28 Eylül 2007 Sayı: 2007/38(38)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler içerde ve dışarda saldırı hazırlığında…
  Anayasa tartışmaları üzerine...
"Yeni dönem" ve emekçileri bekleyen seçim!
Ulucanlar katliamı ve direnişi anıldı...
Novamed grevi ve öğrettikleri - Yüksel Akkaya
TİS süreçleri “elde”kini korumakla sınırlı geçti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  “Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele
soluğu olacağız...
  Seçimler ve yeni dönem / 5 22 Temmuz seçimleri ve Kürt hareketi
  Kapitalizmde öldürmek “para eder!”
  ABD’de onbin kişi ırkçılığa karşı yürüdü
  Birmanya halkı cuntaya karşı sokaklarda...
  Dünyadan...
  Ortadoğu’dan...
  Şoven-faşist kudurganlık siyah göçmenleri de hedefliyor…
  Ortadoğu’da havalar toz duman
Abu Şehmuz Demir
  Ulusal sorun üzerine notlar/1 - Volkan Yaraşır
  Anayasa tartışmaları…
M. Can. Yüce
  Burjuvazinin hizmetinde politik bir
sanat etkinliği!
  Gericiliğe ve ırkçılığa karşı gerçeğin safında yürüyen yazar:
Emile Zola
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Yalanlarınızı da alın gidin!” başlıklı kampanya çalışmamız ile onbinlerce gencin mücadele soluğu olacağız...

Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için mücadeleyi yükselteceğiz!

Düzen içi çatışmalardan yansıyanlar:

Gericilikten gericilik beğen!

Kısır bir tartışma içinde emekçilerin ve gençliğin bilinci dumura uğratılmaya çalışılıyor. Gelecek ve özgürlük özlemi bu kısır tartışmalar/karşıtlıklar içinde yok ediliyor. İki kutuplu bir görüntüye bürünen Türkiye’de, toplum bu kutuplaşmanın bir tarafı haline getiriliyor: “Laik” ya da “şeriatçı”, “demokrat” ya da “ulusalcı” olmak!

Tarafların icraatlarına yakından bakıldığında, kendilerine atfettikleri kimliğin gerçeğin ne kadar uzağında olduğu kolaylıkla görülecektir.

Bugün dinci ve liberal gerici kimliği ile demokrasi savunuculuğu yaptığını iddia eden AKP, Şemdinli davasının üzerini örtmedi mi? Uğur Kaymaz’ın katledilmesi sonrası açılan davalar, 13 yaşında da olsa bu ülkede Kürtler’in öldürülmesinin meşruiyetini tanımlayarak sonuçlanmadı mı? Ya da Hrant’ın katillerini kahramanlaştıran aynı hükümetin kolluk güçleri değil miydi? İşçi ve emekçilerin haklarını aradığı her eyleme “çok demokrat” AKP saldırmadı mı? Son 1 Mayıs’taki devlet terörünü ve 2005 8 Mart’ında Beyazıt Meydanı’ndaki terörü hatırlayalım...

Peki, bu kutuplaşmanın diğer tarafındaki o pek laik ve ulusalcı kanat nelerle uğraşıyor? Cumhuriyet mitinglerinden yansıyan şoven ve darbe çığırtkanı söylemler halen kulağımızda çınlamıyor mu? Laik eğitim nutukları atan ordu eliyle imam hatipler yaygınlaştırılmadı mı? Üniversitelerdeki tüm ilerici birikimi ve muhalefeti ezen ‘80 darbesi kimin eseriydi? YÖK bilimsel gelişimin önündeki en büyük engellerden birisi olarak yıllardır üniversitelerin başında bulunmuyor mu? “Ulusal onur” demagojisi yapan generaller her sıkıştıklarında ABD’nin kapısını çalmıyorlar mı?

Bugün sermayenin farklı klikleri arasında ciddi düzeylere varan bir çatışma yaşandığı açıktır. Ancak bu çatışmanın taraflarını iyi okumak gerekir. AKP bugün dinsel gericiliğin temsilcisidir. Ordu ise ikiyüzlü bir laiklik savunusu perdelemesiyle şoven-milliyetçi gericiliğin temsilciliğini yapmaktadır. Bu ülkenin işçileri, emekçileri, ezilen halkları ve gençliği işte böyle bir çatışmanın tarafı yapılmak istenmektedir. Bu ülkenin ezilenleri ya “gericilikten gericilik beğenerek” bir tarafa eklemlenecek ya da devrimci bir cephe açarak her türden gericiliğe karşı duracaklardır.

Düzen içi bu çatışmanın taraflarının aralarında ciddi bir çıkar birliği olduğu açıktır. Çatışan bu güçler, sermaye düzeninin bekası sözkonusu olduğunda, birbirleriyle gül gibi geçinmektedirler.

Sermayeye hizmette yalan yok!

Taraflar kendi özgün kimlik ve tutumlarının ötesinde sermayeye hizmette birbiriyle yarışmaktadırlar. Hükümetler dönemsel sermaye politikalarının uygulayıcıları, ordu ise sermayenin bekasını sağlayan temel baskı gücüdür. Bugün AKP eliyle uygulanan neo-liberal politikaların tarihsel sürecine gözattığımızda, karşımıza bu politikaların uygulanması için yolu düzleyen ordu çıkmaktadır. ‘80 darbesi ülkede neo-liberal saldırının önünü düzlemek hedefiyle tezgahlanmıştır. Bu sermayenin politikasıdır ve ordu eliyle uygulanmıştır.

Burjuva cumhuriyetinin laik ve demokratik karakterini savunduğunu iddia edenler, hele ki bunun ordunun temel görevi olduğunu iddia edenler, açıkça yalan söylemekte ve demagoji yapmaktadır. Zira cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemi için laiklikten sözedebilmek mümkün değildir. Onun için din ve dinsel ideoloji hep kitleleri uyutmak için etkili bir biçimde kullanılan bir araç olmuştur. Burjuva gelişmenin ihtiyaçlarına uydurulmuş biçimiyle din ve dinsel ideoloji, cumhuriyetin ilanından günümüze kadar burjuvazi tarafından bilinçli ve etkin bir biçimde kullanılmıştır. ‘60’lı yıllardan itibaren ise devletin elinde devrime karşı bir “dalga kıran”dır. ‘70’li yıllarda toplumsal muhalefet sivil faşist terörün yanı sıra güçlü bir dinsel propaganda ile püskürtülmeye çalışılmıştır. 12 Eylül faşist darbesini izleyen yıllarda generaller tarafından Türk-İslam sentezi resmi devlet ideolojisi ilan edilmiş, din dersleri zorunlu hale getirilmiş, imam hatipler ile resmi kuran kursları ülke çapında yaygınlaşmıştır. Tüm bunlarla hedeflenen, sosyal gelişmenin, devrimci gelişmenin önünü almak, sermayenin dizginsiz sömürüsünü sağlamaktır.

Bugün AKP işbirlikçi burjuvaziden aldığı destekle bu neo-liberal politikaların eksiksiz bir uygulayıcısıdır. Özelleştirmeci, İMF’ci ve AB’ci politikalar, yaşamın her alanını dizginsiz bir sermaye sömürüsüne ve piyasaya açma çabası, bu hükümetin bugün halen tutunmasının ve sermaye cephesinden dinsel kimliğine karşın desteklenmesinin yegane nedenidir.

Sistem bütün kurumları ile burjuva sömürü düzeninin bekasını sağlamaya çalışmaktadır. Bugün yaşamımızı köleleştiren tüm uygulamaların ardında bu kurumlar vardır. İşte bu nedenle ortada kocaman bir yalan ve sahtekarlık vardır. Geleceğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkmak, sermaye düzenine ve onun kurumlarına karşı hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.

Sahte vaadlere karnımız tok!

Gençlik taleplerinin arkasında olacaktır!

Bu sahte ve ikiyüzlü konum ve kimlik kendini gençliğin sorunları ekseninde de dolaysız olarak göstermektedir. Eğitim sistemi çürümekte, hak ve özgürlüklerimiz yok sayılmakta ve geleceğimiz ellerimizden alınmaktadır. Tüm bu hararetli tartışmaların tarafları bu sorunlar karşısında tam bir görüş ve anlayış birliği içindedirler.

Müşteri değiliz, parasız eğitim istiyoruz!

Bugün eğitimde yaşanan tüm sorunların düğüm noktasını ticarileşen eğitim süreci oluşturmaktadır. Binlerce eğitim emekçisi, yüzbinlerce öğrenci ve binlerce eğitim kurumu ile eğitim burjuvazi için iştah kabartıcı bir kâr alanı durumundadır. Burjuvazinin değişen ihtiyaçlarının bir sonucu olarak eğitim “kamu yararı için hizmet üreten” bir alan olmaktan çıkarılarak, özel girişimin temel rol oynayacağı bir alan haline getirilmektedir. Bunun doğrudan sonuçları ise; devletin eğitim harcamalarından elini çekmesi, okulların ticari bir yapıya kavuşturulması ve sayıları mantar gibi artan özel okulların ve üniversitelerin kurulması olmaktadır.

Sermaye devleti, eğitime dönük harcamalardan elini çekmekte, eğitime ayrılan pay sürekli azalmaktadır. Geçtiğimiz yıl eğitime bütçeden ayrılan payın silahlanmaya ayrılan payın yaklaşık 1/13’ü kadar olması bu gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Ancak eğitime ayrılan paya ilişkin istatistikler tek başına yeterli değildir. Zira eğitime ayrılan bütçenin aslan payını özel okullar almaktadır. Özel okulları destekleyen projelere her yıl yenileri eklenmektedir. Sıfır vergi, arazi tahsisi gibi destekleri yeterli görmeyen devlet, başarılı öğrencilerin özel okullarda okutulması için eğitime ayrılan bütçeden kaynak aktarılmasını planlamaktadır. Binlerce okulda öğrenciler yüzlerce kişilik soğuk sınıflarda, çoğu zaman öğretmenle bile karşılaşma şansı bulamadan “ders” görüyorken, özel okullara dönük bu destek, eğitimi elit bir azınlığın ayrıcalığı haline getirmek dışında bir anlama gelmemektedir. Böylece, özel okulların yaşadığı öğrenci sıkıntısı da devletin doğrudan desteği ile çözülmeye çalışılacaktır.

Eğitim her düzeyde paralılaşırken, eğitim sistemi de piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmaktadır. Okullar birer işletme haline gelirken, bizlerden de bu işletmelerin itaatkar müşterileri olmamız beklenmektedir.

Gençliğin yalanlara karnı tok. Geleceğimiz ve özgürlüğümüz elimizden alınırken sahte demokrasi vaadleri ile karnımızı doyurmayacağız. Bizler müşteri olmayı reddediyoruz. Okulların birer ticarethane haline gelmesini, eğitimin piyasada alınan ve satılan bir meta olmasını istemiyoruz. Sermaye için teknoloji üretmek yerine toplum için bilim üretmek istiyoruz.

Kağıt parçası değil, iş ve gelecek istiyoruz!

Üniversiteye ÖSS sistemini aşarak girmeyi başaran öğrenci “Bütün sorunlar bitti, gelecek artık benim” diye başladığı eğitim sürecinin ortasında derin geleceksizlik gerçeği ile yüzleşmektedir. Bugün üniversite sonrasına dair beklentiler bilinçli/bilinçsiz bir biçimde günden güne yok olmaktadır.

Bugün bir dizi sosyal bölüm anlamını yitirirken, teknik eleman ihtiyacı günden güne artmaktadır. Bu nedenle yüksek öğretim bilimsel bir eğitim süreci olmaktan çıkarak sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda teknik eleman yetiştiren bir alan haline getirilmektedir. Eğitim alanında yaşanan bu dönüşümler sistemin yaşadığı bütünsel dönüşümlerin dışında ele alınamaz.

Zira neo-liberal politikalar yıllardır uygulanmakta ve yaygın bir alanda hayat bulmaktadır. Kamu hizmetlerinin ve sosyal bölümlerin tasfiyesi, özelleştirmeler ve eğitim alanındaki piyasalaşma bütünsel bir neo-liberal saldırının ayaklarını oluşturmaktadır. Bu alanlarda yaşanan dönüşümler, gençliği işsizlik ve geleceksizlik sorunu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Yıllardır adım adım ilerleyen bu süreç, sermaye devletinin son yıllarda AB uyum yasaları çerçevesinde attığı adımlarla daha geniş bir kapsam ve yaygınlık kazanmış bulunmaktadır.

Bugün hukuk alanındaki stajer avukatlık ve avukatlık sınavı, mühendislik ve mimarlık alanındaki yetkin mühendislik, eğitim alanındaki sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamaları, sağlık alanındaki aile hekimliği uygulaması, sosyal bilimler alanındaki tasfiye ve formasyon hakkının ortadan kaldırılması, bir bütün olarak sermaye eksenli neo-liberal politikaların dolaysız yansımalarıdır.

Bugün ÖSS sistemi altında geleceği bir bütün olarak gaspedilen liseli gençliğin gelecek ve özgürlük özlemini haykırmak dışında bir çıkar yolu bulunmamaktadır. Liseli gençliği bir yarış atına çeviren, dershanelere akıttığı para kadar gelecek hakkı veren bu sistem eğitim sisteminde yaşanan çürümenin özü ve özetidir.

Bugün geleceğinden umudunu kesen, işsizlik sorununu kabullenen, bireysel kurtuluş arayışıyla umutlarını her geçen gün tüketen gençlik yığınları bu umutsuzluktan çıkmak zorundadır. Bu saldırılar karşısında çözümsüz olmadığımızı ortaya koymalıyız.

Gençliğin yalanlara karnı tok. Bizler parayla satılan bir eğitim ve yaşam değil gelecek istiyoruz. Bizler elimize tutuşturulan birer kağıt parçası değil iş istiyoruz. İşsizliğin her geçen gün arttığı bir düzende bizim işsizliğimizin sermaye için daha fazla kar anlamına geldiğini çok iyi biliyoruz. Herkese iş güvencesi verilmesini istiyoruz.

Irkçılığın, yozlaşmanın, korkunun değil bilimin üretildiği bir eğitim sistemi istiyoruz!

Eğitim sistemi her düzeyde gerici ve baskıcı bir karakter taşımaktadır. Liselerden üniversitelere kadar eğitimin tüm aşamalarında sistem düşünme ve sorgulama yetisini yitirmiş bir gençlik yaratmaya çalışmaktadır. Elinde ise iki temel yol vardır. Birincisi, uyuşturmak ve yozlaştırmak… Burjuvazi, uyuşmuş beyinlerin sistemi sorgulamak ve değiştirmek gibi bir hedefi olamayacağının bilincindedir. Eğitim müfredatı, yoğunlaşmış sınavlar, ezbere dayalı sistem sistematik bir biçimde bu sonucu üretmeye kilitlenmiştir. İşte bu nedenle milli bir coğrafyaya sahip olmaktan mutlu olan ya da Hitler’in dahi Türk olduğuna inanan bir gençlik kuşağı yetişmektedir. Bu konuda başarıyı güvenceleyecek olan ise kültürel yozlaşmadır. Lise önlerinde kurulan internet kafeler, uyuşturucu ve alkol tüketimi bu işi kolaylaştırmaktadır.

İkinci yol ise, bu süreci baskı mekanizmalarını devreye sokarak derinleştirmektir. “Düşünmeyin, ama ola ki düşünme, sorgulama, hele de değiştirme çabasına girerseniz kafanızı ezmek için herşeyi yaparız” denilmektedir. Üniversitelerin içinde kurulan polis karakollarının, turnike ve kamera sistemlerinin, her yıl yüzlerce öğrenciye açılan soruşturmaların başka bir amacı yoktur. Amaç, gençliği kendi okuluna ve üniversitesine yabancılaştırmaktır.

Gençliğin yalanlara karnı tok. Bizler gerici ve yozlaşmış bir eğitim sistemi değil bilimin ve özgürlüğün hakim olduğu bir eğitim istiyoruz. Halklar arasında kin ve düşmanlığı yayan gerici/faşist bir eğitim değil demokratik ve özgür bir eğitim istiyoruz.

Köle değiliz! Söz, yetki ve karar hakkı istiyoruz!

Bugüne kadar bizler adına herkes konuştu. Eğitim sürecinde bu sorunları yaşayan bizler ise, bırakın sorunları çözmeye çalışmayı, tartışma hakkından bile yoksunuz. Ancak artık yeter! Bugüne kadar baskı ve terörle bizleri susturanların, her türlü hak ve özgürlük arayışımızın karşısına çıkanların sahte demokrasi vaadlerine karnımız tok. Bizler yaşamımızın önemli bir kısmını geçirdiğimiz ve tüm eğitim emekçileri-çalışanlarıyla beraber bizlerin olan okullarımızda söz, yetki ve karar hakkı istiyoruz. Örgütlenme hakkı istiyoruz.

Sermayenin karşısına taleplerimizle dikileceğiz!

Sermayenin yalan politikasının gerçeklerin gücü karşısında bir hükmü yoktur. Hangi kurum adına hangi yapay saflaşmanın tarafı konuşursa konuşsun, hedefledikleri tek şey sömürü ve zulüm düzeninin bekasıdır. Yeni dönemde liseli ve üniversiteli gençlik, başlatmış olduğu kampanya çalışması ile gençliğin haklı taleplerinin mücadelesini verecektir. “Yalanlarınızı da alın gidin” çağrısı ile başlattığımız kampanya çalışması ile onbinlerce gencin mücadele soluğu olmayı hedefliyoruz.

Yeni dönemde yaygın bir kitle çalışması yürütecek, bu sahte kutuplaşmanın karşısına gençliğin gerçek talepleri ile çıkacağız. Bizleri kendi gerici hedeflerinin parçası haline getirmek isteyenlerin karşısına gençliğin özlemleri ve talepleri ile dikileceğiz. Bu özlemlerin bir ifadesi olarak binlerce öğrencinin katıldığı referandum çalışması ile yeni döneme başlayacağız. Ardından forumlar örgütleyerek gençliğin sorunlarının ve gerçeklerin tartışıldığı özgür kürsüler oluşturacağız.

Bugün sermaye tüm kurumları ile bizlerin gelecek ve özgürlük özlemine saldırmaktadır. Yalanları ile bu kaba saldırının üzerini örtme çabasındadır. Karşımızda demokrasi nutku atanların şenliklerimize nasıl saldırdıklarını çok iyi biliyoruz! Bizlere gelecek sağlamak için çalıştıklarını söyleyenlerin eğitim kurumlarını sermayeye nasıl peşkeş çektiklerini çok iyi biliyoruz! Laiklik-şeriat kutuplaşması ile bizleri tarafı haline getirmeye çalışanların eğitim sistemindeki gericiliğin kaynağı olduklarını da çok iyi biliyoruz.

Bugün yaratılan sahte kutuplaşmaya ve yalanlara karnımız tok!

Gerçekler karşısında yalanların hükmü olmayacaktır! Çünkü gerçekler devrimcidir!

Genç Komünistler