9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yine çocuk yuvaları, yine şiddet ve terör...

Çocuklarımızı örseleyen devletin elidir!

Küçücük çocuklara yönelik şiddet görüntüleri günlerce televizyon ekranlarına getirildikten sonra, nihayet ilgili bakanlıktan açıklama geldi: Şiddet uygulayanlar görevden alınmıştı. Yine elbirliğiyle birkaç ‘cahil’ çalışan suçlu ilan edildi. Vicdandan, insaftan bahsedildi. İşten atıldı ya da daha büyük bir ihtimalle görev yerleri değiştirildi.

İstanbul’daki büyük bir çocuk yuvasında çekildiği belirtilen -fakat nedense yuvanın adı belirtilmeyen- şiddet görüntüleriyle gündeme oturan bu son skandal, kimsesiz çocuklar üzerindeki bu ‘devlet terörü’nün, münferit değil sistemli olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Bir televizyon kanalının koruyucu anne olarak işe soktuğu çalışanı sayesinde ortaya çıkan bu son skandal da gösteriyor ki, aslında, bu sözde yuvalarla devlet dışında ilgilenen bulunsa, ülkenin her yanındaki tüm çocuk yurtlarından yansıyan görüntüler sabahtan akşama ekranları dolduracak, televizyon kanalları korku ve şiddet filmleri için para harcama zahmetinden kurtulacaktır.

Ortada bir insaf, bir vicdan, bir ahlak, bir insanlık sorunu olduğu çok açık. Ancak bu vicdansızlık, insafsızlık, ahlaksızlık 3-5 yurtta afişe olmuş 3-5 çalışanla açıklanamayacak kapsam ve derinlikte bir sorundur. Bu çocuklar, devlet tarafından sözde koruma altına alınmıştır. Bu çalışanlar devletin elemanıdır. Yemekten temizliğe, çocukların bakımından eğitimine tüm işlerin yüklendiği son derece sınırlı sayıda ve son derece cahil elemanlarının yaptıklarından da devlet sorumludur. Yeterli ve uzman kadro bulundurmaz, kadro alımında hiçbir kıstas getirmez, çalıştırdığınız kadroları sistemli bir denetim altında tutmazsanız, olacakların tek sorumlusu sizsiniz demektir.

Peki neden bu yurtlarda bu sorunlar yaşanıyor. Neden zavallı, masum, küçücük çocuklar eziyet ve işkence altında tutuluyorlar?..

Ezme ve ezilme üzerine kurulu bir sistemin, ezen sınıfının temsilcisi, koruyucusu, sürdürücüsü olan devlet bu çocukları başına bela görmektedir çünkü. Sermayenin devleti hiçbir sosyal görev yüklenmek istemiyor. Bir zamanlar şartlar gereği ve istemeden yüklendiklerinden kurtulmaya çalışıyor. Sağlık, eğitim, sigorta gibi kimi sosyal hizmetleri devlet olmanın gereği değil bir yük kabul ediyor. Yük gördüğü ve bir an önce sırtından atmak istediği yükümlülüklerden biri de kimsesiz çocuk ve yaşlıların bakımıdır. Kaldı ki, halihazırdaki çocuk ve yaşlı yurtları, bakıma muhtaç durumdaki çocuk ve yaşlıların yarısına bile yeterli değildir. Büyük kentlerin ara sokakları, köprü altları, viranelikleri evsiz, işsiz, aç insanlarla doludur. Yurtlarda açığa çıkan bu devlet terörüne biraz daha göz yumulursa eğer, devlet, sokak çocukları için itlaf ekipleri düşünecek kadar pervasızlaşacaktır.

Çocuklarımız toplumun geleceğidir. Buna, ailesini bir biçimde kaybetmiş, ya bir devlet yurdunda ya da sokakta kalmış çocuklar da dahildir. Kurulu düzen ve devletin bu çocukları asla umursamadığı, umursar göründüğü yerde ise devlet terörü altında ezdiği, her yeni gelişme ile bir kez daha kanıtlanmaktadır. Öyleyse, kendi geleceğimize kendimiz sahip çıkmak zorundayız. Çocukları, ama bütün çocukları her türlü tehlike ve tehditten koruyacak bir toplumsal düzen kurmak, sorunun tek çözümüdür.

Yurtlardan yansıyan, çürüyen bir düzen ve devletinin manzaralarıdır. Sermayenin devleti ve düzeni, toplumumuz için kangrenli bir uzuvdan başka bir şey değildir. Bir an önce kesilip atılmadığı taktirde çürümenin tüm topluma yayılacağı açıktır.

Çocuklarımız, yani geleceğimiz için çok geç olmadan sermaye düzeni ve devletinden kurtulmak zorundayız.


Yine kamyon taşımacılığı, yine facia...

Tarım işçilerinin katili sermaye devleti!

Urfa’da tarım işçilerini taşıyan bir kamyon dereye devrildi. Derenin üzerindeki köprüyü sel suları götürmüştü çünkü. Yağışlarla derinliği 3 metreye ulaştığı bildirilen dere işçilerden bir kısmını yuttu. Diğerleri binbir zorlukla ve en ilkel koşullarda kurtarıldı.

Zaten, kış günü kamyon kasasında işçi taşımacılığı da en ilkel koşulları anlatıyordu. Bu en ilkel koşullarda çalışmaya ve yaşamaya mahkum edilenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Erkek de olabilirdi kuşkusuz, daha önce yaşanan pek çok vahşette olduğu gibi. Sadece, yaptıkları iş gereği çoğunluk kadındı. Çocuklarıyla birlikte kamyon kasasında, kışın ayazında işe gidiyorlardı.

Tarım işçilerinin, mevsimlik işçilerin kamyon ve traktör kasalarında, koyun sürüleri gibi istiflenmiş halde taşınması da, sırf bu yüzden sıklıkla uğradıkları kazalarda topluluklar halinde ölmesi de, ne yazık ki yeni bir haber değil. Urfa’daki bu son kazayı diğerlerinden farklı ve önemli kılan, patronun ve katilin dolaysız biçimde devlet olmasıdır. Çoğu kadın ve çocuk bu 40’ı aşkın işçi, bir devlet işletmesinde günde 3 lira yövmiyeyle çalıştırılmakta, bu yetmediği gibi bir de kamyonla taşınmaktadırlar. İlgili bakan henüz çıkıp bir açıklama yapma zahmetine katlanmadı, ki olay başlıbaşına bir istifa nedeni görülmelidir. Açıklama zahmetine girdiğinde ise durumu nasıl açıklayacak belli değil. Çünkü çocuk işçi çalıştırılmasına, kamyonla işçi taşımaya ilişkin belirgin yasakların bulunduğu yasalar, bu aynı devletin yasalarıdır. Yasalarını öncelikle kendisi çiğneyen bir devlettir söz konusu olan. Tarım işçilerine hayvan muamelesi yapan bu düzen ve devlettir. Gerçi bu düzende insan muamelesi gören bir tek işçi yok ama, tarım işçilerinin durumu her açıdan içler acısı. Pamuk, pirinç, tütün, ekin tarlalarında, incir, zeytin, fındık bahçelerinde, ormanlarda en ağır şartlarda çalışmaya, en ilkel koşullarda yaşamaya mahkum edilmiş bu insanlar, bir de böyle ilkel taşıma süreçlerinde toplu katliamlarla kırılıyor.

Bu insanların bu işlere muhtaçlıklarından yararlanıyorlar. Aşırı yoksulluklarından, cehaletlerinden ve hepsinin hem sonucu hem sebebi olan örgütsüzlüklerinden yararlanıyorlar. Tarım sektöründe mevsimlik işçilik, çoğu Kürt, hepsi yoksul insanların akıl almaz boyutlardaki sömürüsü üzerinden yürütülmektedir. Bahar geldiğinde, Kürt illerinden ülkenin dört bir yanına kamyonlar sefer etmeye başlıyor. Kasaları tıklım tıklım işçi dolu. Kadın erkek çoluk çocuk. Ve her bahar geldiğinde, böyle ardı ardına kazalar, ardı ardına ölümlerle gündeme geliyor mevsimlik tarım işçileri.

Kurulu düzen ve devlet bundan zerre kadar etkilenmiyor. Sadece duruma müdahale etmemek anlamında bir etkilenmeme değil ama bu. Sarsılmıyor, zedelenmiyor, hiçbir şey olmamışçasına hüküm sürmeye devam ediyor.

Çünkü işçi sınıfı onun yüzüne suçunu haykıracak, hesap soracak bir bilinç ve örgütlenmeden yoksundur. Tarım işçileri zaten örgütsüzdür. Bu nedenle kendi sorunlarına kendi başlarına çözüm arayıp bulma imkanına da sahip değiller. Tam da bu nedenle, bu tür sorunlar sınıf hareketi tarafından sahiplenilmek durumundadır. Metropollerin örgütlü işçileri, en sefil koşullarda çalıştırılan ve öldürülen bu sınıf kardeşlerine sahip çıkmak, sistemi ve devleti, bu soruna çözüm bulma konusunda sıkıştırmak zorundadır. Tarım işçilerinin bilinçlenmesi ve örgütlenmesinin önü de böyle bir sahiplenmeyle açılabilecektir. Sermaye düzeni ve devletinin bir kangrene dönüşmüş durumdaki mevsimlik işçilik ve ilkel taşımacılığı sorununa el atması, yani bu sorun yüzünden başının ağrıması da ancak böyle mümkün olabilir.

Hrant Dink cinayeti gibi açık seçik olaylarda devleti suçlamak marifet değildir.

Asıl başarı, töre cinayetleriyle, kamyon taşımacılığıyla işlenen katliamların sorumluluğunun da kurulu düzen ve devletin üzerinde olduğunu görebilmek, hesap sorabilmek, bu insanlara da sahip çıkabilmektedir. Çünkü düzen ve devlet, bu tür olaylarda bireyleri suçlama konusunda son derece başarılı olabilmekte, kendi sorumluluklarının üzerini kolayca örtebilmektedir. Buna izin verilmemeli, devlet ve düzen olarak sorumluluk ve suçu sistemli biçimde yüzüne vurulmalıdır.