23 Mart 2007 Sayı: 2007/11(11)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist işgalin dördüncü yılında Irak…
  Newroz’un gösterdikleri
Newroz Türkiye’nin dört bir yanında coşkuyla kutlandı
Emperyalist saldırganlık ülkenin dört bir yanında protesto edildi...
“Beyazıt ve Halepçe katliamlarını unutmadık, unutturmayacağız!”
 Eğitim-Sen alanlara çıkmaya hazırlanıyor!
  Tarımda yoksulluk, kentte yoksulluk -
Yüksel Akkaya
  Parti programımızda ulusal sorun / 2
II. Bölüm
  ABD taşeronlarının Filistin sorununa “çözüm” arayışı
  ABD ve İsrail’in İran ve Suriye’ye yönelik tehditleri - Abu Şehmuz Demir
  Kapkaç, hırsızlık, çetecilik, fuhuş, uyuşturucu, yolsuzluk ve çürüme...
  “Dünyanın Bütün Dillerini Konuşuyoruz!”
çağrısı İstanbul’un dört bir yanına yayılıyor!
  Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmamak için birleşik devrimci mücadeleye!
  Devrimci Yurtsever Gençlik, durumu,
görev ve sorumlulukları / III
  Bültenlerden...
  Pusulanız neyi işaret ediyor?
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emperyalist işgalin dördüncü yılında Irak…

Kapitalist barbarlık ve ezilen halkların direnme gücü!

ABD emperyalizminin halklara karşı ilan ettiği “süresiz savaş”ın Irak cephesi 20 Mart 2003’te açılmıştı. Saddam Hüseyin başkanlığındaki çürümüş rejim ve ordusunun utanç verici kaçışı sayesinde, emperyalist ordular kayda değer kayıplar vermeden kısa sürede başkent Bağdat’a girebilmiş, bu beklenmedik “başarı”, rambo kılığına bürünen neo-faşist çetenin başı Bush’un 1 Mayıs’ta “zafer” ilan etmesine neden olmuştu.  

“Model ülke” Irak

Ordularının çiçeklerle karşılanacağını varsayan Washington’daki savaş kurmayları, son model savaş uçağı ve tanklarla Irak halkını kurtaracaklarını, burada kuracakları “demokratik/müreffeh” bir yönetimin Ortadoğu’ya model olacağını öne sürmüşlerdi. Bu fanteziye göre, Irak’taki “örnek demokrasiyi” gören bölge halkları da “biz de isteriz, biz de isteriz” diye ABD’nin peşinden koşturacaklardı.

Kendinden fazlasıyla emin ve bir o kadar da küstah olan Bush liderliğindeki savaş kurmaylarının bu hesabı, Irak halklarının “direnmeyeceği” tezine dayanıyordu. Nitekim Bush’un yardımcıları bu ölümcül yanılgılarını sonradan itiraf etmek durumunda kaldılar. Bilindği gibi neo-faşist ekibin bu temelsiz “özgüven”i, savaşa başlarken BM ile diğer emperyalist güç odaklarının bir kenara itilmesine de neden olmuştu.

Kapitalist/emperyalist düzenin efendileri, işgalin üzerinden dört yıl geçtikten sonra Irak’ı gerçekten de “model ülke” yapmayı başardılar. Ancak bu “model” onların pazarladığı fanteziye hiç mi hiç uymuyordu. Zira dört yıllık işgalden sonra demokrasi, özgürlük, refah bir yana, gerçekte harabeye çevrilmiş, her tarafından ceset fışkıran bir Irak var bugün tüm dünyanın gözleri önünde.

İşgalin ardından şekillenen “Irak modeli”nin iki temel özelliği öne çıkıyor: Bunlardan ilki, emperyalizmin ne kadar acımasız, yağmacı, kibirli, barbar, yıkıcı, katliamcı bir düzen olduğuna dair oluşan veciz tablodur. Diğeri ise, ezilen halkların hiçbir koşulda işgalcilerin dayattığı köleliği kabul etmeyeceği, ne pahasına olursa olsun direnişin kaçınılmaz olduğudur. 

Amerikan savaş makinesine indirilen ağır darbe

Saddam Hüseyin rejiminin ABD’nin teşvik, destek ve yönlendirmesi ile 1980’de İran’a savaş açması, ülkeyi tüketen bu savaşın bitiminden sadece üç yıl sonra, 1991’de gerçekleşen körfez savaşında ABD öncülüğündeki emperyalit güçlerin Irak’ı tahrip etmesi, tüm bunların ardından on yıl süren vahşi bir ambargo…

Irak halkları peşpeşe gelen ve iki on yıl süren bu ağır yıkımların ardından bile kararlı bir direniş sergilemiş ve insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en güçlü savaş makinesini acze düşürmüştür. Üstelik Irak’ı işgalciler için bir bataklığa çeviren direnişe hala da Irak halklarının fiilen sadece bir kesimi katıldığı halde. Ve dahası, Irak direnişi bu kadarını devrimci bir önderlikten yoksun olmanın dezavantajlarına rağmen başarabilmiştir.

Dört yıllık işgalin sonunda görüldü ki, direnişin bu sınırlardaki bir başarısı bile, “yenilmez güç” diye lanse edilen Amerikan savaş makinesinin sahte imajını sarsmaya yetebiliyor. Kuşkusuz ki, Irak halkları devrimci bir önderlik etrafında kenetlenip ortak direniş sergileyebilseydi, emperyalist ordulara indirilecek darbe şimdikiyle kıyas kabul etmez boyutta etkili ve sonuç alıcı olacaktı.

Mezhepler arası kışkırtma ve işbirlikçilerin katılımıyla İran’a karşı cephe açma tehdidi

Ebu Garib, gizli işkence merkezleri, -Felluce’de olduğu gibi- Iraklılar’ın kimyasal silahlarla yakılması, salkım bombaları… Bunların hiçbiri ne direnişi zayıflatabildi, ne de işgal ordularının bataklıktan çıkmasını sağladı. Irak’ın bataklığa dönüştüğünü farkeden savaş kurmayları, hedefe ulaşmak için yeni planlar hazırlamaya veya önceden hazırlanan planları uygulamaya başladılar. Yeni plan mezhep çatışmalarının kışkırtılmasını, İran ve ona yakın duran Suriye, Hizbullah, Hamas gibi güçlerin hedef alınmasını esas alıyordu.

Siyonist İsrail’in Lübnan’a saldırısı yeni planın önemli bir aşamasıydı. Ancak İsrail savaş makinesinin ortaya konulan hedefler çerçevesindeki hezimeti, yeni planın ilk fiyaskosu oldu. Bu aşamadan sonra Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi Amerikancı Arap devletleri uğursuz rolleriyle sahneye çıktılar. İsrail saldırısını ilk defa açıktan destekleyen bu gerici devletler, ABD’nin İran’a karşı oluşturacağı “ılımlı Sünni koalisyon”un omurgasını oluşturacaktı. Apoletlisinden sarıklısına, eli kalem tutanından siyasetçisine bu cenahta yer alan herkes, emperyalist işgali görmezden gelip, Şiiler’in Sünniler’i baskı altına aldığını vaazetmeye başladı. Yüzbinlerce Iraklı’yı katleden işgalcilerin çizdiği rotayı izlemeye başlayan bu soysuzlar takımı, utanmadan “Sünniler’in hamiliği”ne talip olduklarını ilan ettiler. Ancak bu “hamilik” hiç de emperyalist/siyonist güçlerin Filistin veya Irak’ta işledikleri cinayetlere karşı halklar için değildi; tam tersine, emperyalist işgalcilerin hizmetinde, İran’ın yanısıra Irak’taki Şiiler ile Lübnan’daki Hizbullah’ın hedef haline getirilmesiydi sözkonusu olan.

Görünürde Sünniliğin merkezi olan Vahabi Suudi Arabistan rejimi, “Sünni” Filistin halkını 50 yıldır katleden İsrail’le işbirliği yapmaktan kaçınmıyor artık. Ne de olsa İran her iki tarafın “ortak düşmanı” sayılır. Dahası Ortaçağ kalıntısı bu rejimin, ABD emperyalizminin halkları birbirine kırdırma planının finansörü olduğunu ortaya koyan güçlü iddialar da var. Şeriatçı Suudi rejimi, bu tutumuyla hem halklar arasında kışkırtıcılık yapıyor, hem de Filistin ve Irak halklarına karşı işlenen ağır suçlara dolaysız şekilde ortak oluyor. Elbette Mısır, Ürdün rejimleri ile Ankara’daki Amerikancılar da aynı suçun ortaklarıdır. Mısır-Türkiye dışişleri bakanlarının bir ay içerisinde beş defa görüşmesi ve Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in Ankara ziyaretine hazırlanması, suç ortaklığının giderek pekiştirildiği kanısını güçlendiriyor.

ABD-İsrail ikilisi ile işbirlikçilerinin uygulamaya çalıştığı plan, bölgedeki tüm direniş odaklarının tasfiye edilmesini hedefliyor. Bu amaca ulaşmak için mezhep çatışmalarının yaygınlaştırılması, kirli savaş taktiklerinin uygulanması ya da yeni savaş cephelerinin açılması ihtimal dahilindedir. Bu ise tüm bölge halklarının geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Zira Irak’taki yangın heran bölge ülkelerinden birine sıçratılabilir.

Emperyalist/siyonist vebanın temizlenebilmesi için bölge halklarının birleşik/devrimci direnişi!

Mezhep çatışmaları ile kemirilen Irak direnişi, ABD savaş makinesini bataklığa sürükleyebildi, buna karşın halihazırdaki çizgisiyle emperyalizme karşı zafer kazanması neredeyse imkansız durumda. Çünkü bu haliyle direniş, ne mezhep çatışmalarının önüne geçebiliyor, ne de diğer halkları kucaklayabilecek bir program ortaya koyabiliyor. Yani direniş, Irak halklarını ilerici-devrimci bir program etrafında birleştirecek konum, nitelik ve kapasiteden yoksundur halen.

Gerek ABD’yle işbirlikçilerinin uygulamaya çalıştığı sinsi plan, gerekse de direnişin taşıdığı ciddi zaaflar, Irak halklarıyla devrimci dayanışmanın önemini bir kat daha arttırıyor. Bu yönüyle dayanışma eylemlerinin takvimlere bağlı kalınarak değil, belli bir sürekliliğe göre örgütlenebilmesinin ayrı bir önemi var. Direnişle dayanışma eylemleri, aynı zamanda ABD emperyalizmi ile işbirlikçilerinin yeni planını da hedef alacak perspektifle örülmelidir. Unutulmamalıdır ki, hedeflerinden biri mezhep çatışmalarını kışkırtmak olan bu plana karşı bölgesel çapta bir mücadele hattı örmek hayati bir önem taşımaktadır. Bu yönde atılacak önemli adımlardan biri, bölgedeki ilerici-devrimci güçler ve direniş odaklarıyla iletişim kanallarının kurulmasıdır. Sonrasında ise mümkün olduğu ölçüde paralel bir mücadele ve direniş hattının örülmesi yönünde çaba sarfedilmelidir.

Tekrar vurgulayalım ki, emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin Ortadoğu’yu hedef alan saldırıları, ancak bölge halklarının birleşik/devrimci direnişi ile püskürtülebilir.

Dört yılın ardından yaratılan“model ülke” tablosu…

Dört yıldır devam eden emperyalist işgal süresince 650 binden fazla Iraklı katledildi. 3 milyon Iraklı yaralandı. Bir milyonu ülke içinde, toplam 4 milyon Iraklı mülteci durumuna düşürüldü. 24 milyon nüfuslu ülkede, önceki savaşlar ve dört yıllık işgal sonucunda 2 milyon 300 bin kadının dul bırakıldığı tahmin edilmektedir. 

On milyarlarca dolarlık petrol gelirinin sistematik olarak yağmalandığı Irak’ta elektrik, su, kanalizasyon hizmetleri sağlanamıyor. Eğitim ve sağlık kurumları büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş. Yüzlerce akademisyen ve bilim insanı katledilmiş, bir o kadarı da canını kurtarmak için ülkeden kaçmıştır. Üretici güçleri tahrip edilen Irak’ta işsizlik oranı tam olarak bilinmemekle birlikte yüzde 40’ın üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

Dört yıllık bir yıkım savaşının ardından emperyalizmin Ortadoğu halkları için yaratmayı başardığı “model ülke”nin acı tablosu işte budur.