ARSIVANA SAYFA
 
24 Mart '01
SYKB SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin imkanları ve sorunları
Ölümüne direnişin ilk şehidi: Cengiz Soydaş
Bedeller daha da ağırlaşmadan...
Direnişimiz ve dönemin sınıflar mücadelesi
'Yeni ölümler istemiyoruz!'
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu
Sermayenin azgınlaşan saldırıları ve Emek Platformu’nun “eylem takvimi”
Kocaeli mitingi: 5 bin kişilik işçi-emekçi eylemi
İTÜ’de herşeye rağmen yemek boykotu 4. haftasını doldurdu
Newroz’un gösterdikleri
Newroz ulusal uyanışın ve direnişin simgesidir!
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Kadın sorunu
Son gelişmeler ve İmralı çizgisi
Emperyalistler Balkanlar’da yeni bir savaşın önünü açıyor
PKK-DÇS’nin açıklaması: Cejna Newroz piroz be!
Daewoo’da sınıflar savaşı
Uluslararası hareket
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
“Bu süreçten biz de, partimiz de alnı açık başı dik çıkacağız!..”
“Ulusal program aldatmaca”
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Yükselme eğilimindeki kitle hareketinin
imkanları ve sorunları

Son İMF-TÜSİAD programıyla yoksulluk sınırına itilmiş durumdaki işçi ve emekçi kitleler, şimdi bir de krizin kendilerine fatura edilmeye çalışıldığını görüyorlar. Bu saldırı öylesine açık yürütülüyor ki, sıradan kitlelerin bile bunu görmemelerine imkan yok. Kitlelerin bunu az-çok gördüğü yerde de, tepkilerini ortaya dökecek bir kanal arayışına girecekleri de açıktır. Nitekim, Amerikalı bakan Derviş’in “ulusal program” adı altında yeni saldırı ve yıkım programını açıklamasını hemen takibeden günlerde, sınıf cephesinden yaşanan kimi gelişmeler bu arayışın ilk somut işaretleri oldular.

Emek Platformu’nun basın açıklamaları, bir kaç büyük ilde kitlesel katılımlarla gerçekleştirilen fiili mitinglere dönüştürüldü. Ankara’daki gösteriye yönelik polis saldırısı karşısındaki direniş tutumu ise, gelişmekte olan hareketin bir başka dinamiğine işaret ediyordu. İşçiler ve emekçi kitleler, son iki yılı büyük ölçüde durgunluk ya da sonuçsuz pasif eylemlerle geçirdiler. Dolayısıyla, kendilerinden öte yaşanan gelişmelere yönelik devlet terörünü de daha çok izleyici durumunda yaşadılar ve şimdilerde bunun sıkıntısı ile yüzyüzeler. Tutsakların içeride, yakınlarının dışarıda yürüttüğü hücre karşıtı mücadele, vahşi katliamlar da dahil olmak üzere azgın bir terörle bastırılmaya çalışılmış, onlarca devrimci katledilmiş, analar ak saçlarından tutulup sokaklarda sürüklenmiş, coplanmış, tekmelenmişti (ki bu halen de böyle sürmekte).

Devrimci hareketi geriletme amacından da öte, bizzat kitleleri terörize etmeyi, onlara bu yolla gözdağı vermeyi hedefleyen bu azgın terörün etkisi, zamanla tersine de dönebiliyor ama. Korkunun da, yılgınlığın da bir sınırı var ve kitleler hızla o sınıra yaklaşıyor. Kaldı ki, zindanlar mücadelesinin diğer cephesinde sergilenen ölümüne direniş tutumunun kitleleri devlet teröründen daha az etkileyeceğini iddia etmek için de bir neden yok ortada. Gerek devrimci tutsakların, gerekse de dışarıdaki yakınlarının, devletin tüm hunharlıklarına ve caniliklerine akılalmaz bir kararlı direnişçi tutumla göğüs germeleri, bu vesileyle sergilenen yiğitlikler de, bu aynı kitlelerin gözü önünde yaşanmış ve yaşanmaktadır.

Daha bir de dünyadaki yakın dönem gelişmeleri var. En yakın örnek, Güney Koreli işçilerin militan sokak gösterileri ve çatışmalarıdır. Özelleştirme ve işten atmalara karşı mücadeleye girişen Daewoo işçileri, devletin bastırma girişimlerine aynı sertlikle yanıt vermekten kaçınmıyor. Ve tüm bunlar, dünyanın (tabi Türkiyeli işçi-emekçilerin de) gözleri önünde yaşanıyor. Hemen her gelişme, televizyon ekranlarından anında izlenebiliyor.

Bunların tümü, gelişmekte olan hareketin militanlaşma imkan ve dinamiklerine işaret ediyor.

Hareketin sınıf cephesinden şu günlerde yaşanan bir başka eylem de, Kocaeli Sendikalar Birliği’nin 18 Mart mitingidir. Kitlesel bir katılımla gerçekleşen mitingin bir sanayi bölgesinde yapıldığı da gözönüne alınırsa, DB ve ABD destekli yeni yıkım programına sınıf cephesinden verilen bir yanıt olduğu belirtilmelidir.

Doğrudan sınıf cephesinden yaşanan bu eylemliliklerin hemen öncesinde ise, baharın ilk genel eylemi olan 8 Mart yaşandı. Ülke çapında yaygın kutlamaların yanısıra metropollerdeki kutlamalarda yakalanan kitlesellik, sınıf hareketindeki sürmekte olan durgunluk koşulları gözönüne alındığında önemli bir düzey tutturmuş bulunuyordu. İstanbul açısından baharın eylem takviminde bunu izleyen öteki önemli günler, 12 Mart ve 16 Mart’tı. Gazi katliamının yıldönümü olan 12 Mart nedeniyle katliamı yaşamış emekçi semtlerinin, öğrenci katliamı yıldönümü olan 16 Mart nedeniyle de üniversite öğrencilerinin belirli bir hareketliliği bekleniyordu İstanbul’da ve öğle de oldu.

İlk işçi-emekçi eylemlerini takibeden günlere ise Newroz rastlıyordu. Newroz eylemlerinin Kürdistan’daki odağı, merkezi olarak düzenlenen Diyarbakır’daki törendi. İstanbul gibi metropollerde ve Mersin gibi Kürt nüfusun yoğun ve işçi ağırlıklı olduğu kentlerde ise kutlamalar yasaklanmıştı. Bu yasağa rağmen gerçekleştirilen eylemler, hem kitlesellik, hem de polis saldırısına verilen yanıt açısından olumlu tablolar sunuyordu.

Belirttiğimiz gibi, bu eylemlilikler, sınıf cephesinde henüz durgunluğun sürmekte olduğu ve ilk kıpırdanmaların başladığı bir dönemde yaşanmıştı. Sınıf hareketinin gelişmekte olduğu bir evrede ise, kitle hareketinin daha da büyüp ivmeleneceği açıktır. Bu, hem mücadele içindeki sınıf kitlelerinin bu tür eylemlere katılımındaki artış nedeniyle böyledir. Hem de, sınıf cephesinde güçlü bir mücadelenin sürüyor olmasının, kent yoksullarını da eylemliliklere çekecek bir güven yaratması nedeniyle. Zaten, bu doğrudan etkileşim, bu içiçelik nedeniyledir ki, “sınıf ve kitle hareketi”nden söz edebiliyoruz.

Sınıf kitleleri, sadece mücadelenin imkanları konusunda değil, zayıflıkları ve bunların aşılmasının yolları konusunda da aydınlatılmak zorunda. Mücadelenin başarıyla ilerletilebilmesinin temel gereklerinden biri de budur.

Buradan bakıldığında, temelden aksayan yanın örgüt alanında olduğu görülecektir.

İlkin, sınıfın sendikal örgütlülüklerinin merkezleri (konfederasyon yönetimleri), sermaye tarafından bir biçimde teslim alınmış durumdadır. Ki işin çok açık olan bu yanı, çoktandır sınıf tarafından da bilinmektedir.

İkincisi, uzun yıllar süren ve bir türlü kırılamayan bu ihanet tutumunun da etkisiyle, sendikalar aşağıya doğru da bir çürüme/yozlaşma içindedir.

Üçüncüsü ve en önemlisi ise, fabrika ve işyerlerindeki örgütsüzlüktür, yani sınıfın taban örgütlülüklerinden yoksunluğudur. İşçiler örgütlülük adına bugüne kadar yalnızca sermayenin tam ve açık denetiminde olan, mevcut yasaların işleyişini temel alan (oysa hiç de bunu yapmak zorunda değiller) sendikalara mahkum duruma düşürülmüştür. İşin püf noktası, ya da sendikal cephedeki aksaklıkların da çözüme kavuşturulabileceği temel halkalardan biri, tam da bu taban örgütlenmesi alanıdır.

Fabrika ve işyeri komitelerinde somutlanabilecek bu taban örgütlülüğü konusu, hareketin bugünkü yükselme evresinde, çok daha önemli ve acil olarak çözülmeyi bekliyor.

Sınıf devrimcileri, konuyu iki yönlü olarak gündemlerinde tutmak durumundalar: Sınıfın en geniş kitlelerini konu hakkında bilinçlendirmek ve imkanlı olan her fabrika ve işyerinde örgütlenmenin fiilen başını çekmek. İçiçe yürüyecek bu çalışmanın imkanlarının, dün (sınıf hareketinin durgunluk koşulları) üzerinden değil, bugün ve yarın (hareketin yükselme koşulları ve dinamikleri) üzerinden değerlendirilmesi gerekir. Yükselen hareketin ortaya çıkaracağı yeni imkanları başarıyla değerlendirebilmek başka şeyler yanında aynı zamanda buna bağlıdır.

Birimlerde örgütlenmenin öz dinamiklerini açığa çıkarabilmek, yani bilinçli-öncü işçi ve emekçileri harekete geçirebilmek, onlarla doğal ilişkiler kurup geliştirebilmek için, her türden eylem ve etkinliğin yanısıra yerel-bölgesel platformlardan da yararlanmak gerektiği ise açıktır. Özellikle yerel işçi platformlarının hem ilişki imkan ve alanlarının genişletilmesi, hem de sınıf dinamiklerinin harekete sevkedilebilmesi açısından sunduğu imkanlar gözönüne alınırsa, her işçi havzasında böyle çalışmaların zaman geçirmeden başlatılması zorunluluğu daha iyi anlaşılacaktır.

Ancak, bir işçi havzası veya bir çalışma bölgesi eksenli yürütülmesi nedeniyle, bu tür çalışmaların bir içe kapanmaya, sınıfın genel eylemliliğine müdahale imkan ve görevlerini kaçırmaya yol açmamasına da dikkat etmek gerekiyor. Sınıf ve kitle hareketine genel politik müdahale ile onu aşağıdan doğru örgütlemeyi de içeren yerel müdahale görevleri, birbirinin yerine geçirilebilecek ya da sıraya konulabilecek işler değildir. Birbirini besleyen, biri yerine getirilmediği taktirde diğerinin etkisini zayıflatan tek ve bütünlüklü bir faaliyetin parçalarıdır bunlar.