1 Aralık 2006 Sayı: 2006/47 (47)
  Kızıl Bayrak'tan
   Dinler-medeniyetler arası çatışma değil devrimci sınıf kavgası!
  Emperyalist dünyanın efendileri ile yerli uzantıları İstanbul’da buluştu…
  Cargill Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası’nı değiştirtti...
  TEKEL’de özelleştirme adımları hızlanıyor..
Sömürü ve soyguna karşı çıkmak için örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
Süresiz iş bırakma eylemine hazırlanalım!
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/2 - Yüksel Akkaya
 İsviçre’de “Direnen Halklar Kazanacak” gecesi...
  “Direnen Halklar Kazanacak” gecesinde yapılan konuşma...
  Türkiye, Ortadoğu ve devrimci önderlik sorunları - Haluk Gerger
  BDSP’nin “Direnen Halklar Kazanacak” Gecesine mesajı...
  Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak” gecesine mesajlar...
  Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinden...
  25 Kasım kapitalizme karşı mücadele günüdür!
  25 Kasım eylemlerinden...
  Volkswagen’de grev ve işgal sürüyor!
  İşgal Irak’ı cehenneme çevirdi!
  Emperyalizmin haçlı ordusu NATO halkların başına bela olmayı sürdürüyor
  Trakya Sanayi işçilerinin grevi 19. gününde!
  Kuklalar devrilirse Mumia Abu-Jamal
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/2

“Milliyetçi düzen”e “milliyetçi-toplumcu sendikacılık”

Yüksel Akkaya

MHP’nin 1969 yılındaki programının 8. Maddesi “millet ve sınıf”a ayrılmıştır. Bu maddeye göre “Milletin sosyal ve ekonomik hayatında medeni ve mesleki işbölümünün yarattığı uzuvlaşmayı, zümreleşmeyi ve sınıflaşmayı tabii ve zaruri” görülüp, “mesleki, medeni ve ekonomik işbölümünün yarattığı bu uzuvlaşmanın, zümreleşmenin, sınıflaşmanın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatta bir istismar ve tahakküm hiyerarşisi şekil ve manası almasına ve devletin böyle bir sonuca alet olmasına” karşı çıkılmaktadır. Yine aynı maddede “sınıf devleti fikrini ve sınıflar arası savaşı reddederiz” denildikten sonra “uzuvlar, zümreler ve sınıflar menfaatlerinin adaletle ahenkleştirilmesi”nin esas olduğu belirtilmektedir. 9. maddede de ise “köylünün, işçinin, esnafın, memurun, çeşitli meslek gruplarının, bütün çalışanların yurttaş olarak davalarının ve haklarının şuuruna ermelerini ve teşkilatlanmalarını demokrasinin tabii ve zorunlu sonucu” sayıldığı belirtilmektedir.

1973 yılındaki programda ise aynı felsefe benimsenmiş, küçük eklemeler yapılmıştır. “Millet ve Sınıf” başlığını taşıyan 5. maddede, 1969’a göre yaşanan gelişmelerin bir yansıması olarak, işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek güçlerini teşkilatlandıracak olan devlet, onları “uyuşum halinde milli hedeflere tevcih eder. Milletin bütününü kucaklayan milli devlet fikrine karşı olan sınıf devleti fikrini” reddeder. Bu özellikler korporatif devlet görüşünün tipik özelliklerini yansıtmaktadır. Korporatif devletteki “toplum” söyleminin yerini, MHP’de “millet” almıştır. Millet her şeyden üstündür, bireylere, sınıflara, “zümrelere” karşı korunması ve gözetilmesi gerekmektedir. Her şey milletin varlığını korumak, geliştirmek, daha iyiye, daha mükemmele yönelmek içindir.

Peki, “milleti teşkil eden” bu altı “zümre”den biri olan işçiler nasıl örgütlenecektir? 1969 Programı’nın 252. maddesine göre “işçinin teşkilatlanmasında beynelmilel normlara uygun tesbit edilecek iş kollarında kuvvetli sendikalar” olarak kurulması uygun görülmektedir. 1973 yılı programında ise işçilerin örgütlenmesine daha geniş yer verilmiştir. “İşçi-İşveren ve Sendikalaşma” başlığını taşıyan 48. madde şöyledir:

“Üretimin iki temel unsuru olan emek ve sermayenin, barış içinde bir münasebetler düzenine kavuşmasını, ülkenin siyasi ve iktisadi hayatında en önemli görev sayarız. Emek ve sermayenin, memleketimizin şartları ve üretime katkısı nisbetinde hissesine düşen payı adaletle alması ana ilkemizdir. Emek ve sermaye arasında adaletli bir barış sağlayabilmek için, her iki unsurun da teşkilatlanması ve kendi hakkını koruyacak bir güce ulaşması lazımdır. İş hayatı, işçi-işveren sendikaları şeklinde düzenlenirken birbirinin diğerine tahakkümüne imkan ve fırsat verilmeyecektir. İşçi sendikalarını, devlete karşı bağımsız, her iş kolunda tek ve milli sendika esasına göre yeniden reorganize etmeyi zaruri görüyoruz. Böylece işçi sendikaları; her iş kolunda tek ve milli tip olmakla güçlü bir yapıya kavuşmaktadır. İşçi sendikalarının meydana getirdiği güçlü teşkilatlanma karşısında, sermayeye güven kazandırmak için, işveren sendikalarının da, aynı prensip dahilinde kurulmasını gerekli görüyoruz. İşçi sendikaları, işçinin sadece ücret ve sosyal haklarının adalet ölçüleri içinde iyileştirilmesini isteyen kuruluşlar değil, aynı zamanda milli kalkınma planlarının isteklerine uygun şekilde, işçi kesiminin sorumluluklarını temsil eden kuruluşlardır. İş hayatını düzenleyen diğer bir prensibimiz de, emeğe saygı, sermayeye güvendir”.

İşçi-işveren arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceğine ise 1973 yılındaki seçim çalışmalarında yayımlanan bir broşür açıklık kazandırmaktadır: “Çalışanlar ve çalıştıranlar, devlet kontrolünün olmadığı serbest bir sahada, zümre menfaatlerini sağlamak için boğuşmaya terkedilirse ve üstelik bu boğuşma, sınıf şuurunun teşekkülüne müsait yıkıcı tahrik ve cereyanlara açık bırakılırsa, milli birlik ve beraberlik yok olur, devletimiz de yıkılır. Milli menfaatler, bütün şahıs ve zümre menfaatlerinin üstündedir. Bunu sağlayacak olan ise devletin adil elidir. (...) Milliyetçi harekette, emek ve sermaye birbiriyle kavga eden ve birbirini yok etmeye çalışan iki düşman değil, birbirini tamamlayan iki kardeş olarak mütalaa edilir. Aslolan, devletin adil ve güçlü eli altında emek ve sermayenin ebedi bir barışa ulaşmasıdır. (...) Emek ve sermayenin teşkilatlanması, sınıf şuurunu besleyecek ve diğer zümrelere düşmanca bakacak fikri ve esaslardan uzak tutulacak, milli birlik ve hiyerarşinin yapıcı bir kademesini teşkil edecektir. İş hayatı, işçi ve işveren sendikaları şeklinde düzenlenirken, birinin diğerine tahakkümüne imkan ve fırsat verilmeyecektir. İşçi Sendikaları, işçinin sadece ücret ve sosyal haklarının adalet ölçüleri içinde iyileştirilmesini isteyen kuruluşlar değil, aynı zamanda milli kalkınma planlarının isteklerine uygun şekilde, işçi kesiminin sorumluluklarını temsil eden kuruluşlardır. (...) Milliyetçi hareket, hiçbir işçinin teşkilatsız kalmasına imkan bırakmayacaktır. Her işkolunda kanun himayesi altında bir sendika kurulmalı ve işçilerimiz gönüllü olarak sendikalarına üye yapılmalıdır. Milliyetçi iktidar BÜTÜN İŞÇİLERİ KENDİ İŞKOLLARINA GÖRE TEK SENDİKA ÇATISI ALTINDA BİRLEŞTİRECEKTİR”.

Aslında bu söylem, tarihsel açıdan yabancı olunan bir söylem değildir. İtalya’nın devlete endeksli “faşist sendikalizmi”, MHP parti programlarında “millet”e endekslenmektedir. Devlet kavramının yerini, millet almaktadır. Her şey millet ve milletin bütünlüğü, geleceği içindir. Çünkü, “milletin varlığı, devletten önce gelir. Devleti kuran, millettir”. İtalya’da devlet, Türkiye’de millet! Mussolini’nin İtalya’sında her meslek kolunda yalnız bir sendikaya verilen temsil yetkisi, korporatif ekonomi sisteminin temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Korporatif bir ekonomi için bu gerekli ve zorunludur. Korporasyonların kurulması için İtalya’da tek sendika sisteminin gerçekleştirilmesi yoluna gidilmiştir. İtalya’daki faşist sendikacılıkta ekonomik güçlerin devlete tabi kılınması amaçlanmıştır. Yukarıda yapılan aktarmalarda da görüldüğü gibi MHP’de ise sendikalar millete tabi kılınmaktadır. Sendikal faaliyet ve amaçların milletin çıkarları ile çatışmaması esas olmaktadır. Bu nedenle de “gerek emek, gerek sermaye, milli menfaatlere hizmet ettikleri ölçüde” korunacak ve desteklenecektir. Çünkü, “Türk milletinin menfaatlerini herşeyin üstünde tutarak hareket etmek her Türk vatandaşının başlıca görevidir”. Kurulacak olan “Türk Köylü Teşkilatı, Türk İşçi Teşkilatı (Sendikası), Türk Esnaf Teşkilatı, Türk Memur Teşkilatı, Türk İşveren teşkilatı ve Türk Serbest Meslek Mensubu Teşkilatı”, “iktisadi yönden iktisadi kalkınmamızda dinamik bir rol oynayacaktır”. Sanayileşme ve kalkınma modeli “Milliyetçi ve Toplumcu ekonomik model” olan bu yaklaşımda yukarıda belirtilen “altı sosyal dilim” teşkilatlandırılacak, bunlar üretim birlikleri, tasarruf ve yatırım sandıkları olarak kalkınmayı sağlayacak mekanizmalar oluşturacaktır, tıpkı Mussolini’nin faşist İtalya’sındaki korporasyonlar gibi.

1969 ve 1973 programlarına yansıyan haliyle sendikalara yönelik yaklaşımın ana hatları çizilmiş, ama ayrıntılı olarak sendikal politikalara ilişkin bir görüş ortaya konmamıştı. “Milliyetçi-toplumcu sendikacılığın” temel özelliklerini ortaya konması için 1974 yılını beklemek gerekecekti. 1974 yılı itibariyle MHP için de “işçi meseleleri de bu günü ile dünü ile en iyi şekilde bilinmesi gereken en önemli ekonomik ve sosyal olaylardan” biri olmaya başlamıştı. Böyle olduğu için de işçilerin “1960 lardan sonra uğradığı fikir sömürüsünün kökünün temizlenip atılması” gerekmektedir, bu da ancak “işçilerin Milli, tek ve mecburi sendikacılık ilkeleri ile yeniden teşkilatlandırılmaları”, “tüm işçilerin sendikaların Milliyetçi-Toplumcu ideoloji ile donatılmış olmaları” ile mümkün olacaktır. 1960-1974 döneminde “bilhassa komünist ideolojik görüş işçi sınıfına çeşitli yollardan verilmeye çalışılmış”sa, “sınıf çatışmalarının en son olarak tezahür şekli olan kızıl ihtilal provaları da sahneye konularak, komünist anarşistlere öğrendikleri sapık ideolojileri işçiler üzerinde tecrübe etmelerine göz yumulmuş”sa ne yapılacaktı? Bu “tehlike”ye karşı tepkisel olarak önce karşı düşünceler üretilecek, sonra da örgütlenilecekti: “Bu dönemde de Türk Milletinin topyekûn kurtuluşunu sağlayacak olan milliyetçi-toplumcu fikirler işçiler içinde de gelişmiş, milli bir işçi şuuru doğmaya başlamış, ‘Ülkücü İşçiler Birliği’ kurulmuştur”. 2006 yılı itibari ile bu Birliğin kendi sitesinde verdiği bilgilere göre bu derneğe 120 bin işçi üyedir. Eğer gerçeği yansıtan bir sayı ise bu oldukça büyük bir “sayıdır”.

Gelişen sendikal mücadeleye bir tepki olarak ortaya atılan, faşist sendikacığın temel felsefesini benimsemiş olan “milliyetçi-toplumcu sendikacılığın” temelleri “milliyetçi-toplumcu doktrin”den beslenmektedir. Toplumun sınıflara bölünmediği “milliyetçi-toplumcu doktrinde”, “sınıflardan biri diğerine feda edilemez. Aslolan millettir. Milletin tümüdür. İşçi ve işveren milli toplumun sadece birer kısmıdır. Miliyetçi-toplumcu doktrinde işçi ve işveren liberal ve marksist doktrinde olduğu gibi birbirine düşman iki sınıf değil, birbirini tamamlayan milli üretimin kardeş iki unsurudur. Milli devlet, hem işçinin hem de işverenin devlet olduğu için, işçi ve işvereni milli üretimi artıracak bir şekilde teşkilatlandırır. Bu teşkilatlanma sonucu hem milli üretim ve kalkınma artar, gerçekleşir, hem de üretim ve kalkınmadan işçi ve işveren adil paylarını alır. Bu espriden hareketle milli devlet, sendikaları birer sınıf kavgası veya ideoloji ocağı olarak değil, milli üretim ve gelir dağılımının birer ünitesi olarak görür”.

Bu söylemde, Mussolini’nin faşist İtalya’sındaki “İtalyan İş Şartı”nın birinci maddesinde belirtilen “İtalyan milleti manevi, siyasi ve ekonomik bir bütün, bir birimdir. Millet gerçek varlığına Devlet içinde ulaşır.” yaklaşımının büyük izleri bulunmaktadır. Mussolini’nin faşist İtalya’sında bireyler, milletin üstün ve yüce amacının gerçekleşmesine hizmet eden birer araçtırlar. Milletin bu vasıtalardan gerektiği yararlanması için de bireyler için çalışmak bir “sosyal görev”dir. A. Türkeş de “Türk milletinin menfaatleri herşeyin üstünde tutarak hareket etmek her Türk vatandaşının başlıca görevidir” derken aynı şeye işaret etmektedir.

Kurulması düşünülen “milliyetçi-toplumcu düzende”, “milliyetçi-toplumcu sendikacılığın” temel özellikleri ve yerine getirmesi istenilen/beklenilen temel işlevleri şöyle özetlenebilir:

1) İşkolunda gerekli otoriteyi kuramayıp, zayıf ve fakir kuruluşlar halinde kaldığı için federasyonlar tercih edilmemekte; daha güçlü olduğu düşünülen “merkezi tip sendikacılık” benimsenmektedir. Çünkü, “bütün yetkiler merkezde toplandığı için, kafa ve kasa birliği doğmakta ve işkolunda gerekli otorite temin edilmektedir”. Bu nedenle de, “milliyetçi-toplumcu sendikalizm güçlü ve otorite sahibi sendikaları öngördüğünden, milli tip sendikacılığı savunmaktadır”. Bu “milli tip sendikacılık” “yürütme organına karşı bağımsız olacak”tır. Ama bu bağımsızlık devlete karşı bağımsızlık anlamına da gelmemektedir.

2) Kapitalist sistemin “sahte bir eşitlik ve hürriyet teranesiyle her işkolunda birden fazla sendika kurulmasına” izin veren ilkesi, “çeşitli ideoloji ve siyasi doktrinlere göre sendikalar” kurulmasına, “sendikalara bu ideoloji ve fikirler”in sokulmasına fırsat verdiği, “çeşitli ideolojilerin ocağı haline” geldiği için de kabul görmeyecek, bütün bunlara olanak tanımayan “her işkolunda bir tek sendikanın kurulması” demek olan “tek sendikacılık” benimsenecektir. Çünkü, “mesleğin bir bütün olarak temsili, ancak o meslekte kurulmuş olan tek sendikanın mevcudiyetiyle kaimdir”. Böylece, bir yandan “milli üretimin ve mesleğin menfaati savunulmuş” olur, öte yandan “rakip sendikadaki üyelerin elde edilmesi” çabasından da kurtulunmuş olunur. Çünkü, “çokluk anarşiyi doğurur”. Tek sendikacılık ise liberal-kapitalist toplum düzeninde asla tam olarak gerçekleştirilemez. Bu ancak, milliyetçi-toplumcu iktisat düzeninde gerçekleştirilebilir. Bu tek tip sendikacılıkta ortaya çıkabilecek olan düşünsel ayrılıklar “genel düşünce sisteminin eksikliğinden” kaynaklanmayıp, “genel bir milliyetçi-toplumcu düşüncenin yorumundan” kaynaklanabilir. Kuşkusuz bu durum da sendika içi demokrasinin en önemli göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

3) “Liberal siyasi demokrasiden”, “milli sosyal demokrasiye geçişi” mümkün kılan; işçileri disipline eden; bütün üyelerine, temsilcilerine kontrol etme imkanı veren; ülkenin hızlı ve adil bir şekilde kalkınmasını sağlayan; milli üretimin artmasına ve milli gelirin adil bir şekilde dağıtılmasına aracı olan, “işkolunda çalışan bütün işçilerin, o iş kolunda kurulmuş bulunan sendikaya üye olma zorunluluğu” demek olan “mecburi sendikacılık” ise “milliyetçi-toplumcu sendikacılığın bir diğer özelliğini oluşturmaktadır. “Mecburi sendikacılık milliyetçi-toplumcu düşünce sistemi içinde diğer ilkelerden asla ayrılmaz”, çünkü “diğer ilkeleri sayısal bakımdan destekleyen diğer ilkelerin gerçekleştirilmesi için teşkilatlara gerekli tabanı sağlayacak ve gerçekleştirecek olan bir ilkedir”. Bu, özellikler aynı zamanda teklik ve mecburilik ilkelerinin hakim olduğu korporatif devletin tüm özellikleridir de.

Yıllar sonra, MHP’nin savunmuş olduğu bu sendikacılığın İtalya ve Almanya’daki faşist sendikacılık olduğu MHP’nin düşünürleri tarafından da itiraf edilecektir. Örneğin Prof. Dr. K. Turan K. Karaca ve M. K. Erkovan’ın sendikacılık ile ilgili görüşlerinin “Musolini İtalya’sı ve Nazi Almanyası’nın bu ülkelerde yıllarca uygulanmış ve başarısızlıkları tescil edilmiş, modası görüşlerden” türetildiğini belirtmektedir. A. Türkeş daha 1962 yılında, Yeni Delhi’de iken Mussolini İtalyası ile Nazi Almanyası’nın sendikacılık anlayışı ile ilgili bilgiler edinmiştir.

Yukarıda temel özellikleri belirtilen bu “milletçi-toplumcu sendikacılığın” kurulması düşünülen “milliyetçi toplumcu düzende” yerine getirmesi gereken görevler bulunmaktadır. İktidara gelen “milliyetçi-toplumcu düzen” görüşünün “en büyük problem[inin] kalkınma” olacağı belirtilmektedir. Bu sorunun çözümünde ise en büyük görev, “işçiler ve onların kuruluşları olan gerçekten milliyetçi toplumcu görüşle olayları değerlendiren sendikalar”ın olacaktır. Sendikalar bu görevi, hem uyumlu çalışarak, hem tasarrufta bulunarak finansmana katkıda bulunarak yerine getireceklerdir. Bu “yeni” düzende , “milliyetçi toplumcu sendikaların amacı sınıf çatışmasını çıkarmak ve körüklemek değildir. Milliyetçi toplumcu sendikalar Türk işçisinin kahredici gücünü; zirveye ulaştırmak ve duyurmak için kurulmuştur. Bu güç öylesine bir kahredici güçtür ki; komünist ve faşist fikir ve hareketçilerin beyinlerini eritecek yegane kuvvettir. Milliyetçi toplumcu sendika ve işçi ‘ben milliyetçiyim, bu topraklar üzerinde ihanet planlarını hazırlayanların ölümüyüm’ demeyi kendine hareket düsturu edinmeli; ‘Türk emeğinin Ergenekon’da demir dağları eriten ilk körük nefesi, fezaya gönderilecek füzelerin dehasıyım’ demeli ve gerçekleştirmeyi kendime en şerefli bir vazife, milli bir görev bilmelidir”.

Yukarıda temel özellikleri belirtilen “milliyetçi-toplumcu sendikacılığın” kapitalist sistemde yerine getirmesi gereken roller de bulunmaktadır. “Kapitalist düzende yer alan işçi sendikaları her şeyden evvel ‘kendine dönüş’ hareketini başarmalıdır”. Çünkü, “Türkiye’nin sosyal, siyasal ekonomik sahadaki yöneticilerinin büyük bir kısmı, milli kültürle yetişmediğinden, Türk’ün kendine dönüş hareketini başaramamışlar, Türk milletinin; milli bir dünya görüşünü temsil edememişlerdir. Yabancının karşısında direnme gücü gösterememiş, peşin bir teslimiyetle, yabancının Türk’ü ezme ve istismar etme isteğinin yerli işbirlikçisi durumuna düşmüşlerdir. Milliyetçi toplumcu hareket ise gerçek milliyetçiliğe Türk’ün kendi iz benliği ve kaynaklarına dönüş hareketidir”. Bu durumda sendikalara ve yöneticilere düşen görev ise , “bu gerçekleri” benimsemesidir. Mevcut sendikacılıkta “Türk-İş yöneticilerinin çoğu Amerika’da sendikacılık eğitimi” gördüğü, “Amerikan sendikacılığının felsefesini ve hareket biçimini” benimsediği; DİSK ise “sınıf mücadelesi yaptığı” için, bu şartlar içinde “milliyetçi toplumcu ideolojiyi benimsemiş olan sendikaların” mücadelesi ekonomik, ideolojik ve siyasi, sosyal mücadele olacaktır.

Sınıf kavgası yerine “sınıflararası dengeli ve ahenkli bir şekilde olan işbirliğine” inanan “milliyetçi-toplumcu sendikacılık” ekonomik mücadelede “denge sağlanıncaya kadar” grev ve toplu sözleşmeler yapacaktır. Bu nedenle de işçi sendikalarının “liberal kapitalist düzende en büyük görevlerinden birisi tek tip sendikalara ve toplu sözleşme düzeninde iş kolu esasını” benimsemesi ve titizlikle uygulaması gerekmektedir.

Bir “fikir anarşisi” içinde olunduğu, “bugüne kadar görülmemiş bir biçimde ekonomik, siyasal ve kültürel yönden bir uçurumun eşiğine” getirildiği düşünülen Türkiye’de “milliyetçi toplumcu sendikalar” sosyal mücadelenin içine de girecek, “milli kültür eğitimine”, milli şuura” önem verecektir. Bunun için düzenlenecek açık oturumlarla “milliyetçi-toplumcu sendikalar, 9 ışık doktrini[ni] her tarafa yaymaya çalışmalı”dır.

İşçi hareketinde sınıf bilincinin yükseldiği bir dönemde “milliyetçi toplumcu sendikacılığın” ideolojik ve siyasal mücadeleden uzak durması beklenemezdi. Böyle olduğu için de “komünist ideolojiye” ve “yabancı menşeli olan kapitalist toplumun sermayedarlarını korumak isteyen ‘Amerikan tipi’ sendikacılığa” karşı verilecek mücadelede “Türk işçilerinin gerçek kurtuluşunu sağlıyabilmek için, (...) milliyetçi toplumcu ideolojiyi ve 9 ışık ilkesini ruhlarında özümlemeleri gerekmektedir. (...) verdikleri gerçek mücadele; Türk milletinin nihai kurtuluşu ve ebediyete kadar devamı için ileri atılan en büyük adımlardan birisi olacaktır”.

(Devam edecek...)