9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Başkanlar Kurulu kararları ışığında

DİSK ve 2007

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nun 25 Kasım 2006 tarihli toplantısından sonra yayınlanan sonuç bildirgesi şu satırlarla bitiyordu:

“Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçim dönemini de kapsayan bir yıllık sürenin Türkiye’de önemli gelişmelere neden olacağı açıktır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemin siyasal gelişmeler yönünden de değerlendirileceği ve bu sürece ilişkin olarak DİSK kararlarının temellendirileceği Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısı Ocak 2007’de yapılacaktır.”

Sözkonusu Genişletilmiş Başkanlar kurulu toplantısı belli bir gecikmenin ardından nihayet 2-3 Şubat tarihlerinde yapılmıştır. DİSK, bu tür toplantıları genelde aynı gün kamuoyuna duyurmaktaydı. Bu kez öyle olmamıştır. 3 Şubat’ta tamamlanan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nda alınan kararlar, “DİSK GENİŞLETİLMİŞ BAŞKANLAR KURULU (Şubat 2007) KARARLARI” başlığıyla 7 Şubat günü konfederasyonun internet sitesine konularak kamuoyuna açıklanmıştır.

Açıklanan kararlara bir bütün olarak bakacak olursak, DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu bir önceki toplantısında ele aldığı kimi başlıkları daha da ayrıntılandırıp somutlaştırmış, Hrant Dink’in katledilmesi gibi yeni gelişmeler üzerinden de belli görüşler açıklamıştır. Son aylarda AKP hükümetini hedefe koyan DİSK yönetiminin bu kez de alışkanlığını bozmadığı ve pek çok karar maddesinde AKP’yi eleştirdiği görülmektedir. Buna karşılık karar metninde Cumhurbaşkanlığı seçimine hiç değinilmemesi ve milletvekili genel seçimlerinden sadece bir yerde, o da geçerken, söz edilmesi dikkat çekmektedir.

DİSK’in faili belli cinayetler karşısındaki titrek tutumu

DİSK Başkanlar Kurulu’nun karar metninde ilk iki madde, Hrant Dink’in katledilmesi üzerinden “politik cinayetler”e ayrılmıştır. “İçinde bulunduğumuz günlerde ülkemizde yaşananlar, toplumsal barışı tehdit eden bir nitelik kazanmıştır. Yönlendirildiği anlaşılan gelişmeler, olayları kaygı veren bir boyuta taşımaktadır” tespitiyle başlayan 1 numaralı kararda Türkiye’de yıllardan beri “toplumsal muhalefetin susturulması, bastırılması ve etkisizleştirilmesi”ni hedefleyen “politik cinayetler”in işlendiği belirtilmektedir. Bunlardan en önemlisinin de 1 Mayıs 77 katliamı olduğu belirtilmektedir.

“Politik cinayetler” konusunda DİSK’in iki pratik önerisinin olduğu görülmektedir. Birincisi “Hrant Dink cinayetinin gerisindeki ilişki ağının ortaya çıkarılması, katil ve azmettiricilerinin yargılanmalarının tam bir açıklıkla” yürütülmesidir. Diğeri ise “başta TCK’nın 301. Maddesi olmak üzere” yasalardaki antidemokratik hükümlerin kaldırılmasıdır.

DİSK’in karar metninde “politik cinayetler” olarak tanımlanan tüm bu katliamların arkasında sermaye devletinin kanlı karanlık birimlerinin bulunduğunu bugün artık herkes şu ya da bu ölçüde bilmektedir. Gene Hrant Dink’in katledilmesinin de aynı zincirin bir devamı olduğunu gösteren kanıtlar şu günlerde ortalığa dökülmüş durumdadır. Dolayısıyla tıpkı bundan öncekiler gibi Hrant Dink cinayetiyle ilgili soruşturmaların da birkaç tetikçi kurban edilerek kapatılacağı, soruşturmaların bundan öte kayda değer bir sonuç vermeyeceği yaygın ve haklı bir görüştür.

Bütün bunlar ortadayken ve bilinmekteyken DİSK Başkanlar Kurulu’nun bu gerçekleri daha açık bir biçimde dile getirmekten kaçınması, Kemal Türkler’in ve diğerlerinin katillerini “sis perdesi” arkasında araması, bu konuda titrek bir tutum aldığını, bilip de bilmezden geldiğini göstermektedir. Sermaye devletinin eli kanlı odakları karşısında bu türden titrek bir tutum takınan DİSK’in her fırsatta dile getirilen 12 Eylül rejimiyle hesaplaşma iddiası da havada kalmakta, hiçbir inandırıcılık taşımamaktadır. Bu kadarla gene fazla sorun yok. Öte yandan DİSK’in meselenin çözümünü soruşturmaların kararlılıkla yürütülmesine ve birkaç yasal değişikliğe bağlayan tutumu, sermaye devletinin eli kanlı kimliğini gizleyen, onu meşrulaştıran bir işlev de taşımaktadır.

Hükümet eleştirisi mi seçim bildirgesi mi?

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu kararlarının ilk üç maddesinde bir saptama dikkatleri çekecek biçimde tam üç kez yineleniyor. Buna göre yaşanan gelişmelerin “kaygı veren” bir boyut kazanmasında hükümetin önemli bir payı vardır. AKP hükümeti “sorumluluk üstlenmek yerine, olaylardan ve gelişmelerden şikayetçi” olmaktadır. Hükümet “siyasi tercih yapmaktan ve inisiyatif kullanmaktan” kaçınmaktadır. Yapay gündemler ve “iktidarın inisiyatif almaktan kaçınan tutumu, toplumda belirsizlik, kaygı ve korku duygusu”nun yaygınlaşmasına neden olmaktadır.

Bu vurgulardan da anlaşılacağı üzere DİSK, hükümetin siyasi tercih yapmamasından ve inisiyatif almaktan kaçınmasından fena halde şikayetçidir ve bu durumu eleştirmektedir. Tersinden okuyacak olursak, DİSK yönetimi AKP hükümetinin inisiyatifli davrandığı, sorumluluk üstlendiği ve gelişmelere müdahale ettiği takdirde birçok sorunun çözüleceğini, hiç değilse bu ölçüde ağırlaşmayacağını düşünmektedir.

Fakat 3 numaralı kararın tamamı bütünlüklü olarak ele alındığında, DİSK yönetiminin hiç de AKP hükümetini inisiyatifli davranmaya ve sorumluluk almaya çağırmak gibi bir niyetinin olmadığı görülmektedir. Sözünü ettiğimiz maddede DİSK yönetimi AKP iktidarının hükümet olduğu süreç içinde “İşsizlik, düşük ücret, eğitimde eşit fırsatlardan yoksunluk, yetersiz sağlık hizmeti, güvenli gelecek beklentisi, ülke varlıklarının ve doğal kaynakların hoyratça tüketilmesi” gibi sorunları daha da büyüttüğünü, bütün sorunların “demokrasi, özgürlük, sosyal adaleti gerçekleştirecek doğrultuda çözümlenmesi”nin ise bütün toplumsal kesimlerin beklentisi haline geldiğini vurgulamaktadır. Maddenin devamında yer alan “Önümüzdeki dönem yaşanacak olan seçimlerde sonuçları belirleyecek olan, bizlerin de talepleri olan bu beklentilerin karşılanması için ortaya konacak çözüm önerileri olacaktır” cümlesiyle de asıl amaç daha belirgin şekilde ortaya konulmaktadır.

DİSK yönetiminin beklentisi olan “çözüm önerileri”ni seçimler döneminde kimlerin program haline getirip savunacağı da artık bir sır değildir. Kısacası DİSK yönetimi genişletilmiş Başkanlar Kurulu kararları içerisine küçük bir seçim programı sıkıştırmıştır. 10 Aralık Hareketi’nin siyaset sahnesine çıkmaya hazırlanmasından bu yana DİSK yönetimi AKP hükümetini bir siyasal rakip olarak algılamakta ve eleştirilerini bu zemin üzerinden yöneltmektedir. Ele aldığımız karar metninin özellikle ilk bölümleri bunun yeni bir halkası durumundadır. Süreç ilerledikçe bu durum daha açık bir biçimde görülecek, kaçınılmaz biçimde de DİSK ve sınıf hareketi içinde bazı tartışmaların ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

Sınıf hareketinin gündemi ve DİSK

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu karar metni dördüncü maddeden onuncu maddeye kadar olan bölümde sınıf hareketinin bazı temel gündem maddelerini ele almaktadır. Konfederasyon yönetimlerinin alışılmış toplantı sonuç bildirileriyle kıyasla elimizdeki metin bu konuda oldukça kapsamlı ve somut bir içerik taşımaktadır. Şimdi mümkün olduğu kadar özet bir biçimde bu maddelerde neler söylendiğine yakından bakalım.

4. maddede mevcut 2821 ve 2822 sayılı yasaların sendikal hakların önünde engel olduğu belirtilmekte, patronların bu yasalarda yapılacak değişikliğin bedeli olarak kıdem tazminatı hakkının gaspını gündeme getirdiği belirtilerek, bu dayatmanın reddedildiği vurgulanmaktadır. Ayrıca DİSK bundan böyle 2821 ve 2822 sayılı yasalarla getirilen engelleri tanımayacağını, örgütlenme ve sendikal çalışmaların uluslararası sözleşmelerin tanıdığı haklara dayanılarak yürütüleceğini açıklamaktadır.

Ne var ki bu keskin ve kararlı söylemin arkası önemli ölçüde boştur. Çünkü “Sendikal hak ve özgürlükler, uluslararası hukuktan kaynaklanan temel haklardır” dediğiniz yerde sizin sınırlarınızı gene de sermayenin hukuku çiziyor demektir. Oysa sendikal hak ve özgürlükler hiç de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklar değildir. Bu hakları işçi sınıfı bedeli hayli ağır uzun mücadeleler sonucunda kazanmıştır ve kapitalizmin “uluslararası” hukuku belli bir noktadan sonra bunları kayda geçirmek ve tanımak durumunda kalmıştır. Üstelik bu işi bile sözkonusu hakların kullanımını mümkün olduğu ölçüde zorlaştırarak, içini boşaltarak yapmaya özen göstermiştir.

Dolayısıyla şayet DİSK sendikal hak ve özgürlükler noktasında sınıfın karşısına dikilen engelleri çiğnemek istiyorsa ve bu niyetinde birazcık olsun samimiyse sırtını ILO normlarına değil sınıfın mücadelesinin gücüne dayamalı, bu büyük gücü açığa çıkartabilmenin, örgütleyebilmenin derdine düşmelidir.

Beşinci maddede Anayasa Mahkemesi’nden dönen SSGSS yasası ile ilgili görüşler ortaya konulmaktadır. DİSK yönetiminin muhtemelen yaz aylarında gündeme gelecek sosyal yıkım saldırısı ile ilgili bir mücadele ve eylem programı belirlemediği görülmektedir. Bu konuda tek söylenen iptal edilen yasanın sendikalar tarafından dile getirilen talepler dikkate alınarak yeniden düzenlenmesidir. Bu noktada Anayasa Mahkemesi’nin belirlediği sınırlara uyulması konusunun ayrıca vurgulanması ise bir işçi sendikası için fazlasıyla gariptir.

Altıncı maddede geçen yıl hükümet tarafından onaylanan Avrupa Sosyal Şartı’nın onay sürecinin tamamlanması ve konulan çekincelerin kaldırılması talep edilmektedir.

Yedinci maddede tüm çalışanlar için ortak çalışanlar yasası talebi dile getirilmektedir. İçeriği sınıfın ve emekçilerin acil istemlerine ve çıkarlarına dayalı olarak ayrıntılandırılmak koşuluyla ortak çalışanlar yasası talebi olumlu karşılanabilir. Fakat DİSK yönetiminin bu talebi daha çok DİSK ile KESK’in birlikteliği olarak anladığı ve istediği bilinmektedir.

Sekizinci maddede 2007 yılı boyunca DİSK’in 40. kuruluş yıldönümünde etkinlikler yapılacağı belirtilmekte, kutlamaların DİSK geleneğinin ve örgütlenmesinin tanıtılmasına, örgütlenmesinin yükseltilmesine yönelik olacağı vurgulanmaktadır.

Dokuzuncu maddede 1 Mayıs kutlamalarına değinilmektedir. Bugünkü pratik öneminden dolayı tümüyle aktardığımız maddede şunlar söylenmektedir.

“1 MAYIS 2007, siyasal geçmişimizde ve DİSK’in 40 yıllık mücadele tarihinde önemli bir köşe taşı olan 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılıdır. Bu tarih, DİSK açısından son derece önemlidir. DİSK, bu yıl 1 Mayıs’ın, “77 Katliamı”nın ardındaki gerçeklerin ortaya çıkarılması ve sanıklarının yargılanması talepleriyle, özüne, geleneklerine ve mücadelesine uygun bir şekilde Taksim’de kutlanması konusunda kararlıdır.”

Hangi niyetle hareket ediyor olursa olsun, DİSK yönetiminin 1 Mayıs 2007 kutlamalarını Taksim’de gerçekleştirmeye dönük olarak ortaya koyduğu bu “kararlı”lığın altı mutlaka çizilmelidir. DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nun son toplantısında aldığı en önemli ve somut kararlardan biri kesinlikle budur.

Belli bir aşamadan sonra DİSK’in bu konudaki kararını ortada bırakıp bırakmamasının fazla bir önemi de yoktur. Eğer devrimci hareket ve sınıf içerisindeki ilerici devrimci güçler kendi üzerlerine düşen görevleri gerektiği ölçüde yerine getirmeyi başarabilirlerse bu yıl 1 Mayıs’ı daha ilerden kazanmanın önü açılabilir. DİSK’in kararı bu konuda belli bakımlardan uygun bir zemin ve meşruluk yaratabilecek niteliktedir ve mutlaka bu yanıyla ele alınmalıdır.

2007 tercih yılı olacak; “D”İSK mi DİSK mi?

Genişletilmiş Başkanlar Kurulu kararlarının son üç maddesi Irak’ın işgalinin yıldönümü dolayısıyla yapılacak eyleme katılım, Kürt sorunu kapsamında geçtiğimiz ay yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” konferansına dair görüşler, F tipi cezaevleri ve küresel ısınma gibi diğer temel gündemlerle ilgili.

Toplamına bakıldığında, DİSK yönetiminin 2007 yılını hem önümüzdeki genel kurullar sürecine dönük bir hazırlık dönemi olarak gördüğü, hem de daha önce vurguladığımız gibi milletvekili genel seçimlerine dair kimi hesaplar yaptığı anlaşılmaktadır.

Konfederasyon ve sendika yönetimlerinin toptan ve bir bütün olarak aynı kaygılarla hareket ettiği iddia edilemez elbette. Fakat Süleyman Çelebi ve onunla aynı sendikal-siyasal anlayışı paylaşan ekip için bu söylenenlerin fazlasıyla geçerli olduğu da ortadadır. Süleyman Çelebi şu son zamanlarda DİSK üyelerini ve genel olarak da bütün işçileri birer oy pusulası olarak görmektedir. Çizilmeye çalışılan kararlı, mücadeleci DİSK yöneticisi portresinin gerisinde bu oy pusulalarına dönük hesapların küçümsenemez bir payı vardır.

Durum öyle gösteriyor ki, konfederasyonlar ve bunların içinde de DİSK, 2007 yılı içerisinde hem düzen siyasetiyle hem de sınıf hareketiyle ilgili belli başlı tüm gelişmeler üzerinden gündeme bir biçimde gelecekler. Genel kurullar bu yoğunlaşmayı daha da arttıracak. Bu arada Süleyman Çelebi ve ekibinin ince planlarının tersine dönme ihtimalini de yabana atmamak gerekir. Özellikle keskin dönemeçlerde toplumsal gelişmelerin nasıl şekilleneceğini önden kestirmek çok da kolay değildir. Her durumda 2007 yılı “D”İSK’in düzen sendikacılığında daha derinlere mi yol alacağını yoksa yeniden DİSK olmak yolunda farklı bir rotaya mı gireceğini daha rahat anlayacağımız bir süreç olmaya adaydır. Ortaya çıkacak sonuç, sınıf devrimcilerinin, işçi sınıfının davasına inanan güçlerin kritik süreçlerde ortaya koyacakları müdahale ve mücadele gücüne bağlı olarak şekillenecektir.

Sınıf devrimcileri bu süreçleri hem düzen içi sendikal anlayışlarla hesaplaşmanın, onları etkili biçimde teşhir etmenin bir imkanı olarak görecekler. Hem de sınıf hareketini devrimci temellerde yeniden inşa etme, sendikaları sınıfın mücadele örgütleri haline getirme yolunda güç ve deneyim biriktirmenin imkanları olarak değerlendirmeye çalışacaklardır.


Mensa patronunun pervasızlığı ve sendikanın ihaneti...

“Sendikacılar ya görev başına
ya kapı dışına!”

MENSA patronu Mehmet Ulutaş, kendisini “örnek patron” ilan eden DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ye ne kadar iyi bir patron olduğunu gösterircesine, geçtiğimiz yıl işçilerin tüm kazanımlarını gasp etmiş, sendika temsilcileri dahil çalışanların önemli bir kısmını kapı dışarı etmişti.

Bununla da yetinmeyen MENSA patronu Mehmet Ulutaş, bir yandan işten atılmalar konusunda işçileri suçlarken, diğer yandan da evrakta sahtecilik yaparak yargı sürecini etkilemeye çalışmıştı. Tüm bunlar yaşanırken, DİSK yönetimi işçilere sahip çıkmak bir yana, direnişe geçmek gerektiğini düşünen işçileri de “eğer benim inisiyatifim dışında iş yaparsanız sizi sahiplenmem” diyerek tehdit etmişti.

Aradan geçen süreçte patronla oturup yemek yemek ve iltifatlarda bulunmak dışında bir şey yapmayan Süleyman Çelebi’nin aksine işçiler çeşitli eylemler yapmışlar, ancak sendikanın uzlaşmacı çizgisi nedeniyle başarıya ulaşamamışlardı. Buna rağmen yasal yollara başvuran işçilerin mahkemeleri sonuçlanmaya başladı. Gerek Bölge Çalışma İl Müdürlüğü’nün gerekse de mahkemelerin atadığı bilirkişi ve müfettişlerin yaptıkları araştırma ve hazırladıkları raporlar, hükümetle yakın ilişkilerde bulunan patronun evrakta sahtecilik yaptığını da ortaya koyuyor.

İşten atılan işçiler 8 Kasım 2006 tarihinde Bölge Çalışma İl Müdürlüğüne 5 aydır maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle şikâyette bulunmuşlardı. Bölge Çalışma İl Müdürlüğü tarafından yapılan incelemede her bir işçinin 1.120 YTL alacakları olduğu tespit edildi. Oysa işçilerin Haziran-Şubat aylarını kapsayan alacakları da var. Bu da işçi başına 4.5-5 milyar kadar ediyor. Ama bilirkişi ve müfettişler incelemelerinde, işçilere paraları ödendiğine dair sahte imzalarla karşılaştılar. İşçiler Mayıs ayından bu yana kadar hiçbir bordroyu almamışlardı. Buna rağmen bordrolarda işçilerin imzalarının bulunması, patronun evrakta sahtecilik yapacak kadar ileri gittiğinin göstergesiydi.

İşçiler bu durum karşısında önümüzdeki günlerde Bölge Çalışma İl Müdürlüğü’ne itirazlarını yapacaklar ve evrakta sahtecilik gerekçesiyle işveren hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunacaklar.

MENSA’da şu an 300 civarında işçi çalışıyor. Bunların 120 tanesi almaları gereken maaşları alamadıkları gibi, ücretli izne çıkarılmış durumdalar. İşten atılan 38 işçi için Adana İş Mahkemesi işe iade kararı almış olmasına rağmen, alacakları ödenmediği gibi işe dönüşlerine de izin verilmiyor. 15 Mayıs 2006 tarihinde işten atılan 94 işçiden 43’ü Adana İş Mahkemesi kararıyla işe dönüş hakkı kazandı, karar şu anda Yargıtay’da. Diğer 41 işçinin duruşması ise 9 Şubat’ta gerçekleşecek. 10 Kasım’da çıkarılan 78 işçiden 22’si 28 Aralık’ta işe dönüş hakkı lazandı. Bu işçiler de Yargıtay’ın vereceği kararı bekliyorlar. Diğer 56 işçinin duruşması ise 23 Şubat’ta yapılacak.

Tüm bu süreç boyunca işçilerin yanında yer almayan, patronların masalarında kuracağı yeni parti için destek arayan Süleyman Çelebi, işçilerin harekete geçmesini engellemiş, atılmaların olduğu dönemde işçilerin basıncıyla ortaya konan eylem takviminin uygulanmasının önüne geçmiştir.

Yaşananlar, hükümetin ve sendikal ihanet şebekesinin desteğini arkasına alan MENSA patronunun ne kadar pervasızlaşabildiğini gösteriyor. Bu durum Mehmet Ulutaş’ın bir burjuva olarak kendi sınıfsal konumuna uygun davrandığını, Süleyman Çelebi ve ekibinin ise işçi sınıfına ihanete doğru giden yolda ne kadar mesafe kaydettiğini ortaya koyuyor.

İşçilerin yapması gereken, kendi kaderlerini bu ihanet şebekesine teslim etmemek, mücadele yolunu tutarak kendilerine ait olan sendikaları gerçek bir sınıf örgütü haline getirmektir.

Kızıl Bayrak/Adana