizmin ölüm kusan namlularına karşı tereddütsüz direnen ve esaretten kurtulana kadar direnişi sürdürme kararlılığı gösteren halk kitlelerinin durumunda olduğu gibi. Bu ve benzer dönemlerde kavgada tereddüt etmek, kitlelerin coşkun ve yaratıcı durumuyla çelişir, aynı zamanda aşağılanır.

Ama işçi sınıfı ve emekçilerin çoğunluğunun suskun olduğu, saldırılara tepki duymakla beraber bu tepkiyi örgütlü bir tarzda eyleme dökemediği dönemlerde durum farklıdır. Zaman zaman hareketlilik olmakla beraber, bedel ödemenin, özveriden kaçınmamanın bir onur olduğu ve saldırıları püskürtmenin başka bir yolunun olmadığının henüz kitleler tarafından kavranmadığı bir dönemden geçiyoruz. Geçici olan bu dönemlerde, eşit ve özgür bir dünya uğruna tereddütsüz ve coşkuyla kendini adama ancak, önde gidenlerin üstlenebileceği bir misyondur.

Burjuvazinin tahakküm aracı olan devletin iğrenç uygulamalarını tanımlamakta dilin yetersiz kaldığı bir ortamda, kirli, yapışkan ve boğucu sessizlik havasını parçalayıp dağıtmak için, sınıfsız, sömürüsüz bir gelecek özlemiyle yanıp tutuşan çok sayıda yüreğin, fiziki olarak da olsa durması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Kanlı egemenliğini ayakta tutmak için kendi türünü yemekten kaçınmayan burjuvazi ve onun paralı yalakaları, başlattıkları topyekûn saldırıyla geniş emekçi kitleleri birbirinden ayırıp, her birini tek başına bir hücrede bitkisel hayat süren yaratıklara dönüştürmek istemektedirler. Böylesi bir insan yığınını sömürmek de, yönlendirmek de kolaydır. Ancak bu kirli planın önünde ciddi bir engel vardır. Bu engel ne pahasına (Ulucanlar, Burdur, Bergama, 19-21 Aralık vb.) olursa olsun aşılmalıdır. Bu engeli aşmanın yolu, idealleri ve onurları uğruna hiçbir özveriden kaçınmayan devrimci tutsakları hücrelere kapatıp izole etmek ve işkencenin de katkısıyla bu değerlerden vazgeçirmekten geçmektedir. En azından böyle sanmaktadırlar.

Ancak bu kalleş hesap tutmadı. Devrimci tutsakları katliamdan geçirip, zorbalıkla hücrelere attıkları halde başaramadılar. Kendi öncü misyonları ve saldırının sınıfsal anlamının farkında olan devrimci ve komünist tutsaklar, temsil ettikleri işçi sınıfı ve emekçilere layık olmaktan bir an bile geri durmadılar. Bunun bedelinin ağır olacağını bilerek.

“Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” yeni bir yaşam kurma mücadelesi verenlerin ölümü yüceltmek, ya da ucuz kahramanlık yapmak gibi sorunları elbette olamaz. Ama onlar, onurdan ve gelecek özleminden arınmış, fiziksel bir yaşamı doğal olarak horgörür ve reddederler. Eğer bu reddetme kararı kahramanca davranmayı gerektiriyorsa ve zindan gibi inançlar ve bedenler dışında bir silahın olmadığı bir ortamda, bedenleri ortaya koymak gerekiyorsa; yaşamları kadar sade bir şekilde bağrına mührünü basarlar “fetvanın” ve basıyorlar.

İnsan emeğini yağmalayandan arınmış bir dünyada, insanların daha güzel ve mutlu bir yaşam sürmesi uğruna verilen kavgada kendi yaşamını feda etmeyi anlamayanlar, insan yaşamının öneminden bahsedebiliyorlar. Bunlar kendilerine aydın diyorlar ya da kendilerini muhalif olarak görüyorlar.

Gerçekte kendilerini nasıl gördüklerinin bir önemi yoktur. Onlar bu düzene uyum sağlamışlar. Kurulu düzenle çatışma yeteneğini yitireli yıllar olmuş. “Dünyaya, bütün gözeneklerinden kan ve irin fışkırarak gelen sermayenin” egemenliğinden başka bir anlama gelmeyen bu düzenle çatışanları yadırgar ve rahatlarının bozulmasından korkar hale gelmişlerdir. Bu korkularını “yaşamın kutsallığı” ya da “intihar eylemi” söylemleriyle örtmeye çalışmaları onları daha da batırıyor. Kimileri idealsiz olabilirler. Umutsuzluğa kapılıp egemen sistemle uyumlu hale gelebilirler. Hatta bunlar tanınan simalar oldukları zaman egemenler onlara kırıntıları da atabilirler. Bu onursuzluk ve düşkünlük onlara aittir. Buna bir şey diyemeyiz. Ama ne emekçilere gelecek özleminden vazgeç demeye, ne de bu gelecek uğruna mücadele edenlere, bu müadeleden geri durun çağrısı yapmaya hakları yoktur. Gerçeği söylemekten korkanlar, dillerini tutmasını öğrenmek zorundadırlar.

Sömürü, zulüm ve yalanın “kokuşmuş karanlığından” kurtulma kavgası, öyle nasihatla, tehditle ya da şiddetle durdurulamaz. Bu kavga toprağın derinliklerinden, yaşamın ortasından her gün ve her saat yeniden fışkırmaktadır. Çünkü onu gerekli dahası zorunlu kılan, yaşadığımız hayatın ta kendisidir.

Tarih bir lokomotif hızıyla ilerlemiyor olabilir. Ama bu tarihin her zaman böyle ağır aksak ilerleyeceği anlamına gelmez. Başkasından bir adım önde olanlar, tarih bir lokomatif hızıyla ilerlemeye başladığı zaman, onun doğru hedefe ulaşabilmesi için raylarını döşemiş olmalıdırlar. Bunu başarmak için kahramanlık mı gerekiyor? “Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar”. Ama aynı zamanda “dünyanın son umududurlar” (A. Telli).

Çünkü;
“Onlar dalgalarla çarpıştı
eşit olmayan bir savaşta
ve yitip gitmeden dipsizliğinde enginin
sana liman gösterdiler uzakta.”
(Berenger)



Mayıs’ın ilk gününde


Mavi tulumlu şafağın
kuşluk alacasında
Yumruklar sıkılacak
bir kez daha
Kentin nazlı sokaklarından
Meydanlara doğru
akacak yüreklerdeki
özgürlük coşkusu...
Sevdalı karanfiller
kururken susuzluktan
Kasırgalar ekilecek
Mayıs’ın ilk gününde.
Yüzbinler okyanusça yürüyüp
Şelale gibi akacak
Mavi tulumlu sabahta...
Gecenin gündüze
değdiği yerde...


Rahime Henden



Toprak kokuyor sabah


yağmur sonrasıydı
bu sabah,
toprak koktu hücrem
gelmiş miydim sona,
dönmüş müydüm başa...

bir baştan
bir başa
süzdüm dünyamızı
8m2’lik miydi
zaferi kazandığımız
bu topraklar
hücre, hücre

kapanan gözlerimin arasından,
kirpiklerimden sızan
güneşin kızıllığında,
bir gölgeydim ben
yavaş, yavaş
yaklaşan

hiç yitirmedim bilincimi
açlıktan,
ölüm bir adımdı
zafere doğru
yan hücreye
atılan...

“haydi yoldaş uyan”
aşıldı
acının biyolojik
sınırları,
toprak kokuyor sabah
yarın 1 Mayıs
yolumuza devam...
kokusu sinmiş toprağın zafere!..

A.Yılmaz