Dayatılan yıkıma karşı mücadeleyi örgütleyelim! (Ekim Gençliğinin Nisan 01 tarihli 45. sayısından
alınmıştır...) Düzen, İMF-TÜSİAD programının çökmesiyle beraber, kapsamı hızla genişleyen
ve derinleşen ekonomik bir çöküntü içerisine girdi. Çöken, gerçekte
çürümekte olan kapitalist düzendir. Öyle ki, onlarca yıldır süren krize
herhangi bir çözüm getirilememekte, salt krizin faturasının işçi sınıfı
ve emekçilere çıkarılması ile düzen ayakta kalmaya çalışmaktadır. Şimdi, son krizle daha da katlanan fatura bir kez daha işçi ve emekçi
kitleler yüklenerek düzene yeni bir soluklanma imkanı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ancak bunu başarabilmek düzen açısından geçmişteki kadar kolay olmayacaktır.
Çünkü işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik kitleleri artık ulusal
fedakarlık, aynı gemideyiz vb. masalların gerçek içeriği
konusunda belli bir bilinç açıklığına sahiptirler. Emperyalist kölelik yeni boyutlar kazanıyor Krizle beraber emperyalizme kölelik yeni boyutlar kazanmış bulunuyor.
Öyle ki, bir Dünya Bankası memuru kurtarıcı sıfatıyla hükümetin başına
fiili başbakan olarak atanmış, düzenin siyasal temsilcileri kriz sonrasında
ABD merkezlerinde kuyruğa girmişlerdir. Emperyalist tekellere yeni yağma
ve talan alanları açılması için, hükümetin önüne, işçi ve emekçilerin
sosyal yıkımını daha da ağırlaştıracak saldırı kararları konulmuştur. Mevcut koşullarda düzenin bundan başka bir yolu yoktur. Milli gelirin
yarısını bulmuş olan iç ve dış borçların geri ödenmesi, yanısıra tekelci
burjuvazinin sıcak para ihtiyacının karşılanması, tümüyle
emperyalist finans merkezlerinden gelecek kaynağa bağlıdır. Bu ise emperyalist
tekellerinin önüne yeni yağma ve talan alanlarının açılmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu da beraberinde tekelci burjuvazinin zayıf kesimleri
de içinde toplumun çok geniş bir kesiminin yıkımını kaçınılmaz hale
getirecektir. Yeni kriz yönetme planı hazırlanıyor Bizzat emperyalist merkezlerden hazırlanan program çöken programın
daha da ağırlaştırılmış biçimidir. Düzenin krizi aşma imkanı bulunmadığı
için, hazırlanan bir kriz yönetme programıdır. Tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin tam anlamıyla iktisadi ve sosyal
yıkıma uğratılmasına dayanmaktadır. İktisadi ve sosyal planda programın içerdiği saldırılar, işçi ve emekçi
kitlelerin zaten büyük ölçüde tırpanlanmış bulunan sosyal hak ve kazanımlarının
tümüyle yok edilmesi, kitlesel işçi-emekçi kıyımları, özelleştirmeler,
katlanan vergi ve zamlarla soygunun katlanması vb. olarak sıralanabilir.
Bunun kaçınılmaz sonucu, ise toplum çapında yoksulluğun korkunç boyutlar
alması ve bununla beraber toplum çapında etkilerini gösterecek kültürel
ve moral yozlaşmadır. Korkularını artıran bir diğer gerçek ise, düzenin işçi sınıfı ve emekçi
kitlelere düzen içi bir siyasal alternatif sunma olanaklarının tükenmiş
olmasıdır. Öyle ki, kamuoyu araştırmalarında, bugün seçim olsa kime
oy verirsiniz sorusuna verilen yanıtların yüzde 50ye yakını, oy
kullanmayacağım, ya da hiçbirine biçimindedir. Emekçi
kitlelerin düzen partilerinden hiçbir beklentisi kalmamıştır. Bu tablo,
faşist baskı ve terörle beraber, önümüzdeki dönemde yeni siyasal alternatif
yaratma girişimlerinin de devreye sokulacağını göstermektedir. Düzenin
bunu ne ölçüde başarabileceği bir yana, devrimin güçlü bir alternatif
olarak işçi-emekçi ve gençlik kitlelerinin gündemine sokulmasının aciliyeti
ortaya çıkmaktadır. Yıkım programına karşı Emperyalist-kapitalist sistem giderek daha da derinleşecek krizlerin
kaynağı olduğu gibi, krizlerin faturasını işçi-emekçi ve gençlik kitlelerine
çıkarmaktan başka bir yol bulamamaktadır. Bu düzen altında işçi-emekçilerin
yaşamı sürekli bir biçimde yıkıma uğratılmakta, gençlik geleceksizliğe
mahkum edilmektedir. Kapitalist üretim ilişkileri ve bu ilişkiler üzerinden
süren sınıf egemenliği aşılmadığı sürece, düzen yıkım ve geleceksizlik
üretmeye devam edecektir. Yalnızca yıkım üreten bu düzenin yıkılması, ancak işçi sınıfının devrimci
programına bağlanmış, işçi sınıfı, emekçiler ve gençliğin birleşik devrimci
mücadelesiyle olanaklıdır. Dayatılan yıkımın faturasını ödemeyi reddetmek
ve sömürüyü bir parça sınırlamak da, işçi sınıfının devrimci programında
ortaya konulan acil demokratik siyasal istemler ile emeğin
korunmasına dönük talepler etrafından örülecek birleşik mücadeleyle
olanaklıdır. Bahar sertleşen sınıf mücadelesine tanıklık edecek! Krizin yarattığı sonuçlar üzerinden işçi, emekçi ve gençlik kitlelerinde
patlamaya hazır bir mücadele dinamiği mevcuttur. Bu dinamiklerin nasıl
ve ne şekilde açığa çıkacağı, yönünü nasıl belirleyeceği, önümüzdeki
günlerde cevaplarını bulacak sorulardır. Ancak bugünden bakıldığında,
sendika ağalarının tabanın baskısıyla almak zorunda kaldıkları eylem
kararları ve işçi-emekçi kitlelerde dışa vuran öfke ve hoşnutsuzluğun
giderek büyüyecek olması, önümüzdeki sürecin sert mücadelelere gebe
olduğunun işaretlerini vermektedir. Diğer yandan, devrimci tutsakların büyük zindan direnişleri kritik
bir evreye gelmiş bulunmaktadır. Katliam, işkence, sistemli dezanformasyon
kampanyalarıyla örülen sessizlik duvarı, yeni şehitlerle yıkılmaya başlamıştır.
Bu, önümüzdeki günlerde zindan direnişinin toplumun gündemine gireceğinin
habercisidir. Büyük zindan direnişinin ulaşacağı bu yeni evre ile beraber,
sermayenin yıkım programları ve faşist terör barikatlarını kırmanın
olanakları da artacaktır. Devrimci tutsakların direniş ruhunun tüm toplum çapında yaygınlaştırılması,
işçilerin, emekçilerin ve gençliğin, saldırının kendilerine dönük parçasından
başlayarak mücadelelerinin örgütlenmesi günün temel görevidir. Genç komünistler bu bilinç ve sorumlulukla döneme yaklaşmalıdırlar.
Düzenin krizi ve yıkım programları kelimenin gerçek anlamıyla gençliği
geleceksizliğe mahkum etmekte, düzenin gençliği kazanma imkanları tümüyle
tükenmiş bulunmaktadır. Sistematik bir propaganda-ajitasyon ve örgütlenme
faaliyetiyle geniş gençlik kitlelerini düzenin karşısına dikmek, bugün
düne göre çok daha fazla olanaklıdır. Gençlik hareketinin sorunları
ve ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşmalıyız. Her bir gençlik kesimine kendi
özgün sorunları üzerinden seslenmeyi ve harekete geçirmeyi başarabilmeliyiz.
Bunun için her türlü yol, yöntem ve aracı etkin ve yaratıcı bir biçimde
kullanmalıyız. En önemlisi, işçi sınıfının devrimci programının gençliğe
ilişkin acil istemlerini gençlik kitlelerini dünin karşısına dikecek
bir silah olarak kullanmayı başarabilmeliyiz.
Biz bu senaryonun oyuncuları Matrixe hoşgeldiniz!.. Garip gelebilir ama yaşadığımız dünya gerçek değil. Etrafınızda gördüğünüz
herşey de öyle. Yanınızdaki arkadaşınızdan tutun sevinçlerinize kadar
hepsi gerçekmiş gibi sunulan bir bilgisayar programından başka bir şey
değil. Ve sizi kandırıyorlar, gerçek diyorlar, inanmayın! Herşey sanal ama herşey!.. Geçen hafta bir arkadaşınız kaçırıldı diye yine birileri yaygara çıkardı,
sizi rahatsız etti. Bağışlayın onları! Onlar globalleşen dünyamızda
soyu tükenen dinazor olmakta ısrar edenler, onlar hala Don Kişotların
olabileceğine inananlar, onlar hala insanın içindeki kötülükleri göremeyenler.
Bağışlayın onları! Bir arkadaşları kaçırıldı, ölümle tehdit edildi diye
sokağa çıktılar ve avazları çıktığı kadar buna hayır dediler. Bağışlayın
onları! Bilmiyorlar ki yaşadığımız dünya gerçek değil, sadece bir bilgisayar
porgramı ve oyun. Ne olacak biri kaçırılsa, öldürülse. Herşey bir oyun
değil mi?.. Zaten iki HADEP yöneticisinin kaçırılıp kaybedilmesi de oyundu. Herhalde
kimse, onların akrabalarına ve onlar için sokakları özgürleştirmeye
(özgürleşme de neyse) çalışanlara herşeyin bir oyun olduğunu anlatmadı,
anlatsalardı da anlamazlardı herhalde, devlet tarafından varlığı bile
kabul edilemeyenler. Hele Susurluk kazası ile ortaya dökülen pislikler bilgisayar
programı içerisine sızan beklenmedik bir virüsün sonucuydu. Kahrolsun
virüsler! Yoksa program mükemmeldi. Ana çelişki, halkın mutluluğunu
düşünen Kosla beyazlığındaki devlet adamları ile halkın birlik ve beraberliğini
yoketmeye ayarlanmış kanlı teröristler ve dış mihraklar arasındaydı.
Virüsün bedeli büyük oldu. Program içindeki insanlar, herşeyi gerçek
sandı ve programa kinlerini kustu. İmdada 28 Şubat anti-virüs programı
yetişti. 28 Şubat sen çok yaşa! Herşey ama herşey sanal! TV ekranlarına yansıyan elektromanyetik dalgaların oluşturduğu görüntüler
de... Cezaevi çıkışında yanıklar içerisinde Bizi diri diri yaktılar
diyecek kadar görüntülere yanlışlıkla yansıyan kadın teröristin
silüeti de... 21 Martta bölücülerin diliyle Newroz ateşleri bir
yanda, devlet erkanının kutladığı Nevruz bir yandayken, haber bültenlerine
yansımak zorunda kalan bir terörist devam etmeyen Ölüm Orucunda yaşamını
kaybetmedi, onlarcası da sakat kalmadı aslında. Ölüm Orucu devam etmiyor
ki ölüm yaşansın, birileri sakat kalsın! Hem ne fark eder ki, onlar
terörist değil mi zaten! Herşey ama herşey sanal!! 19 Aralık hayata dönüş operasyonuyla 31 kişi de ölmedi
zaten. Böyle diyenlere inanmayın! Yalan söylüyorlar, devleti karalıyorlar.
Devlet, tecavüzü sistematik bir işkence olarak kullanıyormuş, kontr-gerilla
ve sivil faşistleri kullanarak sokak infazları gerçekleştiriyormuş.
YÖK bir baskı aracıymış, cebindeki paranın alım gücünün düşmesinden
İMFye tam bağımlı devlet sorumluymuş, vs. İnanmayın, kafanızı
yıkamaya çalışıyorlar! Devlet, hiç böyle şeyler yapar mı, yapsa da herşey
program içindeki sanallıktan ibaret değil mi? Seslerimizi birleştirerek haykırıyoruz: ARKADAŞIMA DOKUNMA!
İMF defol! Bu ülke, bu halk satılık
değil!
Politik içeriği zayıf olmakla birlikte, Mimar Sinan Üniversitesi
koşulları düşünüldüğünde anlamlı bir eylemdi. Taşınan dövizlerde Derviş
ve hükümeti eleştiren öğrenciler, basın açıklamasının ardından alkışlarla
okula girdiler. Basın açıklaması metninden... Krizin bedelini ödemeyi reddediyoruz! 5 Nisan 97dan bu yana halka gelecek güzel günler
vaad edip kemer sıktırıyorlar, yoksullaştırıyorlar. Krizden bu yana
her gün zam haberleri, her gün daha fazla yoksulluk. Türk lirası her
gün biraz daha fazla değer kaybediyor. İMF politikalarını tek çözüm
olarak gösteren zihniyet, sorunu kişilerden menkul kılarak aynı paketleri
ısıtıp ısıtıp halka bu sefer de Dervişle yutturmaya çalışıyor.
Dışarıdan borç alacağız, herşeyi yoluna koyacağız diyorlar.
Ama bu sırada halkın ne kadar yoksullaşacağından ve ödenecek faizlerden
bahsetmiyorlar. (...) Sürekli herşeye zam yapan devlet, burslarımıza zam yapmıyor, devletliğini
sadece cezaevlerinde hatırlıyor, eylem yapan öğrencilere, esnafa, memura
dayak atarken hatırlıyor. Devlet devletliğini polisiyle hatırlıyor,
zulmüyle hatırlıyor. Devlet buysa biz böyle devlet istemiyoruz. Yönetemiyorsunuz! Polisinizle, YÖKünüzle, Dervişinizle
halkı rahat bırakın ve gidin. Defolun! Bu ülke, bu halk satılık değil! Mimar Sinan Üniversitesi Öğrencileri
Yıldız Teknik Üniversitesi
19 Aralık cezaevi katliamından sonra ülke çapında yapılan F tipi protestolarından
birinde gözaltına alınan YTÜ öğrencisi İrfan Kaplanın da aralarında
bulunduğu beş kişi Vatan Terörle Mücadele Şubesinde kaba dayaktan
geçirildikten sonra savcılık tarafından Kandıra F tipine konuldu. Bu ülkede banka hortumlayanlar, kriz yaratanlar, işçi ve emekçi halka
kan kusturanlar özgürce sokaklarda dolaşırlarken, Ölüm Orucundaki
tutsakların taleplerine sahip çıkıp katliam ve tecrite karşı tepkili
olanlar bugün F tiplerinde susturulmaya çalışılmaktadır. Öğrenciler, analar ve aydınlar F tiplerinde! Ölüm Orucundaki tutsaklara, analarımıza ve F tipinde, tecritteki
öğrenci arkadaşlarımıza sahip çıkmak için, 6 Mart 2001 Cuma günü Saat
10:00de Beşiktaş DGMde herkesi davayı izlemeye çağırıyoruz. Yıldız Teknik Üniversitesi |
|||||