Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Nisan 2002
Sayı: 52
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  Emperyalizm ve siyonizm yenilecek Filistin kazancak!
  1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak!
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  İşgal ve katliam Filistin halkını teslim alamaz!
  Selam olsun Filistin halkının onurlu direnişine!
  "Dahav'ın öbür yüzü Filistin..."
  Güncel sonuçlar, yakıcılaşan sorumluluklar
  Rektörlere değil, emekçilere kaynak!
  Yerel çalışma-merkezi eylemlilik ilişkisi üzerine
  Yeni YÖK tasarısı ve Eğitim-Sen
  Kampanya çalışması ve yeni dönem görevlerimiz
  GATS ve eğitim alanında saldırı
  YTÜ'de faşist saldırı!.
  Üniversitelerimiz özelleştiriliyor!
  Anlamlı çalışmaya sorumsuzlardan barikat
  Kapitalist eğitim ve çarpıtılmış kavramlar
  Boykotun gösterdikleri
  Yeni YÖK yasa tasarısında değişen bir şey yok!
  Sınıfsız, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya için!..
  Mevcut birikime yaslanarak geleceği kazanmalıyız
  Bu abluka dağıtılacak!
  Bir öykü: "Çığlık"
  Özgürlük hapishanesi
  Okur mektupları



 
 
Kapitalist eğitim ve çarpıtılmış kavramlar

Üniversiteler egemen sınıfın ideolojisini yeniden üretme misyonunu üstlenmişlerdir. Ortaçağ üniversitesi dinin ve dini ideolojilerin yüceltilmesi misyonunu yerine getirmiş ve bu eksende egemen ideolojinin kendini yeniden üretmesini sağlamıştır. Bu temel işlev kapitalist toplumdaki eğitim sistemi açısından da aynen geçerlidir.

Toplumsal dönüşüm sürecinde eğitim sistemi bir taraftan yeni topluma özgü ideolojik yeniden üretimi sağlarken, diğer taraftan da yeni toplumsal yapı tarafından şekillendirilir. Yani toplumsal dönüşüm süreci ile eğitim sistemi arasında diyalektik bir ilişki vardır. Burada belirleyici olan, üretim ilişkilerindeki gelişmenin ortaya çıkardığı yeni egemen sınıfın ihtiyaçlarıdır. Eğitim sistemi bu sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda, kendini ve toplumu yeniden örgütleme ve düzenleme misyonunu yerine getirir. Bu nedenle gerek eğitim sisteminin ürettiği ideoloji gerekse kendi yeniden şekillenişi, egemen sınıfın ve onun ideolojik yaklaşımlarının dışında olamaz. Bu anlamda eğitim ve ürettiği ideoloji hiçbir zaman sınıflar üstü değildir. Egemen sınıflar her dönem eğitim sistemini ve eğitim sistemine ir temel kavramları (eğitim, bilim, özerklik, demokrasi vb.) kendi ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirmişlerdir.

Çarpıtılmış kavramlar

a) Eğitim ve kapitalist sistem: Kapitalist sistem açısından belirleyici olan, eğitimin nitelikli emek oluşturmadaki temel rolü, ideolojik yaklaşımların yeniden üretilmesi zorunluluğu idi. Bu nedenle sermaye eğitime ve bilimsel faaliyetlere kayıtsız kalamazdı. Eğitim “bir kamusal alan” olarak tanımlandı. Buna karşın oluşturulan bilgi birikiminden sermaye sınırsız olarak faydalanmaktaydı.

Toplumsal üretime katkıda bulunması gereken eğitim sermayenin hakim ideolojisinin üretilmesi alanı oldu. Ulus-devlet anlayışına uygun olarak milliyetçi kitaplar eğitim kurumlarında okutulmuş, özel mülkiyet anlayışına ve bireycileşme-yabancılaşma sürecine uygun hakim ideoloji, eğitim alan bireyler üzerinden tüm topluma yayılmıştır. Bununla beraber sermayenin ihtiyaçları ile şekillenen teknik alan eğitimleri ağırlık kazanmıştır. Bu eksende bilimsel çabalar sermayenin çizdiği alanlarda ve sermaye için ortaya konulmuştur. Oluşturulan bu bilgi birikimi ve teknolojiden ise alt sınıflar sınırlı düzeyde yararlanma şansı bulmuştur.

Üniversitelerin akademik çalışmaları sermayenin ihtiyaçlarına bağlı olduğu ölçüde akademik ve bilimsel özerklik zaten kendiliğinden yitirilmiştir. Bilimsel çalışma ve bunun tanımlanması açısından ise tüm toplumun ihtiyaçlarından şekillenen ve sonuçta tüm topluma dönmesi gereken bir bilimsel faaliyet değildir sözkonusu olan. ‘70’lere kadar süreç eğitim açısından böyledir.

b) Neo-liberal politikalar ve eğitimin yeni tanımı: ‘70’lerin sonunda ortaya konan ve ‘89 çöküşüyle tüm toplumlara yayılan yeni anlayış, sermayenin hiçbir sınırlama getirilmeksizin tüm sosyal alanlar ve ülkeler arasında sınırsız dolaşımıdır. Bir sosyal hizmet alanı olarak üniversiteler de bu değişimin önemli bir halkasını oluşturmaktadırlar. Çünkü, birincisi eğitim kurumlarının sermayenin tam denetimine girmesi, bunun için özelleştirilmesi gerekmektedir. Diğer bir neden ise, bu tüm topluma yöneltilmiş neo-liberal saldırıların ideolojik altyapısını oluşturma ve bunu tüm topluma yayma misyonu ile hareket edilmesidir.

Bu yeni dönemde eğitim anlayışı da kendini yeniden üretmektedir. Sistem artık kendisi için gereksiz hale gelmiş “eğitim kamusal bir hizmettir” mantığını bırakıp, yeni şekillenişine göre “yarı kamusal bir hizmet alanı olarak eğitim” tanımlamasını kullanmaktadır. Eğitim neo-liberal politikalar eşliğinde kendi yeniden şekillenişini de yavaş yavaş oluşturmaktadır.

Peki ne anlama gelmektedir bu “yarı kamusal eğitim”?

En özlü ifade ile, “Her alanda olduğu gibi eğitimde de rakabetçi bir piyasa oluşturulması kaçınılmazdır. Eğitimin artık bir özel mal olduğu, piyasada alınıp satılabilir bir mal olduğu kabul edilmelidir.” Bunun anlamı çok açıktır; devlet müdahalesine son ver ve piyasa koşullarında eğitim hizmetlerinin arz ve talebi için gereken çerçeveyi oluştur.

Buradaki temel mantık, piyasa ilişkilerinin sermayenin ulaştığı yeni evrede tüm topluma dair ilişkileri tanımlayabilecek ölçüde bir egemenlik oluşturmasıdır. Eğitime bu ilişkiler içine sığabilen bir tanımlama getirildiği koşullarda, eğitim almak isteyen birey doğallığında bu ”yarı kamusal eğitim”in karşılığını parasını ödeyerek vermelidir. Bunun anlamı ise “eğitim harcamalarını karşılayabilen”, başka bir deyişle “parası olan okur”dur.

Bu politikalar tüm dünya ekseninde emperyalist kuruluşlar ve yerli işbirlikçileri tarafından uygulanmaktadır. OECD’nin 1996 yılında hazırladığı bir rapora göre “... üniversitelere bürokratik yönetim engeline takılmadan görevlerini yerine getirirken yeni girişimlerde bulunma gücü ve daha fazla özerklik verilmesi gerekir” denilmektedir. Bununla beraber “yasaların öğretim üyeleri ve üniversitenin kendi şirketlerini kurmalarına olanak verecek şekilde değiştirilmesi gerekmektedir.” denilmektedir. Türkiye’de bu, TÜSİAD’ın ‘94’te hazırladığı raporda şöyle ifadesini bulmuştur: “Özgür ve demokratik gelişmiş ülkelerdeki üniversiteler... tabii ki serbest pazar ekonomisinin arz ve talep koşullarına uymak zorundadır.”

“Yarı kamusal”, piyasaya açılmış ve piyasanın mantığına göre işleyen bir üniversitedir artık sözkonusu olan. Böylece, özerklik, bilimsel araştırma, akademik çalışma ve nihayet eğitim kavramlarının içi hiçbir dönemde olmadığı kadar boşaltılmaktadır. İstenen, piyasanın ve sermayenin mutlak denetimi altında bir “mali özerklik”tir. Bilim adı altında üstü örtülü olarak sermaye için yapılan faaliyetler bundan böyle dolaysız olarak, bilimsel kaygılar tümüyle bir yana itilerek yapılacaktır. Akademik kadrolar ve üniversiteler artık açıktan sermayenin tam denetimine girecektir. Son dönemde yürürlüğe sokulmaya çalışılan yeni YÖK yasa tasarısı bu yönelimin güncel ve en özlü ifadesidir.

K. Boran