ARSIVANA SAYFA
 
24 Mart '01
SYKB SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin imkanları ve sorunları
Ölümüne direnişin ilk şehidi: Cengiz Soydaş
Bedeller daha da ağırlaşmadan...
Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi
'Yeni ölümler istemiyoruz!'
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu’nun “eylem takvimi”
Kocaeli mitingi: 5 bin kişilik işçi-emekçi eylemi
İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu 4. haftasını doldurdu
Newroz’un gösterdikleri
Newroz ulusal uyanışın ve direnişin simgesidir!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Kadın sorunu
Son gelişmeler ve İmralı çizgisi
Emperyalistler Balkanlar’da yeni bir savaşın önünü açıyor
PKK-DÇS’nin açıklaması: Cejna Newroz piroz be!
Daewoo’da sınıflar savaşı
Uluslararası hareket
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”
“Ulusal program aldatmaca”
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Bizim onayımızı almayan sözde “açılım” ya da makyaj düzenlemeler
hiçbir sonuç vermeyecektir
Biz çatışmanın tarafıyız, çözüm ancak bizimle bulunabilir!..

Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi

Haydar Baran
(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)

Direnişimiz 150. günlere ulaştı. Ölüm Orucu Direnişimiz zindanlar cephesinde niteliğinden hiçbir şey kaybetmeksizin, her gün yeni katılımlarla daha da görkemli bir noktaya ulaştığı tartışılmaz bir gerçektir. Ölüm Orucu Direnişçisi devrimci tutsakların “örgütsel baskı ve tehditle direnişi devam ettirdikleri” yolundaki demagojik söylemler, 19 Aralık kanlı operasyonu sonrası tamamen boşa çıkmıştır. 28 şehide, onlarca ağır yaralıya, sistemli baskı ve işkenceye rağmen 240 olan ÖO direnişçisi sayısı, hücre ve tecrit koşullarında 440’a yükselmiştir. Özcesi devrimci irade kırılamamış, zafere olan inanç örselenememiştir. Bu bile başlı başına devrim cephesinin hanesine yazılmış politik bir başarıdır. Öte yandan devletin hücre saldırısını politik bir başarıyla tamamlayamayacağının da açık kanıtıdır.

Uygulanan terör, hücre karşıtı politik mücadelenin öncü dinamiklerinin hukuk terörüne maruz kalarak tutuklanması, hücre karşıtı platformun dayandığı küçük burjuva sosyal zeminden kaynaklı zayıflıklar, uygulanan baskı ve terör karşısında aydın yazar ve çizerlerin yılgınlığa düşmesi ve en önemlisi de, hücre karşıtı mücadelenin işçi sınıfına mal edilememiş olması, katliam sonrasında dışarıdaki hareketliliği oldukça zayıflatmıştır. Ama bu sürgit devam edecek bir durum da değildir. Daha dün taleplerimizi sahiplenip sokağa çıkan insanlar hala bu ülkede yaşıyorlar. Bugün sokağa çıkacak gücü bulamasalar da direnişimizi desteklediklerinden kuşku duyulamaz.

Şehitlerimizin yaratacağı politik sarsıntı ulusal ve uluslararası düzeyde karşılığını bulacaktır. Hücre karşıtı mücadeleyi bu kez daha kapsamlı olarak tetikleyecektir. Düzen cephesindeki çatlaklıkları arttıracaktır.

Devlet siyasal başarı için tüm gücüyle yükleniyor

Genelde yaşamın hücreleştirilmesinin ön koşulu, devrimci tutsakların siyasal ve sosyal birlikteliğinin parçalanarak tecrit ve izolasyona mahkum edilmeleridir. Bu aynı zamanda tasfiyeciliğin ve teslimiyetin de doğal zeminidir. PKK’nin utanç verici teslimiyeti, topyekün tasfiye konusunda düzenin iştahını fazlasıyla kabartmıştır. Öncüsü biçilmiş bir sınıf ve kitle hareketi kötürümleşme tehlikesiyle yüzyüze kalacaktır, düzenin egemenleri bunu iyi bilirler. Böylesi bir başarıyı yakalayan düzenin işçi ve emekçilere kayıtsız şartsız teslimiyeti dayatması çok daha kolay olacaktır.

Burjuva kalemşörlerin bile tarihin en büyük krizi diye tanımladıkları bir iktisadi bunalım yaşanıyor bugün Türkiye’de. Kurtarıcı diye getirilen Dünya Bankası memurunun açıkladığı program, işçi sınıfı ve emekçiler için yeni bir katmerli sosyal yıkım demektir. Halihazırda bu yıkım karşısında işçi ve emekçilerin ortaya koydukları tepkiye verdikleri yanıt, kafalarında coplar parçalamak oluyor.

Bununla bağlantılı olarak, direnişimizin zindanları aşan sonuçları olacağını devlet de çok iyi hesaplıyor. Devletin direnişi boğması onun açısından önemli olanakların yolunu açacak. Zira bu durumda umutsuzluk dalgası daha da kolay büyüyecek. Devrimci tutsakların zaferi ise direnerek kazanma bilincini ve inancını bir kez daha işçi ve emekçilere taşıyacak. Krizin faturasını kapitalistlerin ödemesi mücadelesinde güç ve cesaret verici bir katalizör işlevi görecektir.

Bundan dolayıdır ki devlet tüm gücüyle ölümler sürecini uzatmaya oynuyor. Daha şimdiden onlarca tutsak zorla müdahaleyle yüz yüze kaldı. Zorla müdahale aynı zamanda sessiz imha dediğimiz sakat bırakma zeminini de düzlüyor. Hafızasını tümden yitirmiş olanların yanı sıra, ÖO direnişçisi 1. ve 2. ekipten devrimci tutsakların ciddi hastalıklarla yüz yüze kalacağı açık.

Son yapılan saldırılardan biri de, devrimci tutsakları çözüm noktasında muhatap kabul etmeme tutumunun ifadesi olarak, temsilcilerin apar-topar sevk edilmeleridir. DHKP-C temsilcisi Tekirdağ’a, TKP(ML) temsilcisi ise Kandıra’ya sevk edilmiştir. Bu saldırı yapılacak makyaj düzenlemeleri “çözüm” diye yutturmaya çalışacak devletin, “çözeceksem de ben çözerim, devrimci tutsakları muhatap almıyorum” tutumunun bir ifadesidir.

Devrimci tutsakların muhatap kabul edilmediği
hiçbir “çözüm” kabul edilemez

Adalet Bakanlığı’nın Ceza İnfaz Hakimliği, TMY’nin 16. maddesinde değişiklik öngören yasa tasarılarının yanı sıra “cezaevi izleme komiteleri” yasa tasarısını TBMM’ye sevk etmesi, şimdiye kadar hücre saldırısına karşı pozitif tek bir yazı yazmayan yazar-kasaların “tecritin kaldırılması”nı talep etmeleri, AP İşkenceyi İzleme heyetinin de benzer talepte bulunması, makyaj düzenlemelere dayalı manevranın parçasıdır. AP heyetinin 6 Nisan’da F tiplerine yapacağı ziyaret öncesi sözkonusu makyaj düzenlemelerinin yapılması olasıdır.

Peki bunlar tecritin kaldırılmasından ne anlıyor? F tipi cezaevlerinde bulunan spor salonu, kütüphane (100 m2) ve işliklerin kullanıma açılmasını anlıyorlar. Bunları tecrit ve izolasyonun kaldırılması doğrultusunda yeterli görüyorlar. Bu manevrayla “tecriti kaldırdık daha ne istiyorlar, Ölüm Orucu’nu bırakmazlarsa bunların amacı farklı” vb. demogojiler için zemin oluşturmaya, direnişin toplumsal desteğini tümden kırmayı hedefliyorlar. Onun da ötesinde direnişi boğmayı amaçlıyorlar.

Direnişin taleplerini cepheden savunarak, devletin manevralarını
boşa çıkarmak için harekete geçmek gerekiyor

Toplumsal manipülasyona yol açacak bu son derece tehlikeli manevralara karşı içerde ve dışarda uygun taktiklerle barikat oluşturmak gerekiyor. Devrimci tutsakların muhatap kabul edilmediği “çözüm”e yönelik yanıt içerde Ölüm Orucu’nun topyekün hale getirilecek şekilde yaygınlaştırılması olmalıdır. Bizi çözümün öznesi olarak görmeyen ambalaj düzenlemelere karşı, her devrimci yapı, siyasal kimliği hiçe sayan böylesi bir “çözümü” canı pahasına kabul etmeyeceğini ilan etmek sorumluluğunu üstlenmekle yüzyüzedir. 1500 devrimci tutsağın Ölüm Orucu’nda olması, hücre karşıtı mücadeleyi tetikleyecek, devlet üzerindeki basıncını artıracaktır.

Ayrıca dışarda taleplerimizin topyekün cepheden savunulması doğrultusunda varolan tüm dinamikler karşı atağa geçmek, makyaj düzenlemelerin niteliği, amacı, devrimci tutsakların hiçe sayan yaklaşımını ortaya koyarak, devlete karşı yoğun bir teşhir ve kitleleri aydınlanma faaliyeti yürütmek sorumluluğu ile yüzyüzedir.

Emek Platformu tabanın zorlamasıyla yetersiz de olsa bir eylem takvimi belirlemiştir. Krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek isteyen sosyal yıkım programına karşı işçi ve emekçilerin tepkisi alanlara taşınıyor. Bahar önemli oranda sınıf ve kitle hareketliliğine tanıklık edecek. Hareketlilik aynı zamanda hücre karşıtı mücadelenin niteliği, direnişin talepleri konusunda işçi sınıfı ve emekçilerin aydınlatılması, mücadeleye katılmalarının sağlanması noktasında önemli olanaklar sağlıyor. Ölüm Orucu Direnişi’nin ve sosyal yıkım programına karşı işçi ve emekçilerin yükselttiği direnişin üst üste düşmesi oldukça anlamlıdır. Bu iki direnişin birbirini güçlendirmesi temelinde politika üretmek, bu doğrultuda seferber olmak gerekiyor. Ayrıca ilerici muhalif güç ve kurumların da devletin manevralarına karşı uyarılması br diğer sorumluluktur. Düzene rahatça manevra yapma şansı vermemek gerekiyor özcesi.

Siyasal temsiliyet de dahil haklarımızın tanınmadığı,
devrimci tutsakların iradesinin yansımadığı hiçbir çözüm kabul edilemez

Direnişin özneleri devrimci tutsaklardır. Aylardır tecrit ve izolasyon dayatmasına karşı haklı ve meşru taleplerle ölümle koyun koyuna yatanlar onlardır. Direnişin örgütleyicisi siyasi yapılar sürecin doğrudan tarafı, çözümün anahtarıdırlar. Komünistleri ve devrimcileri hiçe sayan her tür yaklaşım devrimci kararlılık ve irade karşısında tuzla-buz olmaya mahkumdur.

Tecrit ve izolasyon devrimci tutsakların siyasal ve sosyal birlikteliğinin parçalanması, kendilerini üretecekleri tüm koşulların ortadan kaldırılması, siyasal kimliklerinin ve temsiliyetlerinin hiçe sayılmasıdır. Komünist ve devrimci tutsakların kabul edebilecekleri asgari çözüm; tecrit ve izolasyonun ve bunu olanaklı kılan hukuksal alt yapının ortadan kaldırılmasıdır; F tipi cezaevlerinin siyasal ve sosyal birlikteliği olanaklı kılacak biçimde, yani devrimci tutsakların kendilerini üretebileceği ortama göre yeniden düzenlenmesidir. Bunun yolu da daha önce kabul ettiğimiz TMMOB’un önerisi doğrultusunda F tipi cezaevlerinin yeniden yapılandırılmasıdır. Asgari çözüm buradan geçiyor.

Makyaj düzenlemeler doğrultusunda kullanıma açılması olası olan spor salonu, 100 m2’lik kütüphane ve işlikler boş kalmaya mahkumdur. Bizim, bizi temsil eden iradenin onayını almayan hiçbir “açılım” yaşam bulamayacak, çözüm olamayacaktır.

Biz kazanacağız! İşçi sınıfı ve emekçiler kazanacak!

Zindanlar devrim cephesinin parıldayan mevzileri olmayı devam edecektir. Komünist ve devrimci tutsaklar tarihi günler yaşıyorlar. Omuzlarındaki tarihsel sorumluluğun bilinciyle, tarihsel olanı yakınlaştıracak, devrime devrim umudunun taşıyıcısı devrimci örgütlere olan güveni ve inancı artırarak zafere yürüyorlar. Her geçen gün direnişimizin ateşini harlarken, karşı devrimin çaresizliğini, umutsuzluğunu da artırıyor.

Devrimci tutsaklar saldırıyı püskürtmek boynumuzun borcudur bilinciyle hareket ediyor. Tüm bunların yanısıra komünistler, kaçınılmaz olan zaferin sarsıcı sonuçlarının sınıf ve kitle hareketi üzerinde yaratacağı devrimci etkiyi düşünerek, bunun yol açacağı siyasal sonucunun heyecanıyla yürüyorlar zafere. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin öncüsü partinin daha da güçlenmesinin heyecanıyla yürüyorlar zafere.

Diğer yandan, şu günlerde işçi sınıfı ve emekçiler kendilerine ölümü dayatan sefalet programına karşı alanlara çıkıyor. İşçi sınıfı ve emekçiler yeni İMF-TÜSİAD programını püskürtmek zorundalar. “Krizin faturası kapitalistlere!” şiarı etrafında kenetlenerek devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek zorundalar. Aksi durumda sefaletin kör kuyusuna yuvarlanacaklar. Bir gecede işçi ve emekçilerin cebindeki paranın yarısını gasp eden bu krizin faturasını tüm krizlerin sorumlusu olan kapitalistlere ödetmek, işçi ve emekçilerin kaçınılmaz görevidir. Bu doğrultuda sürece önderlik etme zorunluluğu ile yüzyüze olan öncü konumdaki sınıf bilinçli işçilerin ve devrimci sendikacıların sorumluluğu çok daha da kapsamlıdır.

Süreci devrim cephesinin lehine çevirmek, bahar aylarını sermayeye dar etmek gerekiyor. Zindanlar cephesinde kazanılacak zafer, İMF-TÜSİAD sosyal yıkım reçetesinin alanlarda paramparça edilmesiyle taçlanırsa gerçek siyasal anlamını bulacaktır.

Zaferin yaratacağı politik etkiyi genel devrimci kazanıma dönüştürme sorumluluğu

İşçi sınıfının devrimci öncüsünün tüm gücüyle böylesi bir sürecin sorumluluğunu üstlenme refleksini göstereceği açıktır. Sınıf ve kitle hareketliliğinin yükseldiği koşullarda önderlik kapasitesinin gerçek anlamda ölçülebileceği de iyi bilinmektedir. Bu yanıyla önümüzdeki dönemde daha da olgunlaşacak olan kitle hareketi, aynı zamanda öncünün önderlik kapasitesinin sınanacağı zemini de sunacaktır. Bu bilinç ve sorumlulukla sürece hazırlanmak gerekiyor. Ölüm Orucu Direniş’inin zaferi, sermayenin topyekün saldırısına karşı topyekün mücadele için önemli bir zemindir. Zaferin yaratacağı politik etkiyi genel devrimci kazanımlara dönüştürme sorumluluğu ise sınıf devrimcilerinin omuzundadır.

***

18 Mart 2001

Sevgili yoldaşlar,

Yazıyı kaleme alırken yer yer zorlandım. İmla hataları, yazım yanlışları doğal olarak olabilir. Direnişin geldiği gün düşünüldüğünde bu kadarı da bir başarı sayılmalı. Yer yer dikkati toparlayamama vb. şeyler de yaşanıyor. Yazımı okumakta biraz güçlük çekeceksiniz, kusura bakmayın. Yine de, bu şekilde de olsa, düşüncelerimi sizlerle paylaşmış olmak benim için sevindiricidir.

Kazanacağımıza olan sarsılmaz inancımla, sizleri özlemle kucaklıyor, öpüyorum.

Haydar



“Zaferin gerdanından öpeceğimiz, tilililerle
halaya duracağımız günler yakındır!..”

Merhaba;

Direnişimizin 150. gününe ulaştığı bu günde sizlere yazabileceğim aklımın ucundan geçmezdi. Direnişimizin görkeminden sanırım azrail de korktu, bir türlü yanaşmıyor, hep kaçıyor. Anlayacağınız ölümsüzleşmeyi bir türlü beceremedik.

Şehitlerimizin yaratacağı sarsıcı politik etkinin kazandıracağı, zaferin sınıf ve kitle hareketine kazandıracağı moral ve motivasyona devrim toprağı olan bu ülkenin büyük bir ihtiyacı var. Finale hızla yaklaşıyoruz yoldaşlar, zaferin gerdanından öpeceğimiz, tilililerle halaya duracağımız günler yakındır. Hiç kuşku duyulmasın ki zafer halayının başında, ölümsüzleşenlerimiz, onurlu yerini alacak.

Bir daha yazabilir miyim bilmiyorum. Sizleri çok ama çok seviyorum.

Hoşçakalın...

Haydar Baran
Sincan F Tipi Hücreleri



Marşımız

İsyanın ayak sesleri alanları döv!
Yukarı, gururla başlar dizisi!
Biz ikinci Nuh tufanıyla
Yeniden yıkacağız dünyanın tüm kentlerini
Günlerin öküzü hantal
Yılların kağnısı ağır
Tanrımız koşudur bizim.
Yüreğimizse davul
Alnımızdan daha yücesi var mı?
Kurşun vızıltısı mı bizi sindirir?
Çınlayan seslerimizdir o altın;
Silahımızsa, türkülerimizdir.
Yeşilliklerle örtülsün kırlar
Serilsinler günlerin altına;
Gökkuşağı koşum olsun
Yıllarımız küheylenına.
Gök pek sıkkın görünmedi nedense
Onsuz dalgalandıralım türkülerimizi,
Hey! Büyük Ay! söyle de
Oraya yaşarken alsınlar bizi
Mutluluğu iç! Türkünü söyle!
Bahardır akan damarlarımızda.
Vursun savaş temposuna yürek
Bakır bir trampet olan bağrımızda

Mayakovski