1 Aralık 2006 Sayı: 2006/47 (47)
  Kızıl Bayrak'tan
   Dinler-medeniyetler arası çatışma değil devrimci sınıf kavgası!
  Emperyalist dünyanın efendileri ile yerli uzantıları İstanbul’da buluştu…
  Cargill Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası’nı değiştirtti...
  TEKEL’de özelleştirme adımları hızlanıyor..
Sömürü ve soyguna karşı çıkmak için örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
Süresiz iş bırakma eylemine hazırlanalım!
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/2 - Yüksel Akkaya
 İsviçre’de “Direnen Halklar Kazanacak” gecesi...
  “Direnen Halklar Kazanacak” gecesinde yapılan konuşma...
  Türkiye, Ortadoğu ve devrimci önderlik sorunları - Haluk Gerger
  BDSP’nin “Direnen Halklar Kazanacak” Gecesine mesajı...
  Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak” gecesine mesajlar...
  Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinden...
  25 Kasım kapitalizme karşı mücadele günüdür!
  25 Kasım eylemlerinden...
  Volkswagen’de grev ve işgal sürüyor!
  İşgal Irak’ı cehenneme çevirdi!
  Emperyalizmin haçlı ordusu NATO halkların başına bela olmayı sürdürüyor
  Trakya Sanayi işçilerinin grevi 19. gününde!
  Kuklalar devrilirse Mumia Abu-Jamal
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşgal Irak’ı cehenneme çevirdi!

Çözüm halkların birleşik anti-emperyalist devrimci direnişindedir!

ABD emperyalizmi ile suç ortakları tarafından gerçekleştirilen işgal Irak’ı tam bir mezbahaya çevirmiş bulunuyor Artık bir günde katledilen Iraklıların sayısı yüzlerle ifade ediliyor. İşgal suçunun üstünü örtmek veya hafifletmekle mükellef kılınan uluslararası medya tekelleri ile bölge ülkelerindeki yerel uzantıları, katledilen Iraklılara ìrakamîdan öte bir değer biçmiyor

Mukteda Sadr’ın babası Muhammed Sadık es-Sadr’ın Saddam rejimi tarafından katledilmesinin yıldönümünde Bağdat’ın Sadr semtine yapılan vahşi saldırı, Irak’ta işlerin giderek içinden çıkılamaz bir hal almaya başladığı yönündeki kanıyı iyice pekiştirmiştir. Saldırıda 250 civarında insan katledilirken, bir o kadar kişi de yaralandı.

Sadr semtine düzenlenen saldırılarda, 6 patlayıcı yüklü aracın kullanıldığı ve araçlardaki patlayıcı madde miktarının 600 kilo olduğu bildirildi. Hedeflerin dikkatlice seçilmiş olduğu, bombalanan yerler arasında işlek bir meydan, bir market ve bir otobüs durağının bulunduğu ifade ediliyor. Sadr’a bağlı güçler, katliamdan bir gün sonra ABD ordusuna bağlı bir helikopterlerin Sadr semtinde halka ateş açtığını, bunun üzerine kentteki milis güçlerin de ateşle karşılık verdiğini belirtti.

Sadr hareketi yetkilileri, büyük katliamdan Amerikan ordusunun sorumlu olduğunu, işgalciler göz yummadan gündüz vakti bu kapsamda bir saldırının gerçekleştirilemeyeceğini söylediler. Irak “başbakanı” Nuri el Maliki’ye bir ültimatom vererek, gelecek hafta için planlanlanan Bush’la görüşme durumunda, hükümet ve parlamentodan çekileceklerini ifade ettiler. (275 üyeli parlamentoda, Sadr hareketinin 6’sı bakan 32 milletvekilleri var. Yani Sadr hareketi parlamentodaki en büyük parti... İktidarın en büyük ortağı olan Birleşik Irak İttifakı bloğunun toplam üye sayısı ise 130)

Sadr semtine yapılan vahşi saldırının ardından çok sayıda katliam gerçekleştirildi. Saldırıların günden güne artması, mezhep çatışmalarını körükleyen işgalci güçlerle birtakım gerici güçlerin iğrenç emellerine ulaşmak üzere olduklarını gösteriyor. “At izinin it izine karıştığı” ülkede, her gün yüzlerce Arap Şii veya Sünni olduğu için katlediliyor. Kuşkusuz her iki tarafta da gidişatın vahametini gören, bunu önlemeye çalışan kesimler vardır. Ancak çatışmanın vardığı boyut, yazık ki bu çabaları etkisizleştiriyor.

Bu vahim tablonun yaratıcısı olan işgalci güçler, son dönemde, yarattıkları cehennemden kurtulmanın yollarını aramaya başladılar. İşgalci zorbalar gelinen yerde bazı direnişçi gruplar ile İran, Suriye gibi “baş düşman” sayılan güçlerden medet umuyorlar. Zira yarattıkları bataklık içinde çırpındıkça batıyorlar. Bataklıktan çıkabilmek için ise her yola başvurmaya hazırlar.

Savaş kundakçılarının “bataklıktan çıkış” için yol arayışı içinde olmaları Irak halklarının sorunlarıyla ilgili değil elbet. Onlar, emperyalist emellerinden vazgeçmeden, alınlarında da “utanç verici bir yenilgi” damgası taşımadan, bu cehennemden sıyrılmanın yollarını arıyorlar. Bu amaçla halkları birbirine kırdırmak, Irak’a komşu ülkeleri bataklığa çekmek, halkların katili NATO’yu bölgeye yerleştirmek gibi farklı alternatifler üzerinde çalıştıkları söyleniyor.

Irak’a komşu ülkelerdeki gerici rejimlerin tutumu da, emperyalistlerinki kadar tiksinti vericidir. Bu rejimler, gerici bölgesel hesaplar peşinde koşarak, Irak halklarının kıyımını seyretmekle yetiniyorlar. Tek kaygıları bölgesel çıkarlarını zedeleyecek gelişmeleri önleyebilmektir. Komşu ülkede her gün yüzlerce insanın katledilmesi umurlarında değil.

İşgal ordularını bataklığa sürüklemeyi başaran direniş, yazık ki, mezhep çatışmalarını engelleyecek bir inisiyatif geliştiremedi. Bu zaaf, direnen güçlerin parçalı, fakat daha da önemlisi halkların eşitlik ve özgülüğünü temel alan devrimci bir programdan yoksun olmasından kaynaklanıyor. Buna karşın giderek yayılan mezhep çatışmaları, hem direnişin etkisini zayıflatıyor, hem de saygınlığına gölge düşürüyor.

Irak’ı mezbahaya çeviren emperyalist işgal, bu ülke halklarına haddi hesabı olmayan bedeller ödetti. İşgali savunan vampir sürüleri bile tersini iddia edemiyor. İşgale maruz kalan hemen her ülkenin halkları da, işgalci zorbaları topraklarından kovana dek benzer bedeller ödemek durumunda kalmıştır. Ancak Irak’ta vahim olan şey, halkların işgale karşı ortak bir direniş cephesinde buluşma zemininin büyük oranda tahrip edilmiş olmasıdır.

Tüm tarihsel deneyimler, halkların eşitliğini ve özgürlüğünü temel alan devrimci direniş programlarının yegâne birleştirici zemin olduğunu pekçok kere kanıtlamıştır. Irak’ın güncel durumu, bu eşsiz deneyimin tersten doğrulanmasıdır aynı zamanda. Irak’ın içine sürüklendiği bu cehennemden kurtulabilmesi de, ancak halkların antiemperyalist, birleşik/devrimci direnişi ile mümkün olacaktır.


Ekvadorlu emekçiler neoliberalizme karşı oy kullandı

Emekçilerin desteğini alan Rafael Correa, kendini Ekvador devlet başkanlığı seçimlerinin galibi ilan etti. Sonuçlar henüz kesinleşmese de, Correaínın, sağcı/Amerikancı adayı Alvaro Noboa’yı büyük farkla geride bıraktığı bildirildi. Ekvador’un sayılı kapitalistlerinden olan Noboa sonuçlara itiraz etmeye hazırlanırken, ilk sonuçların alınmasından sonra başkent Quito’da taraftarlarına hitap eden Correa ise zaferi kazandıklarını ilan etti.

Geçici Başkan Alfredo Palacio hükümetinde maliye bakanı, Quito Katolik Üniversitesi ekonomi okutmanı olan Correa’nın yükselişi, ABD ve neoliberalizm karşıtı söylemini keskinleştirdiği son aylarda gerçekleşti. Eylül ayında yapılan anketlere göre Correa’nın desteği tek haneli rakamlarda seyrederken, kesin olmayan seçim sonuçlarına göre yüzde 60’ı aşan oranda oy almış bulunuyor.

On yılda üç devlet başkanı kovan Ekvador işçi sınıfı ve emekçilerinin Correa’ya destek vermeleri, ABD emperyalizmi ile işbirlikçilerinin dayattığı yıkım politikalarına karşı biriken tepkinin dışavurumu oldu. Tabii Correa’nın da bu öfkeyi hesaba katan bir seçim politikası izlemesi elde ettiği başarıda rol oynadı.

Correa maliye bakanı iken, Ekvador’un tekellere ödediği borçlar ile petrolden elde edilen gelirlerin eğitim, sağlık, altyapı gibi sosyal gereksinmeler için harcanmasını isteyince istifa etmek zorunda bırakılmıştı. Correa’nın tutumu, emekçiler nezdinde belli bir sempati yaratmış, ancak bu kitlesel boyutlara ulaşmamıştı.

Sık sık kendini Chavez’in arkadaşı ve ìBolivarcıîolarak tanımlayan Correa, seçimlerden bir süre önce, devlet başkanlığına seçilmesi durumunda ülkesinin yabancı borç ödemesini Arjantin’in yaptığı gibi sosyal hizmetler yararına yeniden düzenleyeceğini (yani belki ödemeyeceğini) söyleyerek emekçilere seslenmeye devam etti.

Correa’nın öne çıkardığı bir başka söylem ise, yabancı petrol şirketleriyle olan kontratların yeniden düzenlenerek devlet kontrolünün arttırılması gerektiğidir. Seçimlere ülkede radikal değişimler vaadederek giren Correa, ABD ile olan serbest ticaret anlaşmasına karşı olduğunu belirtmiş, yanısıra ülkedeki Amerikan üssünü de kapatacağını açıklamıştı. Correa’nın bir başka vaadi ise, Ekvador’un 1992’de ayrıldığı Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC’e yeniden katılması için çalışacağı yönündeydi. Bu arada seçimlere birkaç hafta kala “Sosyalist Parti” Alianza Pais’in (Ülke Birliği) desteğini alması, Correa’nın yükselişine belli bir ivme kattı.

Correa, tüm vaadlerinin arkasında dursa bile, Ekvador’da özel mülkiyeti veya kapitalist üretim ilişkilerini hedef almış olmayacak. Sadece artı-değer yağmasını kısmen sınırlamayı başarmış olacak. Zaten Correa da kapitalistlerin yüreğine su serpmeyi ihmal etmemiş, onlara zarar gelmeyeceği yönünde vaadlerde bulunmuştur.

2005’te devlet başkanını sarayının damından helikopterle kaçmaya zorlayan Ekvadorlu işçi ve emekçiler, oy verdikten sonra ellerini kavuşturup beklemiyor, vaadlerini yerine getirmeyen başkanlara karşı kısa sürede harekete geçiyorlar. Görünen o ki, Correa, ya Chavez ve Morales gibi alttan gelen basınçla sola kayıp emekçilere yaklaşacak ya da diğerleri gibi sarayın damından kaçmanın yollarını aramak durumunda kalacaktır.