23 Kasım 2007 Sayı: SYKB 2007/01(45)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist–şovenist cendereyi parçalamak için!
  DTP’ye kapatma davası...
İnkar ve imha politikasına zorunlu
Amerikan tadilatı!
2. Tersane İşçileri Kurultayı’na hazırlanıyoruz...
Telekom greviyle sınıf dayanışması büyüyor!
İşçi ve emekçi hareketinden...
  Kızıl Bayrak’a yeniden toplatma ve yayın yasağı!
  Sermayenin “Mesleki Eğitim Planları”nın
geçmişi, bugünü ve yarını
  20. Yılında Komünist Hareket...
  Emperyalist/siyonist güçlerin yeni bir seremonisi: “Annapolis Konferansı”
  Savaş kundakçıları gerici Pakistan rejimini
dizayn ediyor!.
  Dünyadan...
  İran ve yaptırımlar
Abu Şehmuz Demir
  Mirabeller’den Haticeler’e özgürlük
mücadelesi sürüyor!
  Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü etkinliklerinden...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası sürüyor…
  Kürdistan cephesinde durum... - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DTP’ye kapatma davası...

Faşist-şovenist kuşatmaya karşı Kürt halkıyla omuz omuza!

Bütün işaretler, son Erdoğan-Bush görüşmesinde Türkiye’deki Kürt hareketine dönük bir imha konseptine son şeklinin verildiğini gösteriyor. Güney Kürdistan üzerinden PKK’yi kuşatarak tümüyle tasfiye girişimini ve Kürt hareketinin legal alanda gücünü kırmak için DTP’yi kapatma davasını ABD, Türkiye ve Güneyli Kürt güçlerinin oluşturduğu son konsept çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Sömürgeci sermaye düzenin Kürt halkına karşı sürdürdüğü ırkçı-şoven saldırganlık, DTP’nin kapatılması ve Kürtler’in legal alanda siyaset yapma koşullarının ortadan kaldırılmasına doğru tırmandırılıyor. Böylece Kürt halkına karşı yürütülen linç kampanyası DTP’nin kapatılması için açılan dava ile yeni bir boyuta ulaşmış bulunuyor.

Genelkurmay Başkanı’nın DTP’yi hedef göstermesi ve medyanın “DTP’li milletvekillerin dağda eğitim gördüğü” gibi yalan haberlerinden sonra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “Terör örgütü liderinden alınan talimatla kurulduğu” gerekçesiyle DTP hakkında kapatma davası açtı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sadece DTP’nin kapatılmasını değil, aralarında 8 milletvekilinin de bulunduğu 221 DTP’liye siyaset yasağı getirilmesini de talep ediyor.

Sömürgeci sermaye iktidarı, Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisinin ardından hedef tahtasına DTP ve ilerici-devrimci güçleri koymuş bulunuyor. DTP’nin son kongresi, yine Atatürk posteri asılıp asılmadığı, İstiklal marşı okunup okunmadığı üzerinden gündeme getirilerek şovenizmin tırmandırılmasının gerekçesi haline getirildi. Kongrede dile getirilen ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi anlayışına dayanan “demokratik özerklik” talebi bölücülük olarak damgalandı. Yine, 22 Temmuz seçimlerinde milletvekili seçilip cezaevinden çıkan Sabahat Tuncer’i günlerce “PKK’lı milletvekili” olarak manşetlere taşıyan medya, şimdi de DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın hedefe koymuş bulunuyor. Kurtulan’ın eşinin “dağda” olduğu ile başlayan haberler, itirafçı ifadeleriyle Fatma Kurtulan’ın “dağda” eğitim gördüğüne kadar vardırılabildi.

Bir süredir düzen güçlerince ablukaya alınan DTP, linçlere, medyanın “silahlı protestocu” olarak güzellediği silahlı saldırılara maruz kalıyordu. “Bunlar tutuklanmalıdır” diyen düzen partilerinden “dağa gitsinler” diyenlerine, “o partinin adını ağzıma almak istemiyorum” diyen Genelkurmay Başkanı’ndan “yok bunlar PKK’den kopamıyorlar, demokrat olmayacaklar,” diyen sinsi liberallere, sahte fotoğrafçı medya düzenbazlarına kadar hepsi gelinen noktadan sorumludur. Hepsi de bu şovenist kudurganlığa kan taşımış, ortak olmuşlardır.

Görüntüye bakıldığında, egemen çevrelerin önemli bir bölümü partinin kapatılmasına en azından AB’ye üyelik sürecinin bir gereği olarak karşı görünüyorlar. Ancak karşı olduğunu öne süren çevrelerin DTP hakkında açılan kapatma davasına zemin hazırlayan çevreler olduğu unutulmamalıdır. Örneğin AKP hükümeti, bu kapatma davasından şikâyetçi görünmeye çalışıyor. Bu, tam bir sahtekârlık örneğidir. Zira AKP, meclisin açılmasından bu yana DTP’ye yönelik yaklaşımlarıyla onu bu davanın eşiğine kadar getiren,“ya terör örgütü diyecek ya da dağa çıkacaksın” diyerek şovenist kışkırtmanın başını çekenlerden biri, hatta birincisidir. Dava AKP’nin aynı zamanda orduya yaranma hesapları içinde hazırlanmasında birinci dereceden rol oynadığı bu sürecin üzerine gelmiştir. Sıkıştırarak siyaseten tasfiye etmek için en şovenist üslupla yüklen, sonra da “kapatılmasına karşıyız” diyerek demokrasicilik oyna! AKP’nin yaptığı siyasal ikiyüzlülük budur.

Yaşanan süreç, sermaye düzenin Kürt partilerine siyaset yapma hakkını tanımadığını bütün açıklığıyla gösteriyor. Yargıtay Başsavcılığı’nın başvurusu yerinde görülürse DTP, Kürtler’in legal siyasette kapatılan 5. partisi olacak. Legal Kürt siyaseti 7 Haziran 1990 yılında HEP ile başladı. Parti, 7 Mayıs 1993 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. 14 Eylül 1993 tarihinde kurulan Demokrasi Partisi (DEP), bir yıl sonra 16 Haziran 1994 tarihinde kapatıldı. 25 Haziran 1992 tarihinde kurulan ÖZDEP de 1994’te kapatıldı. Aynı yılın 11 Mayıs’ında HADEP kuruldu. Kürtler’in en uzun süreli siyaset yapan partisi olma unvanını kazanan HADEP de 2003 yılında kapatıldı. HADEP’ten sonra kurulan ve haklarında kapatma davası açılan DEHAP ile Özgür Parti de 2005 yılında kendilerini feshettiler.

DTP ise 2005 yılında kuruldu. DTP’ye, devletin resmi kapatma davasının açılması için iki yıl yetti. Kurulduğundan beri DTP, bütün faaliyetlerini yoğun bir hukuk terörü altında yürüttü. Hemen bütün basın açıklamalarına, yöneticilerinin konuşmalarına davalar açıldı. Partinin il ve ilçe binaları sık sık yargı kararlarıyla basıldı. DTP’nin yüzlerce üye ve yöneticisi gözaltına alındı, tutuklandı, onlarca yıllık cezalara çarptırılanlar oldu.

22 Temmuz seçimlerinde grup kurarak meclise giren DTP, Genelkurmay, hükümet ve diğer düzen partileri tarafından sürekli hedef gösterildi. DTP’yi hedefe koyan açıklamaların bazıları şöyle:

Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt (1 Ekim 2007-Harp Akademileri): “Terör örgütüne terörist diyemeyen, terör örgütü mensuplarını ‘kardeşlerimiz’ diye tanımlayan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ‘bölücü’ diyen bir zihniyetle karşı karşıya bulunmaktayız. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, bu sorunu hukuk içinde çözmek zorundadır.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan (9 Kasım 2007): PKK’yi “terör örgütü” olarak ilan etmeyen DTP’lileri, isim vermeden sert bir dille eleştirerek şöyle konuşuyor: “Kendisini bu ülkeye ait hisseden herkes bu ülkenin, bu milletin bir parçasıdır. Bu ülkeye karşı yıkıcı emeller ve eylemler içinde olan herkes de Türk milletinin düşmanıdır.”

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: (CNN Türk’teki konuşması): “Millet onları milletvekili seçti. Milletvekili, seçildiği ilin değil tüm ülkenin temsilcisidir. Herkes seçtiği milletvekilinin anlayışını merak ediyor. Terörle mücadelede net tavır takınmanın kaçınılmazlığı ortadadır. DTP, demokratik bir parti midir, yoksa terör örgütünün uzantısı mıdır? DTP, hem terör örgütünün uzantısıdır, hem de Türkiye’de hukuki siyasi parti olarak devam edecek. Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru değil.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli (13 Kasım 2007): “PKK’nın TBMM çatısı altındaki maşası ve sözcüsü olan DTP isimli bir siyasi kuruluş yer almaktadır. Etnik bölücülüğün siyasi karargâhı olan bu parti, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan İmralı projeleriyle ortaya çıkmıştır. ‘Demokratik Özerklik Projesi’ olarak adlandırılan ve resmi parti programına alınan bu proje, tek kelimeyle bir ihanet projesidir.”

DTP’nin kapatılmasına yönelik süreç, kışkırtılan şovenizm dalgası ile birlikte başladı. Şovenist güçlerin amacı sadece partiyi kapatmak değil, Kürt milletvekillerini de Meclis’ten atmaktır. Amaç, geçmişte uygulanan senaryoyu yeniden tekrarlamak, milletvekillerini enselerinden tutarak kapı dışarı etmektir.

Sermaye düzeni ayakta kaldığı sürece bu senaryoların gerçekleşmesi mümkün. Fakat sorunun temeli ve nedeni orta yerde durmaya devam edecektir. Sorunun temeli ve nedeni, 15-20 milyonluk bir ulusun temel siyasal-kültürel haklarından zorla yoksun bırakılması, bunun için de sistemli bir biçimde ulusal baskı ve asimilasyonun hedefi olmasıdır. Cumhuriyetle birlikte uygulanan ama iflası çoktan kanıtlanan bir politikada hala umutsuzca israr, bu sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Evet, bu ülkede bir Kürt sorunu var ve bu sorun, uzun onyıllardır kendisini değişik biçim ve düzeylerde döne döne ortaya koydu ve koymaya da devam edecektir. Kürt sorununun çözümü kendisini her vesileyle ve gelinen yerde gitgide daha yakıcı biçimde dayatmaktadır. Sorun çözüm istemekte, fakat mevcut güç dengeleri içinde çözülememektedir. Sermaye düzeni bu sorunun en dolaysız kaynağıdır, çözümünün önüne bu denli ağır bir gericilik duvarı örerek çıkmasının gerisinde de bu vardır.

Sömürgeci sermaye düzenin imha ve inkâr politikası iflas etmiştir. Bu politikada ısrarın hüsranla sonuçlanacağı gerçeğini artık bazı emekli ve muvazzaf generaller bile itiraf etmektedir. Bu, bu çürümüş düzenin yıkılmayı beklediğinin bir başka kanıtıdır sadece. Çürümüş düzeni yıkacak gerçek güç, tüm milliyetlerden emekçilerin işçi sınıfının devrimci bayrağı altında birleşmesiyle sağlanacaktır.