ARSIVANA SAYFA
 
24 Mart '01
SYKB SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin imkanları ve sorunları
Ölümüne direnişin ilk şehidi: Cengiz Soydaş
Bedeller daha da ağırlaşmadan...
Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi
'Yeni ölümler istemiyoruz!'
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu’nun “eylem takvimi”
Kocaeli mitingi: 5 bin kişilik işçi-emekçi eylemi
İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu 4. haftasını doldurdu
Newroz’un gösterdikleri
Newroz ulusal uyanışın ve direnişin simgesidir!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Kadın sorunu
Son gelişmeler ve İmralı çizgisi
Emperyalistler Balkanlar’da yeni bir savaşın önünü açıyor
PKK-DÇS’nin açıklaması: Cejna Newroz piroz be!
Daewoo’da sınıflar savaşı
Uluslararası hareket
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”
“Ulusal program aldatmaca”
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu
dördüncü haftasını doldurdu...

Mücadelemiz sürüyor!..

İTÜ’nün ve aslında genel olarak üniversitelerin ticarileşmesinin bir ayağı olan İTÜ’deki yemek zammı ve yemek ücretlerinin İş Bankası tekeline bağlanması sürecine karşı başlatılan yemek boykotu birinci ayını geride bıraktı.

Önceki Cuma: İTÜ’de yemek boykotu üçüncü haftasının son gününe polis yığınağının had safhaya ulaşmasıyla girdi. Ablukaya alınan bir kampüs, kapıları yemek saatine kadar kilitli şekilde tutulan bir yemekhane ve kampüs içinde ve yemekhane çevresinde yoğun bir şekilde estirilen resmi ve sivil polis terörü...

Sıkışan rektörlük üçüncü hafta boyunca saldırı politikası uygulamıştı. Son gün bunu iyice tırmandırıp sonuç almayı planlıyordu. Bir yandan da, çalışanlara yönelik yayınladığı ve karalamalarla dolu (güya bütün boykot 30-35 kişilik provokatör bir grubun işiymiş, binlerce öğrenci yemek yemeleri engellendiği için kendisine başvurmuşmuş, gözaltına aldırıp burun kırdıran kendisi değilmiş gibi- şu ana kadar iyiniyetli çabalarda ısrar etmişmiş, vb.) bir bildiri hazırladı ve hocaların çoğunlukla yemek yediği Çamlık Lokali’ni kapatıp yemekhanede “toplu yemek yeme eylemi” başlattı. Yemekhane binası saat 11:00’e kadar kilitli kaldığından dolayı farklı bir kantinde toplanmıştık. En sonunda gözaltına alınmayı da göze alıp, toplu halde yemekhaneye giderek forum düzenleme kararı aldık. Fakülteden çıktığımızda 20kişi kadardık. Ancak yemekhaneye vardığımızda orada olan insanlar, boykota destek veren kitle ve eğitim emekçilerinin de katılımıyla 150 kişilik bir forum düzenleme olanağını bulduk. Üstelik rektör de “zorunlu toplu yemek yeme eylemi”nin başında bulunarak yemek yemekteydi. Bildirisindeki yalanlarını yüzüne vurduk. Alkış ve ıslıklarla başlattığımız forumumuzu aynı şekilde bitirdik. Bu şekilde polis işgalini de kırmış olduk.

Üniversiteyi ticarethaneye çeviren rektörümüz bizim maliyetine yemek dağıtımımıza “ticaret yapıyorlar” damgasını vurduğu için, o gün getirttiğimiz simitlerimizi bağış bile kabul etmeyerek dağıttık. Elimizde kalan simitlerimizi de fakültelerde dağıttık.

Akşam üzeri rektörün Maçka Kampüsü’nde bir sempozyuma katılacağını öğrendik. Rektörle görüşebilmek için yaklaşık 50 kişilik bir grup olarak oraya gittik ve salonun dışında oturarak beklemeye başladık. Ancak bizim geldiğimizi duyan rektör gelmekten vazgeçmiş. Bunun üzerine dövizlerimizi açtık; “Yemek zammı geri alınsın!” ve “Polis dışarı, bilim içeri!” sloganlarımızla bir forum düzenledikten sonra bina dışına kadar yürüdük.

3. hafta Taşkışla yemekhanesi de “zarar ettiği” gerekçesiyle rektör tarafından kapatıldı. Bu da rektörün üniversiteyi “dükkan” mantığıyla yönetmesinin veciz bir örneği oldu.

Pazartesi: 4. haftanın başında rektör, iyice sıkışmış olduğunu gösterip, “ilginç” uygulamalara girişti. İçinde kantinin de bulunduğu yemekhane binasını 12-14 arasındaki yemek saati başlangıcına kadar kilitli tuttu. Kantini ise yemek saati sonuna kadar kapalı tutarak, öğrencilerin yemekhaneye yönelmelerini sağlamak istedi. Ayrıca bu aynı kattaki masaları oturamayalım diye kaldırttı. Ama bu taktik de tutmadı ve gerisin geri rektörü vurdu. Biz olayı insanlara birebir teşhir ettiğimizde, rektöre karşı büyük bir tepki oluştu.

Salı: Pazartesi günkü durum devam ederken, rektörlük yavaş yavaş geri adım atmaya başladı. Yemek saatinin ortasında kantinin arka kapısı açılıp satış yapılmaya başlandı.

Çarşamba: Yemekhane binası üzerindeki abluka kırıldı, sabahtan itibaren kullanıma açıldı. Kantin açıldı, masalar getirildi. Boykotumuzun kararlılığı karşısında rektörün bir manevrası daha böylece boşa çıkmış oldu. Öğleden sonra ise rektörün kendi talebi doğrultusunda kendisiyle görüşme gerçekleştirdik. Ancak bu görüşmeden de pek bir sonuç çıkmadı. Dahası polisiye baskı, karşı eylem, kantin kapatma vs. sökmeyince bunlardan vazgeçmek zorunda kalan rektör iki haftalığına Amerika’ya kaçacakmış. “Dönüşte konuşuruz, siz de bu arada boykota ara verin” gibi garip bir tavır sergiledi.

Perşembe: Çarşamba akşamı yemekhanede bıraktığımız iki bidon meyve suyumuzla bir bidon suyumuzun güvenlik tarafından çalınmış olduğunu gördük. İçeriye giren su dağıtım arabalarının yanına artık “refakatçi” bir ÖGB görevlisi verdikleri ve dışarıdan su getirtemediğimiz için insanlara meyve suyu veremedik. Yine de masalarımızı açtık, rektörlükle görüşmelerimizden çıkmayan sonucu anlattık, teypten müzik yayını yaptık.

***

Yemek boykotu birinci ayını geride bıraktı. Şu ana kadar insanlar boykota gösterdikleri katılımla seslerini yükselttiler, rektörün üniversiteyi ticarileştirmek için çalıştığını gördüler. Bu bir ayın kısaca özeti, İTÜ öğrencisinin mücadele içerisinde yönetimi karşısına alması ve bu anlamda bilinçlenmesi sürecidir. Ki bu hiç de az bir şey değildir, bundan sonrası için bir başlangıç olacaktır.

İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu dördüncü haftasını doldurdu. Mücadelemiz sürüyor.

İTÜ Ayazağa Kampüsü’nden
bir Ekim Gençliği okuru



Çok yönlü saldırıların Trabzon cephesi...

Bir savaştır yaşam, kölelik düzeninden beri sömürenler ve sömürülenler arasında sürüp giden. Zamanın bu diliminde de sömürenlerin "daha fazla sömürü ", sömürülenlerin "sınıfsız-sömürüsüz bir toplum" ufkuyla göğüs göğüse sürdürdükleri amansız bir savaş...
Gözü doymayan sermayenin Türkiye cephesinde, yaşamı tam anlamıyla ele geçirme programıdır IMF-TÜSİAD programı. Sermaye sınıfı, bu programı iktisadi-siyasal krizlere rağmen uygulamaya çalışıyor. Programın önü tıkandığında etkin bir silahı olan kirli medyayı kullanarak sahte umutlar yayıyor, gerektiğinde de baskı ve terör yöntemlerine başvuruyor. Bu şekilde programın önünü bir nebze olsun açsa da, emekçilerin tepkilerini sokağa taşıması, dolayısıyla da programın önünün tekrar tıkanması çok da uzun bir zaman almıyor.

İte kaka uygulanmaya çalışılan programa vurulan en etkin darbelerden biri de; emekçi hareketinin en ileri unsurları olan devrimcilerin, tecrit ve imhayı amaçlayan F tipi hücre saldırısına karşı başlattıkları Ölüm Orucu Direnişi oldu.

60. gününe kadar belli bir kitleselliği yakalayan direniş, 19 Aralık’taki katliamla bastırılmaya çalışılmış, ancak kazanan yine devrimci irade ve ölümüne direniş olmuştur. Müdahale cezaevlerinde onlarca devrimcinin katledilmesiyle sınırlı kalmamış, yaygın bir terör estirilmiştir. DKÖ'lerin bir kısmı kapatılmış, ya da “terör örgütlerinin destekçisi” olarak karalanmıştır. Gelişecek eylemler binlerle ifade edilen gözaltı ve tutuklamalar, tehdit ve soruşturmalarla engellenmeye çalışılmıştır. Estirilen tüm bu terör devrimcileri kitlelerden yalıtma, marjinalleştirme hedefli bir saldırının sonucudur.

Bu süreç Trabzon’da da benzer biçimlerde yaşandı. 6 Kasım’da YÖK protestosuyla başladı, F tipine karşı yapılan bir dizi eylemle gelişti. 19 Aralık sonrası estirilen terör burada da yankısını buldu. YÖK protestosu nedeniyle 19 arkadaş 1 ay ile 1 yıl arasında değişen uzaklaştırma cezası aldı. Ayrıca 2911 sayılı kanuna muhalefetten halen yargılanıyorlar. 16 Aralık’ta yapılan F tipi cezaevlerini protesto gösterisi nedeniyle 46 kişi gözaltına alındı. Üniversitede bu olayla ilgili açılan soruşturma sonucunda, 46 kişi uyarıyla okuldan atılma arasında çeşitli cezalara çarptırıldı. 23 arkadaş yurttan atıldı. Buna ek olarak aldıkları burslar-krediler kesildi. Şimdiye kadar almış oldukları kredi miktarını geri ödemeleri dayatıldı. Alınan cezalar, tehditkar ifadeler eşliğinde yerel basına yansıtıldı. Faşist öğretim görevlileri tarafından derslerde eylemler aleyhine yoğun anti-propaganda yapıldı.Bu şekilde bizleri diğer öğrencilerden yalıtarak KTÜ' de yükselen mücadelenin önü kesilmeye çalışıldı.

Yalıtma üniversite içerisiyle sınırlı kalmadı. DKÖ'ler ve sendikalar bazında da sürdürüldü. DKÖ'lerin bürokrat yöneticileri, bundan böyle kurulacak platformlara öğrencileri almayacaklarını ifade ederek işi, yapılacak eylemleri öğrencilerden gizleme, KESK lokalinde öğrencilere çay yasağı koyma gibi traji-komik noktalara vardırdılar.

Tüm bu yalıtma ve yalnızlaştırma çabalarının koşullayıcısı olan sosyal yıkım politikaları, son ekonomik krizle etkisini Trabzon’da da gösterdi. Dövizde dalgalı kura geçilmesi, Trabzon Fatih Sanayii Sitesi esnafını %35 faizle aldıkları kredileri %250 faizle geri ödeme durumunda bıraktı. Esnaf, buna tepkilerini 1 Mart’ta Trabzon-Erzurum karayolunu trafiğe kaparak gösterdiler. Gösteri sonrası 5 kişi gözaltına alındı. Bu tür gelişmeler, uygulanan yıkım politikalarıyla açlık ve sefalete sürüklenen, kepenk kapatmaya zorlanan küçük üretici ve esnafın da yakın gelecekte kitlesel olarak alanlardaki yerlerini alacaklarının göstergesidir.

Sermaye sınıfı IMF programını dayattıkça; işçileri işsizliğe, memurları açlık sınırında yaşamaya, öğrencileri eğitimsizliğe, küçük üretici ve esnafı kepenk kapatmaya ve yoksul köylüyü topraksızlığa mahkum ediyor. Bu olgunun kendisi önümüzdeki süreçte mücadelenin daha kitlesel ve daha militan bir tarzda gelişimini hazırlıyor.

İşçi-emekçilerin artan hoşnutsuzluğu ve mücadele isteği, F tipi cezaevlerinde katliamlara, işkencelere, zorla müdahalelere rağmen sürdürülen Ölüm Orucu direnişinin devasa kazanımlarıyla ortaklandığı durumda, mücadele, sağlam temeller üzerinde yükselecektir. Bu, sermaye sınıfı tarafından emekçilere sunulan sahte umut ve beklentilerin boşa çıkmasını ve devrimcileri kitlelerden yalıtılma çabalarının da en iyi panzehiri olacaktır.

Bu süreçte, bedenlerini ölüme yatırarak en köklü kazanımların olanaklarını yaratan ve bu sayede kazanılacak mevzilerin adlarıyla anılacağı devrimcileri coşkuyla selamlıyoruz.

İçerde dışarda hücreleri parçala!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

SY Kızıl Bayrak Okurları/Trabzon