Esnaf eylemi, burjuvazinin hesapları Ülke çapında hızla yaygınlaşan ve öfkeli protestolar olarak gerçekleşen
esnaf eylemleri, ekonomik krize bir sosyal kriz boyutu eklemiş bulunmakta.
Kriz süresi boyunca emperyalist merkezlerin ve onlarla çıkar birliği
içindeki tekelci burjuvazinin krize müdahale planlarının borazanı durumundaki
medya, esnaf eylemlerinin yarattığı geniş çaplı sosyal huzursuzluk tablosunu
özellikle önplana çıkarıyor ve döne döne işliyor. Krize müdahale çerçevesinde
adeta tek merkezden yönlendirilen ve aynı temayı işleyen sermaye medyasının
bu tutumu elbette salt habercilik misyonundan gelmiyor. Bu görüntünün
gerisinde daha ciddi misyonların gereği çerçevesinde davranıldığı çok
kesin. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü tepkisinin kendini henüz yeni
yeni göstermeye başlayacağı bir evrede esnaf eylemlerini soskriz
öğesi olarak önplana çıkarmanın ve işlemenin gerisinde özel hesapların
ve planların olduğundan kuşku duyulamaz. Yaşanmakta olan krizin işçi sınıfı, yoksul köylülük ve yarı-proleterler
kadar kentin ve kırın küçük-burjuva katmanlarını da ağır bir biçimde
etkilediği, onları kitlesel bir yıkıma sürüklediği açık bir olgudur.
Kapitalizmin doğasından gelen ve ona devrevi olarak eşlik eden krizler,
toplumsal servet israfına, kitlesel işsizliğe, işçi sınıfı ve yarı-proleterlerin
yoksulluk ve sefaletini derinleştirmeye yolaçmakla kalmazlar, kent ve
kır küçük üreticileriyle esnafının yıkımını da hızlandırırlar. Ağır
iktisadi kriz dönemlerinde yarınına güvensizlik tüm emekçiler için genel
bir durum halini alır ve bu aynı ölçüde küçük esnaf ve zanaatkar emekçiler
için de geçerlidir. Birbirini iki ay arayla izleyen iki ağır krizin
yıkıcı sonuçlarının kent ve kır küçük-burjuvazisi &ml;zerindeki etkisini,
patlayan öfke üzerinden de açıkça izlemek mümkün. Mülk sahibi küçük-burjuva katmanların hoşnutsuzluğu ve öfkesi işçi
sınıfı ve emekçilerde büyüyen öfke ve hoşnutsuzluğun bir parçasıdır,
bu kadarı çok açık. Fakat bundan ötesi üzerinde dikkatle durmak gerekmektedir.
Binlerce öfkeli esnafın Türkiyenin dört bir yanında öfkeli protestolara
girişmiş olmasından hareketle, kitle hareketi heyecanı içinde
bu gelişmelerin içerdiği ve yarattığı sorunları gözden kaçırmak tam
bir budalalık örneği olur. Bu gelişmenin içerdiği sorunların esası, kapitalist gelişmenin ve özellikle
de kapitalist krizlerin bu katmanları kaçınılmaz olarak yıkıma uğrattığı
gerçeğini gözden kaçırmak olabilir. Bu, erken ya da geç, hızlı ve acılı
ya da ağır ve sancılı, sonuçta kaçınılmaz bir süreçtir. Burada doğru
devrimci sınıf tavrı, ikili bir yön taşımaktadır. Biz bu gelişmenin
kaçınılmazlığı bilinci ile hareket eder, yıkıma uğrayan küçük-burjuva
kitlelerde, farklı hükümetler olsaydı, farklı politikalar uygulansaydı
bu hiç de böyle olmazdı, olmak zorunda değildi, düşünce ve umudunu yaratmak
yoluna asla gitmeyiz. Tam tersine, mevcut kapitalist üretim ilişkileri
ve büyük burjuvazinin sınıf egemenliği koşullarında bunun kendileri
için kaçınılmaz bir kader olduğunu anlatmaya çalışırız. Bugüuml; acılı
yıkım sürecini bir parça hafifletmek istiyorsa, kaderini işçi sınıfının
ve öteki emekçi katmanların kaderi ile birleştirerek, kapitalist düzene
ve tekelci büyük burjuvazinin sınıf egemenliği sistemine karşı mücadele
yolunu tutmalarını anlatmaya ve onları bu yola çekmeye çalışırız. Bütün bunlar parti programında yeterli açıklıkta yer alan temel teorik
ve tarihsel gerçekliklerdir. Parti programının teorik bölümünün ilk
maddesi, kapitalist gelişmenin küçük mülk sahiplerinin yıkımı demek
olduğuna; üçüncü maddesi, büyük çaplı üretim karşısında küçük ölçekli
üretimin kaçınılmaz tasfiyesine, herşeye rağmen ayakta kalmaya çalışan
köylüyü ve zanaatçıyı da sermayenin ezici egemenliği altına
soktuğuna; beşinci maddesi ise, bu sürecin kapitalist krizler döneminde
küçük üreticilerin yıkımını nasıl hızlandırdığına işaret
eder. Ve nihayet onuncu maddede şunlar söylenir: ... Kapitalizmin
yıkıma sürüklediği küçük mülk sahibi emekçiler, ancak kapitalizm koşullarında
kendi durumlarıın umutsuzluğunu anladıklarında ve proletaryanın önderliğini
benimsediklerinde, gerçekten devrimci olurlar. (TKİP Programı,
s.15-18) Burada devrimci sınıf partisinin küçük mülk sahibi katmanların konumuna
ve akıbetine olduğu kadar mücadelesine yaklaşımın da teorik, ilkesel
ve taktik çerçevesi bir arada verilmektedir. Küçük mülk sahibi katmanların
krizin yıkıcı etkileri karşısında ortaya koyduğu toplumsal öfkenin dalga
dalga yayıldığı günlerde, parti programının bu bakışaçısının dikkatle
özümsenmesinin çok özel bir önemi vardır. Buradan sorunun güncel yönüne dönebiliriz. Birçok kaba belirti, büyük
bölümü burjuvazinin sınıfsal denetiminde, dinsel ve faşist gericiliğin
ise ideolojik-politik etkisi altındaki bu katmanların ortaya koyduğu
öfkenin sermayenin krizi yönetme politikalarına dolgu malzemesi olarak
kullanılmaya çalışıldığını göstermektedir. Esnaf öfkesinin iki önemli
hedefi göze çarpmaktadır. İMF ve hükümet. İMF zaten sicili bozuk bir
emperyalist kuruluş olduğu ve dünyanın dört bir yanında yaygın sosyal
öfkenin hedefi haline geldiği için, ona yönelen öfkeler çoğu durumda
kanıksanmayla, emperyalizmin ve burjuvazinin arsız ifadesiyle normal
karşılanır. Ülkeyi bir anda yarı yarıyadan fazla fakirleştiren, işsizliği
ve iflasları büyük boyutlara ulaştıran bir krizin ardından, üstelik
bu kriz İMF programının iflanlamına geldiği için, düzenin egemenleri
İMFye yönelen tepkileri çok da problem etmemektedirler. Tersine
bunu, öfkenin boşalacağı bir dış hedef saymaktadırlar. Onlar için bundan da önemli olan, patlayan öfkenin içte hükümetle sınırlı
kalmasıdır. Zira böylece iflası kesinleşmiş Türkiye kapitalizmiyle,
bu temel üzerinde hüküm süren Türk tekelci burjuvazisi ve devleti hedef
olmaktan kurtulmakla kalmayacak, yanısıra hükümete yönelen öfke, sermayenin
kriz yönetme politikalarına hayli işlevsel bir dolgu malzemesi olarak
da kullanılacak. Bu dolgu malzemesinin işçi sınıfı ve kamu emekçileri
hareketinden değil de, geleneksel olarak burjuvazinin denetiminde ve
gericiliğin hizmetinde olan kent esnafından devşirilmesi, düzenin egemenleri
için özel bir tercihtir. Böylece en kritik noktaya gelmiş bulunuyoruz. Eskinin ağırlaştırılmış
biçimi olan yeni bir İMF programını uygulama hazırlığı içerisinde olan,
hazırlıktan da öte, ABD dayatması 15 günde 15 yasanın çıkarılmasına
Şeker Yasası ile ilk adımı atan işbirlikçi tekelci burjuvazi, mevcut
hükümeti devreden çıkararak bir teknokratlar hükümeti ya
da bir milli mutabakat hükümeti ile işleri götürmek hesabı
ve hazırlığı içerisindedir. Böylece hem krizin yarattığı yıkıma karşı
oluşan büyük öfke mevcut hükümetin harcanması üzerinden kontrollü bir
biçimde boşaltılmış; hem de yeni saldırı programını taze bir güç ve
sahte umutlar eşliğinde bir süre için engelsizce uygulayacak yeni bir
hükümete kavuşulmuş olacak. Adına ister teknokratlar hükümeti ister milli mutabak
hükümeti denilsin, bu yeni adım faşist bir ara rejim
anlamına gelecektir. Buna olağanüstü hal ya da sıkıyönetim türünden
işçi sınıfı ve emekçi hareketini etkisiz kılmaya yönelik özel uygulamalar
eşlik edecektir. Denetimli ya da kendiliğinden olsun, patlayan esnaf
öfkesinin bu amaca ulaşmak için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilmeye
çalışıldığı görülmektedir. Düzen medyasının esnafın hükümete yönelen
öfkesini, başbakanın önüne fırlatılan yazar kasa vakalarını
çok özel bir tarzda kullanması bu hesabın bir parçasıdır. Esnaf eylemleri
sürekli sosyal kriz teması olarak işlenmekte ve bu denli
denetimsiz patlamalara karşı zorunlu önlemlerin (olağanüstü
hal ya da sıkıyönetim) yoüzlenmeye çalışılmaktadır. Böylece, herşeye
rağmen örgütlü ve sermaye planlarına dolgu malzemesi olması doğası gereği
güç sınıf ve emekçi hareketinin henüz kendini bulmadan önü de kesilmiş
olacaktır. Tarihte küçük-burjuva katmanların, özellikle esnaf ve zanaatkarların
doğası göreği yönsüz, hedefsiz ve gerici amaçlara yöneltilmeye müsait
öfkesinin burjuvazinin emekçilere yönelik saldırısına dayanak yapıldığı
çok görülmüştür.Tabandan gelen kitlesel faşist hareketlerin en önemli
dayanağı çoğu durumda geleneksel kent esnaf ve zanaatkarları olmuştur.
Bunlar birçok durumda işçi sınıfı hareketine karşı karanlık ve kirli
hesaplar için kullanılmıştır. (Konyada esnaf eylemlerinde dinsel
gericiliğin, Maraşta ise Maraş katliamının baş sorumlularından
bir faşist katil eskisinin önplanda rol oynamasına da bu açıdan bakmak
gerekmektedir.) Türkiye sol hareketinin esnafın sosyal öfkesi
üzerinden kendini kaybetmeden bu katmanlara ilişkin temel teorik ve
tarihsel gerçekler üzerine dikkatle d&ml;şünmesi günün en önemli konularından
biridir. Türk burjuvazisi adına bu ülkeyi MGKnın, MGK üzerinden generallerin
yönettiği artık herkesçe biliniyor. Ekonomik krizi ele alan son MGK
toplantısı, hükümetin ve parlamentonun ekonomik krizi aşma çabalarına
tam desteğini ifade etmiştir. Bunu Türk generallerinin ABD memuru Dervişin
yeni saldırı programına desteği olarak da anlayabiliriz. Bilindiği gibi,
hükümet ve parlamentonun şu sıra krizi aşmak için en öncelikli çabası,
ABD ve emperyalist finans kuruluşlarının dayatması olan 15 günde
15 yasayı Nisan sonunda yapılacak İMF toplantısı öncesine yetiştirmektir.
MGK ve onun üzerinden Türk generallerinin sonuçta bu emek düşmanı ihanet
çabalarına destek verdiği açıktır. Fakat MGKnın güncel icraatı bundan da ibaret değildir. Tam da
böylesi kriz günleri için MGK tarafından yasal bir kurum olarak gündeme
getirilen Kriz Yönetim Merkezinin şu günler hummalı bir çalışma
içerisinde olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Ne üzerine çalışıldığını
ise basındaki görevli kalemler kamuoyuna şimdiden ifşaa
etmiş bulunmaktadırlar. Öngörmek yönetmektir özdeyişi çerçevesinde,
halkın sokağa dökülme olasılığına karşı gerekli
müdahale planlarının şimdiden hazır olduğu bildirilmektedir. Bu bir
tehdit olduğu kadar, kesin olduğu tartışma götürmez olan bir somut hazırlıktır
da. Burjuvazi egemen bir sınıf olarak son derece deneyimli ve örgütlüdür.
Son kriz haftalarının da gösterdiği gibi, yeni saldırı programı için
uygun koşulları yaratmak ve etkili bir uygulamaya geçmek için koordineli
bir çaba içerisindedir. Basındaki sermaye uşakları sistematik bir biçimde
mevcut hükümeti hedef haline getirerek, olup bitenlerden onu sorumlu
tutarak, bir teknokratlar hükümeti için sistemli bir kampanya
yürütmektedirler. Generallerin ise aynı sonuca ulaşmak için daha çok
bir milli mutabakat hükümetine eğilimli olduklarının ciddi
belirtileri vardır. Her halükarda bu hükümet, çok büyük bir ihtimalle
planlı bir yönlendirme çerçevesinde, sınıf hareketinden önce sahneye
çıkarılan esnaf öfkesine feda edilecek, mevcut parlamento
üzerinden başka bir hük&uul;met olanağı bulunmadığı için de, bir milli
mutabakat hükümetine yol kendiliğinden açılmış olacaktır. Böyle
bir hükümet milli bir kriz durumuna müdahale etmek üzere
milli dava misyonu üstleneceği için, bunun gereği olarak
her türlü kitle hareketine, gerçekte ve somutta ise sınıf ve emekçi
hareketine dizgin vurulacaktır. Bu, milli fedakarlığn gereği
olarak gönüllü bir mutabakatta sağlanamazsa eğer, olağanüstü
hal ya da sıkıyönetim bunun araçları olarak kullanılacaktır. Tekelci burjuvazinin, her zaman ona hizmette kusur etmeyen tüm düzen
kuvvetlerinin halihazırdaki hesabı bu. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçi
hareketi bu hesabı bozma olanaklarına fazlasıyla sahiptir. Örgütlü ve
birleşik eylem, sermaye sınıfının saldırısına karşı devrimci sınıf çizgisinde
direnme kararlılığı, bunun biricik yoludur. Fakat bu yola girmek ve
başarıyla yürüyebilmek için, öncelikle yıkıcı krizin ve yeni yıkım saldırısının
sınıfsal ve siyasal dayanakları konusunda açık bir fikir ve tutuma sahip
olmak gerekir. Sınıf düşmanını bile tanımlayamayan, olup bitenin tüm
sorumluluğunu hükümetlere ve bugünkü hükümete yıkan liberal programların
en tehlikeli ve dolayısıyla tahrip edici yanı da budur. Boğazına kadar
liberal oportünizme batmış bazı reformist sol akımların sınıf ve emekçi
hareketine en büyük kötülüğü de bu noktadadır.lar, düzeni ve egemen
sınıfı bile tanımlayamayan, ileri sürdükleri reform istemlerinin elde
edilebilmesi için bu sınıfsal ve siyasal güç odağını hedef göstermeye
bile yanaşmayan liberal programları işçi sınıfına ve emekçilere tarihi
seçenek olarak sunabilmektedirler. Bu nedenledir ki, liberal oportünizme
karşı etkili bir mücadele günün öncelikli görevleri arasındadır. Fakat daha öncelikli ve temel olan, sınıf ve kitle hareketinin öfkesini
ve mücadele isteğini devrimci bir çizgide, emperyalist merkezlerin ve
işbirlikçi burjuvazinin saldırılarını boşa çıkarmak üzere harekete geçirebilmektir.
Bu doğrultuda her olanak, güncel bir fırsat olarak da Emek Platformunun
14 Nisan eylemi en iyi biçimde değerlendirilebilmek durumundadır. Emek
Platformuna ilişkin liberal oportürnst hayallerle etkili bir mücadeleyi,
bu platformun gündeme getirmek zorunda kaldığı eylemlerden en etkin
bir biçimde yararlanmak tutumuyla birleştirmek durumundayız. Bu ikisi,
birbiriyle çelişmek bir yana, birbirini sıkı sıkıya tamamlayan güncel
devrimci görevlerdir. SY Kızıl Bayrak
|
|||||