- Kızıl Bayrak'tan
- 1 Mayıs’ı devrimci taleplerimizle
- 1 Mayıs'ta alanlara
- 1 Mayıs’ı sendika ağalarının barikatını
- Düzenin gündemi ve 1 Mayıs
- 1 Mayıs’ta kavga alanlarına!
- Küçük-burjuva akımların
- Emperyalist yağmaya ve talana karşı
- Türk-İş Başkanlar Kurulu ve Emek
- Direnişçi İZSU işçilerinin kaleminden...
- Tutuklu ve Hükümlü Yakınları
- Parti amblemi üzerine
- Geçici başarının gizledikleri
- Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!
- Bartın Cezaevi’ndeki devrimci tutsakların
- Washington gösterileri: Seattle
- Bolivya:
- Zimbabwe:
- İran:
- Komünist militanlardan...
- Faaliyet alanlarından...
- Mücadele postası...



 
 
Türkiye proletaryasının
artık devrimci bir programı var...

TKİP Programı: Kapitalist düzene karşı militan bir savaş çagrısı!

A. Başak


Türkiye proletaryasının devrimci iktidar mücadelesinin bir programı var artık. Yapılan militan bir savaş çagrısı, açılan bir kavga bayragıdır. Bundan böyle Türkiye topraklarında devrime ve sosyalizme bu bayrak altında yürünecek, iktidar bu bayrak altında kazanılacak ve korunacak, sosyalist inşa bu bayrak altında gerçekleştirilecektir. Parti, programında somutlanan proletarya devrimi ve sosyalizm bayragını göndere çekmiş, iddiasını ortaya koymuştur. Ortaya konulan iddia gücünü ve kaynagını sarsılmaz devrimci iradesinden ve militan kimliginden, yaslanacagı ve önderlik edecegi sınıftan, ulaştıgı teorik-ideolojik düzeyden ve ihtilalci konumlanışından almaktadır.

Bir partinin programı, sahip oldugu ideolojik, politik ve örgütsel birikimin en üst ve en özlü ifadesidir. Bu iddiada bir programın partimiz tarafından ortaya konulmuş olması da hiçbir biçimde tesadüf degildir. Bu program, en zorlu ve tarihi konjonktür açısından en elverişsiz koşullarda siyasal bir akım olabilme iradesini ve başarısını gösterebilen bir kollektif emegin, azmin ve ciddiyetin ürünüdür. Teoriyi ciddiye aldık; çünkü marksist teorinin yolgöstericiligi olmadan iktidara yürümenin olanaksız oldugunu biliyoruz. İşçi sınıfını ciddiye aldık; çünkü bu sınıfın, modern burjuva toplumunda iktidarı ele geçirme yetenegine sahip “sonuna kadar devrimci” tek sınıf oldugunu biliyoruz. Programı ciddiye aldık; çünkü bir program teori ve pratigin birliginin cisimleşmesidir, iktidar mücadelesi ciddiyeti kendini öncelikle buradan gösterir.

Devrimci kamuoyuna sunulmuş olan kongre belgelerinden, partinin programa yaklaşımını ve kullanılan yöntemi izlemek mümkündür. Daha önce ortaya konulmuş tarihi önemdeki klasik programların incelenmesi temelinde program formu üzerinden yapılan tartışmaların yanısıra, programın içerigi üzerinden perspektif oluşturulması ve daha da önemlisi bunun kollektif emegin ürünü olarak ele alınması, yöntemin isabetliligini göstermektedir. Programın parti için baglayıcı bir ideolojik-politik temele dönüşmesi, programa ilişkin bir kollektif kavrayışa ulaşılmasıyla olanaklıdır. Dolayısıyla kullanılan yöntem, bilimsel temeller ve ilkeler üzerinden yükselen bir programa ulaşmak hedefini içerdigi gibi, ideolojik düzlemde de kenetlenme amacını taşımaktadır. Partili mücadele, ancak ve ancak programın özümsenmesi üzerinden donanımlı hale gelmiş kadrolar öncülügünde gerçek ve kalıcı kılınabilir.

Yeni dönemin ihtiyaçlarına yeni dönemin
programı yanıt verebilir

Komünistler dünyada ve Türkiye’de bir dönemin kapandıgını ve yeni bir dönemin açılmakta oldugunu daha 1. Genel Konferansı degerlendirmelerinde tespit ettiler. Ve bunu parti kuruluş kongresinde daha somut olgular üzerinden ortaya koyarak, yeni döneme işçi sınıfının önderlik edecegi proleter devrimlerin damgasını vuracagını açıkladılar.

Dünyada ve Türkiye’de iktisadi gelişmenin aldıgı boyut, sosyal ilişkiler alanındaki degişimler, toplam olarak yeni dönemin ihtiyaçları, ortaya çıkarmış oldugu sorunlar, yeni dönemin programlarını da karakterize eder. Yeni dönemin programı, yeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt olmak zorundadır. Bu ise hiç kuşkusuz geçmişin kavranması, bilimsel temeller üzerinden deneyimlerin süzülmesi ve aşılabilmesi ile mümkündür. Emperyalist kapitalizmin gelişme düzeyi ve yaratmış oldugu sorunlar ve çelişkiler alanının onun devrimci alternatifini de üretebilmesi; varolan somut olguların, genel egilimlerin tespiti ışıgında devrimci sonuçlar çıkarabilmek, program formunda bunu ifadelendirebilmek, modern programların esasını teşkil etmek zorundadır. Bu öznel bir tercih degil, iktidar savaşımının zorunlu bir ilk adımıdır.

150 yıllık bir devrimci tarihin ardından ortaya konulan parti programımız yeni kıstaslar üzerinden degerlendirilebilir. Zira yaşanmış bir sosyalist inşa süreci, onun bürokratik yozlaşmaya ugrayıp çözülmesi ve sonuçta yıkılması sözkonusu. Öte yandan Türkiye’nin yaşadıgı 30-40 yıllık bir sosyal-siyasal mücadeleler deneyimi var. Ortaya konulacak bir parti programı, bu deneyimlerin sagladıgı açıklıklar üzerinden, biriken soru ve sorunların esasına yanıt olabilmek durumundadır. Bunları içerip yanıtlamayan bir programın hiçbir ciddiyeti yoktur. Çünkü sosyalizm hedefine ve inancına ne kadar samimiyetle sahip olunursa olunsun, bundan yoksunluk, zorluklar karşısında peşinen donanımsız kalmak demektir. Bu, herşeyden önce, kurulu düzenle bilimsel temeller üzerinden militan bir hesaplaşma olan, yeni dünyayı bu temeller üzerinden şekillendirecek olan Marksizm’in devrimci ruhuna aykırıdır. Önemli olan bu perspektife sahip olabilmektir. Hiç kuşkusuz önümüzde teori alanında anlamayı ve çözülmeyi bekleyen sorunlar vardır ve olacaktır. Ve biz somut tarihsel olguların ortaya çıkardıgı deneyimler üzerinden yeni açıklıklara ulaşacagız.

Komünistler, Türkiye’nin son 30-40 yıllık sosyal-siyasal mücadele tarihini eleştirel bir süzgeçten geçirerek, onu kavrayıp aşarak ve geçmişin olumlu tüm yönlerine sahip çıkarak bu günlere geldiler. Bu ülkede burjuva ve küçük-burjuva sosyalizminin siyasal mücadeleye sosyalizm adına damgasını vurdugu dönemler artık geride kalmıştır.

Ve en önemlisi, partimiz hiçbir biçimde boşluktan dogmamıştır. Bu topraklarda eger bir hareket gelişip partiye büyüyebilmişse, bu onun beslendigi kökler ve dayandıgı bir ön birikim oldugunu gösterir. En olumsuz koşullarda bu gücün gösterilmesi, yalnızca öznel azmin ve kararlılıgın sonucu degil, aynı zamanda nesnel zeminin de mevcut oldugunun göstergesidir.

Türkiye proletaryası yeni bir döneme yükseltilen bu kavga bayragının sundugu olanaklarla girmektedir.

Program perspektifi
Programın oluşumunda oldugu kadar, onun degerlendirilmesi ve özümsenmesi için temel perspektif nedir? Hiç kuşkusuz bir program çok yönlü degerlendirilir, birçok önemli kıstas gözönünde tutulur. Tarihsel gelişimi nasıl ele alıyor? İktidar perspektifi, stratejik ve taktik ilkeleri nedir? Temel sorunlara nasıl çözümler sunuyor? Sosyalist inşa sürecini nasıl ele alıyor? Acil demokratik istemler sorununa nasıl bakıyor? Emegin korunması için ne tür istemler ileri sürüyor? İç bütünlügü var mı? Nasıl bir dil kullanıyor? Bilimsel yöntemi kullanabiliyor mu, yoksa bir takım kalıpları mı tekrarlıyor? vb. Bu sorular daha da çogaltılabilir.

Bir programın teoriyle pratigin birliginin cisimleşmesi oldugunu söylemiştik. Burada kastedilen, teorinin pratik hedefe ulaşabilmek amacıyla kullanılmasının yanısıra ve bunun ötesinde, teorinin yaşam içerisinden çıkarak genelleştirilmiş görüşlerden ve çözümlerden oluşmasıdır. Deyim uygunsa, programımız pratikleştirilmiş teori ve yogunlaştırılmış pratiktir.

Program üzerinden çok tekrarlanan önemli bir tespit var: “Program varolanı, bilimsel olarak kanıtlananı, nesnel ve somut olguları içerir.” Programda olasılıklar üzerine konuşulmaz. Henüz bilinmeyen olgulara, bilinen olgular ve yaşanmış pratiklerden çıkarılmış sonuçlar üzerinden yaklaşılabilir. Bunlar deneyimler üzerinden çözüme baglanmaya çalışılır. Yaşam karşımıza başka bir gerçeklik çıkarırsa, o zaman da yaşanılan gerçeklik üzerinden degerlendirilip sonuca baglanır. Çogu kez Marksizm’in teorisyenleri tarafından şu tür sözlerin dile getirildigini görürüz: Olayların seyri bizim öngördügümüz gibi gelişmedi. Yaşamın karmaşıklıgı, çok yönlülügü, olayların etkileşimi karşımıza farklı bir tablo ortaya çıkardı vb...

Olguların ve genel egilimlerin tespiti bir aydın çalışmasının ürünü de olabilir. Oysa bir parti, onun programı bununla yetinemez, bundan ibaret olamaz. Parti bir fikri platform degil, devrimci sınıfa yol gösteren, onun devrimci eylemini geliştiren ve yöneten, tüm bu çabayı iktidar hedefine baglayan militan bir savaş örgütüdür. Militan bir devrimci program da asıl anlamını ve işlevini bu konum ve misyonda bulur.

Saglam temeller üzerine oturan devrimci militan bir kimlik olmadıgı sürece devrimci bir programı ortaya çıkarmak da olanaklı degildir. Ciddi bir programa devrimci kimligini veren, iktidar yürüyüşünde üzerinde yükseldigi bu saglam temeldir, bu konum ve misyondur. Devrimci sosyalist bir programın temel içerigi; iktidarı almak, bu amaç dogrultusunda devrimci yöntemleri kullanmaktır; kapitalist sınıf egemenligini şiddet yoluyla yıkmak, iktidarı ele geçirmektir; onu korumak ve dünya devrim mücadelesini geliştirmek için hiçbir özveriden kaçınmamaktır; sosyalizmin inşasına girişmenin kılavuzlugunu yapmak, bu eksende kitleleri seferber etmektir; eskinin yıkıntıları üzerinde yeni toplumun, sosyalizmin ancak kitlelerin eseri olarak kurulabilecegini bilmek ve kavratmaktır, vb.

O halde bir partinin programının ciddiyeti, bütün bu alanlar üzerinden tutarlılıgına bakılarak degerlendirilebilir. Hedefe yürürken karşılaşılacak sorun alanlarında, zorlanma noktalarında, deneyimlerin sundugu açıklıklara sahip olabilmek, kadrolarını ve giderek sınıfın sınıf bilincine ulaşmış ileri kesimlerini bunlarla donatabilmektir. Bu önden alınması mümkün biricik önlemdir. Bunun dışında mükemmel beklentiler içerisine girmek, gerçekte kadroları, sınıfı ve ezilen kitleleri silahsız bırakmak anlamına gelir.

Bir partinin programı ancak bu perspektif çerçevesinde degerlendirilebilir ve özümsenebilir.

Program bilinci
Program bilinci herşeyden önce iktidar bilincidir. Programın öneminin yeterince gözetilememesi, iktidar hedefinin de bulanıklaşmasını getirir. Kagıt üzerinde kalmaya terkedilmiş programlar, iktidar olma iddiasını da kagıt üzerinde bırakırlar.

TKİP Kuluş Kongresi’nin program üzerine kapsamlı ve çok yönlü tartışmalarında sık sık Türkiye’de geleneksel devrimci akımların program bilincinden yoksun oldukları vurgulanırken, gerçekten de yaşamsal bir zaaf alanına işaret edilmektedir. Bir taraftan teorinin küçümsenmesi üzerinden “gerçekçi” siyaset yapılırken, sonuçta ortaya çıkan apolitizm olmaktadır. Geleneksel devrimci hareket teorik sorunlara girmekten özel olarak kaçınmaktadır. Bunun gerisinde teorik-ideolojik sorunların altında ezilmek, bunlara yanıt verememek vardır. Programın önemi, konusu üzerinde bu kadar durulmasının bir nedeni de budur. Fakat artık bu zaafiyetin aşılması olanaklıdır. Partimizin programının bir basınç unsuruna dönüştürülmesi bunu kolaylaştıracaktır.

Bizim cephemizden dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta şu olabilir; programın gerekçelendirilmesi ile programın kendisi arasındaki güçlü bagın yeterli kuvvette kurulamaması. Bu da tersinden apolitizme kapı aralayacaktır. Fakat kapsamlı program tartışmaları sonucunda bunun önlemi alınmış, saflarımız bu tür bir zaafa karşı önden donanımlı hale getirilmiştir.

Sonuç olarak
2000’li yıllara partimizin bir kızıl bayrak gibi dalgalandırdıgı programımızla birlikte giriyoruz. Türkiye proletaryası artık altında birleşecegi, ugrunda savaşacagı, yol göstericiligi sayesinde iktidarı alacagı ve sosyalizmi inşa edecegi gerçek programına kavuşmuştur. Bu büyük bir tarihsel adımdır. Bu Türkiye devrimi için bir kilometre taşıdır. Bu tarihsel adımın tarihsel karşılıgı verilecek, gerekleri yerine getirilecektir. Devrim ve sosyalizm davasına samimiyetle inananların safları artık partinin saflarıdır.

Önümüzde duran sorumluluk, programımızı öncelikle proletaryanın öncüsüne maledebilmektir. Partinin tüm samimi devrimciler için adres olmasını saglamaktır. Bütün bunları ise bütün cephelere paralel yüklenerek yerine getirebiliriz. Programımızın tanıtımını her düzlemde, bizzat mücadele alanlarında yapabilmeliyiz.

Kavga bayragını yükselttik. Yapılan militan bir savaş çagrısıdır. Emperyalist kapitalizmle hesaplaşma temelinde iktidara aday oldugumuzun ilanıdır. Alternatif çözümün sunulmasıdır. Devrim ve sosyalizm davasının Türkiye topraklarında başarıya ulaşabilmesi için tarihsel bir adımıdır.

Programımız salt Türkiye proletaryasının devrimci mücadelesinin ve devrimci birikiminin teminatı degildir. O aynı zamanda dünya devrim mücadelesinin birikim ve kazanımlarının da teminat altına alınmasıdır.



Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!


Parti programını okudugumda, üzerimden büyük bir yükün kalktıgını hissettim. Sanki devrim olmuş da insan gibi yaşamaya başlamışız gibi.

Hayatımız ipotek altına alınmış durumda. Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz. Ne için çalışıyoruz? İyi yarınlarımız için mi? Yoksa bizim acılarımızın nedeni bir avuç asalagın, iyi bugünleri ve iyi yarınları için mi?

Kapitalist sistemde biz işçi ve emekçiler -ücretli köleler-, emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan bizler için, iyi yarınlar kavramı yok. Herşeyden önce, bunu bilince çıkartmak zorundayız.

Nasıl yaşıyoruz? Nasıl yaşayabiliriz? gibi sorular sorup degerlendirme yaptıgımızda, bütün çürümüşlügüyle insana düşman bir sistem (kapitalizm) ile insanın insan gibi yaşayacagı bir sistemin (sosyalizm) gerçeklikleriyle karşılaşacagız.

Çürümüşlüge hizmet etmek ya da insan olmak için savaşmak!

Evet; ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!

Nasıl yaşıyoruz?
1- İster iyi, ister sefalet ücretli olsun, işgüvencemizin olmadıgı, işsizligin çıg gibi büyüdügü, dolayısıyla sosyal çöküntünün hızla arttıgı bir sistemde;

2- Hayvan padokları gibi yıgınla insanla birlikte ulaşım araçlarına binmek zorunda kaldıgımız bir sistemde;

3- Uzun ve yorucu çalışma saatleri sonucu diger insanlardan yalıtılmış, sosyal-entelektüel çalışmaların dibe vurdugu, insanların yalnızlaştırıldıgı bir sistemde;

4- Beyinlerin işlevinin, merkezi bir yerden sinyal alır gibi robotluga indirgendigi, düşünme yetisinin dumura ugratıldıgı, “sen düşünmeyeceksin, ben düşünecegim” mantıgının oldugu bir sistemde;

5- Herşeyin parayla alınıp-satıldıgı, bütün alış ve verişlerin, sevgilerin, dostlukların karşılıklı çıkar ilişkilerine göre şekillendigi bir sistemde;

6- Evlilik kurumunun, iki kişinin karşılıklı sevgi-düşünce birlikteliginin degil, yine çıkarlar gözetilerek oluşturulan çıkar birliginin ifadesi oldugu; ayrıca eş dışı yasak ilişkilere örtü görevini gördügü; sevgi ve paylaşımın olmadıgı (öyle sanıldıgı); kadının ikinci sınıf sayıldıgı (kendileri kabul etmese de sunulan rollere büyük bir hevesle sarılmaları bundandır; ister üniversite-ister ilkokul mezunu olsunlar farketmiyor; kültür aynı kültür; hizmet kültürü) igrenç ilişkilerin yaşandıgı bir sistemde;

7- Gözaltına alınanların insanlık dışı işkencelerden geçirildigi, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kaybetmelerin, özellikle ‘70’lerdeki Latin Amerika ülkelerini aratmayacak derecede oldugu bir sistemde;

8- İşçi ve emekçilerin kurtuluşu için savaşan devrimcileri, komünistleri düşüncelerinden soyunduramadıkları, teslim alamadıkları için fiziki imhaların yaşandıgı bir sistemde;

9- En küçük hak arama mücadelelerinin dahi devlet terörüyle ezilmeye çalışıldıgı, çocukları kaybedildigi/katledildigi için oturma eylemi düzenleyen Cumartesi Anneleri’ne köpeklerle saldırıldıgı, boş geçen dersleri protesto eden ögrencilerin yargılandıgı, devrimci gazete satan 16 yaşındaki gençlerin sokak ortasında kurşunlanarak katledildigi, örgütlenme ve düşük ücretlere karşı meydanlara çıkan emekçilere gaz bombaları, tazyikli sular ve kolluk kuvvetleriyle saldırıldıgı, düşünmenin suç sayıldıgı, düşünmeye başlayan beyinlerin kimler tarafından açıldıgının işkencehanelerde sorgulandıgı faşizan bir sistemde;

10- Farklı ulusların kimliklerinin yok sayıldıgı, özgürlük ve varlık mücadelesi veren ulusların azgın bir terörle ezilmeye çalışıldıgı bir sistemde;

11- Din, dil, ırk, cins ayrımcılıgının yaşamın her alanında görüldügü, devletin resmi din ve dilinin şoven naralar eşliginde ve zorla bütün insanlara dayatıldıgı bir sistemde;

12- Paran kadar saglık, paran kadar hizmet anlayışının geçer akçe sayıldıgı bir sistemde;

13- Çetelerin, rüşvetçilerin, “bin operasyon” düzenleyenlerin, fuhuş bataklıgıyla dolu çürümüşlügün son demlerini yaşayan bir sistemde;

14- Egitimin bilimsellikten uzak ve dogmatik, herkesin eşit olarak dogdugunu bol bol propaganda eden, savaşların nüfusun azalması için zorunlulugundan bahseden, sömürüyü kutsayan fikirlerin enjekte edildigi bir sistemde...

Nasıl yaşayabiliriz?
1- Herkese iş ve işgüvencesinin olacagı bir sistemde;

2- Her türlü fazla mesainin yasaklanacagı, 6 saatlik işgününün uygulanacagı bir sistemde;

3- Kesintisiz iki günlük hafta tatili, 6 haftalık yıllık ücretli izin hakkının olacagı bir sistemde;

4- İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücretin olacagı bir sistemde;

5- Eşit işe eşit ücretin olacagı bir sistemde;

6- Esnek üretim, prim vb. çalışma sistemlerinin ve taşeronlaştırmanın yasak olacagı bir sistemde;

7- Herkese, saglıga ve ihtiyaca uygun ucuz konutların saglanacagı bir sistemde;

8- Herkese, parasız saglık ve egitim hizmetinin verilecegi, egitimin, bilimsel, demokratik ve laik olacagı bir sistemde;

9- Tüm çalışanlar için genel sigortanın olacagı bir sistemde;

10- Kadın-erkek eşitliginin toplumsal hayatın tüm alanlarında gerçekleşecegi bir sistemde;

11- Din ve devlet işlerinin tam olarak ayrılacagı, mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara son verilecegi bir sistemde;

12- Bilim, sanat ve kültür üzerindeki her türlü gerici baskı, sansür ve kısıtlamaların kaldırılacagı bir sistemde;

13- Çevre tahribatının son bulacagı, dogal, tarihi ve kültürel çevrenin korunacagı bir sistemde;

14- Teknolojinin, belirli bir kesime degil, tüm insanlıga hizmet edecek şekilde kullanılacagı bir sistemde;

15- İnsanların yalnızlaşmayacagı, paylaşımların artacagı, duygu ve düşüncelerin insana yakışır tarzda paylaşılacagı, ilişkilere yalınlıgın ve güzelligin damgasını vuracagı bir sistemde.

Bir emekçinin dedigi gibi, “daha ne isteyebiliriz ki?”

Önce hep birlikte sahnedeydik, eşit şartlarda, hep birlikte paylaşıyorduk yaşamı. Kadınlar örgütlüyor, erkekler yaban hayvan avlayarak beslenmemizi saglıyordu. Daha sonra yaşam koşullarının degişmesiyle birlikte işbölümü yapılmaya başlandı. Böylece başladı kadının eve hapsolması ve alış-verişlerde takaslar. İnsanın insana hükmetmesi, köle tacirleri, feodal beyler, kapitalizm ve sosyalizm...

Eşit şartlarda, eşit olarak başladıgımız sahnede, şimdi bizlere figüranlık dayatılıyor. Kendileri basamak-basamak çıkarken, bizlere basamak-basamak basarak çıkabilmelerini kendilerinde hak saydılar.

Fakat ben insanım diyenler, ben suça ortak olmayacagım diyenler çıktı karşılarına. Tek güçleri sosyalizme olan inançlarıyla, bilime olan inançlarıyla... Çünkü sırada sosyalizm vardı.

Sosyalizm ütopya degildir. Bunu düşmanlarımız/insanlıgın düşmanları da çok iyi bilmektedirler. Bunun içindir azgınca saldırıları emege, insana, düşünceye, güzel olan herşeye. Çünkü insanlıgın kurtuluşu bir avuç asalagın çürümüş düzeninin sonu ile mümkündür. Çünkü kurtuluşumuz sosyalizmle mümkündür.

Kapitalizmin çıgırtkanları, sosyalizm öldü, bırakın bu dogmatik fikirleri derken peki ne degişti? En temel çelişki olan emek ile sermaye arasındaki çelişki mi? Dogası geregi insana, dogaya düşman kapitalizmin karakteri mi? Bu mümkün mü? Buna kendileri bile inanmıyorlar. Sosyalizmi karalama çabaları bütün bu gerçekliklerin üstünü örtmek, sonlarını biraz daha ertelemek içindir.

İnsanın gerçek anlamda insan olarak yaşayacagı, insanın insana hükmetmeyecegi, sevgilerin, arkadaşlıkların en temiz şekilde yaşanacagı, özgür insan kavramının sosyalist kimlikte cisimleşecegi sistemimiz için, saflara, mücadeleye!..
Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!
Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!

Bir ilaç emekçisi


ARSIV ANA SAYFA