28 Eylül 2007 Sayı: 2007/38(38)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında…
  Anayasa tartışmaları üzerine...
"Yeni dönem" ve emekçileri bekleyen seçim!
Ulucanlar katliamı ve direnişi anıldı...
Novamed grevi ve öğrettikleri - Yüksel Akkaya
TİS süreçleri “elde”kini korumakla sınırlı geçti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele
soluğu olacağız...
  Seçimler ve yeni dönem / 5 22 Temmuz seçimleri ve Kürt hareketi
  Kapitalizmde öldürmek “para eder!”
  ABD’de onbin kişi ırkçılığa karşı yürüdü
  Birmanya halkı cuntaya karşı sokaklarda...
  Dünyadan...
  Ortadoğu’dan...
  Şoven-faşist kudurganlık siyah göçmenleri de hedefliyor…
  Ortadoğu’da havalar toz duman
Abu Şehmuz Demir
  Ulusal sorun üzerine notlar/1 - Volkan Yaraşır
  Anayasa tartışmaları…
M. Can. Yüce
  Burjuvazinin hizmetinde politik bir
sanat etkinliği!
  Gericiliğe ve ırkçılığa karşı gerçeğin safında yürüyen yazar:
Emile Zola
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Yeni dönem” ve emekçileri bekleyen seçim!

22 Temmuz seçimleri ile doruk noktasına ulaşan düzen içi çatışma süreci, düzen siyasetinin daha çok bu dar eksende değerlendirilmesine yolaçmıştı. Fakat, seçimlerin sona ermesiyle birlikte düzen içi çatışma düşük yoğunluklu bir düzeyde sürdürülürken, diğer taraftan politik gündem giderek egemen güç odaklarının ihtiyaç ve beklentilerine uygun bir eksene oturtulmaktadır. Anayasa tartışmaları, bu yoğunlaşmayı zayıflatan bir etken olduğu ölçüde, egemen sınıf adına konuşanların hışmına uğradı. Geçtiğimiz hafta hükümete “Anayasa tartışmaları da nereden çıktı” biçiminde öfkeyle haykıran TİSK başkanı bu gerçeği ortaya koymaktaydı. Buna TÜSİAD başkanının daha önce yaptığı benzer açıklamaları da eklemek gerekir. Bu açıklamaların ortak noktası, seçimlerde verilen desteğin gereklerinin derhal yerine getirilmesi yönündeki güçlü istektir. Zira, egemen güçlerin, somutta tekelci burjuvazi ve ABD emperyalizminin yeni dönemde hükümet ve ordudan beklentileri, bir süredir iç çatışmalarının bir neticeye ulaşabilmesi için erteledikleri birikmiş görevlerin yerine getirilmesidir.

Bu görevler esas olarak iki ana başlık altında toplanmaktadır. Birincisi sosyal güvenlik alanındaki büyük yıkım ve tasfiye operasyonu gibi kapsamlı maddeleri olan sosyal saldırı programının hızlı bir biçimde uygulamaya sokulmasıdır. İkincisi ise, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik emperyalist egemenliğini yayma ve pekiştirmeye yönelik hazırlanmış yeni saldırı planları gereği, bölgede taşeronluk yapmaktır. Öyle ki, seçim sonuçları ve anayasa tartışmaları derken, bugün düzen siyaseti giderek bu iki konu üzerinde yoğunlaşmaktadır.

3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında da ilk kez hükümet olan AKP’nin önüne yine benzer bir program konulmuştu. AKP’nin ilk işlerinden biri, önceki hükümetin hayata geçirmeye cesaret edemediği kölelik yasasını bir çırpıda meclisten geçirmek olmuştu. Yanı sıra Irak konusu AKP’nin önüne konulmuş, ABD emperyalizmi seçimlerde verdiği desteğin somut karşılığı olarak Irak konusunda aktif maşalık talep etmiştir. AKP’nin bu dönemde nasıl bir uşakça sadakat içerisinde davrandığı bilinmektedir. AKP ve onunla bu konuda aynı çizgide hareket eden orduya kalsa, Amerikan ordusu Türkiye topraklarından Irak’a girecek ve Türk ordusu da gereken her türlü desteği verecekti. Fakat, uşak takımını bu yoldan bir süreliğine de olsa toplumun büyük savaş karşıtı öfkesi alıkoydu. Bu nedenle efendileri tarafından gerekli kararlılığı göstermemekle suçlanıp aşağılandı. Onlar da her defasında mazeret olarak toplumun yoğun anti-amerikancı duygularını gösterdiler. Bununla birlikte Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik hesaplarında bu uşaklar vazgeçilebilir değildi. Bundan dolayı belli terbiye operasyonlarıyla birlikte, “delikten aşağı süpürmek yerine kullanma”yı tercih ederek, bir kez daha AKP’ye hükümet vizesi verdiler.

Bu desteğin karşılığının ne olduğu, her geçen gün daha net biçimde görülebilmektedir. Tekelci burjuvazinin temsilcilerinden sonra, geçtiğimiz hafta Türkiye’ye gelip hükümet ile görüşmelerde bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Burns de, AKP’den beklentilerini son derece açık biçimde ortaya koymuştur. Burns konuşmalarında, AKP’nin başarısında verdikleri desteğin oynadığı role vurgu yaparken, artık sıranın “yeni dönem”in gereği olan görevlerin omuzlanmasına geldiğini belirtmiştir. Bu görevlerden ilki, Irak’ta batağa saplanmış bulunan ABD emperyalizmine bu bataktan çıkması için gerekli olan yardımın yapılmasıdır. Daha açıkçası, ABD ordusunu güvenli olmayan Irak topraklarının dışına çıkarmak için Türkiye topraklarının kullanımı, yanı sıra Türk ordusunun Irak’ta işgal gücü olarak Amerikan ordusunun boşluğunu doldurmasıdır. “Yeni dönem”in diğer önemli görevi ise, hazırlıkları süren İran’a yönelik emperyalist saldırıda Türkiye’ye biçilen rolün üstlenilmesidir. Yani Amerikan emperyalizmi Türkiye’deki maşalarına ateşe atlama görevini deklare etmiştir.

İran’a yönelik saldırı konusu, ABD’nin Irak işgalinden bu yana sürekli gündemde olduğu ölçüde kanıksanmış ve uzak bir ihtimal olarak görülmeye başlanmış olabilir. Fakat gerek ABD-Türkiye ve gerekse de emperyalist güçler arasındaki ilişkilerin mevcut seyri dikkate alındığında, İran’a yönelik bir askeri saldırı ihtimali hiç de zayıf değildir. Irak’ın işgalinde ABD emperyalizmine ters düşen Fransa ve Almanya’nın bugün artık İran konusunda ABD ile aynı çizgide duruyor olmaları, özellikle Fransa cephesinden ardı ardına yapılan İran’a yönelik saldırı tehditleri, öte yandan İsrail’in Suriye’ye yönelik Türkiye topraklarını kullanarak gerçekleştirdiği askeri saldırı ve son olarak düzen medyasında peşpeşe çıkan İran’a yönelik saldırı senaryoları bir arada, bu ihtimali güçlendiren olgulardır. Tüm bunlarla birlikte genel siyasi hava, Irak işgali öncesi dönemle büyük bir benzerlik göstermektedir.

Önümüzdeki günlerde bu konu daha da netleşecektir. Emperyalist güçler arasındaki pazarlıklar ve yanısıra saldırı hazırlıkları her geçen gün kendini daha çok hissettirecektir. Diğer taraftan, ABD ile Türkiye arasında diplomasi trafiğinin yoğunlaşmasıyla pazarlıkların ayyuka çıkmasına tanık olacağız. Nitekim Burns’un Türkiye ziyaretinin ardından BM zirvesi dolayısıyla ABD’de bulunan Erdoğan ve diğer hükümet üyeleri bu çerçevede bir dizi görüşmede bulundular. Bu görüşmelerin en somut sonucu, en kısa sürede Erdoğan’ın Bush’un huzuruna çıkacağı bir ziyaretin tertiplenmesi oldu. Yakın zamanda ABD Dışişleri Bakanı Rice’in Türkiye’ye geleceğini de eklediğimizde, ortaya çıkan tablo daha iyi görülebilir.

Bu arada, durumun ne denli ciddi olduğunu gösterecek tarzda, Genelkurmay da kendi cephesinden pazarlıklara başlamış bulunmaktadır. Öyle ki, bu çerçevede Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un burjuva medya tarafından manşete çıkarılan ifadesi, “Maliyetler artar” biçiminde olmuştur. İlker Başbuğ söz konusu açıklamasında, “Türkiye’nin, bulunulan şartlarda tek başına Irak’taki gelişmelere yön verebilecek güce sahip olmadığı söylenebilir; ancak Türkiye’nin gelişmeleri engelleyebilecek, maliyetleri arttırabilecek güce sahip olmadığı söylenemez” biçiminde konuşmaktadır. “Maliyet” konusunun gerek Irak ve gerekse de İran konusunda kendilerine biçilen rolün karşılığı olarak yapılmak istenen pazarlığa işaret ettiği açıktır. Zira, 1 Mart tezkere kazasının ABD için en büyük bedeli maliyetlerin artması olmuştur. Demek ki, egemenler cephesinden kartlar açılmış, pazarlıklara başlanmıştır.

Tüm bunlar, içerisinde bulunduğumuz “yeni dönem”de, işçi sınıfı ve emekçilerin yüzyüze bulunduğu saldırı tablosunu ortaya koymaktadır. İçeride katmerlenen sosyal yıkıma, dışarıda emperyalist saldırı ve savaşlara taşeronluk sonucu ortaya çıkacak ağır siyasal ve ekonomik fatura eklenecektir. Yani çok yönlü ağır bir yıkım işçi ve emekçileri beklemektedir. Bu durumda, işçi ve emekçiler, öncelikle onların ileri ve öncü unsurları bir seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Ya ağır siyasal ve ekonomik yıkım kabul edilerek bu yıkımın faturası ödenecektir, ya da mücadele yolu tutulacaktır. Bu seçimi gecikmeksizin yapmak, günün ertelenemez görevidir.