23 Mart 2007 Sayı: 2007/11(11)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist işgalin dördüncü yılında Irak…
  Newroz’un gösterdikleri
Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı
Emperyalist saldırganlık ülkenin dört bir yanında protesto edildi...
“Beyazıt ve Halepçe katliamlarını unutmadık, unutturmayacağız!”
 Eğitim-Sen alanlara çıkmaya hazırlanıyor!
  Tarımda yoksulluk, kentte yoksulluk -
Yüksel Akkaya
  Parti programımızda ulusal sorun / 2
II. Bölüm
  ABD taşeronlarının Filistin sorununa “çözüm” arayışı
  ABD ve İsrail’in İran ve Suriye’ye yönelik tehditleri - Abu Şehmuz Demir
  Kapkaç, hırsızlık, çetecilik, fuhuş, uyuşturucu, yolsuzluk ve çürüme...
  “Dünyanın Bütün Dillerini Konuşuyoruz!”
çağrısı İstanbul’un dört bir yanına yayılıyor!
  Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmamak için birleşik devrimci mücadeleye!
  Devrimci Yurtsever Gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / III
  Bültenlerden...
  Pusulanız neyi işaret ediyor?
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ABD taşeronlarının Filistin sorununa “çözüm” arayışı

El Fetih’le Hamas “ulusal birlik hükümeti” konusunda anlaştı

ABD emperyalizminin İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı “ılımlı Sünni eksen”in başını çeken Suudi Arabistan, “aktif taşeron” rolüne soyunmuş görünüyor. Şeriatçı rejimin, Ortadoğu’da sorunların düğümlendiği Filistin, Lübnan, Irak gibi ülkelerde yaşanan olaylara doğrudan müdahil olmaya başlaması, Washington’da yazılan senaryonun uygulandığına işaret ediyor.

Emperyalist/siyonist güçlerin saldırgan/yayılmacı politikalarıyla sorun yumağı haline getirilen bu bölgelerde, Filistin sorunu merkezi bir yer tutuyor. Bundan dolayı, Arap halkları nezdinde yerlerde sürünen imajını düzeltmeye çalışan ABD, hem İsrail’i kurtarmak, hem de imaj düzeltme girişiminde kısmen de olsa başarıya ulaşmak için Filistin sorununu “çözmek” istiyor. “Amerikan barışı” diye yutturulmaya çalışılan “çözüm”, bölgedeki Amerikancı rejimler üzerindeki toplumsal basıncı hafifletmesi açısından da gereklidir.

Washington’da tasarlanan “çözümler” şu ana kadar istenen sonucu veremedi. ABD’nin temel amaçlarından biri İsrail’i kurtarmak olduğu halde, siyonistler altına imza attıkları hiçbir anlaşmaya uymadılar. Zira “Büyük İsrail”i kurma hayalleri peşinde koşan siyonist şefler her tür çözüme karşılar. Nitekim en iğreti çözüm bile İsrail’in yayılma emellerine son vermek anlamına geleceği için, ırkçı-siyonistler şu ana kadar tüm girişimleri sabote ettiler.

Elbette direnişçi Filistin halkı da bugüne kadar ABD patentli iğreti çözümleri reddetmiştir. Zira “barış” diye sunulan tüm planların bir aldatmacadan ibaret olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. Tezgahlanan bu çirkin oyunlar Filistin direnişini tasfiye etmeyi başaramamış, tersine direnişin sürekliliğini kaçınılmaz kılmıştır.

Hamas’ın 2006 yılı başlarında yapılan seçimlerden zaferle çıkması, Filistin halkını topyekûn bir saldırıyla karşı karşıya bıraktı. Emperyalist/siyonist güçlerin uyguladığı ambargo ile Filistin halkı, Hamas’a oy verdiği için aç bırakıldı. Ambargoyu delmeyi göze alamayan Arap rejimleri, fiilen ABD-İsrail ikilisinin suç ortağı oldular. Böylece ilerleyen aylarda yaratılan kaos ortamında kışkırtılan iç çatışmalar onlarca Filistinli’nin hayatına maloldu.

Ambargonun üzerinden neredeyse bir yıl geçtikten sonra sahneye çıkan Suudi Arabistan rejimi, Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas’la Başbakan İsmail Haniye başkanlığındaki heyetleri Mekke’ye çağırarak Filistinlileri “barıştırdı”. Bu arada “ılımlı Sünni eksen”in diğer iki bileşeni Ürdün’le Mısır’ın gerici rejimleri de aynı yönde yoğun çaba harcadılar. Bir ayı aşkın devam eden çabalar sonucunda Mahmut Abbas ve İsmail Haniye “ulusal birlik hükümeti” kurma konusunda anlaşmaya vardılar.

Hamas’la El Fetih’in “ulusal birlik hükümeti” konusunda anlaşmaya varmalarını sağlayan Suudi Arabistan, bir hamle daha yaparak 5 yıl önce sunduğu “barış planı”nı yeniden gündeme getirdi. Göründüğü kadarıyla şeriatçı rejim, Filistin sorununa “çözüm” üretme inisiyatifini de ele almak istiyor.

Suudi Arabistan tarafından ortaya atılan sözkonusu “barış planı”, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmesini, bunun karşılığında Arap ülkelerinin İsrail ile ilişki kurarak barış anlaşmaları imzalamalarını öngörüyor. Bu plan uygulanırsa, İsrail’in bölgedeki izolasyonu ortadan kalkacak.

Böylece Arap dünyasının en şeriatçı rejiminin “İsrail’i kurtarma” yaklaşımına uygun içerikte hazırladığı “barış planı”, Arap Birliği’ni de sürece dahil ediyor. Nitekim Mart ayı sonunda Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ta toplanması beklenen Arap Birliği’nin Suudi “barış planı”nı görüşmesi bekleniyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan İsrail Başbakanı Ehud Olmert de, Arap Birliği’nin sunacağı çözüm önerilerini ciddiyetle ele alacaklarını söyledi. Ancak “barış planı”nda bazı değişiklikler yapılmasını istemekten de geri durmadı. Siyonist bakanlar da, sürgündeki Filistinliler’in geri dönüş hakkının kabul edilmeyeceğini, bu meselenin İsrail’in “kırmızı çizgileri” olduğunu açıkladılar.

Planın fikir babası görünen Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal, Ehud Olmert’in talebini gülünç olarak niteledi. Suud el Faysal’a göre, İsrail önce öneriyi kabul etmeli, sonrasında yapılacak görüşmelerle uzlaşmaya varmanın yolları nasılsa bulunur.

Oysa siyonist rejim, yeni kurulan Filistin hükümetini meşru kabul etmeyeceğini daha ilk günden ilan etti. Küstahlığı elden bırakmayan siyonistler, emperyalist güçlerin Filistin’e uyguladığı ekonomik ambargonun devam etmesini de talep ediyor. Yani İsrail, bir anlaşma olacaksa bile, anlaşmanın, Filistin yönetimine utanç verici bir teslimiyeti dayatan içerikte olmasını istiyor. Bu durumda kurulmaktan olan “ulusal birlik hükümeti”nin, söylendiği gibi Filistin’de yeni bir dönemi başlatması pek olası görünmüyor.

ABD’nin çizdiği çerçeveye uygun olarak Filistin sorununu “çözme”ye soyunan Suudi Arabistan rejiminin, İsrail’i sıkıştıran bir tutum içine girmesi mümkün değil. Zira şu ana kadar Washington patentli veya onaylı hiçbir planda bu yönde bir madde yer almamıştır. Alması da beklenemez. Oysa kısmi bir çözüm için bile İsrail’in mültecilerin dönüş hakkı, yerleşimlerin boşaltılması, Kudüs’ün statüsü gibi temel sorunlarda sıkıştırılmasını şart koşuyor.

İsrail’i temel sorunlar konusunda geri adım atmaya zorlamayan girişimlerin, Filistin halkının bu sorunlarına çözüm üretme iddiası, en hafif deyimle ikiyüzlülüktür. Dolayısıyla ABD vesayetindeki Suudi Arabistan’ın yeni bir mizansen sahnelemenin ötesine geçebilme ihtimali son derece düşüktür. Bir kez daha altını çizmek gerekir ki, halkları gerici rejimlerin planları değil, direniş özgürleştirecektir.


İngiliz emperyalizmi de nükleer başlıklı füze üretecek!

ABD’den sonra İngiliz emperyalizmi de nükleer başlıklı füze üretimine yeniden başlamaya hazırlanıyor. Savaş kundakçısı çetenin izinden gittiği için Bush’un “fino köpeği” ünvanını hakkıyla kazanan Tony Blair, nükleer silah üretimi konusunda da sadık izleyici rolünü terketmedi.

Hükümetin silah sisteminin yenilenmesine yönelik planı oylaması öncesinde Avam Kamarası’nda konuşan Tony Blair, ülkesinin mümkün olan en kısa sürede nükleer silah sistemini yenilemesi gerektiğini söyledi. İngiltere’nin ulusal çıkarlarının da bunu gerektirdğini, nükleer silah sisteminin yenilenmesinin gecikmesinin “saçma” olacağını belirtti.

Trident adı verilen İngiliz nükleer başlıklı füze sistemi üç unsurdan oluşuyor: Denizaltılar, füzeler ve bunlara takılan nükleer başlıklar. Resmi açıklamaya göre İngiltere’de 200 nükleer başlık ve bunları taşıma kapasitesine sahip 4 denizaltı bulunuyor.

Nükleer başlıklı füze sisteminin değişmesinin İngiltere’ye maliyetinin yaklaşık 20 milyar sterlin olacağı belirtiliyor.

Hükümetteki İşçi Partisi’ne mensup bazı milletvekillerinin bu plana karşı çıkabileceği, ancak ana muhalefetteki Muhafazakar Parti’nin desteği sayesinde hükümetin planının Avam Kamarası’nda onaylanacağı söyleniyor.

Nükleer başlıklı füze üretimi kararı ile, sayısız yalanı ortaya çıkan Tony Blair ve başında bulunduğu İşçi Partisi’nin, nükleer silahlanma konusunda da seçmenlerini aldattığı ortaya çıkmış oldu. Zira İşçi Partisi nükleer silahların yayılmasını önleme vaadiyle başa geçmişti.

Tony Blair’e göre, İngiltere’nin “ulusal çıkarları” nükleer başlıklı füze üretimini yeniden başlatmayı gerekli kılıyor. “Ulusal çıkarlar” söyleminin kaba bir demagojiden ibaret olduğu bilinmektedir. Britanya adalarının saldırı altında olduğunu, böylesi bir tehditi savuşturmak için nükleer başlıklı füze gerektiğini “fino köpeği” bile iddia edemiyor. Bu durumda “ulusal çıkarlar”, olsa olsa İngiliz tekellerinin çıkarlı olabilir. İngiliz ordusu Afganistan, Irak vb. ülkelerin işgaline onbinlerce askerle katılarak “ulusal çıkarlar”ın ne anlam ifade ettiğini gösteriyor.

Emperyalist saldırganlık ve savaş politikasının önde gelen suç ortaklarından biri olan Tony Blair’in “ulusal çıkarlar” derken sömürgeci zihniyeti dışavurduğuna kuşku yoktur. Zira o, Irak’ın işgali konusunda en az haydutbaşı Bush kadar hevesliydi.

Hatırlanacağı gibi Irak işgalinin gerekçesi, Saddam Hüseyin rejiminin kitle imha silahları ürettiği yalanına dayandırılmıştı. Ancak bu iddianın yalan olduğunu artık tüm dünya biliyor. Buna karşın, dünyanın en büyük kitle imha silahları deposu olan iki emperyalist gücün, ABD ile İngiltere’nin nükleer başlıklı füze üretimini yeniden başlattığını da dünya biliyor. Burada “yenileme” söylemi aldatıcı olmamalı. Bu, teknolojinin sunduğu yeni olanaklarla kitle imha silahı üretiminin resmen başlatılmasıdır.

Evet, insanlık ve dünya üzerindeki yaşam alanları kitle imha silahlarının tehditi altındadır. Ancak bu silahlar Irak veya İran’da değil ABD-İngiliz emperyalistleri, siyonist İsrail ve diğer emperyalist güçlerin stoklarında bulunmaktadır.


Şeriatçı rejim bir kez daha sahnede!

Bağdat’ta yeni kukla hükümet kurma arayışları!

Suudi Arabistan’ın Amerikancı rejimi Lübnan ve Filistin’den sonra kirli ellerini Irak’a da uzattı. Bağdat’taki Nuri el Maliki hükümetini, İran’a yakın durduğu gerekçesiyle tasfiye etme hazırlığının baş aktörlerinden biri olarak sahneye çıkan Suudi Arabistan, Washington’daki efendileri için canla başla çalışmaya devam ediyor.

Söz konusu girişimin Irak’taki sömürge valisi Zalmay Halilzad ile ABD ajanı olarak bilinen eski kukla başbakan İyad Allavi gibi isimler tarafından başlatıldığı bildiriliyor. Suudi Arabistan’ın da içinde yer aldığı ABD-İyad Allavi girişiminin, Birleşik Irak İttifakı listesinden “başbakan” seçilen Nuri el Maliki başkanlığındaki hükümeti devirmeyi amaçladığı söyleniyor.

Son günlerdeki görüşme trafiği, bu savın somut dayanakları olduğuna işaret ediyor.

Hedeflenen planın başarıya ulaşması durumunda, İyad Allavi’nin “başbakan” olacağı söyleniyor. Bazı kaynaklar, Zalmay Halilzad ile birlikte eski “başbakan” İyad Allavi’nin Tarık Haşimi grubuyla birlikte ittifak kurduğunu ve bu ittifaka Kürt İttifakı’nın Barzani liderliğindeki kesimini katmaya çalıştığını kaydediyor. Nitekim Erbil’de Barzani ile görüşen İyad Allavi’nin, planını, Türkiye’de düzenlenmesi beklenen uluslararası konferansa “Irak’ı kurtarma planı” olarak sunacağı belirtiliyor.

Yeni koalisyon kurma kararını Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün’e yaptığı geziden sonra açıklayan İyad Allavi, bu geziden önce de ABD’nin Bağdat’taki sömürge valisi Büyükelçisi Zalmay Halilzad’la birlikte Kürdistan bölgesine gitmiş ve Kürt ittifakının yeni kurulacak koalisyona katılması için Barzani’den destek talebinde bulunmuştu.

Sömürge valisi Zalmay Halilzad’ın Bağdat’ta yapılan uluslararası konferansın hemen ardından Ürdün’ün başkenti Amman’a yaptığı sürpriz ziyaretin amacının da bu gelişmeyle ilgili olduğu belirtiliyor. Zalmay Halilzad’ın Ürdün ziyaretinin, Amman’da tedavi gören Irak “Cumhurbaşkanı” Celal Talabani’ye geçmiş olsun ziyareti olduğu açıklanmıştı.

Halilzad’ın Talabani’ye yeni oluşuma verdiği desteği ve Nuri el-Maliki hükümetinin değiştirilmesi konusundaki görüşlerini Talabani’ye aktardığını belirten siyasi gözlemciler, İyad Allavi’nin “Ulusal Kurtuluş Hükümeti” adlı bir plan hazırladığını ve bu plan doğrultusunda illere askeri valiler atamak üzere planlama yapıldığını belirtiyorlar.

Bu arada Kuzey Irak’taki Özerk Yönetimin Başkanı Mesut Barzani ile İyad Allavi, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz tarafından Riyad’ta buluşturuldu. Suudi Arabistan rejiminin amacı belli; Nuri el Maliki hükümetini saf dışı edip yeni bir kukla hükümet oluşturmaya çalışan İyad Allavi’ye Kürt partilerinin destek vermesini sağlamak.

Riyad dönüşü Erbil’de basın açıklaması yapan Mesut Barzani, Suudi Arabistan yönetiminin Kürtlerin haklarını desteklediğini, Suudi Arabistan’la ikili ilişkileri ve Irak’taki son durumu mütalaa ettiklerini ifade etti.

Barzani’nin sözlerinin somut bir temele dayanıp dayanmadığı belli değil, ama Suudi Arabistan rejiminin ezilen halklara dost olmadığı aşikâr. Hele Kürt halkına kesinlikle dost değildir. Çünkü uzun yıllar Saddam Hüseyin rejimine destek veren, ulusal-demokratik haklarını talep eden Kürtleri ise “hain” ilan eden bu şeriatçı rejimden başkası değildi. Dahası Suudi Arabistan rejimi, Kürt halkının katledilmesinin suç ortağı da sayılır. Zira Halepçe’de kullanılan kimyasal silahların Suudi Arabistan Riyaliyle alınmış olma ihtimali çok yüksektir. Nitekim Halepçe katliamı, Kuveyt işgaline kadar Suudi Arabistan toplumundan gizlenmişti. Medyanın devletin sıkı denetimi altında olduğu bu ülkede, Halepçe katliamının kamuoyu tarafından bilinebilmesi için Kuveyt’in işgal edilmesi gerekmişti.

Son dönemde Suudi Arabistan rejimi ve onun sermayesiyle yayın yapan medya kuruluşlarının Kürtleri “keşfetmesi” bir tesadüf değil. Şeriatçı rejim durduk yerde Kürt halkına dost olamayacağına göre, bu yoğun “ilginin” tek geçerli nedeni olabilir; o da, Nuri el Maliki hükümetini yıkma planına Barzani-Talabani önderliğindeki Kürt güçleri dâhil etme çabasıdır.

Bu hesabın tutup tutmayacağı henüz belli değil. Zira Suudi Arabistan’ı ziyaret eden Mesut Barzani, plana dâhil olmayacağını açıladı. Birleşik Irak İttifakı Lideri Abdülaziz el-Hekim’i telefonla arayan Barzani, Nuri el-Maliki hükümetini desteklediğini bildirdi. Irak “cumhurbaşkanı” Celal Talabani’nin de benzer bir tutum içinde olduğu bildiriliyor. Ancak ABD emperyalizminin Nuri el Maliki hükümetini yıkma konusunda ısrarcı olması halinde, Barzani-Talabani ikilisinin şimdiki duruşlarını korumalarının zor olacağını tahmin etmek güç değil.

Suudi Arabistan-Zalmay Halilzad-İyad Allavi oluşumunun Nuri el Maliki hükümetini yıkmaya muvaffak olup olmayacağı bilinmez, ama Riyad’taki kokuşmuş şeriatçı rejimin İran’a karşı Amerikan emperyalizmi adına çalışmaya karar verdiğine şüphe kalmamıştır.


 

Airbus çalışanları tüm Avrupa’da alanlardaydı!

 Avrupa Hava Savunma ve Uzay Şirketi EADS, geçtiğimiz günlerde AİRBUS’la ilgili yeniden yapılanma planı (Power 8) çerçevesinde 10 bin kişiyi çıkaracağını açıklamıştı. Buna göre Almanya’da 3.700, Fransa’da 4.300, İngiltere’de 1.100 ve İspanya’da 400 kişiyi işten çıkaracak; Almanya’da Varel ve Laupteim’deki fabrikalar ile Fransa’daki St. Nazaire fabrikalarını satışa sunacak; Nordenham’daki fabrikayı da tekelin bir ortağına devredecekti. Şu an Airbus işletmelerinde 57 bin kişi çalışıyor.

Buna karşı Almanya ve Fransa’da grevler, eylemlilikler, iş bırakmalar gerçekleştirildi. Avrupa Metal Sendikaları Birliği (EMB), 16 Mart günü yan sanayi kolları da dahil olmak üzere tüm çalışanlarını Avrupa çapında ortak bir eyleme çağırmıştı. Bu çağrıya uyan Alman, Fransız, İngiliz, İspanyol ve Belçikalı işçiler, 16 Mart günü Avrupa çapında alanlara çıktılar. Onbinlerce Airbus çalışanı, Power8 Programı’na karşı Avrupa çapında ortak iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Almanya’da 25 bin kişi grev ve yürüyüşlerle Airbus’ta tensikatları, işletmelerinin devredilmesi ve satılması planlarını protesto ettiler. Eylemde yapılan konuşmalarda “Bizler Almanya ve Avrupa’da Airbus çalışanları EADS tekeline karşı mücadele ediyoruz, birbirimize karşı değil”, “Güçlülüğümüz birliğimizde ve kararlılığımızda!” diyerek Fransız işçi kardeşleri ile omuz omuza mücadele edeceklerini vurguladılar.

Sadece Hamburg’da, Bremen, Stade, Buxtehude, Varel, Nordenham ve Laupheim işletmelerinden gelen 20 bin kişi alanlardaydı. Eylemlerde geniş bir gençlik katılımı dikkati çekiyordu. Varel’de grev kolu fabrika kapılarını yine tutmuş vve ateşler yakmıştı.

İG-Metal Şefi Jürgen Peters Hamburg’da yaptığı konuşmada “menejerlerin hatası ile ortaya çıkan maddi sorun işçilere fatura ediliyor” diyerek işten çıkarmaların gündeme gelmesi durumunda “sert mücadelelerden” bahsetti. Ama sadece Almanya’da değil, Fransa, İspanya ve İngiltere’deki işyerlerinde de aynı oyunlar oynanıyor.

Fransa’da 10 bin Airbus çalışanı greve giderek, alanlarda tensikatları protesto ettiler. 1100 kişinin işten atılacağı açıklanan Toulose’deki ana işletmelerde çalışan 7.500 işçi ve memur aileleriyle birlikte protesto yürüyüşü yaparken, yan sanayi kollarında çalışanlar da çağrıya uyarak greve gittiler..

Méaulte’deki Airbus çalışanlarının %80 i de grev çağrısına uyarak iki saat işi durdurdular.

Saint-Nazaire de çalışanlar işi bırakarak protesto yürüyüşü yaptılar.

Paris’teki protesto gösterisi ise EADS tekelinin önünde yapıldı. Buradaki gösteriye Belçika’daki Airbus’a mal üreten yan sanayi kolunda çalışanlar da katıldı.

Fransız sendikacılar yaptıktıkları konuşmalarda gerekirse eylemlerini sertleştirerek sürdüreceklerini vurguladılar.

İngiltere’de de Airbus çalışanları Avrupa çapında eylem günü çağrısına uyarak Chester’de protesto toplantısı yaptılar. 15 Mart günü de Broughton’daki işletmede 5 bin kişinin katıldığı bir toplantı gerçekleşmişti.

İspanya’da toplam 9 bin kişinin çalıştığı 3 işletmede 3 bin Airbus çalışanı “Tensikatlara ve fabrikaların kapanmasına hayır!” şiarı altında bir saat iş bıraktı. EADS’in İspanya’daki diğer 7 işletmesinde de dayanışma mitingleri yapıldı.

Airbus yanlış hesaplardan dolayı zarar ettiği ve rekabet etme kapasitesinin güçlenmesi için yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiği açıklamasının koca bir yalan olduğunu, Tüm İşyeri Temsilciler Meclisi Başkanı Rüdiger Lütjen açıkladı. Lütjen, “sipariş defterlerinin dolu olduğunu ve bu güzetildiğinde ne Toulouse ne de Hamburg’daki çalışanların işlerini kaybetmek zorunda olmadıklarını” açıkladı.

Gerçekte Power 8 bir yeniden yapılanma programı değil, tersine tekel için daha fazla kâr programıdır