9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Çocuk bakımı toplumsal bir sorumluluktur!..

Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!

Kadın sorunu tarih sahnesine özel mülkiyet ve toplumun sınıflara bölünmesi ile çıktı. Sınıflı toplumlar varolduğu sürece kadının çifte sömürüsü biçim yönünden değişse bile özü bakımından hep aynı kalacaktır.

Kapitalist sistemde de kadın, daha önceki sınıflı toplumlarda olduğu gibi, çifte sömürüye maruz kalır. Yani kadın hem sınıfsal, hem ulusal, hem de cinsel kimliğinden dolayı ezilir. Kadının ikinci sınıf olarak görülmesi toplumsal hayatın tüm alanlarında kendini gösterir. Günümüzde en gelişmiş burjuva demokrasisine sahip ülkelerde bile ailenin reisi tartışmasız biçimde erkektir. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte kadın ikincil konuma itilmiş, çocuk bakımı ve ev işleri kadının görevi olarak biçilmiş, eve hapsolan kadın üretim sürecinden uzaklaştırılmıştır. Sanayi devriminin ardından ise kadın, kapitalizmin ihtiyaçları çerçevesinde, modern üretim alanına ucuz işgücü olarak sürülmüştür. Erkekle aynı işi yapıyor olsa dahi ikincil cins konumu devam etmiş, daha az ücretle çalıştırılmış, iş yaşamında vasıfsız eleman olarak konumlandırılmış, beceri ve eğitim gerektirmeyen işlerde sorumluluk verilmiştir. Bugün modern burjuva toplumunda kadın çalışma yaşamına katılmış olsa da, hala kendisine biçilen toplumsal rolden kurtulamamıştır. Bunların başında da çocuk bakımı gelmektedir.

Kadın insanoğlunun doğurgan cinsidir, insan neslinin çoğalması kadın sayesinde olabilmektedir. Çocuk doğurmak toplumun kendini sürdürebilmesinin olmazsa olmaz koşuludur, dolayısıyla analık toplumsal bir işlevdir. Bunun böyle olduğu koşullarda, çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi sadece ailenin, daha özelde ise kadının sorumluluğunda olmamalıdır. Çocukların bakımı toplumsal bir sorumluluk olarak ele alınmalı, toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülebilmelidir. Oysa modern burjuva toplumda da çocuk bakımı kadının üzerinde ağır bir yüke dönüşür, onu toplumsal yaşama ve üretime gereğince katılmaktan alıkoyar.

Ağır ve uzun süreli bir yük haline gelen çocuk bakımı kadının üretime katılmasının önüne geçmektedir. Kapitalizm koşullarında sınırlı da olsa katılabileceği sosyal ve kültürel etkinlikler de ev işleri ve çocuk bakımı nedeniyle neredeyse imkansız hale gelmektedir. Kadın ev işleri ve çocuk cenderesi arasında sıkışıp kalmıştır ve bu onu hem fiziksel, hem de psikolojik olarak yıpratmaktadır. Sağlık sorunları, sosyal yaşamın ve eğitim süreçlerinin dışında kalması kadının yıpranmışlığını daha da katmerleştirmektedir. Bu durum çocukları da olumsuz yönde etkilemektedir. Çünkü çocukların sosyalleşmesi, paylaşmayı, üretmeyi vb. öğrenebilmesi küçük yaşlarda kazanılması gereken özelliklerdir. Ama zaten birçok yönden ağır koşullara mahkum edilen kadınlar, çocuğun yetişmesi için gerekli olan koşulları evde kendi başına sağlayamaz. Yoksulluk ve sefaletin derinleştiği kapitalist sistemde ağır yaşama ve çalışma koşulları altında ezilen kadınlar çocuklarını kreş ya da bakımevi gibi kurumlara gönderememektedir.

Oysa mahallesinde çocuğuyla ilgilenecek, sosyal ve kültürel açılardan çocukları eğitecek, nitelikli, sağlıklı, ücretsiz kreşlerin olması, hem çocuğun sosyalleşmesi, hem de annenin yükünün azalması bakımından büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Böylelikle çocuk bakımının ağır yükünden kurtarılan kadının üretime katılmasının da önü açılacaktır. Bu durum kadının kendine güven kazanmasını sağlayacaktır. Elbette toplumsal alanda bir yığın sorun dururken bir tek sorunun çözümü çok bir şey ifade etmemektedir. Ama bu talebin kazanılması, eve hapsolmuş kadın için de özgürleşmesinin önündeki engellerin bir nebze olsun hafiflemesi anlamına gelmektedir.

Kapitalist sömürü çarklarında gece gündüz demeden çalışan işçi kadınlar için durum iki kat daha zordur. Zira üretimde yer alan emekçi kadınlar da yine sistemin kadına biçtiği toplumsal rollerini devam ettirmektedirler. Gün içinde ağır çalışma koşullarıyla boğuşurken, akşam eve gittiklerinde de ev işleri ve çocuk bakımıyla uğraşmaktadırlar. Emekçi kadınlar hem patronları tarafından hem de evde onu bekleyen yükler tarafından iki kere ezilmektedirler. Çalışan kadınlar çoğu durumda yine çocuk bakımı yüzünden bir yığın sorunla boğuşmaktadırlar. Çalıştıkları için çocuklarının bakımını üstlenecek birisi gerekmektedir. Eğer evde çocuğuna bakacak birisi yoksa, kreşe ve bakıcıya verecek para da olmayınca kadınlar yine iş yaşamının dışına itilmektedirler.

Bugün tüm işçi sınıfına kölelik dayatan iş yasasında bu soruna ilişkin bazı maddeler bulunmaktadır. İş yasasına göre işyerinde kreş açma zorunluluğu vardır. Ama bu zorunluluk 150’den fazla kadın işçinin çalıştığı yerler için geçerlidir. Patronlar bu “zorunluluğu” kârlarını artırmanın önünde bir engel olarak gördükleri için çoğu zaman kadın işçi sayısını 149’da bile tutabilmektedirler. Bugün birçok fabrikada bırakalım kadın işçi sayısını, toplam işçi sayısı bile bu rakamlara ulaşmıyor. Yani 150’den az kadın çalışan hiçbir işletmede kreş açılamıyor. Çünkü yasa bunu güvence altına alıyor. Böylesi bir durumda çocuğunu bırakacak yeri olmayan kadın, iş yaşamının dışına itilerek gerisin geri eve hapsolmakla yüzyüze kalmaktadır.

150’den az kadın işçi çalıştıran patronları kreş açmaktan muaf tutan iş yasası dahi gözünü kâr hırsı bürümüş kapitalistler için yetmiyor. Son dönemde patronlar her zamanki teranelerini okumaya devam ediyorlar. “İstihdam üzerindeki yüklerin azaltılması” bahanesiyle emzirme odaları ve kreş zorunluluğunun kaldırılması için uğraşıyorlar. Önce emzirme odası ve kreş açılması için sayı zorunluluğu getiriliyor. Sonrasında ise zamanla sayıya bakılmadan bu hak ortadan kaldırılıyor.

Kapitalist sistemin yaşadığı yapısal krizler de ilk olarak kadınları vuruyor. Çünkü ilk işten atılanlar kadın işçiler oluyor. Böylece kadına yüzyıllardır biçilen rol yeniden dayatılıyor. Evine geri dönmesi söyleniyor, analık ve ev kadınlığı görevi hatırlatılıyor. Kadının yaşamı tekrar bir kıskaç altına alınıyor. Ve bu durum döne döne tekrarlanıyor.

Ev işleri, çocuk bakımı gibi toplumsal iş bölümü ile çözülebilecek sorunlar kadının omuzlarına yıkılıyor. Oysa bugünün kapitalist toplumunda bu koşulların oluşturulmasına yetecek bütün kaynaklar mevcut. Hatta kimi gelişmiş kapitalist ülkelerde bu haklar belli ölçülerde karşılanmaktadır da. Ancak bu haklar kapitalistler tarafından bahşedilmiyor. Çoğu kapitalist ülkede işçi sınıfının uzun yıllar boyu verdiği zorlu mücadelelerin ardından bu haklar kazanılmıştır ve mücadele edildiği ölçüde korunabilmektedir. Çünkü kapitalist sistem bunalım dönemlerinde ve sınıf mücadelesinin gerilediği koşullarda kazanılmış tüm haklara azgınca saldırmakta, adım adım hepsini geri almaktadır.

Bugün yaşadığımız coğrafyada burjuvazinin sorunlarımızı çözebilecek, taleplerimizi karşılayabilecek olanakları elbette var. Emekçi semtlerinde, işyerlerinde istenilen düzeyde kreşleri rahatlıkla açabilirler. Ama bu onlar için “gereksiz bir yük” olacağından bunu tercih etmezler. Üç kişinin yapacağı işi bir kişiye yaptırıp daha az ücret vermek dururken neden durduk yere kadını çalışma yaşamına katsın ve üstelik bir de bunun için kreş açsın? Kapitalist kendi çıkarlarını, kârına daha fazla kâr katmayı düşünecektir.

Ama biz sömürücü asalakların çıkarına göre değil hak ve taleplerimiz doğrultusunda hareket etmeliyiz. Bütün diğer sorunlarda olduğu gibi çocuk bakımında da kısmi de olsa kadının üzerindeki yükün kaldırılabileceğini biliyorsak, bunu talep etmekten uzak durmamalıyız. Talep ettiğimiz koşullarda elbette bize “alın sizin olsun” demeyeceklerdir. Hakları kazanabilmek dişe diş bir mücadelenin sonucunda mümkündür. Bunun için bugünden başlayarak hem işyerlerimizde, hem de mahallelerimizde toplumsal yaşamın tüm alanlarda kadın-erkek eşitliği için, her semtte ve işyerinde ücretsiz, nitelikli, sağlıklı kreş hakkı için mücadele etmeliyiz.

Özel mülkiyet düzeni ortadan kalkmadıkça, kadının yaşadığı sorunların da ortadan kalkması mümkün değildir. Kadın ancak sosyalist bir toplumsal düzen tarafından özgürleştirilebilir. Sosyalist bir toplum mücadelesi ise bugünden haklı ve meşru taleplerimizi elde etme hedefiyle yüreteceğimiz mücadeleninin kazanımları ile ilerleyecektir.