7 Nisan'01
Sayı: 03


  Kızıl Bayrak'tan
  Esnaf eylemleri, burjuvazinin hesapları ve devrimci sınıf tutumu
  Sendika ağalarının işi bu kez kolay değil!
  Sınıf hareketine devrimci müdahale sorumluluğu
  Öncü İşçi İnisiyatifi'nin çalışmalarından
  Öncü işçilere önemli sorumluluklar düşüyor
  Sınıf ve kitle hareketi
  Ara sınıf eylemlilikleri ve gösterdikleri
  Ölüm Orucu Direnişi sürüyor!
  Gençlik
  Düzenin krizi'ne liberal sol reçeteler/2
  Özelleştirme saldırısı ve Telekom
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/1
  Krizin sosyal faturası
  Newroz kutlamaları imralı çizgisinin iflasını belgeler!
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi 25. haftasında!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dayatılan yıkıma karşı mücadeleyi örgütleyelim!

(Ekim Gençliği’nin Nisan ‘01 tarihli 45. sayısından alınmıştır...)

Düzen, İMF-TÜSİAD programının çökmesiyle beraber, kapsamı hızla genişleyen ve derinleşen ekonomik bir çöküntü içerisine girdi. Çöken, gerçekte çürümekte olan kapitalist düzendir. Öyle ki, onlarca yıldır süren krize herhangi bir çözüm getirilememekte, salt krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçilere çıkarılması ile düzen ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Şimdi, son krizle daha da katlanan fatura bir kez daha işçi ve emekçi kitleler yüklenerek düzene yeni bir soluklanma imkanı yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak bunu başarabilmek düzen açısından geçmişteki kadar kolay olmayacaktır. Çünkü işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik kitleleri artık “ulusal fedakarlık”, “aynı gemideyiz” vb. masalların gerçek içeriği konusunda belli bir bilinç açıklığına sahiptirler.

Emperyalist kölelik yeni boyutlar kazanıyor

Krizle beraber emperyalizme kölelik yeni boyutlar kazanmış bulunuyor. Öyle ki, bir Dünya Bankası memuru kurtarıcı sıfatıyla hükümetin başına fiili başbakan olarak atanmış, düzenin siyasal temsilcileri kriz sonrasında ABD merkezlerinde kuyruğa girmişlerdir. Emperyalist tekellere yeni yağma ve talan alanları açılması için, hükümetin önüne, işçi ve emekçilerin sosyal yıkımını daha da ağırlaştıracak saldırı kararları konulmuştur.

Mevcut koşullarda düzenin bundan başka bir yolu yoktur. Milli gelirin yarısını bulmuş olan iç ve dış borçların geri ödenmesi, yanısıra tekelci burjuvazinin “sıcak para” ihtiyacının karşılanması, tümüyle emperyalist finans merkezlerinden gelecek kaynağa bağlıdır. Bu ise emperyalist tekellerinin önüne yeni yağma ve talan alanlarının açılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu da beraberinde tekelci burjuvazinin zayıf kesimleri de içinde toplumun çok geniş bir kesiminin yıkımını kaçınılmaz hale getirecektir.

Yeni kriz yönetme planı hazırlanıyor

Bizzat emperyalist merkezlerden hazırlanan program çöken programın daha da ağırlaştırılmış biçimidir. Düzenin krizi aşma imkanı bulunmadığı için, hazırlanan bir kriz yönetme programıdır.

Tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin tam anlamıyla iktisadi ve sosyal yıkıma uğratılmasına dayanmaktadır.

İktisadi ve sosyal planda programın içerdiği saldırılar, işçi ve emekçi kitlelerin zaten büyük ölçüde tırpanlanmış bulunan sosyal hak ve kazanımlarının tümüyle yok edilmesi, kitlesel işçi-emekçi kıyımları, özelleştirmeler, katlanan vergi ve zamlarla soygunun katlanması vb. olarak sıralanabilir. Bunun kaçınılmaz sonucu, ise toplum çapında yoksulluğun korkunç boyutlar alması ve bununla beraber toplum çapında etkilerini gösterecek kültürel ve moral yozlaşmadır.
Bu yıkım programının uygulanabilmesi için, toplum çapında estirilen faşist terör ve zorbalık yeni boyutlar kazanacaktır. Ancak, bu programların işçi ve emekçi kitlelere “ulusal fedakarlık” masallarıyla yutturulması artık eskisi kadar kolay değildir. Krizin ilk sonuçları üzerinden toplumsal planda oldukça kapsamlı ve yoğun bir öfke birikimi ve mücadele isteği sözkonusudur. Bu öfke birikiminin kendine akacak kanallar bulması düzenin en büyük korkusudur. Bu gerçek bugün düzenin temsilcileri tarafından da belli kaygı ve korku ifadeleriyle yansıtılmaktadır.

Korkularını artıran bir diğer gerçek ise, düzenin işçi sınıfı ve emekçi kitlelere düzen içi bir siyasal alternatif sunma olanaklarının tükenmiş olmasıdır. Öyle ki, kamuoyu araştırmalarında, bugün seçim olsa kime oy verirsiniz sorusuna verilen yanıtların yüzde 50’ye yakını, “oy kullanmayacağım”, ya da “hiçbirine” biçimindedir. Emekçi kitlelerin düzen partilerinden hiçbir beklentisi kalmamıştır. Bu tablo, faşist baskı ve terörle beraber, önümüzdeki dönemde yeni siyasal alternatif yaratma girişimlerinin de devreye sokulacağını göstermektedir. Düzenin bunu ne ölçüde başarabileceği bir yana, devrimin güçlü bir alternatif olarak işçi-emekçi ve gençlik kitlelerinin gündemine sokulmasının aciliyeti ortaya çıkmaktadır.

Yıkım programına karşı
işçi sınıfının devrimci programı!

Emperyalist-kapitalist sistem giderek daha da derinleşecek krizlerin kaynağı olduğu gibi, krizlerin faturasını işçi-emekçi ve gençlik kitlelerine çıkarmaktan başka bir yol bulamamaktadır. Bu düzen altında işçi-emekçilerin yaşamı sürekli bir biçimde yıkıma uğratılmakta, gençlik geleceksizliğe mahkum edilmektedir. Kapitalist üretim ilişkileri ve bu ilişkiler üzerinden süren sınıf egemenliği aşılmadığı sürece, düzen yıkım ve geleceksizlik üretmeye devam edecektir.

Yalnızca yıkım üreten bu düzenin yıkılması, ancak işçi sınıfının devrimci programına bağlanmış, işçi sınıfı, emekçiler ve gençliğin birleşik devrimci mücadelesiyle olanaklıdır. Dayatılan yıkımın faturasını ödemeyi reddetmek ve sömürüyü bir parça sınırlamak da, işçi sınıfının devrimci programında ortaya konulan “acil demokratik siyasal istemler” ile “emeğin korunması”na dönük talepler etrafından örülecek birleşik mücadeleyle olanaklıdır.

Bahar sertleşen sınıf mücadelesine tanıklık edecek!

Krizin yarattığı sonuçlar üzerinden işçi, emekçi ve gençlik kitlelerinde patlamaya hazır bir mücadele dinamiği mevcuttur. Bu dinamiklerin nasıl ve ne şekilde açığa çıkacağı, yönünü nasıl belirleyeceği, önümüzdeki günlerde cevaplarını bulacak sorulardır. Ancak bugünden bakıldığında, sendika ağalarının tabanın baskısıyla almak zorunda kaldıkları eylem kararları ve işçi-emekçi kitlelerde dışa vuran öfke ve hoşnutsuzluğun giderek büyüyecek olması, önümüzdeki sürecin sert mücadelelere gebe olduğunun işaretlerini vermektedir.

Diğer yandan, devrimci tutsakların büyük zindan direnişleri kritik bir evreye gelmiş bulunmaktadır. Katliam, işkence, sistemli dezanformasyon kampanyalarıyla örülen sessizlik duvarı, yeni şehitlerle yıkılmaya başlamıştır. Bu, önümüzdeki günlerde zindan direnişinin toplumun gündemine gireceğinin habercisidir. Büyük zindan direnişinin ulaşacağı bu yeni evre ile beraber, sermayenin yıkım programları ve faşist terör barikatlarını kırmanın olanakları da artacaktır.

Devrimci tutsakların direniş ruhunun tüm toplum çapında yaygınlaştırılması, işçilerin, emekçilerin ve gençliğin, saldırının kendilerine dönük parçasından başlayarak mücadelelerinin örgütlenmesi günün temel görevidir.

Genç komünistler bu bilinç ve sorumlulukla döneme yaklaşmalıdırlar. Düzenin krizi ve yıkım programları kelimenin gerçek anlamıyla gençliği geleceksizliğe mahkum etmekte, düzenin gençliği kazanma imkanları tümüyle tükenmiş bulunmaktadır. Sistematik bir propaganda-ajitasyon ve örgütlenme faaliyetiyle geniş gençlik kitlelerini düzenin karşısına dikmek, bugün düne göre çok daha fazla olanaklıdır. Gençlik hareketinin sorunları ve ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşmalıyız. Her bir gençlik kesimine kendi özgün sorunları üzerinden seslenmeyi ve harekete geçirmeyi başarabilmeliyiz. Bunun için her türlü yol, yöntem ve aracı etkin ve yaratıcı bir biçimde kullanmalıyız. En önemlisi, işçi sınıfının devrimci programının gençliğe ilişkin acil istemlerini gençlik kitlelerini dünin karşısına dikecek bir silah olarak kullanmayı başarabilmeliyiz.



ODTÜ’de dağıtılan bildiri...

“Biz bu senaryonun oyuncuları
olmak istemiyoruz!”

Matrix’e hoşgeldiniz!..

Garip gelebilir ama yaşadığımız dünya gerçek değil. Etrafınızda gördüğünüz herşey de öyle. Yanınızdaki arkadaşınızdan tutun sevinçlerinize kadar hepsi gerçekmiş gibi sunulan bir bilgisayar programından başka bir şey değil. Ve sizi kandırıyorlar, gerçek diyorlar, inanmayın!

Herşey sanal ama herşey!..

Geçen hafta bir arkadaşınız kaçırıldı diye yine birileri yaygara çıkardı, sizi rahatsız etti. Bağışlayın onları! Onlar globalleşen dünyamızda soyu tükenen dinazor olmakta ısrar edenler, onlar hala Don Kişotların olabileceğine inananlar, onlar hala insanın içindeki kötülükleri göremeyenler. Bağışlayın onları! Bir arkadaşları kaçırıldı, ölümle tehdit edildi diye sokağa çıktılar ve avazları çıktığı kadar buna hayır dediler. Bağışlayın onları! Bilmiyorlar ki yaşadığımız dünya gerçek değil, sadece bir bilgisayar porgramı ve oyun. Ne olacak biri kaçırılsa, öldürülse. Herşey bir oyun değil mi?..

Zaten iki HADEP yöneticisinin kaçırılıp kaybedilmesi de oyundu. Herhalde kimse, onların akrabalarına ve onlar için sokakları özgürleştirmeye (özgürleşme de neyse) çalışanlara herşeyin bir oyun olduğunu anlatmadı, anlatsalardı da anlamazlardı herhalde, devlet tarafından varlığı bile kabul edilemeyenler.

Hele Susurluk kazası ile ortaya dökülen “pislikler” bilgisayar programı içerisine sızan beklenmedik bir virüsün sonucuydu. Kahrolsun virüsler! Yoksa program mükemmeldi. Ana çelişki, halkın mutluluğunu düşünen Kosla beyazlığındaki devlet adamları ile halkın birlik ve beraberliğini yoketmeye ayarlanmış kanlı teröristler ve dış mihraklar arasındaydı. Virüsün bedeli büyük oldu. Program içindeki insanlar, herşeyi gerçek sandı ve programa kinlerini kustu. İmdada 28 Şubat anti-virüs programı yetişti. 28 Şubat sen çok yaşa!

Herşey ama herşey sanal!

TV ekranlarına yansıyan elektromanyetik dalgaların oluşturduğu görüntüler de... Cezaevi çıkışında yanıklar içerisinde “Bizi diri diri yaktılar” diyecek kadar görüntülere yanlışlıkla yansıyan “kadın terörist”in silüeti de... 21 Mart’ta bölücülerin diliyle Newroz ateşleri bir yanda, devlet erkanının kutladığı Nevruz bir yandayken, haber bültenlerine yansımak zorunda kalan bir terörist devam etmeyen Ölüm Orucunda yaşamını kaybetmedi, onlarcası da sakat kalmadı aslında. Ölüm Orucu devam etmiyor ki ölüm yaşansın, birileri sakat kalsın! Hem ne fark eder ki, onlar terörist değil mi zaten!

Herşey ama herşey sanal!!

19 Aralık “hayata dönüş” operasyonuyla 31 kişi de ölmedi zaten. Böyle diyenlere inanmayın! Yalan söylüyorlar, devleti karalıyorlar. Devlet, tecavüzü sistematik bir işkence olarak kullanıyormuş, kontr-gerilla ve sivil faşistleri kullanarak sokak infazları gerçekleştiriyormuş. YÖK bir baskı aracıymış, cebindeki paranın alım gücünün düşmesinden İMF’ye tam bağımlı devlet sorumluymuş, vs. İnanmayın, kafanızı yıkamaya çalışıyorlar! Devlet, hiç böyle şeyler yapar mı, yapsa da herşey program içindeki sanallıktan ibaret değil mi?
Matrix Hollywood yapımı bir filmdi. İçinde yaşatılmaya çalıştığımız film ise tamamen Amerikan sponsorluğunda kontr-gerilla cumhuriyeti (TC) imzalıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz ve şimdi sana yalan olarak sunulan olgular bu senaryonun ta kendisidir. Sömürü, işkence, katliam sana dayatılan senaryonun vazgeçilmez gerçekleridir. İnan veya inanma! Biz bu senaryonun oyuncuları olmak istemiyoruz, uygulamaya çalışılan anti-demokratik hak gasplarına karşı, kaçırılan Murat arkadaşımız ve şimdi F tipinde yaşama savaşı veren iki eski ODTÜ’lü (Olcay ve Ünal) şahsında HAYIR diyoruz.

Seslerimizi birleştirerek haykırıyoruz:

ARKADAŞIMA DOKUNMA!



Mimar Sinan Üniversitesi’nde eylem...

“İMF defol! Bu ülke, bu halk satılık değil!”


Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde kriz ve saldırılarla ilgili bir basın açıklaması yapıldı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde “Kurt, kuş, arı, kahrolsun İMF iktidarı!”, “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız!”, “İMF defol, bu ülke, bu halk satılık değil!” sloganları atıldı.

Politik içeriği zayıf olmakla birlikte, Mimar Sinan Üniversitesi koşulları düşünüldüğünde anlamlı bir eylemdi. Taşınan dövizlerde Derviş ve hükümeti eleştiren öğrenciler, basın açıklamasının ardından alkışlarla okula girdiler.

Basın açıklaması metninden...

Krizin bedelini ödemeyi reddediyoruz!

5 Nisan ‘97’dan bu yana halka “gelecek güzel günler” vaad edip kemer sıktırıyorlar, yoksullaştırıyorlar. Krizden bu yana her gün zam haberleri, her gün daha fazla yoksulluk. Türk lirası her gün biraz daha fazla değer kaybediyor. İMF politikalarını tek çözüm olarak gösteren zihniyet, sorunu kişilerden menkul kılarak aynı paketleri ısıtıp ısıtıp halka bu sefer de Derviş’le yutturmaya çalışıyor. “Dışarıdan borç alacağız, herşeyi yoluna koyacağız” diyorlar. Ama bu sırada halkın ne kadar yoksullaşacağından ve ödenecek faizlerden bahsetmiyorlar. (...)

Sürekli herşeye zam yapan devlet, burslarımıza zam yapmıyor, devletliğini sadece cezaevlerinde hatırlıyor, eylem yapan öğrencilere, esnafa, memura dayak atarken hatırlıyor. Devlet devletliğini polisiyle hatırlıyor, zulmüyle hatırlıyor. Devlet buysa biz böyle devlet istemiyoruz.

Yönetemiyorsunuz! Polisinizle, YÖK’ünüzle, Derviş’inizle halkı rahat bırakın ve gidin.

Defolun! Bu ülke, bu halk satılık değil!

Mimar Sinan Üniversitesi Öğrencileri



“Yıldız Teknik Üniversitesi
Hücre ve Tecrit Karşıtı Öğrenciler”in çağrısı...


Öğrenci arkadaş,

19 Aralık cezaevi katliamından sonra ülke çapında yapılan F tipi protestolarından birinde gözaltına alınan YTÜ öğrencisi İrfan Kaplan’ın da aralarında bulunduğu beş kişi Vatan Terörle Mücadele Şubesi’nde kaba dayaktan geçirildikten sonra savcılık tarafından Kandıra F tipine konuldu.

Bu ülkede banka hortumlayanlar, kriz yaratanlar, işçi ve emekçi halka kan kusturanlar özgürce sokaklarda dolaşırlarken, Ölüm Orucu’ndaki tutsakların taleplerine sahip çıkıp katliam ve tecrite karşı tepkili olanlar bugün F tiplerinde susturulmaya çalışılmaktadır.

Öğrenciler, analar ve aydınlar F tiplerinde!
Ölüm Orucu sürüyor!

Ölüm Orucu’ndaki tutsaklara, analarımıza ve F tipinde, tecritteki öğrenci arkadaşlarımıza sahip çıkmak için, 6 Mart 2001 Cuma günü Saat 10:00’de Beşiktaş DGM’de herkesi davayı izlemeye çağırıyoruz.

Yıldız Teknik Üniversitesi
Hücre ve Tecrit Karşıtı Öğrenciler