Yaşamımıza bulaşan karanlığa karşı ne yapmalı?
Ekmek... Hayatımızın en büyük sorunu şu sıralar... Globalizmin etkisiyle zengin ülkeler daha da zenginleşirken, fakir ülkeler ise giderek daha da fakir duruma düşüyor. Bu da fakir ülkelerdeki ekmek kavgasını daha da arttırıyor. Ve zamanla yozlaşıyoruz. Ekmek için insanlık onurumuzu kaybedip, yapmayacağımız davranışları gerçekleştiriyoruz. Tek gerçek haline dönüşüyor ekmek kavgamız. Öbür kavgalarımız artık aklımıza bile gelmiyor... Bize daha iyi bir gelecek sağlamak için yıllarca çabalayan, bu uğurda ölen, işkenceler gören, hafızasını yitiren insanları unuttuk bile... Hala insanlarımız Ölüm Oruçlarında teker teker can veriyorlar.
Toplum ne ekerse onu biçer. Bizi o kadar iyi sindirdiler ki, o kadar büyük kavgaya, ekmek kavgası içine soktular ki, artık gözümüz ondan başkasını görmeyecek hale geldi. Ülkemizdeki en büyük sorun ekonomi. Ve bu bunalım insanları öyle bir çıkar kavgasına sokuyor ki, insan insan sesine sağır duruma düşüyor. Ben merkezcilik oturuyor zihinlere. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor. O yılan onu da soktuğu zaman da öbür insanlardan daha çok bağırıyor.
Ve artık çıkar giriyor her olaya. Herkes bir yerlerden bir şeyler kapma hevesinde. Ne koparırsam kârdır diyor. Yolsuzluk ve yoksulluk üretmekten başka işlevi kalmayan siyasal iktidarlar halk nezdinde güvenlerini ve itibarlarını yitirdiler. Bu da toplumdaki çöküşü hızlandırıyor.
Böyle bir durumda sol örgüt ve partilere çok büyük görevler düşüyor. Ama bunlar sanki hiçbir şey olmamışçasına küçük hesap kavgasına giriyorlar. Bu da toplumda rahatsızlık uyandırıyor, çıkar kavgasının içimize kadar girdiği hissini uyandırıyor bizde...
Tamam idoloji herşeyden önemli olabilir, fakat ele geçirilmemiş bir iktidara karşı savaş böyle kazanılmaz. Eğer hedeflerin büyükse, oyunu kazanmak istiyorsan, belli bir süre üstün tarafın kurallarından oynamalısın oyunu. Sonra kendi kurallarını koymalısın oyuna. Büyük hedefler tak diye gerçekleşmez, tak diye gerçekleşseydi zaten büyük hedef olmazdı. Kademe kademe gerçekleşir. Bu da büyük sabır gerektirir.
Ama tabii ki bu süreç içinde kesinlikle devrimci düşüncelerimizden taviz vermeyeceğiz. Ama nerede ve nasıl davranacağımızı öğrendiğimiz an bu dünyaya hakim olabiliriz. Herşeyi bilmek değil, bildiklerini hayata aktarmak marifettir...
Tabii ki oturduğumuz yerden devrim yapamayız. Riskleri göze almalıyız. Kaplumbağaları düşünün. Doğadan korkarlar, ama kafalarını çıkartıp risk almadan ilerleyemezler...
Aslında olay ne biliyor musunuz? Daha yürümeyi ve konuşmayı yeni öğrendiğimiz zamanlarda dengemizi sağlayamayıp düştüğümüz zaman neden düştüğümüzü kavrayamayız. Hemen ağlamaya başlarız. Büyükler de bizi teselli için nereye çarpmış veya takılmışsak gider oraya vurur dövermişcesine... Neden sonuç ilişkilerine öylesine uzak yetiştirilmişiz ki, kendi hatalarımızda bile başkalarını suçlamaya başlamışızdır. Artık her olayda suçu başkasının sırtına yıkmaya başlamışızdır. Suçu hiç kendimizde bulmayız... Gerçekten kendini zeki ve cesur sanan, karşılaştığı sorunları çözerken her yolu mübah sayan, dolayısıyla herşeyi yapabileceğine inanan, iki katlı gecekondu yaptığında kendisini mimar sanan bir toplum haline geldik. Bu ülkenin bu hale gelmesinde en az sistem kadar biz de suçluyuz.
Çözüm, bireysel şiddet kullanarak savaşmakta değil, herşeyi bütün gerçekçiliğiyle, bütün yönleriyle, sebep sonuç ilişkisi içerisinde, yararlarına ve zararlarına değinerek, bütün çıplaklığıyla dobra dobra anlatıp, çözümleri saptayıp, gerekenleri bir toplum olarak gerçekleştirmekte yatmaktadır.
Yine kavgadayız
Bir olunca eller
Dize gelir faşist zalimler
Dirence durunca yürekler
Yıkılır zindanlar, kırılır zincirler.
Halaya durur yoldaşlar
Alınlarda kızıl yıldızlı bantlar
Evlatlarının fotoğraflarıyla yürüyor analar
Bir kez daha biz kazanacağız biraz daha dayanın yoldaşlar
Erirken günden güne bedenler
Hala kavganın ışığıyla aydınlıktır bilinçler
Yaşama sevdanın umuduyla güler hep o gözler
Bitmemiş bir şarkının -daha devam edecek olan bir şarkının-
hüznüyle gider adressiz direnenler.
Kurşunladılar, yaktılar, zindanlara tıktılar katiller
Daha da olmadı tahliye ettiler
Ama yıldıramadılar.
Yine kavgadayız işte
Belki Armutluda, belki hücrede...
Kavgaya devam edeceğiz tek kişi kalsak bile.
Bir Ekim Gençliği okuru/Giresun
Bizim onurlu insanlarımız
Ölüm oruçlarında 210 gün kaldılar
Neden biliyor musunuz?
Hücreye girmemek için!
Ama hiç kimse anlamadı!...
Bunlar binlerce insandı.
Bizim onurlu insanlarımız.
Hepsi gitti birer birer
Hepsi gençti onların
Ama hepsi öldü!
Onlar binlerce insandı.
(Bu şiir kırmızı kuşaklar için...)
Pınar Ezgi Aytaç (9 yaşında bir ilkokul öğrencisi)
Gidenlere...
Zindancılara boyun büktüren,
karanlığı yaran ışıktırlar.
Sevdaları için, kendi yaşamlarını bile
hiçe sayanlardır onlar
Ve yaşamayı en fazla hakedenlerdir.
Ki onlar sokaktaki adam
denizdeki balık
gökteki güneş
kadar yakındırlar bize...
İçerde, dışarda binlerceler...
En gencinden en ustasına kadar
zulme boyun eğmeyen...
İşçi Ayşe, öğrenci Kemal
Ayakkabı boyacısı Ali
Rençber Nevzat
Ambar işçisi Haticedirler...
En zor anlarda bile sevgililerine
seni seviyorum demenin yolunu bulurlar.
Ve çığlıklarından tanırlar birbirlerini.
Çoğu kez, gözlerle söylerler cellatlara
onlardan korkmadıklarını!
Sevgililerini hala sevdiklerini!
Mustafa Kemal Üniversitesinden EG okuru/Antakya
|