9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..

İhaneti boşa çıkarmak için
eylemli bir karşı koyuş!

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçtiğimiz günlerde 2007’deki enflasyon beklentisine ilişkin bir açıklama yaparken hedeflerin tutturulmasında, kamu çalışanlarına toplu sözleşmelerde verilecek zammın belirleyici olduğunu söyledi. İşte kamuoyunun kamuda toplu sözleşme görüşmelerinin varlığından haberi de bu açıklama ile mümkün oldu. Yoksa kamu TİS’leri, başladığı gibi sessiz ve kimsenin haberi olmadan sonuçlandırılacaktı. Bu açıklama kamu TİS’lerini bir anda tartışılır hale getirdi. Tartışmada taraf olarak çıkan Türk-İş ve Türk-İş’e bağlı sendikaların yöneticileri ard arda açıklamalarda bulunarak Durmuş Yılmaz’a yanıt verdiler.

En net yanıtlardan birini veren Türk Harb-İş Sendikası Başkanı Osman Çimen, Merkez Bankası Başkanı Yılmaz’ın, kamu çalışanlarına yapılacak ücret artışı konusundaki ifadelerini, haddi aşma ve toplu pazarlık hakkına müdahale olarak değerlendirdi ve şöyle devam etti: “IMF sözcüsü gibi konuşan Merkez Bankası Başkanı Sayın Durmuş Yılmaz’a ülke ekonomisinin geleceğine ilişkin uyarıları, ekonomiyi krize sokan çevrelere yapmasını öneriyoruz.”

Petrol-İş Başkanı da benzer ifadeler kullanmakla birlikte sözünü mücadeleye bağlayarak duruma seyirci kalmayacaklarını söyledi. Türk-İş’in en yetkili ismi olan Salih Kılıç ise, “Merkez Bankası’nın tüketici beklentisinin de zayıflamasından dolayı, iç talepteki bastırmayla enflasyonun düşürülebileceği ve bununla birlikte ücretin de düşürülebileceği gibi bir yaklaşımı ortaya koymasının yanlış olduğu”nu söyledi ve ekledi: “Merkez Bankası’nın önüne gidip pankart açmak istemiyoruz”.

Salih Kılıç’ın son sözü bu bürokrat takımının sendikal mücadeleden ne denli uzaklaştığının aslında bir itirafı sayılmalıdır. Öyle ki, madem Merkez Bankası gibi bir kurum İMF sözcüsü gibi davranıp TİS sürecine müdahalede bulunmuştur, öyleyse sendikaların yapması gereken elbette eylemli bir yanıt üretmek olmalıdır. Dahası bu eylemin biçiminin “Merkez Bankası’nın önüne gidip pankart açmak” ve kitlesel bir yürüyüş olarak belirlemek de son derece anlamlı ve yararlı olacaktır. Ama sendikacılığın ve sendikal mücadele geleneğinin gereği bu iken, işte Salih Kılıçlar lafı dolandırıp durumu başka türlü göstermek için bin dereden su getiriyor, bundan kaçınıyorlar. Kaçındıkları gibi, üyelerinin haklarını savunmaktan ne denli uzak bir sendikacılık anlayışına sahip olduklarını da ilan ediyorlar. Aslında Salih Kılıç’ın bu tepkisi, Durmuş Yılmaz’ın suyu bulandırmış olmasından dolayıdır. Salih Kılıç, Merkez Bankası Başkanı’na “ne diye sessiz sakin bir şekilde durumu idare ederken suları bulandırıyorsun, dikkatleri üzerimize çekiyorsun” demeye getirmekte ve “eğer sen böyle davranırsan biz de çıkar bir eylem yaparız o zaman da ortalık iyice karışır” biçiminde serzenişte bulunmaktadır.

Merkez Bankası Başkanı’nı suyu bulandırmaya iten neden ise malumdur. 2007 seçim yılıdır ve hükümetin kendisine oy kazandıracak manevralar yapma gereksinimi duyarak kamuda beklentilerin üzerinde bir zam yapma olasılığı bulunmaktaydı. İşte bu durum, İMF ve dolayısıyla sermaye sınıfının her seçim dönemi başlarken dile getirdikleri kaygılarını oluşturmaktadır. Bu güçler “popülist politikalar” olarak adlandırdıkları, bu tür göz boyayıcı kırıntıları dahi hoş görmemektedirler. Bundan dolayı seçim deyince, düzenin acımasız politikalarını uygulayacak güçte bir siyasi sonuç elde etmek ihtiyacı yanısıra, “ekonominin hassas dengelerini bozmamak” adı altında katı bir emekçi düşmanı çizginin uygulanmasında esnemeye izin vermemekte ve bu son örnekte olduğu gibi açık müdahalelerde bulunmaktadırlar. Demek ki, Merkez Bankası Başkanı’nın ifade ettiği TİS tehlikesinin nedeni yüksek ücret talebinde bulunan işçi sendikaları değil, seçim hesaplarının bir parçası olarak hedeflenen enflasyonun birkaç puan üzerinde bir ücret zammı yapma ihtimali olan hükümettir.

Belli ki, sendikacılık yapmayı unutmuş olan ve göstermelik olsa dahi hükümetle peşrev tutmaktan kaçınan sendika ağaları, hükümetin seçim hesaplarıyla önlerine atacağı kırıntıları bir sendikacılık başarısı olarak yutturacaklardı işçilere. Fakat sermayenin ve emperyalistlerin Merkez Bankası aracılığıyla yaptığı müdahale onları bu düşlerinden uyandırmış oldu. Artık bu noktada en azından bir peşrev gösterisi yapmak zorunda kalacaklardır. Öyle ki, nihayet Türk-İş yönetimi Başkanlar Kurulu’nun toplanarak kamu TİS’leri konusunda taleplerini ve mücadele stratejisini belirleyeceğini duyurmak zorunda kaldı. Fakat yine de bu peşrevin, pankart açıp alanları doldurmak biçiminde olmayacağını söyleyebiliriz. Zira, Türk-İş ağaları uzun süredir, güçlü bir örgütlü işçi basıncını hissetmediklerinden dolayı durumu son derece rahat bir şekilde idare etmektedirler. Satışsa satış, sendikal kaynakları yağmalamaksa yağmalamak, sendika ağalıklarını tam bir şekilde icra etmektedirler. Fakat bu karşılığında hiçbir şekilde rahatsız edilmemektedirler. Zira Türk-İş bünyesinde örgütlü işçilerin direncini büyük ölçüde kırmışlardır ve böyle olduğu ölçüde de saltanatlarını keyiflerince sürmektedirler. İşte sendika ağalarının sendikal eylem ufkunu belirleyecek yegane güç olan işçi sınıfının örgütlü basıncı ortada olmadığı için, Türk-İş ağalarından bunun dışında bir karar vermelerini beklemek tek kelimeyle abes olacaktır.

Türk-İş ağalarının TİS staretejisi büyük ölçüde AKP hükümetini seçim sandığıyla tehdit etmek biçiminde olacaktır. Bunun içinse her zaman olduğu gibi eylemli bir süreçten uzak duracak, salt bu minvalde tehdit dolu açıklamalar yapmakla yetineceklerdir. Böyle yapacaklardır çünkü, işçi sınıfının kontrollü bir şekilde eylem alanına çekilmesinden dahi korkmaktadırlar. Zira, işçi sınıfının tüm örgütsüzlüğüne karşın biriktirdiği mücadele enerjisi ve isteğinin farkındadırlar. Bu enerji ve istek ki, sınırlı ve güdük de olsa eylemle buluştuğunda önü alınamaz bir güce dönüşme potansiyellerine sahiptir. İşte bundan dolayı Türk-İş ağaları, bir ölçüde kendi konumlarını güçlendirecek ve düzenden kendileri için kırıntı koparabilmelerini kolaylaştırmak gibi sonuçları olacak bu tür sınırlı eylemlerden dahi özenle kaçınmaktadırlar-kaçınacaklardır.

Bu noktada kamu işçileri payına, özellikle de kamu işçilerinin ileri güçleri payına önemli görevler çıkmaktadır. Nihayet gündeme girmiş bulunan ve sendika ağalarının da mücadele söylevleri çekmek zorunda kaldıkları TİS’in seyrine müdahale etmek bu görevlerin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Eğer sınıf güçleri, TİS’in işçilerin yararına ve beklentilerine karşılık verecek düzeyde sonuçlanması uğruna sendika ağalarını harekete geçmek ve eylemli bir karşı duruş örgütlemek yönünde örgütlü bir basınç oluşturabilirlerse, bu müdahale son derece anlamlı olacaktır. Bu uğurda yapılması gereken ise bellidir. Öncelikle ileri sınıf güçlerinin birliği yaratılmalı, beraberinde ise bulunulan her alanda sendika yöneticilerin kapılarına dayanılmalı, onları eyleme zorlamalı ve TİS’in sürecine taraf olunmalıdır. Eğer bu hakkıyla yapılabilirse olası bir ihanet ve satışa dur demek mümkün olacaktır. Aksi halde, emperyalistlerin ve sermaye sınıfının, son olayın ayrıca kanıtladığı gibi, sürece son derece aktif bir biçimde katıldığı bir durumda ihanet ve satış kaçınılmazdır.