- Kızıl Bayrak'tan
- 1 Mayıs’ı devrimci taleplerimizle
- 1 Mayıs'ta alanlara
- 1 Mayıs’ı sendika ağalarının barikatını
- Düzenin gündemi ve 1 Mayıs
- 1 Mayıs’ta kavga alanlarına!
- Küçük-burjuva akımların
- Emperyalist yağmaya ve talana karşı
- Türk-İş Başkanlar Kurulu ve Emek
- Direnişçi İZSU işçilerinin kaleminden...
- Tutuklu ve Hükümlü Yakınları
- Parti amblemi üzerine
- Geçici başarının gizledikleri
- Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!
- Bartın Cezaevi’ndeki devrimci tutsakların
- Washington gösterileri: Seattle
- Bolivya:
- Zimbabwe:
- İran:
- Komünist militanlardan...
- Faaliyet alanlarından...
- Mücadele postası...



 
 
Zindanlar yıkılsın,
tutsaklara özgürlük!

A. Aras


Savunma çizgisinde bir mücadele gerilemeye ve yenilgiye mahkumdur
Bir toplumsal hareketin meşruiyet ve kuvvet kazanmasında en önemli ögelerden biri pozitif talepler ileri sürmek ve bu talepler için mücadeleyi yükseltmektir. Elde edilen hak ve kazanımların savunulması mücadelesi açısından da taleplerin genişletilmesi, mücadele sürecine önemli bir dinamik kazandırmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi yıgınlar açısından bu taleplerin en son halkası iktidardır. Daha dogrusu iktidar, tüm talep ve istemlerinin en vazgeçilmez aracıdır. Diger tüm talepler, tarihsel ölçekte, ancak iktidar hedefine ulaşmada birer basamak ve birer katalizör işlevi görürler.

Sınıf mücadelesi tarihi, herhangi bir basamakta (talepte) tutunmayla sınırlı kalan bir mücadele ve direniş hattının, gerilemeye ve yenilmeye mahkum oldugunu gösteriyor. Bu basamakların (taleplerin) hangisinin öncelikli oldugunu önden kestirmek pek mümkün degildir. Aynı şekilde, bu basamaklar arasında her zaman dogrusal bir geçişle iktidar hedefine ulaşılamadıgı da biliniyor. Kuşkusuz sermayenin iktidar oldugu koşullarda işçi sınıfı sürekli bir saldırı durumuyla karşı karşıyadır. Bu saldırıların gögüslenmesi kritik bir önem taşımaktadır. İşçi sınıfının bu saldırıların durdurulması talebini yükseltmesi gayet dogaldır. Fakat bu asla hak ve kazanımları koruma adına savunmacılıga düşmek demek degildir. Güncel olan bir talep, arkasındaki temel talep ifade edilmeksizin de yaygınlaşabilir, kitlesel bir karışılık bulabilir. Oysa mücadeleyi ilerleten dinamik, güncel olanı tarihsel ve temel olana baglayabilme başarısında gizlidir.

Burjuvazinin siyasal denetimindeki her bir iktisadi-toplumsal degişiklik ve düzenleme girişimi, içinde sınıfın taraf olması ve kendi talebiyle ortaya çıkması gereken dolaylı ya da dolaysız bir özellik taşımaktadır. Devletin tepesindeki bir cumhurbaşkanlıgı seçimi, bir anayasa tartışması, emekçi kitleleri dogrudan ilgilendiren bir tartışmadır. Burjuvazinin derdi, hangi sözde ilke ve yasalara dayanarak, ne tür kirli pazarlıklar sonucunda kimi seçecegidir. Bu yönüyle sistem içi bir sorunun çözümünü, bunun etrafında oluşturdugu gündemi topluma dayatmaktır. Bugün, milyonların temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakıldıgı bir anayasa üzerinde üç-beş maddenin degiştirilmesi için göz göre göre kirli pazarlıklar yürütülürken, işçi ve emekçilerden bir tepki gelmemesi, mevcut koşullar düşünüldügünde anlaşılır bir durumdur. Devrimci ilerici kesimlerin ezici çogunlugunun temel hak ve özgürlükler için bir mücadeleyi önplana çıkarmamaları ise anlaşılamaz bir tutumdur. Siyasetin boşluk tanımaması bu vesileyle bir kez daha görülüyor; düzen cephesindeki bu tartışmalara paralel olarak ikinci cumhuriyetçi liberaller, yaşanan bu boşlugu “kendi anayasanı kendin yap” çalışmasıyla doldurmaya, böylece kitlelerin özgürlük istemlerini bir kez daha anayasal hayaller içinde bogmaya çalışıyorlar.

Boşluga bir diger örnek, özelleştirme karşısında savunmacı bir anlayışın, geriye dönük bir talep ve propagandanın reformistler ve sendika bürokratları eliyle özelleştirme karşıtı eylemliliklere giydirilmeye çalışılmasıdır. Özelleştirme, tekelci sermaye adına en ileri saldırıdır. Kırıntısına varıncaya kadar, emekçilerin elindeki hak ve kazanımları koparıp almaya dönüktür. Daha da önemlisi, sermayenin işçi düşmanlıgını hiçbir demagojiyle karartılamayacak biçimde ortaya seren, bu yönüyle kapitalizm ve sosyalizm seçeneklerini kitlelerin anlayabilecegi ve yaşantılarında hissedebilecekleri bir açıklıkta ortaya koyan bir politikadır. Kapitalizmin özel mülkiyeti ile sosyalizmin toplumsal mülkiyetini, kitlelerin sefaleti ve temel hak ve özgürlüklerden yoksunlugu ile sermayedeki muazzam artış ve sömürü oranındaki büyümeyi karşı karşıya getiren bu saldırılar, parça parça gaspedilen haklar “...mez”, “...maz”, “sosyal devlet” teraneleriyle degil “Sömürüye, sefalete, özel mülkiyete son!”, “Kırıntı degil dünyayı istiyoruz!” perspektifiyle “Alınterimizin, sosyal kazanımlarımızın peşkeş çekilmesine, ayaklar altına alınmasına izin vermeyecegiz!” kararlılıgıyla geriletilebilir.

Zindanlar alanında da boşlukları
ve zaafları gidermeliyiz

Sermayenin saldırılarının süreklilik kazandıgı, en kanlı baskı ve terörün uygulandıgı alanlardan biri de zindanlardır. Bu saldırılara karşı militan ve onurlu bir direniş ile karşı koyan devrimci tutsaklar cephesinde de aşılması gereken bazı belirsizliklerin ve yetersizliklerin üzerinde durmak istiyoruz. Bu belirsizlik ve yetersizlikler yer yer açık bir zaafa da dönüşmekte, savunmacı bir ruh halinin saflarda karşılık bulmasına yolaçmaktadır. Yıllardır ortada temel talepler için mücadele, bu mücadelenin geniş kitlelere maledilmesi noktasında bir zaafiyet sözkonusudur. Bu alandaki boşluklar ve zaaflar nedeniyle, şanlı direnişlere ragmen, devrimci tutsakların mücadelesi ve mücadele talepleri kitleler nezdinde yeterince bilinmemektedir.

Denilebilir ki, sermaye devleti tutsaklıgı uzun süreli sistematik bir işkenceye, zindanları ise işkencehaneye çevirme hedefiyle hareket etmekte, bu uygulamayla devrimci tutsakları teslim almaya çalışmaktadır. Devrimci tutsaklar buna karşı yıllardır cansiperane bir direniş yükseltmekte, agır bedeller ödemektedirler. Devletin teslim alma, ezme politikasına karşı devrimci tutsaklar siyasi kimliklerini, insani degerlerini, ideallerini savunmaktadırlar. Son tahlilde, sermaye iktidarı koşullarında bu saldırı-direniş döngüsünün devrimci tutsaklar lehine kırılması, devrimci toplumsal muhalefetin düzeyine baglı oldugu söylenebilir. Fakat bu asla direniş hattı içerisinde savunmacı bir konuma savrulmak için yeterli bir gerekçe ve dayanak oluşturamaz. Direniş hattı yalnızca saldırıya endekslenemez. Devrimci tutsakların talepleri, yalnızca saldırıların durdurulmasına daraltılamaz. Saldırıların süreklilik ve yogunluk kazandıgı bir durum ve dönemde, kuşkusuz, saldırıların geri çektirilmesi kritik bir önem taşır. Ortaya konulacak direniş bu saldırıların geriletilmesi üzerinden biçimlenir (‘80 sonrası tek tip elbise dayatması ve son dönemlerde hücre tipi cezaevleri saldırısında oldugu gibi).

Cezaevlerinin hiçbir zaman boş kalmayacagı bir ülkede, yılları bulacak tutsaklık süreci içindeki devrimci tutsaklar, ugruna mücadele ettikleri talepleri ve hedefleri de bu direniş hattının içine taşımak durumundadırlar. Bu talep ve hedefler ugruna direnişe geçtiklerini, bu nedenle baskıya ve devlet terörüne maruz kaldıklarını işçi-emekçi kitlelere maletme çabası içinde olmalıdırlar. Bu başarılamadıgı ölçüde geniş yıgınlarda hakim olan “Devlet saldırdı, teröristler direndi” çarpık algısı kırılamaz.

Sermaye devleti on yılı aşkın bir süredir devrimcileri hücrelere tıkma peşindedir. Son yıllarda fiziki saldırılarla birlikte genelgeler ve kampanyalar eşliginde bunu birkaç kez denedi ve dersini aldı. Son bir-iki yıldır bu amacına ulaşmak için daha kapsamlı bir kampanya yürütmektedir. Tekelci medyanın satılık kalemşörlerini, bir takım sözde uzmanları ve toplumdaki gerici odakları yanına alarak yeniden yüklenmektedir. Zindanlara dönük saldırısını, işçi ve emekçilere dönük saldırısının bir parçası ve bir dayanagı haline getirmeye çalışmaktadır. Bunlar hücre saldırısının basit ve tek boyutlu bir saldırı olmadıgının göstergeleridir.

Hücre saldırısı kapsamlı bir siyasal saldırıdır. Toplumu, toplumdaki ilerici devrimci dinamikleri terör politikasıyla ezmenin, teslim almanın güncelleştirilmiş bir uygulamasıdır. Her türlü kirli yöntemi ve kanlı uygulamayı içermektedir. Kartal Cezaevi’nde oldugu gibi, kendi yazdıgı senaryoyu oynayan çete artıklarını önplana çıkararak, devlet kontrolü için aslında F tiplerinin de yetersiz kaldıgı, yapılması gerekenin çift başlılıga son vererek, cezaevlerindeki denetimin tümüyle jandarmaya (JİTEM’e) verilmesi gerektigi propagandasını işlemektedir. Ulucanlar’da oldugu gibi, gerçekleştirdigi katliam ve onun üzerinden yürüttügü psikolojik savaşa da başvurmaktadır. Mesajı hem içeriye hem dışarıya dönüktür.

Saldırı-savunma döngüsü kırılmalıdır
Devrimci tutsaklar olarak bu saldırılara, “Hücrelere girmeyecegiz, direnecegiz, yıkacagız!” şiarında ifadesini bulan bir tutumla karşılık veriyoruz. Alınması gereken ve alınan taktik tutumun net ifadesidir bu. Güncel olarak “Hücreler kapatılsın!” taktik talebiyle birleşen bu tutum dogru ve yerindedir. Gelinen yerde ise, yılları bulan saldırılar karşısında direnişimizin pozitif taleplerle daha belirgin hale getirilmesi, bunun üzerinden mücadelede ve propagandada süreklilik saglanması ve kitlelere maledilmesi gerekmektedir. Saldırı-savunma döngüsü, hakların kazanılması lehinde bu noktada kırılmalı, barikatlar daha ileri mevzilere taşınmalıdır.

Komünistler son birkaç yıldır, “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!” propagandif şiarını bu kaygıyla özel tarzda öne çıkardılar. Gerçekte “Devrimci tutsaklara özgürlük!”, propagandif olmasının da ötesinde, zindan cephesinde ve dışarıda temel bir taleptir. Bugünkü toplumsal koşullarda devrimci çözümün dile getirilmesidir.* Cezaevlerindeki diger tüm taleplerin baglanacagı ana halkadır. Devrimcilerin siyasal mücadelesindeki meşruiyetin içeride ve dışarıda yaygınlaştırılmasının bir ifadesidir. İçerideki ve dışarıdaki direnişlerimizin şaşmaz hedeflerinden biridir. Her koşul ve dayatılan her baskıcı ve kısıtlayıcı uygulamaya karşı gözetilmesi gereken önceliktir. Diger tüm talepler bununla beraber savunulabilir ve savunulmalıdır.

Güncel boyutta bunu tamamlayan diger talepler ise şunlar olmalıdır: Terörle mücadele yasasının iptali, savunma hakkı üzerindeki baskı ve kısıtlamalara son verilmesi, DGM’lerin kapatılması, zindaların ve zindandaki yaşam koşullarının tüm tutsakların insani ve sosyal ihtiyaçlarına (saglık, iletişim, kültür vb.) göre düzenlenmesi, devrimci tutsakların siyasal kimlikleri üzerindeki baskılara son verilmesi, cezaevlerinde DKÖ temsilcileri, tutsak temsilcileri, tutsak yakınları ve cezaevi idaresinden oluşan bir komisyonun denetim işlemlerini yerine getirmek üzere yürütmeye dahil edilmesi.

Bunlar devrimci tutsakların herhangi bir cezaevi sistemiyle sınırlı olmaksızın, onlara indirgenmeksizin yükseltilmesi gereken taleplerdir. Sermaye devleti “hücre tipi mi, koguş tipi mi?” ikilemi ile gerçekte bu temel hak ve taleplerimizi gözlerden saklamaya çalışmaktadır.

Devrimci tutsaklar olarak hücrelere girmeyecegiz. Bu temel taleplerimize ulaşıncaya kadar mücadelemizi sürdürecegiz. Çürüyen düzenin, köhnemiş duvarları ve yasaları bizi özgürlügümüzden, bir parçası oldugumuz işçi sınıfı ve emekçilerden ve onların mücadelesinden alıkoyamaz.

1 Mayıs’ta alanlarda zindanlara dönük devlet saldırıları karşısında emekçileri tutum almaya çagırmak için, “Zindanlar yıkılsın, devrimci tutsaklara özgürlük!” şiarını toplam mücadele propagandasının ve çalışmasının bir parçası haline getirelim.

* Reformistler ve teslimiyetçiler, uzun bir dönemdir devletin çıkartmayı düşündügü af yasasından yararlanmak için sözde “tutsaklara özgürlük” talebine sahip çıkmakta, bu ugurda eylemlere girişmektedirler. Devletin şimdiye kadar yürüttügü teslim alma, katletme politikasına boyun egen ve kafasını kaldırmayanların bu tutumu ikiyüzlüdür. Özgürlükleri için mücadele etmeyenler, özgürlüklerini kazanmak için bedel ödemekten geri durmayı temel bir politika haline getirenler, devletin affına mazhar olmaya çalışmak için özgürlük kavramını da kirletmekten kaçınmamaktadırlar.


ARSIV ANA SAYFA