9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Bir cinayetin düşündürdükleri…

19 Ocak günü sermaye iktidarının katliamlar defterine yeni bir sayfa daha eklenmiş oldu. Hrant Dink katledildi. Bir Ermeni olduğu için, bir Ermeni olduğu gibi Ermeni sorunu karşısında açık ve net bir tutumun temsilcisi olduğu için, bu coğrafyada özgürlük ve demokrasi mücadelesi içerisinde yer aldığı, halkların kardeşliğini savunduğu, bütün saldırılar ve tehditler karşısında doğru bildiklerini savunmaktan vazgeçmediği için katledildi Hrant Dink. Bu coğrafyada ne çok Hrant Dink katledildi ve katledilmekte!

***

Bir insan düşüncelerinden dolayı öldürülünce ölüme ve ölen kişiye yabancılaşılır. Ölen kişinin düşünceleri fiziki varlığının-yokluğunun önüne geçer. Çünkü bilinir ki kurşunlar o kişinin bedenine sıkılmamıştır, o bedenin içinde filizlenmiş, o bedenden dışarıya çıkartılmış düşüncelere sıkılmıştır. Böyle bir yabancılaşma kötü değildir, aksine yüzbinlerin katıldığı bir cenaze töreninin içerisinde buruk bir gülümsemeyle yürüyebilmeyi sağlar. Bir cinayet, “keşke Uğur Kaymaz öldürüldüğünde sokağa çıksaydım” düşüncesini getirir insanın aklına. Bu kendi kendine sorulmuş “Hrant’ın ölümünü nasıl önleyebilirdim?” sorusuna verilmiş bir yanıt gibidir. Sonra Rakel Dink üzerine çıktığı minibüsten daha güçlü bir yanıt üretir ve der ki; “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz”!

***

Düşünceyi katleden bir cinayette kullanılan silahın tetiğinde 17 yaşında bir çocuğun parmak izi kalınca, “o yaşta bir çocuğa, tetiği çekmek için Trabzon’dan İstanbul’a o uzun mesafeyi kat ettiren nedir?” diye düşünülür istemsizce. Katilin devlet olduğu ne kadar bilince çıkartılırsa çıkartılsın, 17 yaşında bir çocuğun hangi saiklerle bu senaryoda yaptığı işten büyük bir gurur duyarak yer aldığı düşünülür. Bayrampaşa’da gerçekleştirilen karşılama töreni, emniyette çekilen posterlik fotoğraflar birer yanıttır. Ama yetmez. Sonra eğitim müfredatı, sonra sermaye düzeninin yıllardır sürdüregeldiği düşmanlık politikaları düşünülür ve bu coğrafyada çocuklara insanlıktan önce Türklüğün öğretildiği gerçeği çarpıcı bir biçimde açığa çıkar. Sonra bir bakılır, bir ulusun diğerlerini katletmesi bu ülkede yıllardır meşru bir hak gibi lanse edilmektedir. Bu durumda insan olamadan Türk olmuş bir genci harekete geçiren saikler bir bir açığa çıkmış olur.

***

Bir cinayet, bu koşullarda işlenmişse eğer ve sermaye iktidarı üstünü örtmekten bile acizse, katil bir devletin vatandaşı olmanın kişiye ne tür sorumluluklar yüklediği sorusunu getirir akla. Vicdan azabı duymanın yeri ve zamanı değildir. Çünkü burjuvazi elbirliği ile katliam karşısında açığa çıkan tepkiyi karalamaya girişmiştir. Daha önce Hrant Dink’i nasıl namlunun hedefine çaktıysa, bu kez de “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diyenleri bir bütün olarak hedef göstermekte, şoven zehrini cenazede yürüyen yüzbinlerin üzerine boşaltmaktadır. Türklük bilinci, ulusal çıkarlar, “vatan millet Sakarya” edebiyatları inceden inceye işlenmeye başlanmış, yeni Hrant Dink cinayetlerinin hazırlıklarına çoktan girişilmiştir. Katilleri kahramanlaştıran, doğruları yanlışlayan, insanı insana kırdıran bu düzen, iktidarının sürekliliği için yıllardır tuğlalarını özenle döşeyerek yarattığı şoven kalkanında tek bir delik açılmasın diye elinden geleni ardına koymamaktadır.

İşte atmosfer buyken kişinin üzerine düşen, karanlığı sorgulamak ama sorgulamakla kalmamaktır. Bu karanlık, karanlığa gizlenmiş kanlı düzen yıkılana, yerine kardeşliğin hüküm sürdüğü, insanın insana kulluk etmediği ve aydınlık bir dünya getirilene kadar mücadele etmektir.


Bir, iki, üç, altın top:

301 ve ne yapmalı?

Yüksel Akkaya

Belleksizlik kötüdür. Ondan daha kötüsü belleksiz olarak bir iş yapmaya kalkmaktır. Bu memlekette, sınıf mücadelesinin eşiklerini, yükseliş ve düşüş dönemlerini görmeden, bunları dikkate almadan yasaları daha “insani”, “demokratik” kılmaya çalışanlar hep olmuştur. Ancak, ceza yasasındaki 301. madde ile ilgili yaşanan körlüğü pek az yaşamış olmalıdır. Yasalar, sınıf mücadelesinin esaslarını belirlemek üzere çıkarılır. Burada belirleyici olan güçlü ve iktidarda olan sınıftır. Kapitalist bir toplumda yasalar mülkiyet hakkını garantiye almaktan başlar ve tüm düzenlemeleri de bu temelde yapıp, yaptırımlara bağlar. Örgütlenme hakkından mücadelesine kadar. Bunları bilmeden, Avrupa Birliği, ona üyelik süreci, demokratikleşme gibi anlamsız olgular üzerinden yasal düzenlemeleri tartışmak, ya tarihin sınıf mücadelelerinden ibaret olduğunu unutmaktır ya da bunu inkardır. Tersi için ise söylenecek hem çok şey var, hem de anlamsız olacağı için hiçbir şey yoktur.

Cumhuriyet’in erken tarihi, sınıf mücadelesinin henüz yeni yeni filizlendiği dönemdir. Bu nedenle sınıf mücadelesinin aktörlerine verilen cezalar da bugün ile kıyaslandığında komik denilecek kadar azdır! Ama, bu yönetenlerin akılsızlığından değil, sınıf mücadelesinde henüz ağır cezayı gerektirecek bir yükselişin yaşanmamasından kaynaklanır. Öyle ki, 1930’lu yılların ortasında Hikmet Kıvılcımlı, TKP’yi bu düşük cezalara rağmen aktif olmamakla, yer yer uygun koşullar olmasına rağmen legal olanakları kullanmamakla itham eder. “Bir broşürün cezası altı ay ise buna katlanmak gerekir” derdi. Haklı idi. Nitekim, sınıf mücadelesinin yükseldiği ya da potansiyel tehlike olarak algılandığı dönemlerde militan işçilere, komünistlere verilen cezalar da arttırılmıştır. 1940’lı yıllar ve 1950’li yıllar bunun iyi bir göstergesidir. Ünlü 141 ve 142. maddeleri belki bugün bir tek yaşı 45 ve üstünde olanlar anımsıyordur. 141 ve 142. maddenin cezasının az bulunduğu zamanlarda bir de Anayasa’yı ihlal ve benzeri suçlar uydurulurdu ki sonu ya müebbet hapis ya da idamla sonuçlanırdı. Ama, bu maddelerin en acımasız ve zalim olarak uygulandığı, hukukun çiğnendiği dönemler hep sınıf mücadelesinin keskinleştiği anlar olmuştur.

Bir ülkede sınıf mücadelesinin ulaştığı boyutu görmek için ceza yasalarındaki yaptırımlara ve mahkeme kararlarına bakmak lazım. 1970’lerin ikinci yarısı ve 1980’lerin ilk yarısındaki yaklaşık on yıllık süreç bu mücadelenin ne kadar çetin geçtiğine tanıktır. Bu nedenle bugün ceza yasasının 301. maddesini tartışanlar belleklerini tazeleyip, meseleye mutlaka buradan bakmalıdır. Peki, bakılıyor mu?

Bugün, sınıf mücadelesinin ulaştığı uğrakta tartışılması ve gündemde tutularak değiştirilmesi gereken pek çok madde varken, nedense onlardan çok da önemli olmayan 301. maddeye saplanılıp kalınmıştır. Kuşkusuz 301. madde bir utançtır. Elbette düşünce özgürlüğünün önünde bir engeldir. Mutlaka ve mutlaka değiştirilmek yerine toptan kaldırılmalıdır. Ama, asıl önemlisi, 301. maddeden daha zalim maddeler de vardır. Bugün sınıf mücadelesinin pek çok yiğit militanı, önderi, mücadelecisi bu zalim yasa maddeleri ile çok ağır cezalara çarptırılmıştır. Asıl sorun da burada yatmaktadır. Sınıf mücadelesine ağır yaptırımların uygulandığı bir yerde nice 301 ve benzeri maddeler ile de korkutucu olmasa da “ürkütücü” sembolik cezalar verilir. Sınıfın hakkını hukukunu savunmadan, geriye kalanların hakkını hukukunu savunmak imkansızdır. Bu nedenle 301. maddeye yönelik muhalif çalışma yapanlar, bir kez daha belleksiz kalmaktan vazgeçip, meselenin sınıf boyutunu görerek, köklü bir mücadele vermek zorundadır. Yoksa, 141, 142 gider 301 gelir, 301 gider 401 gelir, o gider 501 gelir, tıpkı kot numaraları gibi. Ceza kanunlarında numara bitmez!

Şimdi, Terörle Mücadele Yasası’nı 301 ile birlikte tartışmanın zamanıdır. Şimdi, sendikal örgütlenme ve faaliyetleri için biçilen cezalar ile 301’i birlikte tartışma zamanıdır. Şimdi, sınıfa düşman olan tüm yasa maddelerini 301 ile örtüştürerek, mücadeleyi ve muhalefeti daha köklü ve anlamlı kılmak zamanıdır. Tersi, buza yazılmış yazıdan ibaret kalacaktır ki, bu durumda 301 tek başına değişse ne olur kalksa ne olur; sonuçta yeni bir numara bulunup, değişik bir versiyonda bir daha karşımıza çıkar. Öyleyse, sınıf eksenli bir bakışı mücadelenin ve muhalefetin merkezine oturtmaktan başka çaremiz yok. Başta KESK ve DİSK’e daha sonra TTB ve TMMOB gibi meslek örgütlerine ve devrimci, sosyalist muhaliflere düşen de bundan başka bir şey olmamalı.