7 Nisan'01
Sayı: 03


  Kızıl Bayrak'tan
  Esnaf eylemleri, burjuvazinin hesapları ve devrimci sınıf tutumu
  Sendika ağalarının işi bu kez kolay değil!
  Sınıf hareketine devrimci müdahale sorumluluğu
  Öncü İşçi İnisiyatifi'nin çalışmalarından
  Öncü işçilere önemli sorumluluklar düşüyor
  Sınıf ve kitle hareketi
  Ara sınıf eylemlilikleri ve gösterdikleri
  Ölüm Orucu Direnişi sürüyor!
  Gençlik
  Düzenin krizi'ne liberal sol reçeteler/2
  Özelleştirme saldırısı ve Telekom
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/1
  Krizin sosyal faturası
  Newroz kutlamaları imralı çizgisinin iflasını belgeler!
  Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu Direnişi 25. haftasında!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Esnaf eylemi, burjuvazinin hesapları
ve devrimci sınıf tutumu

Ülke çapında hızla yaygınlaşan ve öfkeli protestolar olarak gerçekleşen esnaf eylemleri, ekonomik krize bir sosyal kriz boyutu eklemiş bulunmakta. Kriz süresi boyunca emperyalist merkezlerin ve onlarla çıkar birliği içindeki tekelci burjuvazinin krize müdahale planlarının borazanı durumundaki medya, esnaf eylemlerinin yarattığı geniş çaplı sosyal huzursuzluk tablosunu özellikle önplana çıkarıyor ve döne döne işliyor. Krize müdahale çerçevesinde adeta tek merkezden yönlendirilen ve aynı temayı işleyen sermaye medyasının bu tutumu elbette salt habercilik misyonundan gelmiyor. Bu görüntünün gerisinde daha ciddi misyonların gereği çerçevesinde davranıldığı çok kesin. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü tepkisinin kendini henüz yeni yeni göstermeye başlayacağı bir evrede esnaf eylemlerini “soskriz” öğesi olarak önplana çıkarmanın ve işlemenin gerisinde özel hesapların ve planların olduğundan kuşku duyulamaz.

Yaşanmakta olan krizin işçi sınıfı, yoksul köylülük ve yarı-proleterler kadar kentin ve kırın küçük-burjuva katmanlarını da ağır bir biçimde etkilediği, onları kitlesel bir yıkıma sürüklediği açık bir olgudur. Kapitalizmin doğasından gelen ve ona devrevi olarak eşlik eden krizler, toplumsal servet israfına, kitlesel işsizliğe, işçi sınıfı ve yarı-proleterlerin yoksulluk ve sefaletini derinleştirmeye yolaçmakla kalmazlar, kent ve kır küçük üreticileriyle esnafının yıkımını da hızlandırırlar. Ağır iktisadi kriz dönemlerinde yarınına güvensizlik tüm emekçiler için genel bir durum halini alır ve bu aynı ölçüde küçük esnaf ve zanaatkar emekçiler için de geçerlidir. Birbirini iki ay arayla izleyen iki ağır krizin yıkıcı sonuçlarının kent ve kır küçük-burjuvazisi &ml;zerindeki etkisini, patlayan öfke üzerinden de açıkça izlemek mümkün.

Mülk sahibi küçük-burjuva katmanların hoşnutsuzluğu ve öfkesi işçi sınıfı ve emekçilerde büyüyen öfke ve hoşnutsuzluğun bir parçasıdır, bu kadarı çok açık. Fakat bundan ötesi üzerinde dikkatle durmak gerekmektedir. Binlerce öfkeli esnafın Türkiye’nin dört bir yanında öfkeli protestolara girişmiş olmasından hareketle, “kitle hareketi” heyecanı içinde bu gelişmelerin içerdiği ve yarattığı sorunları gözden kaçırmak tam bir budalalık örneği olur.

Bu gelişmenin içerdiği sorunların esası, kapitalist gelişmenin ve özellikle de kapitalist krizlerin bu katmanları kaçınılmaz olarak yıkıma uğrattığı gerçeğini gözden kaçırmak olabilir. Bu, erken ya da geç, hızlı ve acılı ya da ağır ve sancılı, sonuçta kaçınılmaz bir süreçtir. Burada doğru devrimci sınıf tavrı, ikili bir yön taşımaktadır. Biz bu gelişmenin kaçınılmazlığı bilinci ile hareket eder, yıkıma uğrayan küçük-burjuva kitlelerde, farklı hükümetler olsaydı, farklı politikalar uygulansaydı bu hiç de böyle olmazdı, olmak zorunda değildi, düşünce ve umudunu yaratmak yoluna asla gitmeyiz. Tam tersine, mevcut kapitalist üretim ilişkileri ve büyük burjuvazinin sınıf egemenliği koşullarında bunun kendileri için kaçınılmaz bir kader olduğunu anlatmaya çalışırız. Bugüuml; acılı yıkım sürecini bir parça hafifletmek istiyorsa, kaderini işçi sınıfının ve öteki emekçi katmanların kaderi ile birleştirerek, kapitalist düzene ve tekelci büyük burjuvazinin sınıf egemenliği sistemine karşı mücadele yolunu tutmalarını anlatmaya ve onları bu yola çekmeye çalışırız.

Bütün bunlar parti programında yeterli açıklıkta yer alan temel teorik ve tarihsel gerçekliklerdir. Parti programının teorik bölümünün ilk maddesi, kapitalist gelişmenin küçük mülk sahiplerinin yıkımı demek olduğuna; üçüncü maddesi, büyük çaplı üretim karşısında küçük ölçekli üretimin kaçınılmaz tasfiyesine, herşeye rağmen ayakta kalmaya çalışan “köylüyü ve zanaatçıyı da sermayenin ezici egemenliği altına” soktuğuna; beşinci maddesi ise, bu sürecin kapitalist krizler döneminde “küçük üreticilerin yıkımını” nasıl hızlandırdığına işaret eder. Ve nihayet onuncu maddede şunlar söylenir: “... Kapitalizmin yıkıma sürüklediği küçük mülk sahibi emekçiler, ancak kapitalizm koşullarında kendi durumlarıın umutsuzluğunu anladıklarında ve proletaryanın önderliğini benimsediklerinde, gerçekten devrimci olurlar.” (TKİP Programı, s.15-18)

Burada devrimci sınıf partisinin küçük mülk sahibi katmanların konumuna ve akıbetine olduğu kadar mücadelesine yaklaşımın da teorik, ilkesel ve taktik çerçevesi bir arada verilmektedir. Küçük mülk sahibi katmanların krizin yıkıcı etkileri karşısında ortaya koyduğu toplumsal öfkenin dalga dalga yayıldığı günlerde, parti programının bu bakışaçısının dikkatle özümsenmesinin çok özel bir önemi vardır.

Buradan sorunun güncel yönüne dönebiliriz. Birçok kaba belirti, büyük bölümü burjuvazinin sınıfsal denetiminde, dinsel ve faşist gericiliğin ise ideolojik-politik etkisi altındaki bu katmanların ortaya koyduğu öfkenin sermayenin krizi yönetme politikalarına dolgu malzemesi olarak kullanılmaya çalışıldığını göstermektedir. Esnaf öfkesinin iki önemli hedefi göze çarpmaktadır. İMF ve hükümet. İMF zaten sicili bozuk bir emperyalist kuruluş olduğu ve dünyanın dört bir yanında yaygın sosyal öfkenin hedefi haline geldiği için, ona yönelen öfkeler çoğu durumda kanıksanmayla, emperyalizmin ve burjuvazinin arsız ifadesiyle “normal” karşılanır. Ülkeyi bir anda yarı yarıyadan fazla fakirleştiren, işsizliği ve iflasları büyük boyutlara ulaştıran bir krizin ardından, üstelik bu kriz İMF programının iflanlamına geldiği için, düzenin egemenleri İMF’ye yönelen tepkileri çok da problem etmemektedirler. Tersine bunu, öfkenin boşalacağı bir dış hedef saymaktadırlar.

Onlar için bundan da önemli olan, patlayan öfkenin içte hükümetle sınırlı kalmasıdır. Zira böylece iflası kesinleşmiş Türkiye kapitalizmiyle, bu temel üzerinde hüküm süren Türk tekelci burjuvazisi ve devleti hedef olmaktan kurtulmakla kalmayacak, yanısıra hükümete yönelen öfke, sermayenin kriz yönetme politikalarına hayli işlevsel bir dolgu malzemesi olarak da kullanılacak. Bu dolgu malzemesinin işçi sınıfı ve kamu emekçileri hareketinden değil de, geleneksel olarak burjuvazinin denetiminde ve gericiliğin hizmetinde olan kent esnafından devşirilmesi, düzenin egemenleri için özel bir tercihtir.

Böylece en kritik noktaya gelmiş bulunuyoruz. Eskinin ağırlaştırılmış biçimi olan yeni bir İMF programını uygulama hazırlığı içerisinde olan, hazırlıktan da öte, ABD dayatması “15 günde 15 yasa”nın çıkarılmasına Şeker Yasası ile ilk adımı atan işbirlikçi tekelci burjuvazi, mevcut hükümeti devreden çıkararak bir “teknokratlar hükümeti” ya da bir “milli mutabakat hükümeti” ile işleri götürmek hesabı ve hazırlığı içerisindedir. Böylece hem krizin yarattığı yıkıma karşı oluşan büyük öfke mevcut hükümetin harcanması üzerinden kontrollü bir biçimde boşaltılmış; hem de yeni saldırı programını taze bir güç ve sahte umutlar eşliğinde bir süre için engelsizce uygulayacak yeni bir hükümete kavuşulmuş olacak.

Adına ister “teknokratlar hükümeti” ister “milli mutabak hükümeti” denilsin, bu yeni adım faşist bir “ara rejim” anlamına gelecektir. Buna olağanüstü hal ya da sıkıyönetim türünden işçi sınıfı ve emekçi hareketini etkisiz kılmaya yönelik özel uygulamalar eşlik edecektir. Denetimli ya da kendiliğinden olsun, patlayan esnaf öfkesinin bu amaca ulaşmak için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Düzen medyasının esnafın hükümete yönelen öfkesini, başbakanın önüne fırlatılan “yazar kasa” vakalarını çok özel bir tarzda kullanması bu hesabın bir parçasıdır. Esnaf eylemleri sürekli “sosyal kriz” teması olarak işlenmekte ve bu denli “denetimsiz” patlamalara karşı zorunlu önlemlerin (olağanüstü hal ya da sıkıyönetim) yoüzlenmeye çalışılmaktadır. Böylece, herşeye rağmen örgütlü ve sermaye planlarına dolgu malzemesi olması doğası gereği güç sınıf ve emekçi hareketinin henüz kendini bulmadan önü de kesilmiş olacaktır.

Tarihte küçük-burjuva katmanların, özellikle esnaf ve zanaatkarların doğası göreği yönsüz, hedefsiz ve gerici amaçlara yöneltilmeye müsait öfkesinin burjuvazinin emekçilere yönelik saldırısına dayanak yapıldığı çok görülmüştür.Tabandan gelen kitlesel faşist hareketlerin en önemli dayanağı çoğu durumda geleneksel kent esnaf ve zanaatkarları olmuştur. Bunlar birçok durumda işçi sınıfı hareketine karşı karanlık ve kirli hesaplar için kullanılmıştır. (Konya’da esnaf eylemlerinde dinsel gericiliğin, Maraş’ta ise Maraş katliamının baş sorumlularından bir faşist katil eskisinin önplanda rol oynamasına da bu açıdan bakmak gerekmektedir.) Türkiye sol hareketinin esnafın “sosyal öfkesi” üzerinden kendini kaybetmeden bu katmanlara ilişkin temel teorik ve tarihsel gerçekler üzerine dikkatle d&ml;şünmesi günün en önemli konularından biridir.

Türk burjuvazisi adına bu ülkeyi MGK’nın, MGK üzerinden generallerin yönettiği artık herkesçe biliniyor. Ekonomik krizi ele alan son MGK toplantısı, hükümetin ve parlamentonun ekonomik krizi aşma çabalarına tam desteğini ifade etmiştir. Bunu Türk generallerinin ABD memuru Derviş’in yeni saldırı programına desteği olarak da anlayabiliriz. Bilindiği gibi, hükümet ve parlamentonun şu sıra krizi aşmak için en öncelikli çabası, ABD ve emperyalist finans kuruluşlarının dayatması olan “15 günde 15 yasa”yı Nisan sonunda yapılacak İMF toplantısı öncesine yetiştirmektir. MGK ve onun üzerinden Türk generallerinin sonuçta bu emek düşmanı ihanet çabalarına destek verdiği açıktır.

Fakat MGK’nın güncel icraatı bundan da ibaret değildir. Tam da böylesi kriz günleri için MGK tarafından yasal bir kurum olarak gündeme getirilen Kriz Yönetim Merkezi’nin şu günler hummalı bir çalışma içerisinde olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Ne üzerine çalışıldığını ise basındaki “görevli” kalemler kamuoyuna şimdiden ifşaa etmiş bulunmaktadırlar. “Öngörmek yönetmektir” özdeyişi çerçevesinde, “‘halkın sokağa dökülme’ olasılığına karşı” gerekli müdahale planlarının şimdiden hazır olduğu bildirilmektedir. Bu bir tehdit olduğu kadar, kesin olduğu tartışma götürmez olan bir somut hazırlıktır da.

Burjuvazi egemen bir sınıf olarak son derece deneyimli ve örgütlüdür. Son kriz haftalarının da gösterdiği gibi, yeni saldırı programı için uygun koşulları yaratmak ve etkili bir uygulamaya geçmek için koordineli bir çaba içerisindedir. Basındaki sermaye uşakları sistematik bir biçimde mevcut hükümeti hedef haline getirerek, olup bitenlerden onu sorumlu tutarak, bir “teknokratlar hükümeti” için sistemli bir kampanya yürütmektedirler. Generallerin ise aynı sonuca ulaşmak için daha çok bir “milli mutabakat hükümeti”ne eğilimli olduklarının ciddi belirtileri vardır. Her halükarda bu hükümet, çok büyük bir ihtimalle planlı bir yönlendirme çerçevesinde, sınıf hareketinden önce sahneye çıkarılan “esnaf öfkesi”ne feda edilecek, mevcut parlamento üzerinden başka bir hük&uul;met olanağı bulunmadığı için de, bir “milli mutabakat hükümeti”ne yol kendiliğinden açılmış olacaktır. Böyle bir hükümet “milli bir kriz” durumuna müdahale etmek üzere “milli dava” misyonu üstleneceği için, bunun gereği olarak her türlü kitle hareketine, gerçekte ve somutta ise sınıf ve emekçi hareketine dizgin vurulacaktır. Bu, “milli fedakarlığn” gereği olarak gönüllü bir “mutabakat”ta sağlanamazsa eğer, olağanüstü hal ya da sıkıyönetim bunun araçları olarak kullanılacaktır.

Tekelci burjuvazinin, her zaman ona hizmette kusur etmeyen tüm düzen kuvvetlerinin halihazırdaki hesabı bu. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçi hareketi bu hesabı bozma olanaklarına fazlasıyla sahiptir. Örgütlü ve birleşik eylem, sermaye sınıfının saldırısına karşı devrimci sınıf çizgisinde direnme kararlılığı, bunun biricik yoludur. Fakat bu yola girmek ve başarıyla yürüyebilmek için, öncelikle yıkıcı krizin ve yeni yıkım saldırısının sınıfsal ve siyasal dayanakları konusunda açık bir fikir ve tutuma sahip olmak gerekir. Sınıf düşmanını bile tanımlayamayan, olup bitenin tüm sorumluluğunu hükümetlere ve bugünkü hükümete yıkan liberal programların en tehlikeli ve dolayısıyla tahrip edici yanı da budur. Boğazına kadar liberal oportünizme batmış bazı reformist sol akımların sınıf ve emekçi hareketine en büyük kötülüğü de bu noktadadır.lar, düzeni ve egemen sınıfı bile tanımlayamayan, ileri sürdükleri reform istemlerinin elde edilebilmesi için bu sınıfsal ve siyasal güç odağını hedef göstermeye bile yanaşmayan liberal programları işçi sınıfına ve emekçilere “tarihi seçenek” olarak sunabilmektedirler. Bu nedenledir ki, liberal oportünizme karşı etkili bir mücadele günün öncelikli görevleri arasındadır.

Fakat daha öncelikli ve temel olan, sınıf ve kitle hareketinin öfkesini ve mücadele isteğini devrimci bir çizgide, emperyalist merkezlerin ve işbirlikçi burjuvazinin saldırılarını boşa çıkarmak üzere harekete geçirebilmektir. Bu doğrultuda her olanak, güncel bir fırsat olarak da Emek Platformu’nun 14 Nisan eylemi en iyi biçimde değerlendirilebilmek durumundadır. Emek Platformu’na ilişkin liberal oportürnst hayallerle etkili bir mücadeleyi, bu platformun gündeme getirmek zorunda kaldığı eylemlerden en etkin bir biçimde yararlanmak tutumuyla birleştirmek durumundayız. Bu ikisi, birbiriyle çelişmek bir yana, birbirini sıkı sıkıya tamamlayan güncel devrimci görevlerdir.

SY Kızıl Bayrak