13 Ekim 2006 Sayı: 2006/40 (40)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye düzeni tüm kurum ve kesimleriyle emperyalizmin hizmetinde
  Askeri darbe tartışmaları ve sınıfsal tutum
  Sivilleşme iddiaları ve ordu-polis çatışması üzerine
  AKP hükümeti ve ordu
  ABD Türkiye'yi ikinci bir İsrail yapmak istiyor
Ekonomideki yıkım tablosu ve sermayenin “yabancılaşma” korkusu
Gençliğin baskı ve soruşturma karşıtı
eylemlerinden
Eski bir talebenin hatıra defteri veya notlarına dair/ Yüksel Akkaya
 İstanbul İşçi Kurultayı'na doğru...
Daha fazla çaba, daha fazla inisiyatif, daha fazla enerji, başarıya daha etkin bir kilitlenme! / Orta sayfa
  Kurultay çalışmalarından
  Eylem ve etkinliklerden
  Tuzla Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı
Musa Servi ile sınıf hareketinin sorunları
üzerine konuştuk
  Düzen medyasındaki avanaklar halkı “avanak” yerine koymaya çalışıyor.
  Devlet terörüne karşı omuz omuza!
  Ekim Gençliği’nden
  Türk-İş Genel Mali Sekreteri ve Demiryollş
Sendikası Genel Başkanı Ergün Atalay'dan Kızıl Bayrak'a yanıt
  Rice'ın gezisi ve Ortadoğu'da kirli oyunlar
  Morales yönetimi maden işçilerinin
katledilmesini önleyemed
i
  Dünyadan
  “Yeni bir dünya, yeni bir kültür için enternasyonal gençlik buluşması''
başarıyla gerçekleştirildi!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Düzen medyasındaki avanaklar halkı “avanak” yerine koymaya çalışıyor...

Bu oyunlar tutmayacak, emperyalizm bu topraklardan süpürülüp atılacak!

ABD Büyükelçisi Ross Wilson'un, son dönemde yeniden gündemin ön sırasına taşınan irtica tartışmalarını “kakofoni” olarak nitelemesi Türkiye'de öfke ve kızgınlıkla karşılandı. Fakat yanlış anlaşılmasın, öfkeye kapılanlar tartışmayı gündeme taşıyanlar değil. Hayır, söylemlerinin kakofoni olarak nitelendirilmesi, herşeye hiddetlenen generalleri pek de hiddetlendirmiş görünmüyor. Ne de olsa onlar neye/kime bağırıp çağıracaklarını, neyin/kimin karşısında susacaklarını pek iyi biliyorlar. Sadece generaller mi, konunun gündeme taşınmasında ilk adımı atan “cumhurun başı” da suskun, göründüğü kadarıyla o da dersini iyi ezberlemiştir.

Cumhurbaşkanı ve generaller adına konuşanlar, yine bu ülkenin kraldan çok kralcı/ordudan fazla militaristleridir. Medyanın apoletsiz neferleridir. Bunların arasında Wilson'u yanıtlama adına en aptalca soruları soranlardan biri de Hürriyet'ten Tufan Türenç. Kargaları bile başına güldürecek soruların altına imza atmaktan gocunmayacak kadar avallamış görünüyor bayımız.

“Bay Wilson, Türkiye'yi Amerika'nın sömürgesi, kendisini de sömürge valisi filan mı sanıyor?” diye soruyor Türenç. Peki sen ne sanıyordun? İngiltere gibi emperyalist, üstelik de ABD ile gerçekten “stratejik” ilişkileri bulunan, bir devletin başkanı bile, kendi medyalarında “Bush'un fino köpeği” olarak ilan edilebiliyorken, Türkiye ABD ilişkilerinin hangi zeminde kurulup geliştirildiğini iddia edebilirsin? Her hükümet değişikliğinde başbakan adayının Beyaz Saray'dan icazet alma -en son Erdoğan'ın icazet yenileme kabulünde olduğu gibi- olayı hakkında ne diyeceksin? Ya çuval hakaretinin o çizmesini yaladığın generaller tarafından yalanıp yutulmasını nasıl açıklıyorsun? Ya da Pentagon'un, 12 Eylül darbecilerini “bizim oğlanlar başardı” sözleriyle alkışlamasını?..

Böylelerinin bu tür sorulara verebilecek bir yanıtı bulunmuyor. Bu yüzden Türenç de, Wilson'un asıl muhataplarını bir kenara bırakıp, yıpratma operasyonu kapsamındaki görevine sarılarak, hükümete yüklenmeyi tercih ediyor.

“AKP hükümetinin ve Dışişleri'nin bu sözleri susarak karşılamaları ise Türkiye Cumhuriyeti için hüzün verici bir durum.”

“Bir büyükelçi kalkıyor, bütün diplomatik kuralları çiğneyip devletin tepesindeki insanların sözlerini ‘kakofoni' olarak nitelendiriyor.

“Ankara ise suspus...”

Neden suspus olduklarını devletin tepesindekilere soramıyor tabii. Sahi, en nihayetinde söz ve tutumları bu şekilde aşağılanan devletin tepesindekiler olduğuna göre, neden yanıtlamazlar dersin Wilson'u? Ya da, onların yanıtlayamadığı sömürge valisini yanıtlama cüretini nerden buluyorsun? Bay Türenç'in sorularına bakılınca, bunun aptal cesareti olduğu sanılabilir. Zaten, ancak böyle sanılırsa soruları komik duracaktır. Oysa, bu bayların aptal olduğunu düşünmek büyük hata olur. Bu şekilde konuşup yazmalarının nedeni bu kadar açık olan durumu anlamamak, kavramamak değil kuşkusuz. Türenç ve benzerleri de çok iyi biliyor ki, Türkiye sömürge, Wilson da sömürge valisidir. Ancak bu çirkin gerçekliğin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden mümkün mertebe gizlenmesi gerekir. Wilson'un sözlerine tepki, bunun için gerekiyor. Fakat bu tepkiyi “devletin tepesindekiler” veremez. Verirlerse, bu gerçek bir tepki olmadığı halde, uşak-efendi diplomasisinin kurallarını çiğnemiş olurlar, ki bu da efendinin öfkelenmesine yol açar. ABD'yi öfkelendirmenin ne anlama geldiğini ise bilmeyen yok.

Bu yüzden halkı avutma görevi düzenin medyadaki sözcülerine düşüyor. Bundan da çok yönlü yarar umuyorlar. Bir yandan, ABD'den tersi mesaj gelmesine rağmen, hükümeti yıpratma operasyonuna devam edilmiş, diğer yandan ABD ile kölelik ilişkileri inkar edilmiş, gizlenmeye çalışılmış oluyor. Tabii, yutarsanız.

Anlaşıldığı kadarıyla bu baylar işçi ve emekçi kitleleri “avanak”, kendilerini uyanık sanıyorlar. Böylece de, Wilson'a sorulan sorularla değilse bile, kitleleri avanak bellemekle asıl avanaklığı yapmış oluyorlar. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler, ABD emperyalizmi ile kurulan kölelik ilişkilerine, baştan beri büyük tepkiyle yaklaştı. Kendilerinin -bu bağlamda ülkenin- emperyalizme peşkeş çekilmesini önlemek için hep mücadele içinde oldular. Bu mücadelenin dizginlenemediği her dönemde ise, yine ABD güdümlü faşist darbelerle önünün alınmaya çalışıldığı bir tarihtir bu. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin anti-emperyalist mücadelelerinin tarihi.

Wilson ve benzerlerine verilecek en iyi yanıt da, yine Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler tarafından verilecektir. ABD, sömürücü egemenleri köleleştirebilir. Uşak olarak kullanabilir, yeri geldiğinde aşağılayabilir… Onlar üzerinden, onların yönetim güç ve etkinliği devam ettiği sürece, ülkenin tüm zenginliklerini de sömürebilir. Ancak o işçi sınıfı ve emekçi halkları köleleştirmeyi başaramadı, başaramayacak. Günü geldiğinde sömürge valileri ve uşaklarıyla birlikte emperyalizmi “deliğe süpürme” işini başarıyla gerçekleştireceğiz.

---------------------------------------------------------------------------------------

Basın özgürlüğü sempozyumu

Atılım gazetesinin 12. yılında düzenlenen “Basın Özgürlüğü Sempozyumu” 8 Ekim Pazar günü saat 12.00'de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Lokali'nde gerçekleşti.

Sempozyumun ilk bölümü “Hukuk ve ifade özgürlüğü” başlığı altında gerçekleşti. Bu bölüme konuşmacı olarak Av. Eren Keskin, Av. Gülseren Yoleri ve oturumu yöneten Keleş Öztürk katıldı. Atılım Gazetesi editörlerinden Şenol Gürkan açılış konuşmasını yaptı.

Ardından sözü Eren Keskin aldı. Keskin konuşmasında 301. Madde üzerinden süren tartışmalara değindi. Sadece bu maddenin kalkmasıyla sorunların çözülmeceğini ifade etti.

Av. Gülseren Yoleri ise, sistemin kendisini korumak için gittikçe daha fazla basının üzerine gittiğine ve sol basına yönelik baskılara değindi.

Soru-cevap bölümünün ardından ikinci bölüme geçildi. Bu bölümde “TMY ve 301 kıskacında basın” konusu tartışıldı. İlk konuşmayı Uluslararası PEN adına Ragıp Zarakolu yaptı. Zarakolu, TC'nin her yönü ile Osmanlı'nın devamı olduğunu söyledi ve Osmanlı'dan bugüne basına yönelik baskı politikalarını özetledi.

Ece Temelkuran, burjuva medya çalışanlarının sosyalist basın çalışanlarını “terörist” olarak gördüklerini ifade etti. Saldırıların herkesi kapsayarak genişleyeceğini dile getirdi.

Birgün gazetesi adına söz alan Mehmet Güç ise AB'ye uyum için Türkiye'nin çıkardığı yasalara uymadığını dile getirdi.

TGS Genel Başkan Yardımcısı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Yıldırım Boran konuşmasında gazetecilerin örgütsüz olduğunu ve hakkını arayamadığını söyledi.

Daha sonra Evrensel gazetesi adına Bülent Falakoğlu söz alarak, bu yasaların belli amaçlar ile özel olarak hazırlandığını ifade etti ve “Tek tek bu maddelerle mücadele etmek gerekiyor ama onun arkasında yatan zihniyetle asıl mücadele etmek gerekiyor” dedi.

Son konuşmayı TGDP sözcüsü Necati Abay yaptı. Abay, içerde bulunan sosyalist basın çalışanlarını selamlayarak konuşmasına başladı ve devletin yönetememe krizi içerisinde olduğuna ve sosyalist basına saldırdığına değindi.

Soru-cevapların ardından sempozyum sona erdi.

Atılım gazetesinin 12. yılını anlatan belgeselin ardından kokteyl verildi.

Sempozyuma 150 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul