28 Eylül 2007 Sayı: 2007/38(38)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında…
  Anayasa tartışmaları üzerine...
"Yeni dönem" ve emekçileri bekleyen seçim!
Ulucanlar katliamı ve direnişi anıldı...
Novamed grevi ve öğrettikleri - Yüksel Akkaya
TİS süreçleri “elde”kini korumakla sınırlı geçti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele
soluğu olacağız...
  Seçimler ve yeni dönem / 5 22 Temmuz seçimleri ve Kürt hareketi
  Kapitalizmde öldürmek “para eder!”
  ABD’de onbin kişi ırkçılığa karşı yürüdü
  Birmanya halkı cuntaya karşı sokaklarda...
  Dünyadan...
  Ortadoğu’dan...
  Şoven-faşist kudurganlık siyah göçmenleri de hedefliyor…
  Ortadoğu’da havalar toz duman
Abu Şehmuz Demir
  Ulusal sorun üzerine notlar/1 - Volkan Yaraşır
  Anayasa tartışmaları…
M. Can. Yüce
  Burjuvazinin hizmetinde politik bir
sanat etkinliği!
  Gericiliğe ve ırkçılığa karşı gerçeğin safında yürüyen yazar:
Emile Zola
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmde öldürmek “para eder!”

Kapitalist devletlerin savaş makinelerine bütçeden ayırdığı payı sürekli arttırdığı biliniyor. Artık bazı liberaller bile, silahlanmaya harcanan kaynakların küçük bir kısmıyla dünyadaki beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel sorunların çözülebileceğini dile getiriyor.

Resmi açıklamalara göre, 2007’de savaş aygıtlarının yuttuğu/yutacağı para bir trilyon doları aşacak. Bu harcamaların yaklaşık yarısı, dünyanın en büyük ordusunu besleyen ABD emperyalizmi tarafından yapılıyor. Savaş aygıtlarının hizmetine sunulan paraların büyük bir kısmı işgaller, saldırılar, savaşlar, yıkım ve kitlesel katliamlar için kullanılıyor.

Bu kadarı burjuvazi, onun devleti ve farklı alanlardaki hizmetkarları tarafından “rutin” işlerden kabul ediliyor. Örneğin Irak’ta 1 milyon 200 bin insanın katledilmesi, onlar için herhangi bir teknik olaydan farklı değil. Özellikle medyada mevzilenen kapitalizmin zebanilerinin penceresinden bakıldığında, 1 milyon 200 bin Iraklı’nın katledilmesi, Amerikalı vergi mükelleflerinin Bush yönetimi tarafından kandırılmasının yarattığı “ahlaki” sorunlardan öte bir anlam taşımaz.

Hal böyleyken, Irak’ta işgal ordularının hizmetinde çalışan ve kiralık katillerden müteşekkil olan “özel güvenlik şirketleri”nin icraatları, sermaye medyasının da gündemine girdi. Bu “ilgi”nin nedeni, Blackwater adlı “güvenlik şirketi” elemanlarının geçtiğimiz hafta, aralarında bir kadın ve çocuğunun da bulunduğu 20 sivili katletmesinin ardından yaşananlar oldu. Zira Bağdat’taki kukla yönetim, adı geçen şirketin çalışma izninin iptal edilip, şirketin ülkeyi terketmesi talimatı verdiğini açıkladı. Ancak lisansı iptal edilip ülkeyi terketmesi istenen şirketin bünyesindeki kiralık katiller sadece dört gün sonra Bağdat sokaklarındaydı. Yani Nuri El Maliki’nin hükmünün ömrü, “güvenlik şirketi” söz konusu olduğunda, dört günle sınırlı kaldı. Nitekim El Maliki’nin bir yardımcısı da “özel güvenlikçileri sınır dışı etmelerinin zor olacağını” teslim etti.

Tepeden tırnağa silahlı olan, ancak herhangi bir yasa veya kurala tabi olmayan bu kiralık katillere dair yapılanlar bazı kanlı icraatlarının yazılıp çizilmesinden ibaret kaldı. Medya tekelleri, birçok olayda yaptıkları gibi, yine “ağacı öne çıkarıp, ormanı gözlerden uzak tutma” taktiği izliyor.

Oysa, “özel güvenlik şirketleri” işgalci ordunun onlara verdiği kirli işleri yapıyor. Yani bütün saldırı ve cinayetler ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin halkları köleleştirme seferinin başarısı için işleniyor. İkincisi, Irak’ı işgal eden ABD savaş makinesinin işlediği suçlar, paralı katillerin işlediğinden katbekat daha ağırdır. Diğer bir nokta ise, özelleştirmeyi savunanların paralı katiller ordusuna karşı çıkması riyakarlıktır. Zira neo-liberal politikaların olmazsa olmazı özelleştirmedir. Bu yüzden bir şiddet ve yıkım düzeni olan kapitalizmin savaşı özelleştirmesi akla uygundur. Çünkü her gün savaş ve çatışma üreten kapitalizm, “özelleştirilmiş savaş”ı fazlasıyla kârlı bir sektör haline getirmiştir.

İşte medya tekelleri, bu gerçekleri gözardı ederek, kapitalizmin insanlığa karşı işlediği ağır suçları tetikçilere yıkarak, hizmetinde olduğu düzeni aklamaya çalışıyor.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından, 1990’ların başında gelişip serpilmeye başlayan “özel katiller ordusu sanayii”, şimdiden 50 ülke için “vazgeçilmez” sektörler arasındaki yerini almış bulunuyor. Geçenlerde konuyla ilgili bir yorum yazısı yayınlayan İngiliz Independent gazetesi, “özel ordular”ın 50 ülkede 120 milyar dolarlık piyasayla en hızlı büyüyen sektör olduğunu duyurmuştu. Öte yandan pekçok kaynak da, Afganistan, Irak, Kolombiya, Nijerya, Rusya, Suudi Arabistan gibi bölgelerde işbaşında olan kiralık katiller ordusunun, dünya çapında en hızlı büyüyen sanayi sektörünü oluşturduğu bilgisini teyit etmektedir.

Irak’tan yansıyanlar, orduları ve savaşı özelleştiren kapitalist-emperyalist düzenin efendilerinin, bundan böyle “kirli savaş” yöntemlerini çok daha yaygın kullanacağını göstermektedir. Bu kirli savaşların, emekçileri ve ezilen halkları çok daha ağır bedellerle karşı karşıya bırakacağı açıktır.

İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen haklar, kapitalizmin dayattığı bu ağır bedelleri ödemeyi reddetmelidir. Bunu başarmak ise, anti-emperyalist/anti-kapitalist mücadelenin geliştirilip yaygınlaştırılmasına ve enternasyonal dayanışmanın güçlendirilmesine bağlıdır.



ABD Dışişleri Bakanı’nın altıncı bölge gezisi…

Savaş çetesinin yeni aldatmacası: “Uluslararası konferans”

Altıncı Ortadoğu gezisini gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, yaptığı açıklamada, “Ortadoğu sorununa çözüm bulmak amacıyla Kasım ayında yapılması planlanan uluslararası konferansta elle tutulur sonuçlara ulaşmak istiyoruz” dedi. İsrail ve Filistin’i ziyaret eden Rice, Mahmut Abbas ve Ehud Olmert başkanlığındaki heyetlerle görüşerek, Washington’daki konferans öncesinde son yoklamayı yaptı.

Savaş çetesi “Ortadoğu sorununa çözüm bulmak” istiyormuş! Ancak kritik nokta, “sorun” derken neyin kastedildiği, soruna önerilen “çözüm”ün kimlere hizmet edeceğidir.

ABD ile özel himayesi altındaki siyonist İsrail’in Ortadoğu’da neyi “sorun” kategorisine yerleştirdiği elbette bilinmektedir. Filistin, Irak, Lübnan’da devam eden işgal karşıtı direnişin kırılması, ABD emperyalizmine tam teslim olmayan yönetimlerin yıkılması, bölge petrollerinin yağmalanması önündeki tüm engellerin kaldırılması…

Eğer emperyalist-siyonist güçler bu kirli emellerine ulaşabilselerdi; halkları köleleştirmeyi, diğer emperyalist güç odaklarının ABD ile rekabet etme güçlerini sınırlamayı, ırkçı-siyonistlerin “büyük İsrail” fantezisini gerçekleştirmeyi başarabilirlerdi. Ancak Ortadoğu, “yanlış hesapların Bağdat’tan döndüğü” bir coğrafyadır.

ABD, müttefikleri ve işbirlikçilerinin nasıl “sorun” çözdüklerini anlamak için Irak, Filistin, Afganistan gibi ülkelerde yaşananlara bakmak yeterlidir. Şimdi tüm bölge için önerilen “çözüm planı”nın bu örneklerden farklı olması için ortada bir neden yok.

Suriye’yi taciz eden İsrail savaş uçakları, siyonistlerin “düşman toprağı” ilan ettiği Gazze’de yaşayan 1.5 milyon Filistinli’yi boğma planları, Lübnan’da patlayan bombalar, küle dönen cesetler… Tüm bunlar Washington’da toplanacağı söylenen konferans öncesi günlerde yaşanan olayların bazıları. Bu tablo da, ABD-İsrail ikilisinin nasıl bir “çözüm” peşinde olduklarını gösteriyor.

Sözü edilen konferansa Filistin ve İsrail tarafları dışında hangi ülkelerin katılacağı henüz açıklanmış değil. Ancak Rice’ın ziyaretinden sonra İsrail’de yayımlanan Haaretz gazetesine açıklama yapan Filistin yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın siyasi danışmanı Nimer Hamad, ABD’nin, Filistin yönetiminin “Lübnan ve Suriye’nin de konferansa davet edilmesi talebini kabul edeceği”ni söyledi. Mahmut Abbas’ın danışmanı, Suudi Arabistan rejiminin de Lübnan ve Suriye’nin katılması için Washington nezdinde girişimde bulunduğunu belirtti.

“Barış” konferansına Arap Birliği izleme komitesini de davet etme sözünü verdiğini belirten Hamad, komitede Suudi Arabistan, Fas, Suriye ve Mısır’ın bulunduğunu ifade etti.

Buna rağmen İsrail’i resmen tanımayan Suudi Arabistan’ın gerici kokuşmuş rejiminin ikilem içinde olduğu gözleniyor. Ortaçağ kalıntısı bu rejimin egemenleri bir yandan Washington’daki efendilerini memnun etmek istiyorlar, ama diğer yandan halkın tepkisinden çekiniyorlar. Zira bölge halklarını köleleştirme seferinin başarısı için planlanan böylesi bir konferansa katılmanın, kendi halkları nezdindeki itibarlarını daha da düşürmekten öte bir sonuç üretmeyeceğini onlar da kestirebiliyor.

Bush liderliğindeki savaş kundakçıları, büyük ihtimalle sözü edilen konferansı Washington’da toplayacak. Hatta bu girişimi şimdiden “barış konferansı” diye ananlar da var. Ancak bu adlandırmanın, konferansa atfedilen “somut çözümler üretme” söylemlerinin bölge halkları nezdinde bir etki yaratması mümkün değil. Zira emperyalist-siyonist güçlerin icraatları bölge halklarının gözleri önünde cereyan ederken, sahte vaadlere kanmaları mümkün değil.

Bölge halklarının yapması gereken, emperyalist-siyonist güçlerin kirli planlarını paramparça edip çöpe atmaktır. Zorbaları bölgeden kovmanın, halkların rahat bir soluk almasını sağlamanın yegane yolu budur.