21 Nisan'01
Sayı: 05


  Kızıl Bayrak'tan
  Direnişin en kritik safhası
  Zaferi şehitlerimizle kazanacağız!
  "Teslim olmayanlar ölümsüzdür!"
  Ölüm Orucu Direnişi 27. haftasında!
  Devrimci tutsaklarla dayanışma eylemleri
  Sermaye cephesinin "ulusal birlik" çağrısına karşı işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesi!
  1 Mayıs'ın güncel önemi
  14 Nisan eylemlerinin gösterdiklenri...
  Sınıf ve kitle hareketi
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/3
  Ankara Öncü İşçi Platformu kuruldu!
  1 Mayıs'ta alanlara!
  Kamu TİS'leri
  Gençlik
  İdealler, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlıdır
  Ankara'dan bir grup işçi ve emekçiden insanlığa çağrı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kamu TİS’leri...

Sendika ağaları satış sözleşmelerine
hazırlanıyorlar


,Kamu kesimi TİS görüşmeleri devam ediyor. Hükümetle Türk-İş ve Hak-İş arasında yürütülen ve 540 bin işçiyi ilgilendiren pazarlıklardan henüz sonuç alınamadı.
Sermaye cephesi kamu TİS’lerine bir hayli önem veriyor. Hem Derviş’in açıkladığı yeni saldırı programı, hem de Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler’in konuya ilişkin söyledikleri, sermaye cephesinden TİS’lere nasıl bakıldığını açıkça gösteriyor.

Kısacası, düzen cephesi bu TİS’leri işçi ve emekçiler arasında yapay ayrımlar yaratmanın, krizi işçi sınıfına fatura etmenin, dahası bir takım hakları da gaspetmenin fırsatına dönüştürmek istiyor.

Derviş’in saldırı programında kamu TİS’leri hakkında şunlar söyleniyor:

“Hedeflenen enflasyonla uyumlu gelirler politikası uygulanması esastır. Memur maaşları enflasyonla uyumlu olarak arttırılacaktır. Kamu işçilerinin ücretleri, 1999-2000 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmeleriyle sağlanmış olan reel artışlar, kamu dengesi ve kamu kesimi çalışanları arasında ücret adaleti gözetecek şekilde ayarlanacaktır. Her kesimin bugün göstereceği fedakarlık büyüme ve istihdam açısından krizin maliyetini düşürecek ve yılın ikinci yarısında büyüme ortamına girişi hızlandıracaktır.” (Madde 69)

Sermaye TİS’lerde işçi-memur ayrımına oynuyor

Saldırı programında kamu işçilerinin kamu emekçilerinden daha fazla ücret aldığı vurgulanmakta ve “ücret adaleti”ni gözetmek adına işçilerin ücretlerinin düşürülmesi gerektiği söylenmektedir.

Sermayenin başı her sıkıştığında başvurduğu, işçi ve emekçiler arasındaki farklılıkları körükleyerek sonuç alma yöntemidir bu. Karşılarına işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesi dikildiği takdirde bu saldırı programının çöpe atılacağını gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle karşılarına dikilecek direniş güçlerini parçalamaya, onları birbirine düşürmeye çalışıyorlar.

Kamu emekçilerinin daha düşük ücret aldıkları elbette doğrudur. Fakat herkes de bilmektedir ki, bunun nedeni işçilerin onlardan “fazla” ücret alması değildir. Asıl neden kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli sendikal örgütlenme haklarının olmayışı, maaşlarının toplu pazarlık sistemiyle belirlenmeyişidir. Kamu emekçilerinin maaş artışları devlet yöneticilerinin iki dudağı arasındadır ve maaşların sürekli düşürülmesi sermayenin temel bir politikasıdır.

Buna karşılık kamu işçilerinin iyi-kötü sendikal örgütlülükleri ve toplu pazarlık hakları vardır. Yetersiz de olsa, şu an sahip oldukları bir takım ekonomik-sosyal haklara bunlar sayesinde kavuşmuşlardır.

Kaldı ki bu ülkede yoksulluk sınırı son kriz öncesinde 600 milyonu geçmiştir (bugün 1 milyara yaklaşmıştır) ve bunu bizzat sermayenin resmi kurumları tespit etmektedir. Kamu işçilerinin ezici bir çoğunluğunun ücreti 600 milyonun çok altındadır.

Hükümet kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkını kabul etmiyor, gülünç zam oranlarıyla onlarla adeta alay ediyor. Ardından da kamu emekçilerine işçileri hedef gösteriyor. Böylece, hem onların birleşik mücadele içinde buluşmalarını engellemeye, hem de bunu TİS’lerde kamu işçilerine karşı bir koz olarak kullanmaya çalışıyor.

Krizin faturası ve kamu TİS’leri

Sermaye, krizin faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkmak için her olanağı sonuna kadar kullanmak istiyor. Süren TİS’lere yaklaşımı da bu doğrultuda.

Kamu işçilerinin şimdiye kadar krizden çok fazla etkilenmediklerini, tersine ücretlerinde belli artışlar olduğunu, oysa herkesin fedakarlık yapması gerektiğini, şimdi de sıranın kamu işçilerinde olduğunu açık açık söylüyorlar. Hem Derviş’in programından aktardığımız satırlar, hem de Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler’in söyledikleri bunu açıkça gösteriyor. Hükümetin sözleşme teklifi de buna göre hazırlanmış zaten.

Başlangıçta Keçeciler hükümetin “sıfır zam” önerisini açıkça dile getirmişti. Fakat çok tepki alınca, doğrudan “sıfır zam vereceğiz” demek yerine aynı anlama gelen başka teklifler ortaya sürüldü.

Hükümet diyor ki; ilk altı aylık dilim için %18’lik zam verelim. Ama bundan doğan ücret farklarını şimdi değil de 1.5 sene sonra ödeyelim. Birinci 6 aydan sonra ise “eşel-mobil” sistemine geçelim. Yani her ay bizim açıkladığımız enflasyon oranı kadar ücret artışı olsun.

İlk 6 ay diye sözü edilen dönem, Ocak-Haziran 2001 dilimidir. Bu dönemde işçilerin uğradığı kayıpların kaba bir dökümünü bizzat Bayram Meral yapıyor: “Kriz öncesinde işçiler ortalama 600 dolar alırken, bugün bu 300 dolara düştü. Yine çalışanların en önemli tüketim maddelerinden olan ekmeğe zam geldi, akaryakıta zam geldi. Yine son dönemde akaryakıta %50’nin üzerinde zam geldi. Akaryakıta zam gelmesi demek, A’dan Z’ye herşeye yeniden zam gelmesi demek.” Yoksullaşma tablosu bu denli çıplakken, hükümet TİS’de %18’lik ücret artışı teklifiyle ortaya çıkma arsızlığını gösterebiliyor.

Geçmiş dönemin kayıpları ise sözkonusu dahi edilmiyor. Sermaye devletinin temsilcileri bundan önceki sözleşme dönemlerinde de kamu işçisinin karşısına sürekli olarak aynı fedakarlık masallarıyla çıktılar. Sendika bürokratları üzerinden sınıfa satış sözleşmelerini dayattılar. Sonuç, kamu işçilerinin yıldan yıla daha da yoksullaşması oldu. ‘93’ten ‘99’a kadar kamu işçisinin ücreti yüzde 34 oranında eridi. Son iki yılda ise yoksullaşma katlanarak büyüdü.

Kamu TİS’leri ve yeni hak gaspları

TİS’ler yeni hak gasplarının vesilesi de yapılmak isteniyor. Bunun en bariz örneği, önerilen “eşel-mobil” sistemi. Bu sistem kamu işçisinin ciddi oranlarda ücret kaybına uğramasına neden oluyor. Fakat bundan çok daha önemlisi, bu sistemin kamu işçilerinin sendikal örgütlülük ve toplu pazarlık hakkını tehdit etmesi. Zira “eşel-mobil” ücretlerin otomatiğe bağlanması demek. Hükümet ne kadar enflasyon açıklamışsa o kadar ücret artışı demek. Bu da toplusözleşmenin, dolayısıyla sendikaların gereksizleşmesi demek.

Sermaye yıllardır işçi sınıfının sendikalarına içerden ve dışardan saldırıyor. Sendikalaşmanın en yoğun olduğu kamu sektörü ise bu saldırının temel hedefi durumunda. Sendikal ihanet şebekelerinin de yardımıyla sendikalar günden güne güç kaybediyor. Örneğin kamuda ‘93 yılında TİS kapsamındaki işçi sayısı 733 bin civarındayken, bu sayı ‘99 sözleşmesi döneminde 545 bine gerilemiştir. “Eşel-mobil”le hedeflenen bu süreci daha da hızlandırmaktır.

Yanısıra, işgüvencesini ortadan kaldırmaya ve esnek çalışma yöntemlerini meşrulaştırmaya dönük daha bir dizi önerisi var hükümetin. İşçinin yıllık ücretli iznini işverenin istediği gibi bölüp parçalamasına olanak verecek olan “işçi-işveren kurulları kurulması” önerisi bunlardan biri. Gene bazı sektörlerde taşeronlaştırma ya da özelleştirmeyi meşrulaştırmaya hizmet edecek sözleşme taslakları dayatılıyor.

Sendika bürokratları satış sözleşmelerini
imzalamak için fırsat kolluyor

Hükümetle TİS görüşmelerini yürüten konfederasyon başkanları eskisinden farklı olarak ciddi bir basınç hissediyorlar üzerlerinde. Bayram Meral bile, hükümet temsilcileriyle uzlaşmadığı, onlarla çetin görüşmeler yürüttüğü görüntüsü vermeye çalışıyor.

Fakat bütün bu sergilenenler bir orta oyunundan ibarettir. Eğer kamu işçileri sözleşmelere kendi gerçek talepleri üzerinden sahip çıkmazlarsa, işin bir kez daha satış sözleşmesiyle sonuçlanacağı açıktır.

Bayram Meral her konuşmasında işin masa başında bitirilmesi gerektiğine özel bir vurgu yapıyor, ülkenin barış ortamına ihtiyacı olduğundan sözediyor, böylece de satış manevralarına kapıyı açık tutmaya çalışıyor. Hem devlet hem de sendika bürokratları, satış sözleşmesi karşısında sınıfın tepkisinin ne olabileceğini ölçmeye çalışıyorlar. İlk fırsatta bu işi “masa başında” çözeceklerinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Bayram Meral’in ısrarla “eşel-mobili kabul etmedik” demesi, bu oyunun bir parçasıdır. Kamu işçisi “eşel-mobil”in zararlarını geçmiş sözleşme dönemlerinde gördüğü ve bu sisteme tepkili olduğu için, Meral bunu kabul etmeyeceklerini söylüyor. İşçileri yanıltabilecek bir isim ve biçim altında ortaya konulduğunda, “eşel-mobil”in de altına imza atmaktan çekinmeyeceklerdir.

TİS’lere sahip çıkılmalıdır!

Sadece hükümetle sendika bürokratları arasında yürütülen, işçilerin hiçbir söz hakkının olmadığı bir TİS sürecinden sınıfın yararına bir şeyler beklemek hayalciliktir. Başta kamu sektöründe çalışanlar olmak üzere bütün bir işçi sınıfı kamu TİS’lerine sahip çıkmalıdır. Zira kamuda imzalanan TİS’ler diğer bütün sözleşmeler için örnek teşkil etmektedir. Yanısıra kamu TİS’leriyle önü açılabilecek saldırı politikaları bütün sınıfı hedefleyecektir.

TİS’lere sınıf cephesinden sahip çıkmanın öncelikli koşulu ise, sınıfın gerçek taleplerini belirleyecek, bunları görüşmeler sürecine dayatacak örgütlülüklerin yaratılmasıdır. Fabrika ve işyerlerinde “TİS komiteleri”nin oluşturulması acil bir ihtiyaçtır.

Sözleşme kapsamındaki işletmeler ülke ekonomisinin en temel parçaları durumundadır. Gene bu işletmeler sermayenin özelleştirme başta olmak üzere tüm saldırılarının doğrudan hedefidir. Bundan dolayı sermaye TİS’leri saldırılarını yaygınlaştırmak ve derinleştirmek için kullanmak istiyor. O halde bizim de önümüzde TİS’leri saldırılara karşı birleşik mücadelenin büyütülmesi için kullanma görev ve sorumluluğu vardır.

Dönemin sunduğu olanaklardan en iyi şekilde yararlanmalı, TİS’lere müdahaleyi sınıf hareketini yükseltmenin bir aracı haline çevirmeliyiz.




Türk-İş’e bağlı sendikalarca yürütülen
kamu toplu sözleşmeleri


Tarım-İş: 5 kamu işyerinde 18.391 işçi adına
T. Maden-İş: 4 kamu işyerinde 18.259 işçi adına
Genel Maden-İş: TTK ve MTA işyerlerinde 20.548 işçi adına
Petrol-İş: 9 kamu işyerinde 7.485 işçi adına
Tek Gıda-İş: Çay-Kur, TEKEL ve Tariş Zeytinyağı’nda 49.297 işçi adına
Selüloz-İş: SEKA ve DMO işletmelerinde 5.122 işçi adına
Basın-İş: 13 kamu işyerinde 1.179 işçi adına
Türk Metal: 5 kamu işyerinde 3.483 işçi adına
Yol-İş: 4 kamu işyerinde 32.793 işçi adına
Demiryol-İş: TCDD işyerlerinde 32.319 işçi adına
T. Denizciler: 3 kamu işyerinde1.712 işçi adına
Hava-İş: THY işyerlerinde 9.000 işçi adına
Liman-İş: Denizcilik işletmesi ve TCDD limanlarında 6.017 işçi adına
Haber-İş: Posta İşletmesi ve Telekom işyerlerinde 40.042 işçi adına
Sağlık-İş: Sağlık Bakanlığı işyerlerinde 2.111 işçi adına
Toleyis: 4 kamu işyerinde 15.97 işçi adına toplusözleşme görüşmelerini yürütüyorlar.

Türk-İş’in yürüttüğü görüşmeler toplam 249.355 kamu işçisini kapsıyor. Türk-İş’in yanısıra Hak-İş de kamu TİS’leri için görüşmeler yürütüyor.



Sınıfa saldırının yeni halkası:
Eşel-Mobil sistemi


“Çeşitli kapitalist ülkelerde bazı uygulama örnekleri olan eşel-mobil sistemi, Türkiye’de ilk olarak ‘70’li yılların ikinci yarısında telaffuz edilmişti. Daha sonra da Turgut Özal döneminde gündeme getirilmiş, ancak uygulamaya sokulamamıştı. Şimdi sermaye iktidarı bu sinsi saldırıyı işçi ve kamu çalışanlarının sendikal mevzilerine karşı kullanmaya çalışıyor.

Kamu çalışanlarının son 6-7 yıldır sürdürdüğü “grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak” mücadelesinin önünü alamayan sermaye devleti, eşel-mobili öncelikle bu sendikaları tahrip etmek için kullanmak istiyor. ‘97’nin ikinci döneminden itibaren memur maaşlarını bu sisteme bağlamak isteyen devlet, böylelikle toplusözleşme hakkının içini boşaltmayı, bunun üzerinden de sendikaları zayıflatmayı planlıyor. Öyle ya! Maaşlar enflasyon oranında otomatik olarak artacaksa, sendikanın ve toplu sözleşmenin ne gereği var?!

Bilindiği gibi Türkiye’de sendikalar büyük işçi kitlesinin gözünde TİS imzalamakla sınırlı bir işleve sahiptir. Böyle olduğu içindir ki, oluşacak tahribatın büyük olması ihtimali güçlüdür. Toplusözleşme yapma işlevi bile kalmamış bir sendikadan işçilerin kopması kolaylaşacaktır. Sermayenin asıl sinsi hesabı da zaten budur. Eşel-mobil saldırısı bu anlamda kritik önemde bir saldırıdır.”

(SYKB Broşür Dizisi-3, İstanbul, Temmuz ‘97)




Çukobirlik grevi sona erdi...

Sendika bürokratları ihanette sınır tanımıyorlar


Çukobirlik’te devam eden grev sendika bürokratlarının ihanetiyle bitirildi. Hemen her sözleşmede sınıfa ihanet eden sendika bürokratları, Çukobirlik'te de bunu sinsice ve önceden tertipleyerek gerçekleştirdiler.

Grev oylaması yapılmadan önce DİSK Genel Başkan yardımcısı Kazım Doğan, işçilerin greve çıkmasının getireceği sözde sorunları dile getirerek greve çıkılmaması için epey dil dökmüştü. İşçilerin kararlı tutumu karşısında grev kararı almışlardı. Bugün işverenin greve çıkmadan önce verdiği ilk 6 ay için “0” zam , 4 ay için %5, ikinci yıl için %15 zammın daha da gerisinde bir ücret artışına imza attılar. Bununla da yetinmeyen hainler, iş güvencesi sağlayacak “kötü niyet tazminatını da” sözleşmeden çıkartarak, işverenin istediği “işçiyi keyfi bir şekilde işten çıkarmasını” kolaylaştıran maddeyi de kabul ettiler. Böylece işverenin işini daha da kolaylaştırdılar.

Aslında sendika ile işveren grev öncesinde bu sözleşme üzerinde anlaşmışlardı. Grev süresince işçileri maddi olarak sıkıntıya sokup bıktırmayı ve kendi senaryolarını hayata geçirmek için zaman kazanmayı amaçlıyorlardı.

İşverenin grev öncesinde sendikacılar aracılığıyla verdiği mesaj, “greve gidilse de, gidilmese de 500 işçiyi işten çıkartacağı” şeklindeydi. Grev süresince sendika, işten çıkartılacak işçilerin listesini oluşturdu. Kendi yandaşlarına iş güvencesi vaadederek grevin satışını kolaylaştırmak için yanına çekti. Bu işçiler içerisinde sendikaya karşı öfke ve güvensizliği daha fazla arttırdı.
Çukobirlik işçilerinin, sendikanın ihanetine ve işten çıkartmalara karşı mücadeleyi örgütleyecek ileri, öncü işçilerin önderliğinde taban örgütlülüklerinde birleşerek mücadele etmek dışında bir seçenekleri yok.

SY Kızıl Bayrak/Adana




Sınıf-emekçi cephesinden
kısa kısa...


* SES sendikası Şişli Şubesi’ne bağlı emekçiler “Yoksulluğa ve Yolsuzluğa Hayır” mitingiyle ilgili Şişli Etfal Hastanesi’nde basın açıklaması yaptılar. “Herkese Eşit-Etkin Ücret ve Sağlık” yazılı pankart açan sağlık emekçileri, “Hükümet istifa!”, “Ek vergilere hayır!” sloganlarını attılar.

*Ar Yıldız fabrikasına bağlı çalışan 270 işçi, fabrikanın Çorlu’ya taşınması gerekçe gösterilerek işten atıldı. Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü fabrikanın bir bölümünün Çorlu’ya taşınması sonucu işçi sayısı 80’e düştü. Hiçbir sosyal haklarını alamayan işçiler 10 milyara yakın alacakları olduğunu fakat patronun 500 milyonla geçiştirmeye çalıştığını söylediler. 30 işçi haklarını alabilmek için bir haftadan beri fabrika önünde bekliyor.

* Küçükçekmece Belediyesi’nde Genel-İş İstanbul 9 No’lu Şube’de örgütlü 500 işçi bir yıldır verilmeyen ücretlerini almak için Belediye önünde yönetimi protesto etti. 18 Nisan 2001 tarihinde Saat 11.30’da Belediye yanındaki parkta “Angaryaya, taşeronlaştırmaya ve özelleştirmeye hayır” ve “İnsanca yaşamaya yetecek ücret ve zamanında ödeme istiyoruz” pankartları taşındı. DSP ilçe binası önünden Belediye’ye yürümek isteyen işçiler, polis barikatıyla engellendi. Bu duruma slogan ve alkışlarla tepki gösteren işçiler Belediye’ye gittiler. Şube Başkanı yaptığı açıklamada, Belediye’nin müteahhite parasını aksatmadan ödediğini, fakat 3.5 trilyon lira alacağı olan çalışanların ise parasını vermediğini belirterek, bıçak kemiğe dayandı artık sabrımız kalmadı, dedi.

* İstanbul Tek Gıda-İş Sendikası Şube Başkanı Mehmet Kan, yaklaşık 2 bin fırında çalışan 20 bin üye adına 3 Eylül ‘00 tarihinde toplusözleşme yetkisi başvurusunda bulunduklarını, fakat sözleşme yetkisi verilmediği için 1 Ocak ‘01 tarihinde başlaması gereken sözleşme görüşmelerinin başlamadığını belirtti. Bu nedenle örgütlü oldukları fırınlarda 22 Nisan Pazar günü çalışanlar işe gitmeyerek, ekmek çıkarmayacaklarını açıkladı

* İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde Tüm Bel-Sen’e bağlı emekçiler ve Belediye-İş İETT Taşıt Şubesi’ne bağlı işçiler eylem yaptılar. Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara yaptığı konuşmada, 86 belediyede 3 aydan 36 aya kadar ücret ödemesinin yapılmadığını, ekonomik krizle birlikte emekçilerin yüzde 50 fakirleştiğini belirtti. Ayrıca Ankara ve İstanbul Büyükşehir belediyelerinde, üyelerine yönelik baskıların sürdüğünü söyledi.
Belediye-İş İETT Taşıt Şubesi Başkanı ise, işçilerin sendikadan zorla istifa ettirildiğini, İETT çalışanlarının ücretlerini ve ikramiyelerini taksitle aldıklarını söyledi. Eylemde “İşçiler burada başkan nerede?” sloganları atıldı.
Aynı gün Kocaeli Saraybahçe Belediyesi önünde de Tüm Bel-Sen tarafından yaklaşık 250 kişiyle bir eylem gerçekleştirildi.