28 Eylül 2007 Sayı: 2007/38(38)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında…
  Anayasa tartışmaları üzerine...
"Yeni dönem" ve emekçileri bekleyen seçim!
Ulucanlar katliamı ve direnişi anıldı...
Novamed grevi ve öğrettikleri - Yüksel Akkaya
TİS süreçleri “elde”kini korumakla sınırlı geçti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele
soluğu olacağız...
  Seçimler ve yeni dönem / 5 22 Temmuz seçimleri ve Kürt hareketi
  Kapitalizmde öldürmek “para eder!”
  ABD’de onbin kişi ırkçılığa karşı yürüdü
  Birmanya halkı cuntaya karşı sokaklarda...
  Dünyadan...
  Ortadoğu’dan...
  Şoven-faşist kudurganlık siyah göçmenleri de hedefliyor…
  Ortadoğu’da havalar toz duman
Abu Şehmuz Demir
  Ulusal sorun üzerine notlar/1 - Volkan Yaraşır
  Anayasa tartışmaları…
M. Can. Yüce
  Burjuvazinin hizmetinde politik bir
sanat etkinliği!
  Gericiliğe ve ırkçılığa karşı gerçeğin safında yürüyen yazar:
Emile Zola
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TÜSİAD hükümeti uyarmaya devam ediyor...

“İşinizi yapın, ortalığı bulandırmayın!”

TÜSİAD’ın bu yılki Üçüncü Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında hem TÜSİAD Başkanı Arzu Yalçındağ, hem de TÜSİAD YİK Başkanı Mustafa Koç yaptıkları konuşmalarla hükümeti uyardılar.

TÜSAD patronları dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal gelişmelere dikkat çekerek böylesi bir dönemde “anayasa, laiklik vb. tartışmalarla ülkeyi germeyin, kutuplaştırmayın” uyarısında bulundular.

Uyarının ardından TÜSİAD patronları asıl beklentilerini sıraladılar. Yalçındağ, ABD Merkez Bankası’nın faiz indiriminden sermayenin küresel büyümesini olumsuz etkileyecek bir dizi konuya değindikten sonra kriz uyarısı yaptı. Krizin genişlemesi ve yayılması riskine karşı hükümetten acil beklentilerini sıraladı. Ülkedeki ekonomik birimlerin verimliliğini ve rekabet gücünü artırması için ihtiyaçlarını dile getirdi. Bunun için de ekonominin nitelikli işgücüne, iç tasarrufların artırılmasına, teknolojinin ve AR-GE uygulamalarının geliştirilmesine, iyi işleyen kurumlara ihtiyaçlarının olduğunu vurguladı.

Açık ki patronların bu talep ve direktifleri işçi ve emekçilere yoğun saldırılar anlamına geliyor. Zira patronların nitelikli işgücünden kastı, yetişmiş ancak maliyeti düşük işgücüdür. Yani düşük ücretle köle gibi çalışacak, sendika, sigorta vb. sosyal hakları budanmış nitelikli işgücüdür. Patronlar bu sorunun genel anlamda bir eğitim politikası ile çözülemeyeceğini, bunun için “insan sermayesi”ni sürekli yenileyebilir bir eğitim vizyonuna ihtiyaç olduğunu vurgulayarak ucuz ve nitelikli işgücü yetiştirilmesi için hükümetten beklentilerini dile getirdiler.

İç tasarruf uyarısı ile de patronların üzerindeki her türlü vergi yükünün azaltılmasını, bu yükün işçi ve emekçilerin sırtına binmesini talep ettiler. İç tasarrufun anlamı devletin ve patronların tüm görev ve yükümlülüklerinden arındırılarak faturanın emekçilere çıkarılmasıdır.

Patronların yanısıra hükümetin de dile getirdiği bir diğer konu ise sosyal güvenlik sistemidir. Henüz birkaç gün önce Çalışma Bakanı’nın da dile getirdiği gibi, patronların ve onların devletinin acil gündemleri arasında işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının gaspı var. Sağlık, sigorta, emeklilik vb. hakların gaspı anlamına gelen sosyal güvenlik “reformu” ile hem özel şirketlere yeni alanlar açılmakta, hem de devlet prim “yükünden” kurtulmaya çalışmaktadır.

Bilim ve teknolojiyi de tekellerine alan patronlar, bu konuda da devletten teşvik beklediklerini Yalçındağ’ın ağzından ifade etmiş oldular. Sermaye-üniversite işbirliğinin geliştirilmesi, teknolojinin sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılması, böylece işçinin ve üretimin maliyetinin düşürülerek kâr paylarının artırılması, rekabet gücünün yükseltilmesini hedefleyen patronlar, hükümetten hızla bu konuda da adım atmasını bekliyorlar. Patronların bir diğer beklentisi ise hiçbir bürokratik engele takılmadan işlerinin hızla çözülmesidir. Bunun için de küçülen ve soygun, baskı, sömürü sisteminin tıkır tıkır işlemesini sağlayan kurumsal yapılara ihtiyaçları vardır.

Patronlar hükümetten beklentilerinin bir an önce gerçekleştirilmesi için, seçimlerin ardından başlayan anayasa tartışmalarından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Çünkü “dingin bir siyasal ortama” ihtiyaçları olduğunu görüyorlar. Çünkü bölgede değişmekte olan sürece hazırlanmak istiyorlar. İşbirliği yaptıkları emperyalizmle tam bir uyum ve eşgüdüm içinde çalışmak istiyorlar. Bunun için de hükümete; türbanmış, laiklikmiş toplumu meşgul eden gündemlerle uğraşmayın, işinize bakın, diyorlar.

TÜSİAD YİK Başkanı Mustafa Koç bunu daha açık bir biçimde ifade etti. “Gerek yapısal müdahaleleri gerektiren ekonomik ve sosyal sorunlarımız, gerekse dış dünyada meydana gelen değişimler, hükümetin bir an önce icraat gündemini oluşturmasını ve takvimini yapmasını zorunlu kılıyor” diyen Koç, hükümetin ilk 100 günlük performansına dikkat çekti.

Koç, TÜSİAD olarak anayasa sürecini de, hükümetin icraatını da yakından izleyeceklerini vurguladıktan sonra, hükümetin programının beklentilerine karşılık vermediğini söyledi.

Patronların bu konuşmaları bir uyarının yanısıra bir tehdidi de içeriyor. Zira hükümete verilen üç aylık sürede alınacak yola göre hükümete desteklerinin düzeyini belirleyeceklerinin işaretini vermiş oldular.


Protokolle güvenceli şiddet!

Yeni eğitim yılı geçen yıldan “miras”larla açıldı. Bu miraslardan biri de okullarda yaşanan şiddet sorunu. Sermaye devletinin bu konudaki çalışmaları aslında yeni değil. Fakat bu sene daha planlı adımlar atılıyor. Şiddet sorununa yönelik “büyük adım” okullar açılmadan geldi. 20 Eylül günü “Okullarda Güvenli Ortamın Sağlanması Amacıyla İşbirliği Protokolü” Milli Eğitim Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalandı. Böylece geçen seneden başlayarak uygulanan bir dizi araç ve yöntem sistemli olarak gençliğin karşısına dikilecek. Zaten yıllardır alınan “önlem”ler yığını ile okullar birer cezaevini andırıyordu. İki metreyi aşan duvarlar, tel örgüler, kapalı devre kamera sistemleri, parmaklıklar vb. uygulamalar liselerin standartları arasında sayılıyordu. Şimdi de kolluk gücü takviyesi ile okullar tam anlamıyla cezaevine dönüştürülmüş bulunuyor

Protokolün imzalanması sırasında yapılan açıklamalar, düzenin okullarda yaşanan şiddet olgusuna bakışını yansıtıyordu. İlk açıklama MEB Bakanı Hüseyin Çelik’ten geldi. Çelik, protokolü överek başladı konuşmasına. Bugüne kadar yapılanları anlatarak, Türkiye çapında Rehberlik Araştırma Merkezleri kurduklarını anlattı. Başarısız öğrencinin şiddet eğilimine vurgu yaptı. Kütüphaneye gitmeyen, derse ilgisiz öğrencilerin “başka” işlerle uğraştığını söyledi. “Başarılı öğrencilerin” şiddet olaylarında yer almadığını ifade etti. Ancak çocukların neden başarısız oldukları üzerine bir şey söylenmedi. Neden çocuklar kütüphaneye gitmiyorlar, neden başarısızlar?

Bu soruların yanıtı onların rehberlik servislerinin bulamayacağı kadar derindedir. Çünkü bu sistem düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen, ezberci nesiller yetiştirmektedir. Çünkü onların, bu sömürücü sisteme itiraz etmeyen, baskıya ve yoksulluğa boyun eğen ucuz işgücüne ihtiyacı vardır. Protokolün diğer bir anlamı da budur.

Okul önlerinde bekletilen düzenli ekip otoları ve polisler şiddeti engelleyemez. Zira sömürü ve şiddet üzerine kurulu kapitalist sistemin koruyucusu ve kollayıcısıdır onlar. Geçtiğimiz yıllarda etek boyu kısa diye genç bir kızı döven polislerin uyguladığı şiddet hala hafızalardadır. Onlar hem şiddetin uygulayıcısıdırlar, hem de şiddeti tüm toplumu hizaya çekmenin bir aracı olarak kullanırlar. Geniş kitlelerin mücadeleden uzak durması için şiddet onlar için vazgeçilmezdir. 1 Mayıs’a giden öğrenciler bunun için sorgulanır.

Sermaye düzeni gençliğin elinden sadece eğitim hakkını almıyor. Aynı zamanda düşünen ve üreten bir insan olmasını da engelliyor. Düşünen bireyin eleştireceğini ve eleştirdiği sistemi değiştireceğini iyi biliyor. Bundan dolayıdır ki uyuşturucu işçi-emekçi mahallelerinde devlet eliyle satılmaktadır.

Kapitalizmin kâr hırsı tüm toplumsal sorunların kaynağıdır. Bu nedenle şiddet başta olmak üzere hiçbir sorunu kapitalizm çözemez. Bunun nedeni sadece şiddetin kendi yarattığı bir sorun olması değil, kendisinin de baskı ve şiddete ihtiyaç duymasıdır. Liselerde ve tüm toplumda yaşanan şiddet sorunu ancak bu sorunu yaşayan emekçilerin ve gençliğin mücadelesiyle çözülebilir.