ARSIVANA SAYFA
 
24 Mart '01
SYKB SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin imkanları ve sorunları
Ölümüne direnişin ilk şehidi: Cengiz Soydaş
Bedeller daha da ağırlaşmadan...
Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi
'Yeni ölümler istemiyoruz!'
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu’nun “eylem takvimi”
Kocaeli mitingi: 5 bin kişilik işçi-emekçi eylemi
İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu 4. haftasını doldurdu
Newroz’un gösterdikleri
Newroz ulusal uyanışın ve direnişin simgesidir!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Kadın sorunu
Son gelişmeler ve İmralı çizgisi
Emperyalistler Balkanlar’da yeni bir savaşın önünü açıyor
PKK-DÇS’nin açıklaması: Cejna Newroz piroz be!
Daewoo’da sınıflar savaşı
Uluslararası hareket
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”
“Ulusal program aldatmaca”
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Canyoldaşım Muharrem Kurşun’a...

“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”


Merhaba canyoldaşım,
154. güne adım atmanızın üzerinden henüz birkaç saat geçti. Ve bizler, 153. günde olacağını bildiğimiz ama alışmak istemediğimiz haberle sarsıldık. Katledilerek ölümsüzleşen 28’imizin ardından, Ölüm Orucu’nda ilk mermi... Düşmanın bağrına saplandı işte!..

“Onlar ölmediler yok/ateş fitiller gibi/dimdik ayaktalar/ ortasındalar...”

Şimdi bu dizeler geliyor aklıma. Canımız acıdı, yüreğimiz yandı. Ama zaferimizi muştuluyor, ilk mermi... O bir kır çiçeği artık, “hangi rüzgar dağıtırsa dağıtsın, her mevsim yeniden çoğalacak” bir kırçiçeği. Duygularımı, yaşadıklarımı nasıl anlatabilirim sana inan bilemiyorum. Telefon geldi, yoldaş açtı telefonu. Sonra yanımıza gelerek, Sincan’dan şehit var dedi; Cengiz Soydaş...

İlk duygularım acı ve kin, nefret oldu. Acıdı yüreğim, devrimin bir yiğit neferini daha ölümsüzlüğe uğurladık işte, dedim. Ve daha kimbilir kaç yiğit neferimiz çiçek açacak, ölümsüzleşen bedeniyle güzelleştirecek yaşamı? Bir yoldaşımın haberini alsam bundan daha fazla acımazdı yüreğim, ve bundan daha fazla kin, nefret bilemezdim herhalde... Kimbilir, bilemiyorum...

Süreç, öngörümüz dahilinde işliyor. Düzenin öyle kolayından geri adım atacağı bir saldırı değildi bu. Bu kapsamlı saldırıda geri adım atması için “kapsamlı” bir bedel ödemek gerekiyordu. İşte ödeniyor da...

İlk anda duygularım acı ve kin, nefret demiştim. Kin ve nefret... Yok, yalnızca bu zulmü yaşatanlara değil nefretim. Aynı zamanda inançsızlıklarına, umutsuzluklarına ve tükenmişliklerine kılıf arayıp da, “yaşamayı” seçenlere... Zaferimizden sonra yüzlerini merak ediyorum, şimdilerde çaresizleşenlerin. Onlar bulmamışlar mıydı tükenmişliklerinin kılıfını, “artık vazgeçilmez hücrelerden” diye. Dün yaptığımız görüşte, sarsılmaz inancını hiçbir kelimeye yer bırakmadan apaçık gösteren sözlerin geliyor şimdi aklıma: “Bunlar ancak midemizi bulandırıyor. Zaferimiz için birkaç mermi daha fazla harcayacağız. Ama zaferi kazanacağız!...” Başka söze gerek yok. Bunları söylememiş olsan dahi her hafta gözlerinde gördüğüm o inançlı ışıltı bile yeter canyoldaşım.

Bugün bir mermi, ama düzen bu yetmez diyor. Desin! Daha sırada namluya sürülü nice yiğitler var bizde. İhanet edenler, değil karartmayı, gölge bile düşüremiyorlar direnişimize...

Canyoldaşım, bilirim yine duygularının en derinine inmişsindir. Bir yandan en derinden yaşarken üzüntünü, bir yandan da o yürüttüğünüz yarışta geri kalmaktan kaynaklı kıskançlığı da yaşıyorsundur.

Hatice yoldaşın durumunu söyledikten sonra sana, üzülmüş ve duygularını anlatmaya çalışmıştın: “Ölüm Oruççuları’nın duyguları, dışardakilerden bambaşka oluyor. Bir yandan üzülüyorsun, bir yandan düşünüyorsun, ondan önce ben şehit düşsem, kurtulacak diye. Ve bir yandan da kıskançlık var, o önde gittiği için. O duyguları yaşamadan anlayamazsın belki, ama en azından tahmin edebilirsin nasıl olduğunu....”

Benimkisi de öyle birşey işte. Ama az çok yaşadıklarım üzerinden anlayabiliyorum diyebilirim. Açlık grevini noktaladığımız günü anımsıyorum şimdi. Ne kadar da zor gelmişti bir bilsen... Devam etmeyi bile düşündüm. Ama olmazdı işte. Ekiplerde yer almadığım için sonsuz üzüntü duymuştum. Ve hastanede hepimiz Ölüm Orucu’na başladığımızda yaşadığım mutluluğun tarifi var mıdır bilemiyorum. Varsa bile bunu anlatacak kelimeleri bulamıyorum. İşte buradan baktığımda seni anlıyorum diyebilirim. Ve şu anda yaşadıkların. Eminim benden daha yoğun yaşıyorsundur. Bunda iddialaşmayacağım seninle...

Daha en başta, 1. ekipte olmak istediğini söyleyip te, benim ne düşündüğümü sorduğunda, onurumsun, gururumsun demiştim. Böyle bir şeyde en az senin kadar gururlanacağımı söylemiştim. Şimdi zafere, birlikte halaya duracağımız güne adım atmamıza kısa bir süre kala, sen bayrağımıza tek bir leke düşürmeden ilerliyorsun. Yani hala bana bu onuru, gururu yaşatıyorsun canyoldaşım. (...)

Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık, başı dik çıkacağız. Bu kuşku götürmez bir gerçek.

(...)
Mektubumu burada bitirirken seni özlemle ve zafere olan inancımla kucaklayıp öpüyorum.

Dostun, canyoldaşın, sevdiğin...



Hatice Yürekli yoldaşa...

Sevgili Hatice yoldaş,
Dokuz yıl oldu ilk tanışmamız. Buca hapishanesinden yeni çıkmıştın. HEP’de açlık grevine gelmiştin. Kısa bir sohbetten sonra ayrılmıştık. Daha sonra bizim eve geldin. Bizimkiler seni biraz garipsediler. Gittin, aylar sonra işyerime geldiğinde biraz tartışmıştık seninle.

Nasıl tartışmayalım ki! On yıl örgütsüz yaşamışım. Yeniden ayağa kalkıp harekete katılmışım. Üstelik bir de tasfiyecilik dönemi geçirdik. Biraz demeyim, epey bocaladıktan sonra, sen geldin. Bizlerin ilgi odağı olmuştun. Yeniden sarılmaya başladık hayata sımsıkı. Evlenmeye bile hazırlanıyordum. Yeni evime taşındıktan sonra, uzun yılllar ilişkisi kopan birisinden bahsetmiştiniz. Adam geçen yıllar içinde aidatlarını döviz halinde bir kumbaraya atmış, partiyle tekrar ilişkiye geçtikten sonra kumbaradaki paraları teslim etmişti. Bu insanın davasına olduğu kadar partisine olan sadakatinin de ifadesidir demiştik.

Şu anda o zamanki anılarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmekte. Bizlere karşı her zamanki sadeliğinde davrandın. Bir seferinde elektrikli fırın almıştım. Onda tavuğu bütün olarak pişirmiştik. Yemek için epeyce uğraşmıştık. Yine bir seferinde ‘dünya devrim şarkıları’ adlı kaseti dinliyorduk. Sen pek beğenmemiştin. Ben de sana Grup Yorum’un şarkısı da var demiştim, öyle mi demiştin. Yine bir sefer geldiğinde marketten bir poşet içinde birşeyler almıştın. Biz evde yoktuk. Sen de yan komşudan anahtarı alıp eve bırakmıştın. Biz de merak etmiştik. Kim bu halamızın kızı diye...

Evet yoldaş, seninle dört mevsimi birarada gördük. Kimler geldi kimler geçti sırat köprüsünden. Nice koca çınarlar devrildi gitti. Ama bir yerden tutunup da inadına sürdürenleri de biliyoruz. Sen ve diğer yoldaşlar, siper yoldaşları teslimiyete karşı meydan okuyorsunuz...

Eğer düşersen toprağa, o toprakta filizler boy atıp yeşerecek, büyüyerek bulutların maviliklerinden bakacak dünyaya. Ve birden iki damla gözyaşı karışıyor harca, yapının köşe taşı oluyorum, yükselerek güneşi avuçluyorum.

Birlikte koşuyoruz geleceğe, gelecek bizimdir. En içten devrimci selamlarımla kucaklıyorum seni.

Bir yoldaşın