Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Kasım '01
SAYI: 49
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  6 Kasım ruhuyla mücadeleyi yükseltelim!
  6 Kasım'ın ışığında gençlik hareketi
  YÖK protestoları
  YÖK ve YÖK düzenine karşı mücadele
  Sanayi-üniversite işbirliği...
  "Terör" ne, "Terörist" kim?
  Türkiye'yi ABD'nin savaş arabasına bağladılar
  ÇÜ Öğrenci Platformu'nun emperyalist savaş karşıtı eylemi...
  Emperyalist savaş ve gençlik!
  Küresel terörist: ABD emperyalizmi!
  ABD taşeronluğunda pay kapma hülyası
  Yeni emperyalist savaş ve gençlik
  Basın ve savaş
  Ölüm orucu direnişi bir yılı aştı! Geleceğimiz için kazanmak zorundayız!
  Paralı eğitime hayır!
  Saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Okul kapıları işçi-emekçi çocuklarına kapatılamaz!
  Çocuk emeği ve kapitalizm
  Anlamlandırmanın katili: Medya
  İsviçre Ekim Gençliği kampı...
  Okur mektupları



 
 
Yaşamımıza bulaşan karanlığa karşı ne yapmalı?

Ekmek... Hayatımızın en büyük sorunu şu sıralar... Globalizmin etkisiyle zengin ülkeler daha da zenginleşirken, fakir ülkeler ise giderek daha da fakir duruma düşüyor. Bu da fakir ülkelerdeki ekmek kavgasını daha da arttırıyor. Ve zamanla yozlaşıyoruz. Ekmek için insanlık onurumuzu kaybedip, yapmayacağımız davranışları gerçekleştiriyoruz. Tek gerçek haline dönüşüyor ekmek kavgamız. Öbür kavgalarımız artık aklımıza bile gelmiyor... Bize daha iyi bir gelecek sağlamak için yıllarca çabalayan, bu uğurda ölen, işkenceler gören, hafızasını yitiren insanları unuttuk bile... Hala insanlarımız Ölüm Oruçları’nda teker teker can veriyorlar.

Toplum ne ekerse onu biçer. Bizi o kadar iyi sindirdiler ki, o kadar “büyük kavgaya”, ekmek kavgası içine soktular ki, artık gözümüz ondan başkasını görmeyecek hale geldi. Ülkemizdeki en büyük sorun ekonomi. Ve bu bunalım insanları öyle bir çıkar kavgasına sokuyor ki, insan insan sesine sağır duruma düşüyor. Ben merkezcilik oturuyor zihinlere. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor. O yılan onu da soktuğu zaman da öbür insanlardan daha çok bağırıyor.

Ve artık çıkar giriyor her olaya. Herkes bir yerlerden bir şeyler kapma hevesinde. Ne koparırsam kârdır diyor. Yolsuzluk ve yoksulluk üretmekten başka işlevi kalmayan siyasal iktidarlar halk nezdinde güvenlerini ve itibarlarını yitirdiler. Bu da toplumdaki çöküşü hızlandırıyor.

Böyle bir durumda sol örgüt ve partilere çok büyük görevler düşüyor. Ama bunlar sanki hiçbir şey olmamışçasına küçük hesap kavgasına giriyorlar. Bu da toplumda rahatsızlık uyandırıyor, çıkar kavgasının içimize kadar girdiği hissini uyandırıyor bizde...

Tamam idoloji herşeyden önemli olabilir, fakat ele geçirilmemiş bir iktidara karşı savaş böyle kazanılmaz. Eğer hedeflerin büyükse, oyunu kazanmak istiyorsan, belli bir süre üstün tarafın kurallarından oynamalısın oyunu. Sonra kendi kurallarını koymalısın oyuna. Büyük hedefler tak diye gerçekleşmez, tak diye gerçekleşseydi zaten büyük hedef olmazdı. Kademe kademe gerçekleşir. Bu da büyük sabır gerektirir.

Ama tabii ki bu süreç içinde kesinlikle devrimci düşüncelerimizden taviz vermeyeceğiz. Ama nerede ve nasıl davranacağımızı öğrendiğimiz an bu dünyaya hakim olabiliriz. Herşeyi bilmek değil, bildiklerini hayata aktarmak marifettir...

Tabii ki oturduğumuz yerden devrim yapamayız. Riskleri göze almalıyız. Kaplumbağaları düşünün. Doğadan korkarlar, ama kafalarını çıkartıp risk almadan ilerleyemezler...

Aslında olay ne biliyor musunuz? Daha yürümeyi ve konuşmayı yeni öğrendiğimiz zamanlarda dengemizi sağlayamayıp düştüğümüz zaman neden düştüğümüzü kavrayamayız. Hemen ağlamaya başlarız. Büyükler de bizi teselli için nereye çarpmış veya takılmışsak gider oraya vurur dövermişcesine... Neden sonuç ilişkilerine öylesine uzak yetiştirilmişiz ki, kendi hatalarımızda bile başkalarını suçlamaya başlamışızdır. Artık her olayda suçu başkasının sırtına yıkmaya başlamışızdır. Suçu hiç kendimizde bulmayız... Gerçekten kendini zeki ve cesur sanan, karşılaştığı sorunları çözerken her yolu mübah sayan, dolayısıyla herşeyi yapabileceğine inanan, iki katlı gecekondu yaptığında kendisini mimar sanan bir toplum haline geldik. Bu ülkenin bu hale gelmesinde en az sistem kadar biz de suçluyuz.

Çözüm, bireysel şiddet kullanarak savaşmakta değil, herşeyi bütün gerçekçiliğiyle, bütün yönleriyle, sebep sonuç ilişkisi içerisinde, yararlarına ve zararlarına değinerek, bütün çıplaklığıyla dobra dobra anlatıp, çözümleri saptayıp, gerekenleri bir toplum olarak gerçekleştirmekte yatmaktadır.

Üniversiteli bir genç



Yine kavgadayız

Bir olunca eller

Dize gelir faşist zalimler

Dirence durunca yürekler

Yıkılır zindanlar, kırılır zincirler.

Halaya durur yoldaşlar

Alınlarda kızıl yıldızlı bantlar

Evlatlarının fotoğraflarıyla yürüyor analar

Bir kez daha biz kazanacağız biraz daha dayanın yoldaşlar

Erirken günden güne bedenler

Hala kavganın ışığıyla aydınlıktır bilinçler

Yaşama sevdanın umuduyla güler hep o gözler

Bitmemiş bir şarkının -daha devam edecek olan bir şarkının-

hüznüyle gider adressiz direnenler.

Kurşunladılar, yaktılar, zindanlara tıktılar katiller

Daha da olmadı tahliye ettiler

Ama yıldıramadılar.

Yine kavgadayız işte

Belki Armutlu’da, belki hücrede...

Kavgaya devam edeceğiz tek kişi kalsak bile.

Bir Ekim Gençliği okuru/Giresun



Bizim onurlu insanlarımız

Ölüm oruçlarında 210 gün kaldılar

Neden biliyor musunuz?

Hücreye girmemek için!

Ama hiç kimse anlamadı!...

Bunlar binlerce insandı.

Bizim onurlu insanlarımız.

Hepsi gitti birer birer

Hepsi gençti onların

Ama hepsi öldü!

Onlar binlerce insandı.

(Bu şiir kırmızı kuşaklar için...)

Pınar Ezgi Aytaç (9 yaşında bir ilkokul öğrencisi)



Gidenlere...

Zindancılara boyun büktüren,

karanlığı yaran ışıktırlar.

Sevdaları için, kendi yaşamlarını bile

hiçe sayanlardır onlar

Ve yaşamayı en fazla hakedenlerdir.

Ki onlar sokaktaki adam

denizdeki balık

gökteki güneş

kadar yakındırlar bize...

İçerde, dışarda binlerceler...

En gencinden en ustasına kadar

zulme boyun eğmeyen...

İşçi Ayşe, öğrenci Kemal

Ayakkabı boyacısı Ali

Rençber Nevzat

Ambar işçisi Hatice’dirler...

En zor anlarda bile sevgililerine

seni seviyorum demenin yolunu bulurlar.

Ve çığlıklarından tanırlar birbirlerini.

Çoğu kez, gözlerle söylerler cellatlara

onlardan korkmadıklarını!

Sevgililerini hala sevdiklerini!

Mustafa Kemal Üniversitesi’nden EG okuru/Antakya