Kamu TİSleri... Sendika ağaları satış sözleşmelerine
Kısacası, düzen cephesi bu TİSleri işçi ve emekçiler arasında
yapay ayrımlar yaratmanın, krizi işçi sınıfına fatura etmenin, dahası
bir takım hakları da gaspetmenin fırsatına dönüştürmek istiyor. Dervişin saldırı programında kamu TİSleri hakkında şunlar
söyleniyor: Hedeflenen enflasyonla uyumlu gelirler politikası uygulanması
esastır. Memur maaşları enflasyonla uyumlu olarak arttırılacaktır. Kamu
işçilerinin ücretleri, 1999-2000 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmeleriyle
sağlanmış olan reel artışlar, kamu dengesi ve kamu kesimi çalışanları
arasında ücret adaleti gözetecek şekilde ayarlanacaktır. Her kesimin
bugün göstereceği fedakarlık büyüme ve istihdam açısından krizin maliyetini
düşürecek ve yılın ikinci yarısında büyüme ortamına girişi hızlandıracaktır.
(Madde 69) Sermaye TİSlerde işçi-memur ayrımına oynuyor Saldırı programında kamu işçilerinin kamu emekçilerinden daha fazla
ücret aldığı vurgulanmakta ve ücret adaletini gözetmek adına
işçilerin ücretlerinin düşürülmesi gerektiği söylenmektedir. Sermayenin başı her sıkıştığında başvurduğu, işçi ve emekçiler arasındaki
farklılıkları körükleyerek sonuç alma yöntemidir bu. Karşılarına işçi
ve emekçilerin birleşik mücadelesi dikildiği takdirde bu saldırı programının
çöpe atılacağını gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle karşılarına dikilecek
direniş güçlerini parçalamaya, onları birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Kamu emekçilerinin daha düşük ücret aldıkları elbette doğrudur. Fakat
herkes de bilmektedir ki, bunun nedeni işçilerin onlardan fazla
ücret alması değildir. Asıl neden kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli
sendikal örgütlenme haklarının olmayışı, maaşlarının toplu pazarlık
sistemiyle belirlenmeyişidir. Kamu emekçilerinin maaş artışları devlet
yöneticilerinin iki dudağı arasındadır ve maaşların sürekli düşürülmesi
sermayenin temel bir politikasıdır. Buna karşılık kamu işçilerinin iyi-kötü sendikal örgütlülükleri ve
toplu pazarlık hakları vardır. Yetersiz de olsa, şu an sahip oldukları
bir takım ekonomik-sosyal haklara bunlar sayesinde kavuşmuşlardır. Kaldı ki bu ülkede yoksulluk sınırı son kriz öncesinde 600 milyonu
geçmiştir (bugün 1 milyara yaklaşmıştır) ve bunu bizzat sermayenin resmi
kurumları tespit etmektedir. Kamu işçilerinin ezici bir çoğunluğunun
ücreti 600 milyonun çok altındadır. Hükümet kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkını
kabul etmiyor, gülünç zam oranlarıyla onlarla adeta alay ediyor. Ardından
da kamu emekçilerine işçileri hedef gösteriyor. Böylece, hem onların
birleşik mücadele içinde buluşmalarını engellemeye, hem de bunu TİSlerde
kamu işçilerine karşı bir koz olarak kullanmaya çalışıyor. Krizin faturası ve kamu TİSleri Sermaye, krizin faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkmak için
her olanağı sonuna kadar kullanmak istiyor. Süren TİSlere yaklaşımı
da bu doğrultuda. Kamu işçilerinin şimdiye kadar krizden çok fazla etkilenmediklerini,
tersine ücretlerinde belli artışlar olduğunu, oysa herkesin fedakarlık
yapması gerektiğini, şimdi de sıranın kamu işçilerinde olduğunu açık
açık söylüyorlar. Hem Dervişin programından aktardığımız satırlar,
hem de Devlet Bakanı Mehmet Keçecilerin söyledikleri bunu açıkça
gösteriyor. Hükümetin sözleşme teklifi de buna göre hazırlanmış zaten. Başlangıçta Keçeciler hükümetin sıfır zam önerisini açıkça
dile getirmişti. Fakat çok tepki alınca, doğrudan sıfır zam vereceğiz
demek yerine aynı anlama gelen başka teklifler ortaya sürüldü. Hükümet diyor ki; ilk altı aylık dilim için %18lik zam verelim.
Ama bundan doğan ücret farklarını şimdi değil de 1.5 sene sonra ödeyelim.
Birinci 6 aydan sonra ise eşel-mobil sistemine geçelim.
Yani her ay bizim açıkladığımız enflasyon oranı kadar ücret artışı olsun.
İlk 6 ay diye sözü edilen dönem, Ocak-Haziran 2001 dilimidir. Bu dönemde
işçilerin uğradığı kayıpların kaba bir dökümünü bizzat Bayram Meral
yapıyor: Kriz öncesinde işçiler ortalama 600 dolar alırken, bugün
bu 300 dolara düştü. Yine çalışanların en önemli tüketim maddelerinden
olan ekmeğe zam geldi, akaryakıta zam geldi. Yine son dönemde akaryakıta
%50nin üzerinde zam geldi. Akaryakıta zam gelmesi demek, Adan
Zye herşeye yeniden zam gelmesi demek. Yoksullaşma tablosu
bu denli çıplakken, hükümet TİSde %18lik ücret artışı teklifiyle
ortaya çıkma arsızlığını gösterebiliyor. Geçmiş dönemin kayıpları ise sözkonusu dahi edilmiyor. Sermaye devletinin
temsilcileri bundan önceki sözleşme dönemlerinde de kamu işçisinin karşısına
sürekli olarak aynı fedakarlık masallarıyla çıktılar. Sendika bürokratları
üzerinden sınıfa satış sözleşmelerini dayattılar. Sonuç, kamu işçilerinin
yıldan yıla daha da yoksullaşması oldu. 93ten 99a
kadar kamu işçisinin ücreti yüzde 34 oranında eridi. Son iki yılda ise
yoksullaşma katlanarak büyüdü. Kamu TİSleri ve yeni hak gaspları TİSler yeni hak gasplarının vesilesi de yapılmak isteniyor. Bunun
en bariz örneği, önerilen eşel-mobil sistemi. Bu sistem
kamu işçisinin ciddi oranlarda ücret kaybına uğramasına neden oluyor.
Fakat bundan çok daha önemlisi, bu sistemin kamu işçilerinin sendikal
örgütlülük ve toplu pazarlık hakkını tehdit etmesi. Zira eşel-mobil
ücretlerin otomatiğe bağlanması demek. Hükümet ne kadar enflasyon açıklamışsa
o kadar ücret artışı demek. Bu da toplusözleşmenin, dolayısıyla sendikaların
gereksizleşmesi demek. Sermaye yıllardır işçi sınıfının sendikalarına içerden ve dışardan
saldırıyor. Sendikalaşmanın en yoğun olduğu kamu sektörü ise bu saldırının
temel hedefi durumunda. Sendikal ihanet şebekelerinin de yardımıyla
sendikalar günden güne güç kaybediyor. Örneğin kamuda 93 yılında
TİS kapsamındaki işçi sayısı 733 bin civarındayken, bu sayı 99
sözleşmesi döneminde 545 bine gerilemiştir. Eşel-mobille
hedeflenen bu süreci daha da hızlandırmaktır. Yanısıra, işgüvencesini ortadan kaldırmaya ve esnek çalışma yöntemlerini
meşrulaştırmaya dönük daha bir dizi önerisi var hükümetin. İşçinin yıllık
ücretli iznini işverenin istediği gibi bölüp parçalamasına olanak verecek
olan işçi-işveren kurulları kurulması önerisi bunlardan
biri. Gene bazı sektörlerde taşeronlaştırma ya da özelleştirmeyi meşrulaştırmaya
hizmet edecek sözleşme taslakları dayatılıyor. Sendika bürokratları satış sözleşmelerini Hükümetle TİS görüşmelerini yürüten konfederasyon başkanları eskisinden
farklı olarak ciddi bir basınç hissediyorlar üzerlerinde. Bayram Meral
bile, hükümet temsilcileriyle uzlaşmadığı, onlarla çetin görüşmeler
yürüttüğü görüntüsü vermeye çalışıyor. Fakat bütün bu sergilenenler bir orta oyunundan ibarettir. Eğer kamu
işçileri sözleşmelere kendi gerçek talepleri üzerinden sahip çıkmazlarsa,
işin bir kez daha satış sözleşmesiyle sonuçlanacağı açıktır. Bayram Meral her konuşmasında işin masa başında bitirilmesi gerektiğine
özel bir vurgu yapıyor, ülkenin barış ortamına ihtiyacı olduğundan sözediyor,
böylece de satış manevralarına kapıyı açık tutmaya çalışıyor. Hem devlet
hem de sendika bürokratları, satış sözleşmesi karşısında sınıfın tepkisinin
ne olabileceğini ölçmeye çalışıyorlar. İlk fırsatta bu işi masa
başında çözeceklerinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bayram Meralin ısrarla eşel-mobili kabul etmedik
demesi, bu oyunun bir parçasıdır. Kamu işçisi eşel-mobilin
zararlarını geçmiş sözleşme dönemlerinde gördüğü ve bu sisteme tepkili
olduğu için, Meral bunu kabul etmeyeceklerini söylüyor. İşçileri yanıltabilecek
bir isim ve biçim altında ortaya konulduğunda, eşel-mobilin
de altına imza atmaktan çekinmeyeceklerdir. TİSlere sahip çıkılmalıdır! Sadece hükümetle sendika bürokratları arasında yürütülen, işçilerin
hiçbir söz hakkının olmadığı bir TİS sürecinden sınıfın yararına bir
şeyler beklemek hayalciliktir. Başta kamu sektöründe çalışanlar olmak
üzere bütün bir işçi sınıfı kamu TİSlerine sahip çıkmalıdır. Zira
kamuda imzalanan TİSler diğer bütün sözleşmeler için örnek teşkil
etmektedir. Yanısıra kamu TİSleriyle önü açılabilecek saldırı
politikaları bütün sınıfı hedefleyecektir. TİSlere sınıf cephesinden sahip çıkmanın öncelikli koşulu ise,
sınıfın gerçek taleplerini belirleyecek, bunları görüşmeler sürecine
dayatacak örgütlülüklerin yaratılmasıdır. Fabrika ve işyerlerinde TİS
komitelerinin oluşturulması acil bir ihtiyaçtır. Sözleşme kapsamındaki işletmeler ülke ekonomisinin en temel parçaları
durumundadır. Gene bu işletmeler sermayenin özelleştirme başta olmak
üzere tüm saldırılarının doğrudan hedefidir. Bundan dolayı sermaye TİSleri
saldırılarını yaygınlaştırmak ve derinleştirmek için kullanmak istiyor.
O halde bizim de önümüzde TİSleri saldırılara karşı birleşik mücadelenin
büyütülmesi için kullanma görev ve sorumluluğu vardır. Dönemin sunduğu olanaklardan en iyi şekilde yararlanmalı, TİSlere
müdahaleyi sınıf hareketini yükseltmenin bir aracı haline çevirmeliyiz.
Türk-İşe bağlı sendikalarca yürütülen
Sınıfa saldırının yeni halkası:
Kamu çalışanlarının son 6-7 yıldır sürdürdüğü grevli-toplu sözleşmeli
sendikal hak mücadelesinin önünü alamayan sermaye devleti, eşel-mobili
öncelikle bu sendikaları tahrip etmek için kullanmak istiyor. 97nin
ikinci döneminden itibaren memur maaşlarını bu sisteme bağlamak isteyen
devlet, böylelikle toplusözleşme hakkının içini boşaltmayı, bunun üzerinden
de sendikaları zayıflatmayı planlıyor. Öyle ya! Maaşlar enflasyon oranında
otomatik olarak artacaksa, sendikanın ve toplu sözleşmenin ne gereği
var?! Bilindiği gibi Türkiyede sendikalar büyük işçi kitlesinin gözünde
TİS imzalamakla sınırlı bir işleve sahiptir. Böyle olduğu içindir ki,
oluşacak tahribatın büyük olması ihtimali güçlüdür. Toplusözleşme yapma
işlevi bile kalmamış bir sendikadan işçilerin kopması kolaylaşacaktır.
Sermayenin asıl sinsi hesabı da zaten budur. Eşel-mobil saldırısı bu
anlamda kritik önemde bir saldırıdır. (SYKB Broşür Dizisi-3, İstanbul, Temmuz 97)
Çukobirlik grevi sona erdi... Sendika bürokratları ihanette sınır
tanımıyorlar
Grev oylaması yapılmadan önce DİSK Genel Başkan yardımcısı Kazım Doğan,
işçilerin greve çıkmasının getireceği sözde sorunları dile getirerek
greve çıkılmaması için epey dil dökmüştü. İşçilerin kararlı tutumu karşısında
grev kararı almışlardı. Bugün işverenin greve çıkmadan önce verdiği
ilk 6 ay için 0 zam , 4 ay için %5, ikinci yıl için %15
zammın daha da gerisinde bir ücret artışına imza attılar. Bununla da
yetinmeyen hainler, iş güvencesi sağlayacak kötü niyet tazminatını
da sözleşmeden çıkartarak, işverenin istediği işçiyi keyfi
bir şekilde işten çıkarmasını kolaylaştıran maddeyi de kabul ettiler.
Böylece işverenin işini daha da kolaylaştırdılar. Aslında sendika ile işveren grev öncesinde bu sözleşme üzerinde anlaşmışlardı.
Grev süresince işçileri maddi olarak sıkıntıya sokup bıktırmayı ve kendi
senaryolarını hayata geçirmek için zaman kazanmayı amaçlıyorlardı. İşverenin grev öncesinde sendikacılar aracılığıyla verdiği mesaj, greve
gidilse de, gidilmese de 500 işçiyi işten çıkartacağı şeklindeydi.
Grev süresince sendika, işten çıkartılacak işçilerin listesini oluşturdu.
Kendi yandaşlarına iş güvencesi vaadederek grevin satışını kolaylaştırmak
için yanına çekti. Bu işçiler içerisinde sendikaya karşı öfke ve güvensizliği
daha fazla arttırdı. SY Kızıl Bayrak/Adana
Sınıf-emekçi cephesinden
|
|||||