1 Mayısın güncel önemi
Elbette düzen salt bir gözlemci olarak hazırlanmıyor 1 Mayısa.
Olabildiğince zayıflatmak, içeriğini boşaltmak, daha olmadı provoke
etmek için tüm imkanlarıyla seferber de oluyor. Türkiyedeki hemen
tüm 1 Mayıs eylemleri bunların örnekleriyle doludur. Fakat bu yılki 1 Mayıs, düzen açısından da geçen yıllardakinden daha
kritik bir öneme sahiptir. Kriz yönetme planlarıyla doğrudan ilişkilidir
çünkü. Krizden çıkma adına hazırlattığı yeni yıkım programının dayatılıp
dayatılamaması, tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin tutumuna bağlıdır.
Bu programla kendilerine kesilmeye çalışılan krizin faturasını emekçiler
gönüllü olarak üstlenirlerse, sistem açısından sorun yok demektir. Ancak,
şu ana kadar yaşananlar gönüllü bir üstlenmenin sözkonusu olmayacağını
göstermeye yetmektedir. Fakat sistem, gönüllü ya da zorla, bu faturayı
kesme kararlılığındadır. Öyleyse, sınıf açısından asıl mesele de, bu
kararlılığın nasıl kırılacağı, bu zorun nasıl yenileceğidir. İşte 1 Mayısı kritik hale getiren temel neden budur. 1 Mayıs,
zorun zorla karşılanmasını ve altedilmesini simgeler. 1 Mayıs can bedeli
bir direnişle kazanılmış bir kavga günüdür. Hakları söke söke almanın
günüdür. Bunun önkoşullarından biri sınıfın birliğiyse, diğeri de dayanışmasıdır.
Safların sıklaştırılması, güçlerin toparlanması ve bu dişe diş savaşa
seferber edilmesidir. Bedel ödemeyi göze almaktır 1 Mayıs. Köleliğin
reddi, özgürlüğün ilanıdır. Bu kölelik düzeni, vahşi kapitalizm diye
anılan ilk gelişme evresinde, işçinin de insan olduğunu, ancak 1 Mayısta
simgelenen zorlu mücadeleler sonucunda kabul ve ilan etmek zorunda kalmıştır. Kapitalistler bugün yine işçi ve emekçileri köleleştirme atağına geçmiş
durumdalar. Dünya çapında süren bir saldırı bu. Hem öylesine örgütlü
ki, Türkiyeli kapitalistlerin başı sıkıştığında, derhal Amerikadan
bakan gönderiliyor. Türkiyede sorun bugün krizde düğümleniyor.
Bu faturayı ya sahipleri yani kapitalistler ödeyecektir, ya da işçi
ve emekçiler. Sonucu ise, bu iki sınıf arasında sürmekte olan çatışmada
kimin galip çıkacağını belirleyecektir. İşçi sınıfının emekçi kitlelerle
de birleşerek, güçlü bir dayanışmayı örgütleyerek ve devlet zorunu göğüslemeyi
öğrenerek, çatışmayı kendi lehine sonuçlandırması mümkündür. Ve 1 Mayıs,
bu açıdan önemli bir şanstır. Sadece tarihi önemi ve içerdiği birlik, mücadele, dayanışma
mesajlarıyla değil; pratik olarak alanlarda birleşme imkanıyla, birleşen
güçlerin kitlede yaratacağı özgüvenle, düzen güçleriyle göğüs göğüse
gelme ve kendini sınama olanaklarıyla da bir şanstır 1 Mayıs. Bu şans
kullanılabilir ve 1 Mayıs mücadelenin yükseltilmesi için bir atlama
taşına dönüştürülebilirse eğer, krizin faturasını kapitalistlere çevirmek
mümkün olabilir. Bunun için, örneğin kamu işçilerine ve emekçilerine,
özelleştirme kapsamındakilerine vb., daha özel görevler düşmektedir.
Kamu işçileri sıfır zam dayatmasını püskürtebilmek için, sınıfın toplam
gücüyle güçlenmeyi bilmelidirler. 1 Mayısa tüm güçleriyle hazırlanmak
ve insanca yaşamaa yetecek bir ücret talebiyle en önde yürümek,
öncelikle onların görevidir. Sadece kendi katılımlarını örgütlemek için
değil, sınıfın diğer kesim ve katmanlarını da (ulaşabildikleri oranda)
alanlarda birleştirmek için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Özel sektör
işçileri ve kamu emekçileri de, KİTlerdeki bu ücret kavgasının
sonucunun kendi alanlarında da etkili olacağını, kamu işçisininkazanımının
da kaybının da sınıfın hanesine yazılacağını unutmamalıdır. İnsanca
yaşamaya yeterli bir ücret talebine, onlarla birlikte, hatta onlardan
daha güçlü sahip çıkmalıdır. Aynı şekilde, özelleştirme mağduru işçilerin
herkese iş talebiyle öne çıkmaları, kamu emekçilerinin grevli
toplu sözleşmeli sendikal hak talebini yeniden bayraklaştırmaları
aynı kapsamdadır. 1 Mayıs alanları, işte t&uul;m bu kesimlerden yükselen
seslerin birleştiği, gürleştiği, düzen sahiplerinin duyabileceği bir
yüksekliğe ulaştığı yerler haline getirilmelidir. Krizin faturasını kapitalistlere kesmenin yolunu göstermek açısından,
işçi sınıfı ve emekçilerin önünde, 1 Mayıs gibi bir tarihi gün dışında,
daha güncel, daha canlı ve yakıcı bir örnek daha duruyor: Devrimci tutsakların
Ölüm Orucu direnişleri... Kendini emekçilerin davasına adamanın, bedel
ödemeyi ve ödetmeyi bilmenin, ne pahasına olursa olsun zafere kadar
savaşmanın simgesi olarak... İşçi sınıfı ve emekçiler, bu öncü savaşçılarının
yaşam, kavga ve ölümlerinden öğrenebilmelidirler. Düzenin sahiplerini
ve cellatlarını gerçekte acz içinde bırakan bu direnişin en büyük kazanımı,
kendi sınıfsal zemininde yeşerip üremesi olacaktır. Bu, İMF-TÜSİAD düzeni
ve uşaklarının en büyük korkusudur. Ve devrimci tutsaklara karşı yürütülen
kanlı-kansız katliamların ana nedeni de bu korkudur. Ecevitin
dilinde, istikrar progrmının uygulanabilmesi cezaevi sorununun çözümüne
bağlı, sözlerinde ifadesini bulan korkudur bu. Biliyorlar ki, istikrar
programı dedikleri yıkım ve talan programını bozabilecek tek güç, işçi
sınıfının eylemli karşı koyuşudur. İşçi sınıfı ve emekçilerin, kendi
yıkımlarına ve ülkenin emperyalizme yağmalatılmasına karşı devrimci
başkaldırısıdır. Bunun başını çekecek olansa, devrimci öncü güçlerdir.
Öncü güçleri ezip teslim alabilirlerse eğer, işçi ve emekçilere
boyun eğdirmeleri, yıkım programlarını dayatmaları çok kolay olacaktır. Tüm hesapları işte bunun üzerine kuruluydu. Ve devrimciler, düzenin
sınıfa ve emekçilere yönelik bu karanlık hesaplarını bozabilmek için,
bir kez daha başlarını ortaya koydular. Hücre sistemi tek başına bugün
içerde olanları değil, dışarıdaki herkesi, mücadeleye atılan tüm kesimleri
tehdit eden bir saldırıdır. Diğer iki temel talep olan, DGMlerin
kapatılması ve Terörle Mücadele Yasasının iptali ise doğrudan,
sınıf mücadelesinin önündeki ceza tehdidi engellerinin yıkılmasını talep
etmektir. Türkiye işçi sınıfı, DGMleri kendi mücadele tarihinden
tanıyor. Bu faşist mahkemelerin kuruluşu yıllarca sınıf mücadelesiyle
engellenebilmişti. En son, ünlü DGM direnişlerine konu olduktan sonra,
ancak bir askeri darbe sonucunda kurulabildiler. Tüm bunların, sınıf
hareketimizin bilincinde tazelenmesi, mücadelenin bugünkü evresi için
bir dayanacurren;a dönüştürülebilmesi gerekmektedir. 1 Mayıs, bütün bu mücadele derslerinin üzerinde, güncel sorunlardan
çıkarılan güncel talepler etrafında örgütlenirse eğer, hareketin sıçramalı
yükseltilmesine hizmet edebilir. 1 Mayıs eylemleri ne kadar güçlü geçerse,
yeni yıkım programının parçalanması, krizin faturasının kapitalistlere
yüklenmesi o kadar kolaylaşacaktır. Bu çerçevede, sınıf kitlelerine
yönelik en büyük 1 Mayıs provokasyonu, provokasyona gelmeyelim
gerici propagandası olacaktır. Özellikle sendikal bürokrasi üzerinden
yürütülen bu propagandanın yöneldiği temel hedef, açıktır ki, devrimci
harekettir. Öte yandan, Türkiyede ne zaman 1 Mayısa kan
bulaştıysa, bu, tümüyle bir devlet provokasyonu, komplosu, ya da doğrudan
bir kontr-gerilla operasyonu şeklinde gerçekleşmiştir. 77 1 Mayısında
gerçekeştirilen saldırının CİA ajanlarının da katıldığı bir kontra operasyonu
olduğu çoktan açığa çıkarıldı. Dolayısıyla, devlet ve sendikal bürokrasi kanalından yürütülecek hiçbir
provokasyon ajitasyonuna prim verilmemelidir. Tersine, devrimci
güçlerle birleşmek, devrimci taleplerle güçlenmek sınıf hareketinin
geleceği açısından temel önemdedir. 1 Mayıs, işçi sınıfının sermaye
cephesiyle karşı karşıya geldiği bir kavga günüdür ve bu misyonuna layık
bir kutlamaya konu edilebilmelidir. |
|||||