28 Eylül 2007 Sayı: 2007/38(38)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında…
  Anayasa tartışmaları üzerine...
"Yeni dönem" ve emekçileribekleyen seçim!
Ulucanlar katliamı ve direnişi anıldı...
Novamed grevi ve öğrettikleri - Yüksel Akkaya
TİS süreçleri “elde”kini korumakla sınırlı geçti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele
soluğu olacağız...
  Seçimler ve yeni dönem / 5 22 Temmuz seçimleri ve Kürt hareketi
  Kapitalizmde öldürmek “para eder!”
  ABD’de onbin kişi ırkçılığa karşı yürüdü
  Birmanya halkı cuntaya karşı sokaklarda...
  Dünyadan...
  Ortadoğu’dan...
  Şoven-faşist kudurganlık siyah göçmenleri de hedefliyor…
  Ortadoğu’da havalar toz duman
Abu Şehmuz Demir
  Ulusal sorun üzerine notlar/1 - Volkan Yaraşır
  Anayasa tartışmaları…
M. Can. Yüce
  Burjuvazinin hizmetinde politik bir
sanat etkinliği!
  Gericiliğe ve ırkçılığa karşı gerçeğin safında yürüyen yazar:
Emile Zola
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında… 

Emperyalistler ile işbirlikçilerine karşı mücadeleye!

Egemenler cephesinde son günlerde yaşanan hareketlilik hem içerde hem dışarda devam ediyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan aynı günlerde ABD’yi ziyaret ederken, içeride büyük kapitalistler, generaller, cumhurbaşkanı ve YÖK gardiyanları, yaptıkları açıklamalarla kamuoyunun gündemini meşgul ediyorlar.

Erdoğan-Babacan ikilisinin ABD ziyaretinde verdikleri mesajlar, kısa süre önce Türkiye’yi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı’nın etkili isimlerinden Nicholas Burns tarafından yapılan açıklamalarla paralellik taşıyor. Hatırlanacağı gibi Burns, diğer şeylerin yanısıra, Irak, İran ve Suriye’ye komşu olan Türkiye’nin, 2008 yılında ABD ile ilişkilerinin çok daha önemli hale geleceğini vurgulayarak, Ankara’daki işbirlikçilerin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik zorluklara cevap vermede katılımcı olmasına ihtiyaç duyduklarını söylemişti.

Savaş kundakçılarının bu uğursuz öngörü ve beklentilerine yanıt vermek, Dışişleri Bakanı’na düşmüş görünüyor. Chicago Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde Türk dış politikasını anlatan Ali Babacan, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde de son derece aktif bir politika izlediğini, bölgesel bir güç olduğunu vurguladı. Türkiye’nin ABD’nin güvenilir ve stratejik ortağı olduğunun altını çizen Babacan, iki ülkenin dış politikada pek çok konuda ortak hedefleri paylaştığına işaret etti.  

İki ülke dış politika konusunda neyi paylaşıyor? Ortadoğu sözkonusu olduğunda belirleyici olanın ABD emperyalizminin temel çıkarları olduğuna göre, Türk dış politikası da olsa olsa ABD’nin bölge halklarına karşı yürüttüğü saldırganlık ve savaş politikasına payandalık olabilir.

ABD’nin bölge halklarına yönelik politikasının çarpıcı sonuçları, işgal ordularının Irak’ta yarattığı vahim tablodan tüm iğrençliğiyle yansıyor. Bu tabloya Filistin’i, Afganistan’ı, Lübnan’ı da eklemek gerekiyor. Dahası var. Emperyalist-siyonist güçlerin İran’a dönük tehditlerinin fiili saldırıya dönüşmesi durumunda ise, büyük ihtimalle adı geçen ülkelerdeki korkunç tablolar aranır hale gelecektir.

İşte işbirlikçi Türk burjuvazisi ve onun devleti, ABD emperyalizmi ile siyonist İsrail tarafından yürütülen bu yasa ve kural tanımaz vahşi saldırganlığın hizmetinde olduklarını ilan ediyorlar. Kendi ifadeleri bile, Ankara’daki Amerikancı takımının, ABD-İsrail ikilisi tarafından bölge halklarına karşı işlenen ağır suçlara ortak olduklarını teslim ediyor.

Daha da vahimi, Amerikancılar, dünya jandarmasının hizmetine girerek işledikleri suçlara yenilerini ekleme hevesi içinde olduklarını ifade etmekten de geri durmuyorlar. NATO Genel Sekreteri Joop de Hoop Scheffer ile görüşen Ali Babacan, “Türkiye’nin NATO’ya daha fazla katkı yapmaya hazır olduğunu” söyleyerek, Washington’daki efendileri nezdinde rüştünü ispatlama telaşındaydı.

Sermaye kodamanları adına bu açıklamaları yapanların elbette efendilerinden bir dilekleri de var. Bu temenniyi sadece Dışişleri Bakanı değil, generaller de ifade ediyorlar. Tahmin edilebileceği üzere bu dilek, Kürt halkının özgürlük özlemlerini, efendi-uşak birlikte bastırmakla ilgilidir.

Harp Akademileri’nde yeni dönemin ilk dersini veren kara kuvvetleri komutanı general de, ABD’de konuşan Ali Babacan da bu konuda benzer istemlerde bulundular.

Washington’daki efendilerine seslenen İlker Başbuğ, laf üretmek değil eyleme geçme zamanının gelip çattığını hatırlattı. Yani efendilerin Türk egemenlerine biçtiği “bölgesel liderlik rolü”nü üstlenebilmeleri için, öncelikle PKK’nin ezilmesine yardım etmeleri, daha da önemlisi Güney Kürdistan’da devam eden devletleşme sürecini baltalamaları gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Efendilerinin huzurunda Dışişleri Bakanı sıfatıyla ilk konuşmasını yapan Ali Babacan ise, ABD’ye ne kadar sadık olduklarını, 60 yıldan beri devam eden Pentagon tetikçiliğini daha da geliştirmek istediklerini hatırlattıktan sonra, Bush yönetiminden PKK’ye karşı somut adımlar atmasını beklediklerini dile getirdi.

Görüldüğü üzere, üslup farklı olsa da, her iki tarafın ifadesinden de, “bu pürüzü birlikte halledelim, sonrasında istediğiniz yer ve zamanda tetikçiliğe devam ederiz” mesajı çıkıyor. İşbirlikçilerin hesabına göre, Washington’daki efendiler böyle bir adım atarsa, Türkiye’de yaygın olan ve “arzu edilmeyen ABD karşıtlığı sorunu” da ortadan kalkacaktır.

İktidar mücadelesi ve rant yağmasından daha çok pay almak için birbiriyle çatışırken toplumu kutuplaştıran dinci gerici güçler ile silahlı bürokrasi, Kürt halkına düşmanlık ve ABD emperyalizmi adına tetikçilik sözkonusu olduğunda aynı safta buluşuyorlar. Elbette bu durum şaşırtıcı değil. Zira onlar aynı safta, kokmuş karanlığıyla insanlığı barbarlığa sürükleyen kapitalizmin safında yer alıyorlar.

Hem iktidar ve rant etrafında dönen egemenler arası çatışmanın derinleşip farklı boyutlar almasının, hem de egemenlerin birleşerek emperyalist-siyonist güçler adına daha aktif tetikçilik rolü üstlenmesinin yaratacağı ağır bedeller olacaktır. Belli ki, egemenlerin hesabı, bu ağır bedelleri işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek üzerine kuruludur. Zira denklemin görünür kısmında işçi sınıfıyla emekçilerin esamesi bile okunmuyor.

Amerikancı egemenlerin bu fütursuzluğunun altında yatan nedenleri tahmin etmek güç değil elbette. Onlar, olası yıkımların faturasını ödeyeceğini varsaydıkları işçi sınıfı ve emekçilerin verili koşullardaki duruşlarına bakarak, bu kirli hesapları fazla kaygı duymadan yapabiliyorlar.

Sınıf ve kitle hareketinin zayıflığı ve işçi sınıfının örgütsüzlüğü, egemenlerin pervasızlığı altında yatan temel nedenlere işaret ediyor. Elbette egemenlerin bu durumu olabildiğince istismar etmelerine şaşırmamak gerek. Zira kapitalizmde belirleyici olan kurallar ve yasalar değil, fakat karşıt sınıflar arası mücadelenin düzeyi, mevzilenmesi ve çatışmanın seyridir. İşçi sınıfı ve müttefikleri, burjuvazi ve onun devleti üzerinde örgütlü bir sınıfın etkili gücünü hissettirmedikleri sürece, önlerine sürülen faturaları ödemekten kurtulamayacaklar.

Nasıl ki, komünistlerin ve devrimcilerin bedel ödemesi, işçi sınıfı ve emekçilerin de bedel ödemesi anlamına geliyorsa, tersi de doğrudur.  İşçi sınıfı ve emekçilerin bedel ödemesi de, komünistlerin ve devrimcilerin bedel ödemesi anlamına geliyor.

Emperyalistler ile işbirlikçilerinin, emekçiler için sınırı belli olmayan bir yıkım anlamına gelen kirli planlarını bozma görevi, öncelikle işçi sınıfı ve emekçilerin öncü güçleri olan komünistler ile devrimcilere düşmektedir. Bunu başarmak ise, işçi sınıfı ile emekçileri bu mücadelenin özneleri haline getirmekle mümkündür. Önümüzdeki  süreçte temel görev ve sorumluluk, bu hedef doğrultusunda mesafe katedebilmek için seferber olmaktır.