ARSIVANA SAYFA
 
24 Mart '01
SYKB SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin imkanları ve sorunları
Ölümüne direnişin ilk şehidi: Cengiz Soydaş
Bedeller daha da ağırlaşmadan...
Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi
'Yeni ölümler istemiyoruz!'
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu’nun “eylem takvimi”
Kocaeli mitingi: 5 bin kişilik işçi-emekçi eylemi
İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu 4. haftasını doldurdu
Newroz’un gösterdikleri
Newroz ulusal uyanışın ve direnişin simgesidir!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Kadın sorunu
Son gelişmeler ve İmralı çizgisi
Emperyalistler Balkanlar’da yeni bir savaşın önünü açıyor
PKK-DÇS’nin açıklaması: Cejna Newroz piroz be!
Daewoo’da sınıflar savaşı
Uluslararası hareket
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”
“Ulusal program aldatmaca”
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Ölüm Orucu direnişçisi Muharrem Kurşun’dan tutsak düşen
Nadire anaya mektup...

“Asla bükülmeyecek, teslim olmayacağız!”


Merhaba Nadire ana,
Sen de benim gibi tutsak düşmüş olmasaydın, bu bayram da geçen bayramda olduğu ana sevgisiyle yüklü bayram kartın gelirdi. Bu kez geçikmeli de olsa ben bir süpriz yapayım istedim. Geçmiş bayramını kutlarken, ellerinden öpüyorum, Nadire ana.

Bayram geldi-geçti. Zehirden farksız olsa gerek. Zehir kattılar bayramlarımıza, güzel günlerimize. Yalnızca biz zindandakiler için böyle değil bu, dışardakiler için de durum farklı değil. Ama bizim de günümüz geliyor; bizim bayramımıza da sayılı günler kaldı. Çekilen acıların, ödenen bedellerin karşılığı görkemli bir zafer olarak elde edilecek. Asıl o gün bayramlaşacağız. Ve o gün hep birlikte halaya duracağız. Diğer oğulların-kızların da olacak halayda; Hasanlar, İrfanlar, Fidanlar, Ahmetler de...

Bugün Ölüm Orucunun 143. günündeyim. 143 gündür seni ve senin gibi yiğit analarımızı yanımızda, kavgamızda ve sevdamızda görmek bizim gücümüze güç katıyor; inatçılığımızı, kararlılığımızı arttırıyor. Üstelik sizin fedakarlığınız, emeğiniz yüreklerimizi öyle dolduruyor ki, 143 güne rağmen açlığın yeri kalmıyor bünyemizde.

İlk kartını Çankırı’dayken almıştım. Ölüm Orucunun 40-45’li günleriydi. Yani henüz “Hayata dönüş” operasyonuyla canlarımız katledilmemişti. Siper yoldaşlarıma ve bana da bir kart göndermiştin. Bana gönderdiğin kartta Mahir Çayan’ın resmi vardı. Hasan’a (Güngörmez) gönderdiğin kartta ise Şeyh Bedrettin. İrfan’ın (Ortakçı) kartında da Mahir’in resmi vardı. Bir bilsen nasıl sevinmiştik o gün. Koğuşumuzda seni tanıyanlar da vardı. Hep birlikte sevgiyle kulaklarını çınlattık. Hasan ve İrfan, iki siper yoldaşım, senin iki yiğit oğlun, seni ana sevgisiyle anıyorlardı hep, böyle seviyorlardı çünkü. Benim sana ve senin gibi yiğit analarımıza olan sevgim de Onlar’ınkinden farklı değil.
Sincan’a getirildikten 15-20 gün sonrasıydı; ilk kez mektup verdiler bize, senin de kartın vardı bana verilenler içinde. Çankırı’dan bu yana yine yalnız bırakmamıştın beni, bizi. Küçücük hücremiz senin şahsında analarımızla doldu bir anda, büyüdü, kalabalıklaştı. Bayramda da kartın gelmişti. O zamanlar Ölüm Orucunun 90. günlerindeydik.
En yiğit oğulların, kızların bugün aramızda yoklar. Elbett bu bedensel bir yokluk; yoksa onlar namuslu her yürekte ölümsüzleştiler.

Neden?
Mezarda emeklilik, tahkim gibi yasaları çıkarılırken Ulucanlar katliamı yapıldı. Başkentin göbeğinde 10 devrimci tutsak alçakça katledildi, onlarcası da ölümden döndü. Teslim almak içindi bütün bu vahşet. Çünkü devrimcileri teslim almak, işçi sınıfını, emekçi halkı teslim almaktı. Teslim alabilirlerse, bu ülkeyi, ülke zenginliklerini zorlanmadan peşkeş çekebileceklerdi İMF’ye, emperyalistlere. Bizleri teslim almak içinse hücrelere hapsedip yalnızlaştırmak, inançlarımızdan, onurumuzdan soyundurmaları gerekiyordu. Çünkü bu inançla, bu kararlılıkla bizi asla teslim alamadılar, alamayacaklar da.

Teslim olmayacağımızın haykırışıydı Ölüm Orucu Direnişi. 19 Aralık’ta yine vahşice saldırdılar. Teslim olmadık. En yiğitlerimiz birer ateş topu olmuş yürekleriyle aydınlattılar geceyi. Hücrelere konulduk. Teslim olmadık ve olmayacağız. Belki hepimiz birer ikişer öleceğiz, ama asla bükülmeyecek, teslim olmayacağız. Hele sizin gibi yiğit analarımızın oğulları ve kızlarıyken, bizleri hiçbir güç teslim alamaz.

Senin ve Oya ablanın tutuklandığını duyduğumda üzüldüm üzülmesine, ama inan hiç şaşırmadım. Çünkü oğullarına, kızlarına sahip çıkmak, evlatlarım ölmesin diye sesini yükseltmek epeyden beri “suç” sayılıyor bu ülkede. Hele ki böylesi saldırı dönemlerinde. Biz dur demezsek yakında öyle bir hale gelecek ki, hakkını arayan her onurlu ve namuslu insan gözaltına alınacak, dövülecek, işkenceden geçirilecek ve zindanlara doldurulacak.
Saldırılardan siz de payınıza düşeni aldınız; tutsak anası iken tutsak oldunuz. Başından beri yanımızdaydın, şimdi biraz daha yakınımızda oldun. Bu saldırılar bizi yıldırmıyor ama. Aksine öfkemizi biliyor, kararlılığımızı arttırıyor. Eminim senin için de aynı şey geçerlidir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, hücreleri yıkacağız. Çünkü bizler senin gibi yiğit, onurlu, namuslu anaların oğulları, kızlarıyız. Söz verdik yola çıkarken; sözümüz onurumuzdur.

Sevgili Nadire ana, daha uzun bir mektup yazmak isterdim. Ama bedenim buna pek elvermiyor. Sana sevgilerimi ulaştırmış oluyorum bu kısa mektupla ancak.
Yarın, zafer günü belki ben de Hasanlar’ın, İrfanlar”ın yanında olacağım. Ama inan, hep birlikte gelip zafer halayına duracağız.
Senin şahsında tüm analarımızı zafer coşkusuyla sımsıkı kucaklayıp ellerinden öpüyorum.
Sevgilerimle....

Ölüm Orucu Savaşçısı oğullarından
Muharrem Kurşun
11 Mart 2001



“Bizi güzel günlerin beklediğine inancımız sonsuz...”

Sevgili İ..., merhaba!
Herşeyden önce büyük bir özürle başlamalıyım, sanırım. Bunca zaman geçti ve ben henüz yazabiliyorum. Aslında adresi unutmuş ama öğrenebilme işini de savsaklamaktaydım. Kandıra’dan yazmak nasip olmadı, Tekirdağ hücrelerinden kucak dolusu MERHABALAR!..

Sağlık durumumu merak ediyorsunuzdur. Şu an için açlık grevinin bildik gelişmeleri dışında gayet iyiyim. Siz şöyle veya böyle benden haber alıyorsunuzdur. Asıl ben burada meraktan ölmekteyim. Nasıllar acaba? İyi midirler? vb. soruları kendi kendime sorup duruyorum.

Evet, biliyorsunuzdur, Kandıra’dan 28 Şubat’ta sevk oldum, açıkça ben de şaşırdım. Neye göre sevk edildiğimi anlayabilmiş değilim. 4 saatlik bir yolculuk ve yeni bir F Tipi... Aslında yeni diyorum da Kandıra’dan farkı yok. Boyalar birkaç yerde değişik, musluk markaları farklı falan filan işte.

Neyse biraz buradaki yaşantımdan bahsedeyim. Sabah sayımından (8:30) önce kalkıyoruz. Sayımdan sonra biraz temiz hava alıp, gazete, kitap okumaya çekiliyoruz. Arada sohbetler ve seslerini bize ulaştıranlarla hal hatır sormalar. Öğlen yeni gazeteler geliyor, bu sefer onların içine gömülüyoruz. Günde 3 kez düzenli volta atmaya çabalıyorum. Akşam sayımından sonra ya mektup yazmaya koyuluyoruz veya kitap okuyoruz. Bir de hemen hemen her gece bir çok .(...) güzel türküler ve şiirlerle bize güzel bir ziyafet çekiyorlar. İlk geldiğim günlerde türkülere eşlik ediyordum, şu sıralar fazla katılamıyorum. Cezaevi Komisyo’nundan ara ara bizim sağlığımızı kontrole geliyorlar. Sanırım bu komisyon ilk olarak Tekirdağ’da hayata geçirildi. Psikolog, sosyal danışma uzmanı, doktor, öğretmen ve cezaevi idaresinden bir personelden oluşuyor. Uygulamaya başladılar, gişmeleri izlemekle yetiniyoruz şu an.

Doğrusu şu içinden geçtiğimiz kriz günlerinde, sizin durumunuzun bize göre daha ürkütücü olduğunu düşünüyorum. Yeniden yapılandırma adı altında ülke ekonomisi, “demokrasisi”, siyaseti allak bullak oldu. İşçisi, köylüsü ağır koşullar altında inim inim inliyor. Esnaf kepenk üstüne kepenk indiriyor. Tam bunlar olurken yaprak dahi kıpırdamıyor emek cephesinden. Tekelleşme bir eğilim olmaktan çıkıp bizzat ulaşılmaya çalışılan bir hedef haline gelmiş. Zaten açıkça dillendiriliyor da büyük sermaye tarafından; “Küçükler batacak ki ekonomi ayakta kalsın”. Bu tekelleşme değil de nedir? Ama bir farkla, uluslararası emperyalist tekellerle kolkola bir büyüme. MAI, MİGA gibi yatırım yapılan anlaşmaların peyderpey sonuçlarını üreteceği bir süreç. Yalnız unutulan birşey var, iz yapısal bir kriz. Bugün için onu yeniden yapılandırma temellerini atıp bir süre daha yönetebilirsiniz, ama ortadan kaldıramazsınız. Tıpkı işçi emekçilerin bugün susuyor olmasının ortadan yok olmaları anlamına gelmeyeceği gibi. Kapitalizm kendisini ortadan kaldıracak fırtınanın mayasını kendisi çalıyor. Ve bu maya onu çalanın alameti farikasından değil, eşyanın tabiatı dolayısıyla tutacak.

Evet sevgili yoldaş, işte böyle bizi güzel günlerin beklediğine inancımız sonsuz. Gücümüzü buradan, o güzel günleri yaratacak olanlardan alıyoruz. Ve hiçbirşey bu yılın 2001’in bizim yılımız olmasını engelleyemeyecek. Hele bir de Mart ayına girmişiz ki, onun sıcaklığıyla üşüyen kemiklerimizi ısıtıyoruz. Bu bahar da, yaz da çok şeylere gebe, çok daha sıcak geçecek gibi.

Sevgili İ..., ben Kandıra’dayken A.dan mektup almıştım. Oradan cevap yazıp yollamıştım. Umarım eline geçmiştir. En kısa zamanda buradan da birşeyler yollayacağım.

Burada kitap, gazete vs. gibi eşyalar, eğer toplatması yoksa alıyoruz diyorlar. Şimdilik bu dedikleri gibi de oluyor. Eğer buraya getirme veya posta üzerinden yapabilirseniz kitap ve özellikle haftalık gazete (Kızıl Bayrak) istiyorum. Bir de birkaç yayınevinin adresini (mektup yazıp ücretsiz abone olacağımız, ücretsiz kitap isteyebileceğimiz; sanat, bilim dergileri gibi) bulup yazabilirseniz bizi çok sevindirirsiniz.
Biz üç kişi kalıyoruz. ÖG’den Mehmet Çömüt (ÖO), Nurettin Temel diğer arkadaşlar. Onların’da bol bol selamı var.

Tekrar görüşünceye kadar hepinizi zafere olan sarsılmaz inancım ve hasretle kucaklayıp öpüyorum. Kendinize iyi bakın.

Yoldaşça selamlar...

TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi
Ahmet Turan
15 Mart ‘01

B2-4/61 (hücre numaram)