Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Aralık-Ocak '02
SAYI: 50
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Üniversiteler işletme, rektörler patron!
  Üniversitelerde rektör diktası pekiştiriliyor
  Soruşturma terörüne karşı birleşik mücadele cephesini örelim!
  "Üniversiteler hegemonik ilişkilerin bir perdeleme aracı olarak kullanılmaktadır"
  Soruşturma terörüne karşı nasıl bir mücadele?.
  Vahşi katliam, destansı devrimci direniş!
  Mücadeleyi yükseltelim, direnişi örgütleyelim!
  Devletin katliam geleneğinin yeni bir halkası.
  Burjuvazinin etkin silahı: Medya.
  Bir parça yeni bir dünya...
  Devrimci bir gençlik hareketi için!..
  Ailelerimizle ilişkilerimiz nasıl olmalıdır?
  Paralı eğitime, hücrelere ve emperyalist savaşa hayır!
  Mücadele ederek geleceğimize sahip çıkalım!
  Etkin bir ön hazırlık çalışmasına dayalı anlamlı katılım
  ALGP çalışması genişleyerek sürüyor
  Gün emperyalizme karşı mücadele bayrağını yükseltme günüdür!
  YTÜ'de sistemli faaliyetlerimizden...
  Yurt-Kur tasfiye ediliyor!
  quot;Uluslararası Durum Üzerine Değerlendirmeler"
  Gerici bir burjuva ideolojisi olarak post-modernizm
  "Paris Düşerken"
  Bu yasa geçmeyecek!
  Okur mektupları



 
 
Bir parça yeni bir dünya...

Nasıl ki kapitalist sistem yeniden üretimin beslenme, giyinme vb. ihtiyaçlarını ürettiği metalarla karşılıyorsa, sosyal ihtiyaçlarını da, kapitalizmin doğası gereği, meta üreterek karşılar. Burada sözkonusu olan kültür kurumu olduğu ölçüde burjuvazi, “kültür endüstrisi” olarak tanımladığı sektörü kurmuştur.

Elbette bu endüstrinin en yoğun ve yaygın çalışması medya tarafından yapılmaktadır; temel ayağı da her evde bulunan televizyonlardır. Televizyon, reklamlar ile hem muazzam bir kâr alanı, hem pazar için üretilen metaların pazarlanma imkanı ve diğer yandan da kültürel egemenliğin korunmasında çok işlevli bir araçtır. Bu son nokta, Annenberg İletişim Okulu Dekanı George Gerbner tarafından çok iyi ifade edilmiştir: “Televizyon bütün insanlara genel bir öğretim programı sunan, bir tür gizli vergiyle finanse edilen ve özel bir kültür bakanlığının yönettiği bir devlet dinidir. Bu vergiyi gerçekten televizyon izlerken ve izleyip izlememek umrunuzda olmadığı zaman değil, banyo yaparken ödersiniz.”

İlerici olduğu çağı çoktan geride bırakmış olan burjuvazinin gericileşmenin doruğuna vardığı şu dönemde nasıl bir çamur deryasına dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. İçeriksiz haberler, tiksinti veren magazin programları, dayanılmaz filmler ve daha kötüsü sinsice hazırlanan belgeseller, kitap tanıtımları, forumlar vb... Bunların hepsi de düzenin devamını sağlamaya çalışanların kitleleri uyutma çabalarıdır.

Son dönemde iyice pervasızlaşan medya, “Bakın, bu ülkede başarı, ün ve büyük ödülü kazanacak kişiler nasıl yaşıyorlar öğrenin, örnek alın, kazanın!” diyerek, her biri diğerinden daha saldırgan, daha içli-dışlı, daha da uyuşturucu berbat yarışma programları koyuyor önümüze. Şimdiden birkaç ayrı tarzda karşımıza çıkan bu programların ortak özelliği, bir “büyük ödül”ün olması ve yarışmacılardan birinin çeşitli yeteneklerini kullanarak elenenlerin arasından çıkması, ödülü kapmasıdır. Elbette en büyük yetenek “ne olursa olsun kazanmak” diyebilmek; kazanmanın, kendini bu bireysel varedişin dışında hiçbir değer tanımamak. Neler yok ki bu yarışmalarda; ağlayıp zırlayanlar, “arkadaşları”nın kuyusunu kazanlar, altına işeyenler, banyodan çıkmayanlar, canlı yayında yapılan hileler çirkefin binbir hali. Herşey kumandalarınızın ucunda...

Psikolojide koşullama denilen durum, burada açıkça görülebiliyor. Kurallara uygun davranan ödülü ve ünlü bir şaklaban olma olanağını elde ediyor. Kurallarla gösterilen istendik davranışlar öğretilenin kendisi. Milyonlarca gence geleceksizliği dayatan sistem şöyle buyuruyor: “Benim kurallarıma uyun, onlar uydu ve kazandı. Siz de kazanabilirsiniz!” Öğretme süreci böyle başlıyor. Dokun Bana’da dayanıklı olmayı, 122 Milyon'da tamahkarlığı, Biri Bizi Gözetliyor'da uyumlu görünüp sırıtarak sinsi bir hırs ile diğerlerini satmayı öğretiyor. Sistem kendi devamı için ihtiyaç duyduğu tipte insanları yetiştiriyor.

Aslında bize okullarda, kafelerde, yürüdüğümüz yollarda öğretilenlerden pek farkı yok bunların. Sadece daha yaygın bir araçla sürüyor eğitim süreci. Tek tipleştirme faaliyetini daha geniş kitleler üzerinde aynı anda yürütebiliyor. Herkesin değil sadece birinin şansı olduğu vurgusu ile bireysel kurtuluşu öne çıkarıyor. Yabancılaşmış bir birey modeli üretiyor ve herkesi bu kalıba dökmeye çalışıyor. Ürettiği modele uygun yaşayanlara sistem içinde yaşayabilme imkanı tanıyor.

Bütün bunlar kapitalizmin doğası gereği hergün yeniden ürettiği yabancılaşmanın bir türüne tekabül ediyor. İnsan, kapitalizm insan ilişkilerini pazar ilişkilerine dönüştürdüğü ve dolayısıyla, insanlar, insani nitelikleriyle değil de, pazardaki yer ya da statüleri ile değerlendirildikleri için, başka insanlara yabancılaşır. İnsan, karşımıza bir meta olarak çıkar.

Elbette, mezarı kazılan sınıf kendi sonuna yaklaştığı oranda gericiliğin doruğuna da tırmanıyor. Bu gericileşme kültürel alanda da yoğun bir biçimde hissediliyor. Öte yandan, mezar kazıcıları iktidara yaklaştıkça kendi kurumlarının nüvelerini de ortaya çıkarıyor. Her direnişte yeni bir türkü, her barikatta yeni bir marş, her grev çadırında paylaşmanın en güzel, en yalın halini, her meydanda kardeşleşmenin en görkemlisini üretiyor. Hergün onu yabancılaşmadan koparan en temel şeyi, sınıf mücadelesini üretiyor. Bir işçi tiyatrosundan kısa bir bölüm:

“- Ne üretiyorsun işçi kardeş?

- Bir parça yeni bir dünya!..”

Biz biliyoruz, öğreniyor ve öğretiyoruz; “Başka bir dünya mümkün!” Başka bir dünya sosyalizmle mümkündür! Bu imkanı gerçek kılmak için ve dahası bize sadece çirkef vaadeden düzenin karanlığına rağmen yaşayabilmek için yoldaşlarımıza, partimize ve dünyanın en güzel, en haklı kavgasına daha sıkı sarılalım.

Ya kokuşmuşluk içinde çürüme, ya sosyalizm!

Y. Çeliker